Mesajı Okuyun
Old 25-06-2007, 10:02   #17
ozanyazar

 
Varsayılan Bahar Bİtmedİ

BAHAR BİTMEDİ
Aman aman, bu ne heyecan. Kendimi liseli âşıklar gibi hissediyorum. Gül ile buluşacağımız gün geldi-çattı. Daha üçüncü buluşmamız, henüz yeterince birbirimizi tanımıyoruz. İşin daha da beteri ona olan ilgimin aynı derecede karşılık görüp görmediğini de bilemiyorum. Yani sınava girecek öğrenci gibiyim. Alışkanlığım olmayan şeyler yapmaya başladım; örneğin bu buluşma için güzel bir koku sürdüm.
Öğleden sonra ikide buluşacağız. Hay Allah! vakit geçmek bilmiyor, hala dört saat var. Bekleyip otobüsle gitmektense, yavaş yavaş yürüyerek gitsem yine yetişirim. Hem vakit geçer hem de hava almış olurum.
Parka doğru yürüyorum, bir yandan da düşünüyorum. Neyi mi? Gül’ü. Ama düşüncelerim fazla süremedi, yüreğimi sızlatan bir olayı görünce düşünemez oldum. Ana cadde üzerinde, bir araba bisikletli bir çocuğa çarptı. Çocukların saflığına inanan, çocuklara karşı fazlasıyla duygusal olan, çok seven bir insan olarak bu olayı görmek beni kahretti. Çocukla beraber ben de düştüm, ben de acı çektim. Gözlerim bir an arabasıyla uzaklaşan genç adama takıldı; insan nasıl bu kadar acımasız olabiliyor ki, anlamıyorum. Yaralı çocuğa bakmadan kaçıyor.
Koştum çocuğu tuttum, fazla kımıldatmadan başına baktım; alnı kanıyordu.
Acele ile araba çevirmeye çalıştım, birkaç araba çocuğun kanlar içindeki halini görünce geçip gitti. Sonunda birisini durdurabildim. Bu şoför diğerlerinin aksine, bir de arabadan inip çocuğu arabaya koymam için yardıma geldi. Kırık bir tarafı olabilir diye çekiniyorduk ama beklersek çok kan kaybedeceği açıktı. Kırık olmadığını ümit ederek çocuğu arabaya yerleştirdik. Çocuğun başını dizime yasladım. şoför sireni açmıştı bile, hastaneye doğru yola çıktık. şoför sordu;
-Hayrola birader, kendi mi düştü, araba mı çarptı?
-Bir araba çarptı. Hemşerim, acele edersen belki bir can kurtarırız.
-Ağır mı yarası?
-Görünüşte sadece alnı kanıyor ama daha kötü bir iç kanama olabilir.
-Sağolsunlar, bu gün sireni duyan arabalar hemen yol açıyor, hızlı gidebiliyoruz. Ya... yol vermeyenlere de kızamıyorum ki, önüne gelen arabasına mavi lamba takıyor, açıyor sireni acil bir işi varmış gibi.
-Ne yazık ki haklısın.
-Eee... keyfi siren çalanları gören diğer şoförlerin haklı olarak kafası
bozuluyor. Bizim gibi acil işi olanları da onlar gibi zannedip yol vermiyor.
... çocuk neyin oluyor, kardeşin mi?
-Hayır, tanımıyorum.
Şoför şöyle bir göz ucuyla, dikiz aynasından bana baktı. Sonra dudaklarında sevindiğini gösteren bir gülümseme dolaştı. Bu sırada hastane önüne gelmiştik. şoför;
-Hastaneye geldik abi, hemen acil servisin önüne çekeyim arabayı.
Arabayı acil servisin önünde durdurdu, iki görevlinin getirdiği sedyeye
baygın haldeki çocuğu yatırdık. Görevlilere kazayı aceleyle anlattım, çocuğu
ameliyathaneye götürdüler.
Arabadan inerken taksimetrenin 6000 TL. yazdığını görmüştüm, parayı çıkarıp şoföre uzattım;
-Olmaz birader, koy o parayı cebine.
Şoför parayı almak istememişti;
-O ne demek, o kadar benzin harcadın, vaktini ayırdın.
-Olmaz dedim mi olmaz. Sen tanımadığın bir çocuk için o kadar didin, biz
üç kuruş para peşinde koşalım, olur mu ya. Ben kardeşin filan zannettiğim
için taksimetreyi açmıştım, şimdi başka.
