Mesajı Okuyun
Old 10-09-2010, 08:23   #3
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Eylül
Herkesin bayramını tebrik ediyorum.
Bir konu hakkındaki tereddütümü paylaşmak istedim. 3 kişilik verasette iştirak olan bir taşınmaz için noterde satış vaadi sözleşmesi yapılmış. Varislerden biri yerine vekaleten vekili vaadde bulunmuş. Ancak vekalet verenin, sözkonusu sözleşmenin yapıldığı tarihten önce öldüğünü farkettik. Diğer varisler yönünden bir sorun yok. Merak ettiğim husus, bir kişi yönündeki bu geçersizlik, sözleşmenin tümünü mü geçersiz kılar yoksa BK.nun sözleşmeleri ayakta tutma ilkesi gereği sadece ölen varis yönünden mi geçersiz kabul edilir? Açacağımız G.satış vaadine dayalı tapu iptali ve tescil davasında, geçersiz vekalet ile hakkında vaadde bulunulan ölü şahsın mirasçılarına davayı yöneltmekle sonuca gitmemiz mümkün mü? Çünkü hiç bir mirasçının itirazı yok. Hepsi sözleşmeyi kabul ediyorlar ancak her biri farklı yerlerde yaşadıklarından ve bazılarından vekaletname temin etme imkanımız bulunmadığından direk tapuda işlem yapamıyoruz. Bu davayı açmak zorunlu hale geldiği için bu tereddütler kafamı kurcaladı. Görüş bildiren meslektaşlara şimdiden teşekkür ederim.

Bildiğiniz üzere iştirak halinde mülkiyette tasarruf noktasında birlikte hareket zorunlu olduğundan, (ve ölüm neticesi vekalet kendiliğinden sona ereceğinden) geçersiz vekalete bağlı işlem de geçersiz sayılır, düşüncesindeyim.

Satış vaadi nedeniyle ödenen bir tutar varsa bunun istirdadı elbette ki mümkündür. Tabi ki vekaletin vaad sırasında geçersizliği bilindiği halde buna rağmen satış vaad edenlerce işlem yapılmışsa, bundan dolaı uğradığınız her türlü zararınızı talep etmek hakınız da mevcuttur.

Tüm bunların dışında satış vaadi sözleşmesini ayakta tutabilmek (ve olayı zorlamak) için İştirak halindeki mülkiyete tabi taşınmaz hissesinin satış sonrası payının haczine dair teoride benimsenen şu görüşü -ben buna katılmasam da- kıyas yoluyla belki deneyebilirsiniz: Tabi ki bunun için taşınmazın hisseli devrinin size bir faydası olacaksa...

Kanaatimce pratikte bunun sağlanması da çok zordur.

Alıntı:
İştirak halindeki mülkiyet hissesi üzerinde tasarruf edilemediğinden (MK. mad. 702/III), burada haczin konusu doğrudan doğruya «hisse» olmayıp, o hisseye «iştirak halindeki mülkiyet ilişkisinin son bulması halinde düşecek olan pay»dır.(19) (20)

Bu madde gereğince, borçlunun iştirak halinde ortak olduğu bir taşınmaz maldaki hissesi haczedilince;

a) Önce, icra memuru, bu haciz durumunu adresleri bilinen diğer bütün hissedarlara -ilgili üçüncü kişi sıfatiyle- bildirir. Bu tebliğ ile, hissedarlara «bundan böyle doğacak olan semerelerden borçlunun hissesine düşecek kısmın icra dairesine verilmesi, borçluya hissesi ile ilgili olarak yapılacak her türlü tebligatın, bundan sonra icra dairesine yapılması ve borçlunun onayı yerine icra memurunun izninin alınması gerektiği» bildirilir ve böylece de, borçlunun hissesi üzerindeki tasarruf hakkı sınırlandırılmış (İİK. mad. 86) olur. Hissedarlar bu bildiriye rağmen, semereleri icra dairesine değil de borçluya verirlerse, semereleri icra dairesine tekrar ödemek zorunda kalırlar.(21) (TALİH UYAR)
Bkz:
http://webcache.googleusercontent.co...&ct=clnk&gl=tr