Mesajı Okuyun
Old 15-10-2011, 23:18   #4
tiryakim

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2000/18-127
Karar: 2000/154
Karar Tarihi: 01.03.2000



İSİM TAHSİSİ DAVASI - HAKLI NEDENLERİN KANITLANMASI - İSMİN MİLLİ KÜLTÜRE AHLAK VE GELENEKLERE UYGUN OLMA İLKESİ - MAHKEMECE İSMİN DEĞİŞTİRİLMESİNE KARAR VERİLMESİ GEREĞİ

ÖZET: Muhik sebeplere binaen bir kimse isminin değiştirilmesini isteyebilir. Bu bağlamda bir kimsenin nüfusta yazılı adının değiştirilebilmesi için de; haklı nedenlerin varlığının kanıtlanması yanında ayrıca bu adın milli kültürümüze, ahlak kurallarına, geleneklerimize uygun düşmesi, kamuoyunu incitici nitelikte olmaması da gerekir. Toplanan delillere göre; somut olayda bu iki koşul gerçekleştiğinden; mahkemece adın değiştirilmesine karar verilmesi gerekir.

(743 S. K. m. 26, 4, 264) (1587 S. K. m. 16)

Dava: Taraflar arasındaki davadan dolayı, bozma üzerine direnme yoluyla; Güroymak Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 4.5.1999 gün ve 1999/19-20 sayılı kararın onanmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'ndan çıkan 1.12.1999 gün, 1999/18-966 Esas, 1999/1010 Karar sayılı ilamın, karar düzeltilmesi yoluyla incelenmesi davacı tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulu'nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Davacı, 1992 doğumlu kızının aile içinde ve çevresinde "M." adıyla bilinip tanındığını ileri sürerek nüfusta yazılı "H." adının "M." olarak değiştirilmesi istemiyle dava açmıştır.

Mahkeme, çocuğun adının değiştirilmesini gerektiren haklı nedenlerin bulunmadığı, ayrıca Türk dilinde olmayan ve birbirine zıt anlamlar içeren "M." sözcüğünün ad olarak verilmesinin milli kültüre, örf ve adetlere uygun düşmeyeceği, kamu vicdanını inciteceği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş, davacı hükmü temyiz etmiştir.

Yargıtay 18. Hukuk Dairesince "kişinin toplum içinde bilinip tanındığı adını kayden de taşımasının Medeni Kanunun 26. maddesinde öngörülen haklı neden sayılacağı, bu durumda yasal bir sakınca da olmadığı halde davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken reddinin doğru bulunmadığı" gerekçesiyle hükmün bozulması üzerine, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararında direnmiştir.

Direnme kararı, Hukuk Genel Kurulu'nun 1.12.1999 gün ve 1999/18-966-1010 sayılı ilamı ile ikinci görüşmede oyçokluğuyla onanmış, bu kez davacı tarafından karar düzeltme yoluna başvurulmuştur.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek karar düzeltme isteminin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve dosyadaki bütün kağıtlar yeniden okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, nüfus kütüğünde yazılı adın değiştirilmesi istemine ilişkindir.

Özel hukuk açısından ad, kişiyi belirgin ve tanıtan, onu diğer bireylerden ayırmaya yarayan bir kavramdır. Başka bir deyişle ad, kişinin toplum içinde belirlenmesinin ve bu konuda gerekli düzenin sağlanmasının önemli bir aracıdır. Kendine özgü kişiliği ve özvarlığı olan her birey, başkalarından adıyla ayırt edilir, toplum ve ailesi içinde bulunanlar yer alır. Onun içindir ki, her kişinin bir adının olması ve bu adın yöntemince nüfus siciline yazılması yasayla zorunlu kılınmıştır. Bu zorunluluk aynı zamanda kişinin, yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir öğesini oluşturan adını özgürce seçmesi ve onurla taşıması için kendisine tanınmış bir temel kişilik hakkıdır. Ad üzerindeki bu hak, Anayasamızda güvence altına alınmış bulunan temel hak ve özgürlükler kapsamında olup, her Türk yurttaşının milli kültür ve çağdaş hukuk düzeni içinde eşit olarak yararlanması ilkesine dayandırılmıştır. Adın temel kişilik hakları içerisinde taşıdığı önemi gözönünde bulunduran Medeni Kanunumuz da kişiliği korumaya ilişkin hükümlerle yetinmeyip (m.23/24), onu ayrıca düzenlemek yoluna gitmiştir (m.25-26). Diğer yandan Medeni Kanunun 264. ve Nüfus Yasasının 16. maddelerinde çocuğun adını koyma hakkı anne ve babasına tanınmıştır.

