Mesajı Okuyun
Old 23-06-2008, 18:57   #9
BaharB

 
Varsayılan

Hakaret suçlamalarında genelde içine düşülen yanılgı, hakarete uğrayanın penceresinden olayı değerlendirmektir. Oysa hukuk sisteminin (hakarete uğrayanın temsil ettiği) kişisel yararla, (savunma hakkını kullananın temsil ettiği) kamu yararı çatıştığında, kişisel yararı korumasız bırakacağı şüphesizdir. Bu şu demektir: Konuya üstün hak olan (iddia veya) savunma hakkı penceresinden bakılacaktır. Asıl olan kişilerin iddia ve savunma haklarını sonuna kadar kullanabilmeleri, yapılacak yargılamada hiç bir tereddütün, hiç bir soru işaretinin cevapsız bırakılmaması, adaletin gerçekleşmesidir.
Alıntı:
Yazan (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.1963/163, K. 1965/36, 8/6/1965)
“Gerçekten iddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını kaygıya kapılmadan, serbestçe yapmaları gerekir, iddia ve savunma sınırı içinde kalan hakaretin suç teşkil etmemesi olayda hakaret kastının bulunmamasına değil, adaletin tam olarak yerine getirilmesi sebebine dayanır. Bu bakımdan bu serbestlik, davanın aydınlığa kavuşmasına, diğer bir deyimle, hakkın meydana çıkmasına yol açma amacına hizmet etmelidir.”
Alıntı:
Yazan (Sahir Erman, Hakaret ve Sövme Suçları, 1989, sayfa 144)
“Hakaret ve sövmenin dava ile ilgili olabilmesi için, davanın mevzuu ile mantıki bir bağlantı arzetmesi icab eder. Bu itibarla, tahkir ile dava arasında bir zorunluluk ilişkisinin bulunması, yani hakaret ve sövmede bulunmaksızın savunma hakkının kullanılmasının imkansız olması şart değildir. Aranan nokta vaki tahkirin iddia veya müdafaaya bir suretle hizmet edebilmesidir. Gerçekten İtalyan Yargıtay'ı, bir prensip kararında, şöyle demiştir: 'Tecavüz, gerek müdafaa bakımından, gerekse iddia esaslarını arzetmek veya daha iyi belirtmek bakımından tecavüzde bulunan kimseye bir fayda sağlamadığı takdirde, bu hüküm tatbik edilemez."