Mesajı Okuyun
Old 26-01-2007, 12:43   #31
Hekimbaşı

 
Varsayılan

Sn.Karakaş,

Söylediklerinize tümüyle katılıyorum. Bunun birkaç nedeni var. Ama ben bu sefer sadece bir tanesini ele almakla yetineceğim.

En önemli neden genel olarak sağlık personelinin içinde bulunduğu sosyal koşullardır. Sürekli olarak kaldırabileceklerinden fazla maddi ve manevi yük altında ezilmekteler. Bunun mimarları belli. Bütün çalışanlar gibi diyeceksiniz belki; fakat iş o kadar basit değil. Devlet dairelerinin hepsini gezin, göreceksiniz ki % 10 kadar ATM memuru, % 20 kadar bütün günü 3 satır yazıyı yazmakla geçiren memur, % 50 kadar da sorduğunuz hiçbir şeye doğru dürüst yanıt vermeyen memurla karşılaşırsınız. Sonuçta, onlar neden böyleyse, sağlık personeli de bir açıdan aynı nedenle böyledir. Ücretleri diğer memurlarla karşılaştırıldığında % 30 - 70 arasında daha fazladır, fakat iş yükleri belki 5-10 katı fazladır. Hani bu fazlalık mesai saati içinde kalsa neyse; ama insafsız biçimde gecelere, hafta sonları ve tatillere yayılmıştır. Kimse beyaz önlüklünün neyi ne zaman yaptığını bilmez, düşünmez. Öte yandan, her beyaz önlüklü de bu yükü ömür boyu kaldırmak istemez. Neden istesin? En kısa sürede paçayı kurtarmak için girişimde bulunmak zorunda hisseder kendini. Diğer çalışanların akşamları kendilerinindir, hafta sonları da. Ama benim bildiğim öyle hemşire arkadaşlar vardır ki, yıllar boyu sadece geceleri çalışmak zorunda kalmışlardır. Onların da bir sevgilisi, ailesi, çocuğu olmalıdır, olacaktır. Buna ne kadar tahammül etmeleri beklenir, ve ne karşılığında?

HÜ nde internlük ve asistanlık döneminde birçok dalda 2-3 yıl boyunca günaşırı nöbet tutulur(du). Cerrahi dallarda örneğin; Pts sabahı 06:00 da hastaneye geleceksiniz, o gün ve gece çalışacaksınız, ertesi gün çalışmaya devam edeceksiniz, akşam saat 18:00 e kadar; ve işlerinizi devretmeyi başarırsanız, raporlarınızı tamamlarsanız, Sal gecesi eve gideceksiniz. Artık ne zaman, nasıl varırsanız. Ve Çar günü sabah 06:00 da yine hastanede olacaksınız. Per akşamına kadar, aynı durum tekrarlanacak. Bu arada hafta sonu günlerinde de bir ayırım yok, bilesiniz. Yani, Cum sabahı 06:00 da geldikten sonra, Paz sabahına kadar yine oradasınız. Hastanede geçirdiğiniz gecelerde uyuma olanağınız olup olmayacağı belirsizdir. Olanağınız olsa da, 5 asistana 2 yatak olduğu için, ayakta uyumanız gerekecek. Çay isterseniz, ancak hemşireler sizi seviyorsa arada verecekler. İşe nasıl gidip geleceğinizi siz çözeceksiniz. Paranız araba almaya yetmiyorsa yandınız. Öğlenleri yemek saatiniz de yok. Ameliyathanede iseniz, iki ameliyat arası ne zamana denk gelirse, o arada kendi paranızla bir tost ve çay alabilirseniz, iyi. Poliklinikte iseniz, hastalara ve yöneticilere görünmeden kaçmanız gerek, yoksa ya yumruk yersiniz, ya da ihtar alırsınız. Nöbet geceleri akşam yemeğinizi verirler, ama acil ameliyat yoksa, vaktinde yetişebilirseniz. Yoksa yine başınızın çaresine bakarsınız veya hemşire arkadaşlarınız size hasta yemeklerinden artanları saklarlar, onları yersiniz. Sabah kahvaltısı da üç aşağı beş yukarı böyledir, çünkü sizin 06:30 daki vizite yetişmeniz için 06:00 da işiniz başlar, ama kahvaltı 07:30 da yemekhanede verilmektedir. Mecburen sabah vizitlerinin arası veya sonunda ayak üzeri ekmek arası peynir yersiniz. Tabii, yine hemşire kardeşlerinizin şefkati sayesinde.

