Mesajı Okuyun
Old 12-02-2007, 01:49   #2
Tiocfaidh

 
Varsayılan

Sayın Yücel, henüz bir öğrenci olmanıza rağmen böylesine mühim ve herkesin kolaylıkla yanaşamayacağı bir konuda makale yazabilmiş olmanızdan dolayı sizi tebrik ederek başlamak, hemen arkasından da kendimce tespit ettiğim ve makalenizdeki ana fikre uymayan bazı hususlarda karşı görüşlerimi belirtmek istedim.

Birincisi(şekle ilişkin görüşüm); yazınız her ne kadar hukuki bir değerlendirme ve derleme gibi görünse de, hukuki bir incelemenin sahip olması gereken temel kriter olan 'objektiflik'ten yoksun. Tek tek alıntı yapmak istemedim, ancak Türk kimliğiyle Yunanistan'ı hasım göstererek yazmış olduğunuz bu makaleniz hukuki olmaktan ziyade siyasi nitelikte.

İkincisi(esas hakkındaki görüşüm);

Alıntı:

Yunanistan Ege ve Kıbrıs’ta yayılmacı egemenlik iddialarını sürdürürken ve sürekli olarak ülkemize ve milli değerlerimize saygısızlık yaparken aynı siyasi ve ekonomik topluluğa üye olmamız hem gerçekçi değil hem de çıkarları bağdaştırıcı bir çözüm olamayacağından AB uğruna Yunanistan’a tavizler verilmesi tarihin ve gelecek kuşakların asla affedemeyeceği bir politika olacaktır.

Görüşünüze saygı duyuyorum, ancak Yunanistan'ı 'yayılmacı' bir ülke olarak değerlendirmek sorunun çözümü için yegane yol olan müzakere ve uzlaşmayı imkansız hale getirecektir. Yayılmacı olarak suçladığınız muhatabımızın da bizi aynı sıfatla itham ettiğini düşünürsek(ki üzerinde yaşadığımız coğrafyanın 1000 yıl önceki siyasi haritasıyla bugünün haritasını kıyaslarsak haklılık derecelerini anlayabiliriz), böyle bir karşı atağa geçmenin uzlaşma ortamını baltalamaktan başka bir işe yaramayacağını söyleyebiliriz. Yunanistan'ın Kıbrıs üzerindeki 'Helenleştirme' faaliyetleri konusunda size katılıyorum, ancak yukarıda belirttiğim gibi objektif bir uslupla bu konuda bizim altına imza attığımız yanlışlara da değinirseniz makaleniz tam anlamıyla hukuki bir nitelik kazanabilir. Mesela bunu yaparken Türkiye, Yunanistan ve İngiltere üçlüsünün Kıbrıs üzerinde 1959 yılında yaptığı Garantörlük Anlaşmasının hükümlerini gözden geçirebilirsiniz. Anlaşmanın garantör devletlere kendi tebaası sayılan kitleleri korumak adına adaya müdahale hakkı verdiğini, bu sebeple 1974 barış harekatının meşru olduğunu, ancak aynı anlaşmanın harekat düzenleyen devlete ada üzerinde egemenlik tesis etme yetkisini vermediğini, kendi kara ülkesinin çeşitli yörelerinden getirdiği yurttaşlarını egemenlik tesis ettiği topraklar üzerinde yerleştirmek suretiyle ada üzerindeki tebaa nüfusunu üç katına çıkarma hakkını tanımadığını, sonuç olarak Kıbrısta'ki Türk varlığının mevcut halinin illegal olduğunu yazınızda kaleme alabilirsiniz. Delil olarak da 1970'lerin sonlarından 1990'ların başlarına kadar Trabzon, Kayseri, Karaman, Adapazarı, Gümüşhane gibi yörelerden maaş bağlayarak Kıbrıs'a sistematik bir şekilde yerleştirdiğimiz yurttaşlarımızı gösterebilirsiniz.