-Söylediklerin için sağol ama sen yine de al şu parayı... almıyorsun ha...
Bu sefer de benim canım sıkılacak, bu araba senin ekmek kapın hemşerim. Hep
iyilik için kullansan sen aç kalırsın. Hadi... hadi hiç olmazsa yarısını ben
vereyim, yarısını...
Israrım karşısında yumuşadı, şöyle bir yan gözle baktı;
-Yarısını ama.
-Tamam, fifti fifti.
Aceleyle eline dört bin lirayı sıkıştırdım, gülümsedim;
-Benden biraz fazla fifti.
İtirazına vakit bırakmadan bize doğru yaklaşan görevliye yöneldim. Bu sedyeyi taşıyanlardan biriydi, yanında ise bir polis memuru vardı. Sordum;
-Çocuğun durumu nasıl?
-Bilmiyorum, ameliyata yeni girdiler. Alnında ki açılmayla ilgili bir ameliyat yapacaklarmış. Şeyy... siz çocuğun nesi oluyorsunuz?
-Hiçbir şeyi, çocuğu tanımıyorum.
-Çocuğun cebinden çıkan küçük defterde birkaç telefon vardı. En başa yazdığı numaraya doktorlar haber vermiş. Birazdan bir akrabası gelir herhalde.
Görevli uzaklaşırken polis bana döndü;
-Çocuğu getiren sizsiniz herhalde.
-Evet.
-Çocuğun velilerinden biri gelene kadar, gitmemenizi rica edecektim. Her
ne kadar düşünmek bile istemesek de çocuk ölebilir, o zaman ifadeniz gerekebilir.
-Ama benim saat iki'de önemli bir randevum var.
-Saat henüz 11. 30
Saate baktım, henüz vakit vardı.
-Neyse biraz bekleyelim bakalım, zaten çocuğun durumunu da merak ediyorum. Adını öğrenebildiniz mi, cüzdan filan var mıymış yanında?
-Cüzdan değil de, bir küçük not defteri bulduk, telefon numaralarını bulduğumuz defter. Defterin ilk sayfasında "Can Uğur" yazıyordu, zannederim bu çocuğun adı.
-Şey... bari şoför arkadaşı bekletmeyelim, gidebilir değil mi?
-Tabii, ama adını ve araç plakasını alalım bir zahmet, sonra gidebilir.
Polis arabanın plakasını yazarken şoför kendini tanıttı;
-Adım Kemal İnce... Ben de bekleyeceğim, çocuğun durumunu öğrendikten sonra giderim.
Biz konuşurken bir araba yanımızda durdu, arabadan yaşlıca bir erkek, bir kadın ile orta yaşlı başka bir kadın indi. Kadınlar ağlamaklı, adam sinirliydi. Yaşlı adam bir görevliye bir şeyler sorup, konuşmaya başladı, görevli bizi gösterince bize doğru yürüdü, yanımıza geldi. Polise sordu;
-Memur bey, ben Can'ın büyükbabasıyım. Torunum ameliyattaymış. Olay nasıl olmuş?
Polis, adamın sinirli, sabırsız halini hoş görmeye çalışarak, bildiklerini sık sık sözünün kesilmesine rağmen anlattı. Benimle ilgili kısmı da anlatınca, teşekkür edeceğini sanmıştım ama bana öfkeyle bakmaya başlamıştı. Ben bir an önce gitmek istiyordum;
-Beyefendi, zannederim artık benim yapabileceğim bir şey yok, izninizle gidebi...
-Para mı istiyorsun?
-Efendim, anlamadım!..
-Can'ı buraya getirdin diye şimdi de para mı istiyorsunuz? Ne malum sizin çarpmadığınız?
-Bakın beyfendi, üzüntülüsünüz, hoş görmeye çalışıyorum. Ben para filan istemiyorum. Ayrıca arabam olmadığından Can'a çarpma ihtimalimde yok. Can'ı bu şoför arkadaşın arabasıyla getirdik.
-Para alamayacağını anlayınca, biran önce gitmek istiyorsun.
-Bakın ben vicdani bir görevimi yerine getirdim, para için yapmadım.