Kıdemli olduğunuzda nöbetler günaşırıya çıkar. O tempoyla da dalına göre 1-2 yıl geçirdikten sonra, başasistan olursanız eğer, son yılınızda 3 güne bir nöbete geçersiniz. Tempoda bir değişiklik olmaz, çünkü her kademede, bir önceki kademedeki işlere ilaveler gelir. Alt kademelere her iş verilmediğinden, işlerinizi azaltmanız hemen hemen olanaksızdır. Üstelik bütün bu hengamede bir de ders çalışmak, hocaları tatmin etmek, bitirme tezi ve sınavına hazırlanmak gerekmektedir.

Uzman olduğunuzda yaşınız artık en az 28 filandır. Erkekseniz askerlik yapmanız gerekir; gittin, geldin, etti 30. Yönetenler sağlık hizmetlerindeki yetersizliği sizin isteksiz, tembel ve vatan düşmanı olmanıza bağlı olduğunu düşünmüşlerse, ilk akıllarına gelen, 1 veya 2 yıllık mecburi hizmet koymaktır. Gittin, geldin, etti 32. Tabii bu gitmek gelmek o kadar da basit değildir. Gittiğiniz yerde ne doğru dürüst yardımcı sağlık personeli vardır, ne alet, ne edevat. Halk fakir ve maalesef genellikle cahildir. Yaptıklarınızdan memnun olmak yerine, yapamadıklarınızdan dolayı sizi suçlamayı yeğlerler. Hatta, tehdit eder, döverler. Nöbetler, poliklinikteki bakılamaz sayıdaki hasta, orada da eksik olmaz. Düşünün, hangi ruh, hangi beden bu koşullarda ne kadar dayanır?

Hemşire, ebe kardeşlerimizi hiç anlatmayayım; eminim o meleklerin çilesini dinlemek bile insanın aklını yitirmesine neden olabilir. ****** muamelesi görmekten tutun; zorla evlendirmelere; dağ bayır tabanvayla köy köy gezmelere kadar; her türlü macerayı yaşarlar. Onların da çoğu parasız yatılı okudukları için mecburi hizmet kaderleridir. Parasız yatılı demek, aynı zamanda sahipsiz demektir. Çoğu, ailesi okutamadığı için mesleği kurtuluş olarak görmüşlerdir. Bu nedenle, herşeye rağmen hallerine şükrederler.

Ama, ne yazık ki topluma asla yaranamazsınız. Daima her beyaz gömleklinin para içinde yüzdüğünü, İstanbul' daki profesör efendiler gibi günde iki saat çalıştıklarını düşünürler. Ben mezun olduğumda TC nde 75.000 hekim vardı, şimdi herhalde 120.000 olmuştur. O gördükleriniz, topu topu 5-10.000 kişidir.

Önerim, çoğunluğu göz önünde tutarak değerlendirme yapmanızdır. Bugün bir tıbbi alet satıcısı bir hekimin kazandığının en az 2 katını kazanmaktadır. Çok affedersiniz, hasta altı bezi satıcısı bile hekimden çok kazanır.

Bu nedenle, her ne kadar ben para karşılığı sağlık hizmeti düşüncesine karşı olduğum için muayenehane veya özel hastane işlerine bulaşmamışsam da, bulaşanları haksız bulmam mümkün değildir. Bu ülkede herkes ne kadar ve neden para düşkünüyse, onlar da o kadar haklıdır. Kaldı ki, onları buna zorlayan o kadar çok da etken vardır ki, saymakla bitmez. Yukarıda sözünü ettiğim profesörlerin muayenehanesine gidip, 10-15 dakika için 400 YTL vermekte tereddüt etmeyen ve günlerce randevu bekleyip yanına desturla girenler, çilelerini özetlemeye çalıştığım bu fedakar insanları en ufak herhangi bir sorun çıktığında en iyi ihtimalle aşağılamakta, hor görmekte, itip kakmakta ve hatta küfretmekte, dövmekte, öldürmektedirler.

Sözün özü şudur: ne ekerseniz, onu biçersiniz. Maalesef, yöneticilerimiz, ülkemizin sağlık sistemini düzenlerken yol gösterici olarak İstanbul hocaları ve sermaye sahiplerini seçmiştir. Eh, sosyal devletin görevlerini unutup, başarının ölçütü olarak bilimi değil, parayı esas alırsanız, olacağı budur. Kılavuzu karga olanın .... deyip geçelim; olmaz mı?