Mesajı Okuyun
Old 30-03-2005, 06:15   #1
Av. Hulusi Metin

 
Varsayılan Ölümünün 20. yılında Prof. dr. e. hirsch

Cumhuriyet 30.03.2005

İsmail DOĞANAY Yargıtay Ticaret Dairesi E. Başkanı

Diktatör Adolf Hitler 'in, bilmeden biz Türklere yaptığı en büyük iyilik, üstün ırkçılık iddia ve hışmı ile ülkesinden kovduğu Musevi asıllı fakat dünyaca ünlü 45-50 kadar bilim adamının bize sığınmasına neden olmasıdır. Bizim kuşağın gayet iyi bildiği üzere, üniversitelerimiz, o dönemlerde ''altın'' yıllarını yaşadı. Memleketlerinden kovulan o bilim adamları, büyük Atatürk 'ün ileri görüşlülüğü ve emri üzerine, o zamanki Millî Eğitim Bakanı rahmetli Dr. Reşit Galip 'in gayreti ile -İsviçreli profesör Malche 'nin İstanbul Darülfünunu'nun ilgası doğrultusunda hazırladığı rapor üzerine- 1933 yılında yeni kurulan İstanbul Üniversitesi'nde çalışmaları sağlanmıştır.

Adını sevgi ve saygıyla andığım hocam E. Hirsch , Türkiye'ye gelmeden önce, hem Frankfurt Hukuk Fakültesi'nde Ticaret Hukuku hocalığı ve hem de aynı yer adliyesinde yargıçlık yapıyordu.

Yurdumuza sığınan bu bilim adamlarını, ilk zamanlarda, ''baş tacı'' yaptık ve onlara geleneksel Türk konukseverliğini gösterdik, onlar da bunun kadrini bildiler. Bütün bilim dağarcıklarını ve etkin çalışma yöntemlerini cömertçe genç Türk kuşaklarına aktardılar. Hukuk, tıp, fen, dişçilik, edebiyat ve tarım fakültelerimizi, birer Batı üniversitesi düzeyine çıkardılar, değerli asistan ve doçentler yetiştirdiler.

Hocam Hirsch, Ekim 1933-1953 yılları arasında, önce İstanbul ve daha sonra da Ankara Hukuk Fakültesi'nde, Ticaret Hukuku, Fikrî Haklar, Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi ve hatta Pratik Hukukta Metot dersleri okutmuş ve bazı ailevi nedenlerle anayurdu Almanya'ya döndükten çok kısa bir süre sonra da ''Hür Berlin Üniversitesi'' rektörlüğüne seçilerek iki dönem rektörlük yaptığı gibi, ayrıca da aynı yer hukuk fakültesinde de Ticaret Hukuku ve Hukuk Sosyolojisi hocalığı yapmış ve 1967 yılında da kendi isteği ile emekliye ayrılarak hayata gözlerini yumduğu 29 Mart 1985 tarihine kadar da Almanya'nın ''Hessen Eyaleti, Königsfeid-Schwarzwald'' kasabasındaki evinde bilimsel ve düşünsel çalışmalarını sürdürmüştür.

Aziz hocamız, ölmeden önce, çocukluğundan, ''Hür Berlin Üniversitesi'' rektörlüğüne kadar geçen hayat hikâyesini -Almanca olarak- ''Anılarım-Kayzer Dönemi-Weimar Cumhuriyeti-Atatürk Ülkesi'' adlı bir kitapta yayımlamış ve bu kitabın bir nüshasını da imzalı olarak bana göndermişti. Kitabın tümünün ve hele hele, ''Atatürk'ün Ülkesinde Bir Hukuk Hocası'' başlıklı bölümünün mutlaka Türkçeye çevrilmesi gerektiği kanısına vararak hemen, ''Milliyet Gazetesi'' nin o zamanki Ankara Temsilcisi Sayın Orhan Tokatlı ile temasa geçerek ve bendeki o imzalı nüshayı da ona vererek ''Hatıralarım'' adlı kitabın Türkiye ile ilgili kısmının, adı geçen gazetede yayımlanmasının mümkün olup olmadığını sordum, 10-15 gün kadar bir süre sonra adı geçenden ''olumlu'' yanıt alır almaz bu durumu hemen hocama aktararak ''yayın izni'' istedim, yazılı yayın iznini gazeteye vermemden on beş gün sonra, gazetede ''Sezer Duru'' imzası ile, aziz hocamızın Türkiye ile ilgili anıları ''tam sayfa'' halinde on gün süre ile yayımlandı. Bu yayın, hocamızın Türkiye'deki eski öğrencileri ve hatta aydın kesimde çok büyük bir ilgi topladı. Hocamızın bu kitabı, son derece ''akıcı ve sürükleyici'' bir biçimle (üslupla) kaleme alınmıştır ki, bence, olur olmaz bir edebiyatçı, kolay kolay böyle bir kitabı yazamaz. ''TÜBİTAK'' tarafından yayını sürdürülen bu kitabın, şu anda onuncu baskısının yapılmış olması, hocamızın kitabının Türkiye'de ulaştığı değer ve ilgiyi gösterir.