Alıntı:

Karasuları sorununda ilk dikkatimizi çeken husus Yunanistan’ın daha 1936’da Lozan’da 3 mille sınırlanmış karasuları genişliğini 6 mile çıkarmasıdır. Türkiye ise buna itiraz etmek yerine 1964’te çıkarılan Karasuları Kanunu ile o da karasularını 6 mile çıkarmıştır. Yunanistan şimdi de karasularını 12 mile çıkarabileceğini iddia ediyor ve eylemleriyle bunu gösteriyor. Bu iddiasını 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayandırmaktadır. 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3.maddesine göre “her devletin karasularının genişliğini bu sözleşmeye uygun şekilde belirlenen esas hatlardan itibaren on iki deniz milini aşmayan bir sınıra kadar tespit etme hakkı vardır”.

Yunanistan'ın karasularını 12 mile çıkarma girişiminde bulunması uluslar arası hukukta sizin de bahsettiğiniz anlaşma gereğince meşrudur. Yine uluslar arası hukuk kurallarınca belirlenen prosedüre göre Türkiye ile aralarında bir uzlaşma sağlanamazsa sorun Uluslararası Adalet Divanı'na taşınır. Ancak hukuken meşru bir girişimde bulunmaya karşı "casus belli" tehdidini masanın üzerine koymak gayrihukukidir.

Alıntı:

Dikkat edilirse karasuları genişliğini 12 mil olarak belirlememiştir, on iki mile kadar belirleyebilir. Ayrıca aynı sözleşmenin 15.maddesi kıyıları karşı karşıya veya yan yana olan devletler arasında karasularının nasıl sınırlandırılacağını öngörmüştür. Bu maddeye göre böyle bir durumda iki taraf arasında anlaşmayla belirlenmemişse hiçbiri aralarındaki orta hattın ötesinde karasuları genişliği belirleyemez. Yani eşit mesafede olacaktır.

Dünya üzerinde kıyı şeridi bulunan hemen hemen tüm ülkelerin karşı veya yan cephelerinde bir veya birden fazla komşusu olduğunu düşünürsek aslında bu çok büyüttüğümüz sorunun sadece bize has olmadığını görebiliriz. İngiltere ve Fransa da birbirlerine çok yaklaştıkları Manş denizinde benzer bir pozisyon içindedirler, ancak uluslar arası hukukun öngördüğü şekilde her iki taraf da 12 mil uygulamasını kabul etmiştir. Keza bizim de Akdeniz ve Karadeniz'de yan yana veya karşı karşıya pozisyonlarda bulunduğumuz komşularımızla 12 mil rejimini uyguladığımız bilinmektedir. Mesele yan yana veya karşı karşıya kıyı şeritlerine sahip olmak değil, akşam ışıklarını batı sahillerimizden çıplak gözle görebilecek kadar yakın olduğumuz, amiyane tabiriyle burnumuzun dibindeki adaların Yunanistan'a ait olması gerçeği, ya da garipliğidir. Bu nedenle Türkiye'nin ileri sürdüğü argüman Yunanistan'la coğrafi olarak karşı karşıya pozisyonlarda olma durumu değil, Ege denizinin siyasi olarak dünya üzerinde başka hiç bir örneği bulunmayan sui generis bir yapı içinde bulunması ve dolayısıyla 1982 sözleşmesi hükümlerinin kapsamı dışında kalması gerektiğidir. Türkiye bu savunmasında haklıdır, ancak savunmayı dile getirme uslubu karşı tarafı casus belli ile tehdit etmek olmamalıdır.

Daha fazla uzatmak yerine burada nokta koymayı tercih ediyorum. Yukarıda da bahsettiğim gibi hukuki bir inceleme yapabilmek için gözü bağlı adalet meleğini rolünü oynayan kişiler olarak izlememiz gereken metodu bazı gerçeklerle destekleyerek tasvir etmeye çalıştım. Vel hasılı duygusallık ve milliyetçilikle gerçek adaletin tesis edilemeyeceğini, hukukun siyasetle karıştırılmaması ve siyasetin bir aracı olmaması gerektiğini, ayrıca mensubu bulunduğumuz aile, toplum, aşiret, ulus, din vs kalıplardan soyutlanarak tüm tarafları kendimize eşit mesafede kabul etmemiz gerektiğini dilim döndüğünce ifade etmeye çalıştım.

PS1: Yazdıklarım siyasi görüşlerim değil, delil niteliğindeki belgelerden edindiğim ve objektif bir muhakemeyle konu hakkında sahip olduğum kanaatimdir.
PS2: Bu konuya eğilme cesareti gösterdiğiniz için sizi bir kez daha tebrik ederim.

Saygılar