Kişi adının yukarıda açıklanan niteliği gereği sürekliliği asıl olmakla birlikte, haklı nedenlerin bulunması koşuluyla değiştirilmesine de yasal olanak tanınmış, Medeni Kanunun 26. maddesinde "muhik sebeplere binaen bir kimse isminin değiştirilmesini isteyebilir" hükmüne yer verilmiştir. Anılan yasa maddesinde "muhik sebeplerin, eşdeyişle "haklı nedenlerin neler olduğu açıkça belirtilmemiş, bunun değerlendirilmesi davaya bakan yargıca bırakılmıştır. Yargıç, adın değiştirilmesi istemiyle açılan bir davada ileri sürülen nedenlerin Medeni Kanunun 26. maddesi kapsamında haklı neden sayılıp sayılmayacağını, uygulama (yargı kararları) ve öğreti (bilimsel görüşler) den de yararlanarak takdir edecek ve sonuca ulaşacaktır. (M.K.md.4)

Uygulamada; adın yetersizliği, elverişsizliği, karışıklığa yol açması, kötü-iğrenç-gülünç-incitici-küçük düşürücü bir anlam taşıması, alay ve utanç konusu olması ya da bazı yeni durumlarla oluşan bir zorunluluk bulunması, örneğin bir kimsenin nüfusta yazılı adından başka bir adla bilinip tanınması gibi nedenler, adın değiştirilmesi için haklı neden olarak kabul edilmektedir.

Öte yandan yasa koyucu, Kişiye ad konulması veya değiştirilmesi konusunda sınırlama getirmiş, Nüfus Yasasının 16. maddesinin dördüncü fıkrasında "milli kültürümüze, ahlak kurallarına, örf ve adetlerimize uygun düşmeyen ve kamuoyunu inciten adların" konulamayacağını hükme bağlamıştır.

Buna göre, bir kimsenin nüfusta yazılı adının değiştirilebilmesi için, haklı nedenlerin varlığının kanıtlanması ve ayrıca bu adın milli kültürümüze, ahlak kurallarına, geleneklerimize uygun düşmesi kamuoyunu inciten nitelikte olmaması da gerekecektir. Temel ilke olarak bu iki koşulun gerçekleşmesi durumunda mahkemece adın değiştirilmesine karar verilecektir.

Az yukarıda açıklananların ışığında davaya bakıldığında:

1. Davacı baba, velayeti altındaki kızının nüfus kütüğüne "H." olarak yazılmasına karşın, doğduğundan beri aile içinde ve çevresinde "M." adıyla bilinip tanındığını ve böyle çağırıldığını ileri sürerek, çocuğunun nüfustaki adının "M." olarak değiştirilmesi istemiyle dava açmış, davacının bu iddiası yargılama sırasında dinlenen tanıklarca doğrulanmıştır.

Bu bağlamda hemen belirtelimki bir kimsenin toplumda (ailesi içinde ve çevresinde) tanınıp çağırıldığı adı kayden de taşıması onun doğal hakkıdır. Yargı inançlarıyla da kişinin bu doğal hakkı, Medeni Kanunun 26. maddesinde önerilen, haklı nedenlerden özellikle onun kişiliğini ve korunmasını gerektiren önemli olgulardan kabul edilmektedir. "Haklı neden" sayılan bu olgu, somut olayda tanık anlatımlarıyla yöntemince kanıtlanmıştır.

2. Şu da varki, Nüfus Yasasının 16. maddesi yönünden de değerlendirme yapılması zorunludur.

"M." sözcüğünün çocuğa ad olarak konulmasının Nüfus Yasasının 16. maddesinin dördüncü fıkrasındaki yasak kapsamında olup olmadığı konusunda mahkemeye görüş bildiren bilirkişi tarafından düzenlenen raporda; kökeni Farsça olan "M." sözcüğünün "sofralı, konuksever, temiz, sidikli" gibi değişik anlamlara geldiği, yöre ağzında (Güroymak'ta) başka anlamlarının da olabileceği belirtildikten sonra, Türk ad verme geleneklerinde ve tarihinde böyle bir adın bulunmadığı, milli kültürümüze örf ve adetlerimize göre - Türk dilinde olmayan - "M." sözcüğünün bir kişiye ad olarak konulamayacağı, çocuğa böyle bir adın verilmesinin kamu vicdanını inciteceği görüşüne yer verilmiş, mahkemece de bu rapor doğrultusunda hüküm kurulmuştur.