Polis arkadaş, ihtiyarın bu hoş olmayan konuşması karşısında beni kurtarmak istedi;
-Beyefendi, herhangi bir şikâyetiniz yoksa adını, adresini alıp arkadaşı gönderelim, işi varmış beklettik.
-Şikâyetçiyim.
Yanlış duyduğumu zannettim, tekrarladı;
-Şikâyetçiyim, dün torunumun eline harçlık olarak 80 bin TL vermiştim Hepsini bir günde harcamış olamaz. Bu genç adam torunumun cüzdanını alıp, sonra bizden de para koparabilmek için torunumu hastaneye getirmiş olabilir. İlla da arabayla çarpmış olması gerekmiyor herhalde şikâyetçi olmam için.
-Bakın beyfendi, ileri gidiyorsunuz. Benim saygı sınırlarımı zorlamayın lütfen. Hırsızlık çok ağır bir suçlama.
-Ağır, mağır... nerde öyleyse benim torunumun cüzdanı.
Polisle şoför bana kuşkuyla baktı. Hele şoförün gözündeki bir arkadaşı tarafından aldatılmış ve yıkılmış biri ifadesi beni kahretti. Benim hırsız olduğuma inanmış görünüyordu. Polis bana döndü;
-Üzgünüm, karakola gitmeliyiz. Olay açıklığa kavuşana kadar orada kalmalısınız.
Ben hiç ummadığım bu durum karşısında şaşkına dönmüştüm;
-Nasıl açıklığa kavuşacak, çocuk kendine gelip konuşunca mı?
-Şimdilik başka çare görünmüyor.
-Ya, Allah korusun çocuk ölürse, ben hırsız damgasını mı taşıyacağım? Ya da çocuk cüzdanı daha önce düşürmüş ama fark etmemişse yine ben mi suçlanacağım?
-Benim diyebileceğim bir şey yok. Çaresiz, ya durum lehinize olarak aydınlanmalı, ya da bu beyfendi hırsızlık suçlamasından vazgeçmeli.
İhtiyar adam yine öfkeli konuştu;
-Hayır vazgeçmiyorum.
İhtiyar tekrar konuşmamıza fırsat vermeden uzaklaştı. Çaresiz polis arabasına bindim. Polis, şoför Kemal'e döndü;
-Bu durumda ifadeniz gerekiyor, lütfen sizde gelin.
Kemal taksisine bindi, bizi takip ederek karakola geldi. Hırsızlıkla suçlanmak kadar, bu iyi kalpli şoförün gözünde düştüğüm durum da beni üzüyordu.
Birden aklıma bir ayrıntı geldi, Kemal'e yaklaştım;
-Sen geldiğinde ben çocuğun yanındaydım, sonra senin arabana bindik. Yani cüzdanı alsaydım hala üzerimde olmalıydı, değil mi?
-Evet...
Bizimle gelen polis memuru üzerimi aradı. Üzerimden cüzdan çıkmayınca Kemal'in sevinmesi, yüzünde pişmanlıkla karışan özür diler gibi ifade içimi ısıttı. Ama sevincimiz uzun sürmedi; polis bizim yüzlerimizdeki mutluluk ifadesine baktıktan sonra, bir suç işler gibi konuştu;
-Bu bir şeyi ispatlamaz, taksiyle gelirken cüzdanı camdan atmış olabileceğinizi iddia edebilirler.
Polis üzgün bir ifadeyle yanımızdan ayrılıp bir odaya girerken, Kemal ile benim yüzümdeki mutluluk kaybolmuştu bile.
Karakolun salonunda beklemeye başladık. Artık parkı, saat ikiyi, Gül'ü düşünecek halim kalmadı. Zaten saat ikiye yirmi dakika var. Çaresiz, elim-kolum bağlı bekliyorum.
Kemal'in ifadesini alıp gönderdiler, ben ise geceyi nezarethanede geçireceğim. Bu arada, Can'ın ameliyattan çıktığını, yoğun bakımda olduğunu öğrendik telefonla. Henüz kendine gelmemiş olsa da ölüm tehlikesini önemli ölçüde atlattığını söylediler. Hem çocuk için hem de söyleyecekleri beni kurtarabileceğinden sevindim.
Nezarethanedeki yerime geçmeden, telefon etmeme izin verdiler. Gül'ü aradım, randevuya gelemediğim için özür dilemek istiyordum. Ancak telefonu açan olmadı.
* * *


--- DEVAMI VAR ---