''Milliyet Gazetesi'' ndeki yayın bittikten sonra, on günlük gazeteleri, tomar halinde hocama gönderdim. Gazeteleri aldıktan sonra, hocamızın, bana gönderdiği mektubunda ise ''...hasta yatağımda gazetede yayımlanan hatıralarımı okudum; çok güzel tercüme edildiği için Sayın Sezer Duru'ya bir teşekkür mektubu gönderdim, sizlerin sayesinde ben öldükten sonra da artık Türkiye'de anılıp yaşayacağım!..'' sözcükleri yer alıyordu. Aziz hocamız, yakalandığı ''amansız hastalık'' nedeniyle geçirdiği bir ameliyattan 4-5 ay sonra, etrafı bahçe ve ağaçlarla çevrili evinde hayata gözlerini yumdu. O, hayatının en verimli yıllarını severek, sevdiği ''Ankara Hukuk Fakültesi'' nin, o zamanki yöneticileri ile yanına alıp yetiştirdiği asistanlarından hiçbir ses ve hareket gelmeyince ve ölüm haberinin duyulmasından 3-4 gün sonra, -sadece bir öğrencisi olan ben- bil'mecburiye, TRT'nin o zamanki ''Ankara-Kavaklıdere'' deki Genel Müdürlük binasına giderek ve çok güçlükle de olsa, ''acı ölüm haberi'' ni, hem öğle üzeri radyo haberlerinde ve hem de bendeki imzalı resmini vererek televizyonun akşam haberlerinde, ''resim görüntülü'' olarak yayımlatmayı sağladım.

Bu büyük hocamız, tam anlamı ile bir ''hukuk bilimi'' devi ve bilgini idi. O, Türkiye'de bulunduğu yirmi yıl içerisinde yetişen bütün hukukçuların ya doğrudan doğruya ya da eserleriyle dolaylı olarak hocası idi. Kendisi gibi dünyaca ünlü ve Hitler'in hışmından Türkiye'ye sığınan maliyeci Neumark 'ın Frankfurt'ta yayımlanan ''Boğaziçi'ne Sığınanlar'' adlı anı kitabında da belirttiği üzere, aziz hocamız, son derece ''usta bir hoca'' idi. O, öğrencisinin ''kuru ezberciliği'' terk ederek kendi düşünce yeteneğini geliştirmek suretiyle, yasa hükümlerini maddi olaylara en doğru bir biçimde uygulayabilme becerisini elde edebilmelerini isterdi. Bu nedenle de ''Ticaret Hukuku'' dergisinde bütün sınıfa ''Ticari Meseleler'' adlı -doçenti rahmetli Halil Arslanlı ile birlikte yayımlanmış- kitabından yazılı olarak, on beş gün içerisinde cevaplandırmak koşuluyla, ''ev ödevi'' verir ve bütün sınıfının, hem hâkim ve hem de davacı ya da davalı tarafın avukatı olarak ve bu suretle ''üç şıklı'' verdikleri el yazılı yanıtlarını bizzat okuyarak, o soruyu en doğru yanıtlayan öğrenciyi de sınıfın kürsüsünden bütün sınıfa takdim eder ve ayrıca da o öğrenciye ya yazdığı kitaplardan birini ya da yazdığı makalelerinin ayrı basılarından birini imzalı ve ''çok teşekkürler'' ithaflı olarak vererek ödüllendirir ve onurlandırırdı. Bu satırların yazarı da bir yıl içinde verilen beş sorudan üçünü ''en iyi'' yanıtlayan öğrencilerden birisi idi.

İstanbul Üniversitesi'ne gelen Musevi asıllı bu bilim adamları içerisinde Türkçeyi en erken öğrenen ve öğrencilere ilk kez ''Türkçe'' olarak ders vermeye başlayan bilim adamı, aziz hocamız Hirsch'tir.

Değerli hocamız Hirsch, Türkiye'de kaldığı yirmi yıl içerisinde sadece hocalık yapmakla kalmamış, aynı zamanda, halen yürürlükte olan 5846 sayılı ''Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'' ile ''Türk Ticaret Kanunu'' tasarılarını da -karşılığında hiçbir ücret almadan- tek başına hazırlamıştır.

O, Türkiye'den ayrıldıktan sonra sadece bedeni ile Türkiye'den uzak yaşadı, gerçekte o, Türkiye'de oturan herhangi bir ''sosyal'' bilim adamı bir profesör gibi, Türkiye'nin sosyal sorunlarıyla, belki bizden de daha çok ilgilenmişti. Özellikle 12 Eylül 1980 askeri harekâtından sonra çıkan yasaların yayımlandığı ''Resmi Gazete'' nüshalarını mektupla benden isterdi. ''Yüksek Öğrenim Kanunu'' nun uygulama şeklinden hiç 'hoşnut' değildi. Hatta, bu kanunla ilgili olarak -Almanya'da yayımlanan- bir makalesini, ''...her general bir Atatürk değildir!..'' tümcesi ile bitirmiştir.

Günümüz Türkiyesi'nde, her şeyin ''kişisel çıkar'' ilişkisine dayanmasına ve ''hatırşinaslık'' diye manevi değerlerin sadece ileriye dönük ''ince çıkar hesaplarına'' göre ayarlanmasına ve ''vefa hissi'' diye bir şeyin, artık sadece İstanbul ilinin bozası ile meşhur ''Vefa'' adlı bir semtinin adı olarak anıldığı memleketimizde ben, bundan yirmi yıl önce sonsuzluğa göçmüş bulunan aziz hocamız E. Hirsch'in, öğrencisi iken, takdir ve teveccühüne mazhar olmuş ve sonra da ölümüne dek mektuplaştığı eski bir öğrencisi ve ''dostu'' olarak, onun hakkındaki kişisel kanı ve duygularımı olduğu gibi buraya yansıtmayı, yerine getirilmesi gerekli bir insani görev saydım.

Aziz anısı önünde en derin saygılarımı sunarım. Ruhu şâd olsun!..