Öncelikle belirtelimki Nüfus Yasasının 16. maddesinin dördüncü fıkrası, Türk dilini yabancı kökenli sözcüklerden arındırmak amacıyla değil, milli kültüre, ahlak kurallarına, örf ve adetlere uymayan adların konulmaması için getirilmiştir. Doğu ve Güney Anadolu yalnızca belli bir etkin kökenin değil, ülkemiz gerçekliğinde var olan, çeşitli etkin kökenli insanların yaşadığı vatanın bir bölümüdür.

Toplumun en küçük birimi olan aile ve onu oluşturan bireylerin, toplumun içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve kültürel dokulardan, örf ve adetlerden etkilenmesi yadsınamaz bir gerçektir.

O nedenle bireyin kendi yapısı içerisinde değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Dahası bireyin bölgeye özgün şekillenmesi de gözardı edilmemelidir. Gerçekte de kökleşmiş bu oluşumun milli kültürümüzün, örf ve adetlerimizin bir parçasını oluşturduğunda kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Nitekim ülkemizdeki kişi adlarının Türkçe sözcükler yanında daha çok, tarihi süreç içinde milli kültürümüze ve geleneklerimize yerleşmiş bulunan 2 Arapça ve Farsça gibi yabancı kökenli sözcüklerden türemiş oldukları bilinen bir gerçektir. Davacının, nüfusta yazılı "H." adını beğenmediği yada yadsıdığı için değil, kızının aile içinde ve çevresinde "M." olarak bilinip çağırılması ve ailede aynı soyadı taşıyan küçük kız kardeşinin adının da "H." olması nedeniyle bu karışıklığı ortadan kaldırmak için değişikliği istediği, ayrıca yöresel ağızda "M." anlamına gelen "M." sözcüğünün bilirkişi raporunda yazılanın aksine o yörede daha önce de birçok çocuklara ad olarak verilip nüfusu yönetimince tescil edildiği tüm dosya kapsamından ve özellikte davacının kanıt olarak sunduğu nüfus kayıtları içeriğinden anlaşılmaktadır.

Milli kültürümüzü oluşturan, örf ve adetlerimize kaynak olan tarihi geçmişiniz ile çağdaş toplumsal yaşantımızın gerekleri dikkate alındığında; "M." sözcüğünün salt yabancı (Farsça) kökenli olması ve Türk dilinde değişik anlamlara gelmesi kişiye ad olarak verilmesine engel oluşturmayacağı gibi, bunun kamu vicdanını inciteceğinden de söz edilemeyeceği cihetle, mahkemenin bu yöne ilişkin değerlendirmesi de yerinde değildir. Şu durum karşısında davada, Medeni Kanunun 26. maddesinde öngörülen haklı nedenlerin varlığı yöntemince kanıtlanmıştır. Ayrıca "M." adının Nüfus Yasasının 16. maddesinin dördüncü fıkrası hükmüne de aykırı bir yönü bulunmadığı açıktır. Mahkemece yasa maddelerinin yorumunda delillerin takdir ve değerlendirilmesinde hataya düşülerek özellikle yetersiz subjektif görüşe dayanan bilirkişi raporuna üstünlük tanınarak Özel Dairenin bozma kararına uyulması yerine direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının karar düzeltme isteminin kabulü ile Hukuk Genel Kurulu'nun 1.12.1999 gün ve 1999/18-966 E. 1999/1010 K. sayılı kararının kaldırılmasına, yerel mahkemenin direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı (BOZULMASINA), 1.3.2000 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.


KARŞI OY YAZISI

Dosya arasında mütelası alınan Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Profesör olan bilirkişi söz konusu olan "M." sözünün "sidikli" anlamında da olduğunu açıklamıştır. Konuda uzman olan bilirkişinin açıklamalarının ilmi gerçeklere aykırı olduğunu kabule elverişli ciddi bir olgu yoktur. Bu ismin çocuğa verilmesi onun kişiliğine açık saldırı oluşturur. Buna ne ana-babanın, ne de başkaların hakkı yoktur. Çocuğa aşağılayıcı bir anlam da taşıyan bu ismin verilmesine imkan tanıyan çoğunluk kararına katılmıyorum.

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı

Yukarıdaki Kararı incelemenizi öneririm...