Mesajı Okuyun
Old 01-10-2006, 01:00   #2
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Sorumun yanıtını sitenin eski mesajları arasında buldum

Aktarmadığım detayları da kapsayacak ve onlarla bütünleşecek nitelikte bir içtihat da içeren forumun adresini ve aşağıya konuyu merak edecek okuyucular için , Sn.Konyalı'nın o foruma eklediği içtihadı da ekliyorum.

Yalnızca içtihat arıyordum, ama bir de uzun olduğu için aktarılamadığı belirtilen bir İBK'ndan sözedildiğini okudum. Sn.Konyalı, uzun da olsa ve halen elinizde mevcutsa, İBK nı da eklemeniz mümkün mü?

Saygılarımla...


http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=4127


Alıntı:
YARGITAY
İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU
E. 1947/11
K. 1950/2
T. 1.3.1950
• İŞGAL ÖDENCESİ ( İyiniyetle Taşınmaza Zilyet Bulunan Kimsenin Onu Değerlendirilecek Karşılığı Kapsamaması )
• ECRİMİSİL ( İyiniyetle Taşınmaza Zilyet Bulunan Kimsenin Onu Değerlendirilecek Karşılığı Kapsamaması )
• SEMERE ( Cevheri Bozulmadan ve Eksilmeden Bir Şeyin Belli Zaman ve Devrelerde Verdiği Mahsül )
743/m. 620, 609, 907

(Bu karar çok uzun olduğundan buraya aktarmadım; dileyen olursa, kısa mesajla vereceği adresine e mail ile gönderebilirim gönderebilirim)

T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E. 1988/6169
K. 1988/6841
T. 30.6.1988
HAKSIZ İŞGAL ( Kişi Adına Tescili Yapılan Tarlanın Şehirleşmiş Bulunması )
ECRİMİSİL DAVASI AÇABİLECEKLER
HAKSIZ İŞGAL ( Millî Savunma Bakanlığı'na Tahsisli Arsaya Bina Yapmak )
TAHSİS KAVRAMI
İŞGAL EDİLEN TARLANIN ŞEHİR HALİNE DÖNÜŞMESİ
743/m.908

ÖZET : Zarara uğramış malik, ecrimisil adı veya başka bir ad altında herhangi bir ödence isteyemez.

Olayda, taşınmazın mevcut nitelikleri, davacının iktisabından çok önce kötü niyetli oldukları kanıtlanamayan işgaller sonucu belediye şehirleşme kurallarına uygun olarak kazanılmış olmasına göre kötü niyetin varlığı düşünülemez.

Ecrimisil davalarında, dava açma hakkı kötü niyetle zilyed olunan şeyin hak sahibine aittir.

Olaydaki şekilde işgallerde ecrimisil ancak elatmanın önlenmesi davasıyla birlikte ve ondan sonra sözkonusu olabilir.

DAVA VE KARAR : Dava dilekçesinde, 892.992 lira ecrimisilin faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece, davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Dosya içerisinde mevcut tapu kayıtları ve diğer belgelerden anlaşıldığına göre, daha sonra davacı adına tescil edilen bölümü de dahil olmak üzere İzmirGüney Mahallesi, 2201 ada, 1 parselde kayıtlı 72 hektar ve 2240 metrekarelik arazi, tarla ve incir ağaçlarını havi olmak üzere kadastro tesbitinden 11.6.1942 tarihinde Maliye Hazinesi adına kayıtlı iken muhtelif tarihlerde bu araziden İzmir Belediyesi'ne ve bazı özel şahıslara hükmen ifrazlar yapılarak en son 3290 ada, 730 parselde 58 hektar 525 metrekare olarak yine Maliye Hazinesi adına kayıtlı iken 27.4.1983 tarihinde 739 parselde 63400 metrekare miktarlık tarla niteliğindeki taşınmaz olarak Ahmet adına tescil edilmiş olup, baştan beri devam eden "Millî Savunma Bakanlığı'na tahsislidir" şeklindeki beyanlar hanesindeki şerh bu son intikalde de varlığını korumuştur.

Davacı 2.6.1967 tarihinde, İzmir Üçüncü Asliye Hukuk Mahkemesi'nde kendisine asaleten ve müvekkilleri Hilda ve arkadaşlarına vekaleten açtığı kadastro hatasının tashihi ve tapu iptali davasıyla, Bornova Tapu Sicilinin 12.2.1957 gün ve 14, 15 ve 16 sayılı tapularıyla müvekkilleri adına kayıtlı taşınmazların kadastro tesbiti sırasında yanlışlıkla Hazine parseline dahil edildiğini ileri sürmüş olup, yapılan yargılama sonunda 14 numaralı tapu muhtevasının çekişmeli saha dışında kaldığına, 16 nolu tapu bakımından 42.000 metrekare, 15 nolu tapu bakımından da 63.400 metrekarelik bölümlerin Hazine’ye ait 3290 ada, 730 parseldeki 58 hektar 5025 metrekare genişliğindeki arazi içinde oldukları saptandığından bu tapunun belirtilen miktarlarda harita ve krokileri çizilmek ve A, B harfleriyle belirlenmek suretiyle iptaline 2.2.1978 tarihinde karar verilmiştir.

Daha sonra davacı Ahmet, tapu malikleriyle yapmış olduğu 8.3.1987 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayanarak Hilda ve arkadaşları aleyhine açtığı tescil davasını kazanarak davasını özgülediği ( hasrettiği ), haritanın A işaretli 63.400 metrekarelik bölümün kendi adına tesciline karar almıştır. Tesciline karar verilen bu bölüm tapuya 739 parsel olarak geçmiştir. Mahkeme hükmü 26.10.1979 tarihinde kesinleşmiş ise de, tapuya 27.4.1983 tarihinde işlenerek sicil kurulmuştur.

Ecrimisil davasına konu edilen yer, 63.400 metrekarelik bir taşınmazın içinde bulunan 460 metrekarelik bir arsadır. Bu arsa üzerine dört katlı betonarme karkas bina inşa edilmiştir. Haksız olduğu kabul edilen işgal bu binanın yapımı ile gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bilirkişi raporuyla dosyaya ibraz edilen diğer belgelerden, bu 63.400 metrekarelik alanın belediye imar parsellerine bölündüğü ve üzerinde ikiyüz civarında bina bulunduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bütün belediye hizmetlerinin getirildiği, alt yapının, cadde ve sokaklarında oluşturulmuş bulunduğu da bir gerçektir. Davacıya ait parsel üzerinde bina yaparak ve içinde ikamet edilerek meydana gelen işgallerin otuz yılı aşan bir süredir devam etmekte olduğu, şagillerin tümünün bu araziyi 1983 yılında iptal üzerine tapu kütüğünde yapılan değişikliğe kadar, Hazine’ye ait olduğu anlayışıyla işgal ettikleri, işgal edilen bu yerde şehirleşmenin bütün unsurlarıyla gerçekleşmiş olduğu, plana, projeye ve imar mevzuatına uygun olarak devam eden bu işgallerin, artık bir tür mülkiyet nosyonuna ve hak sahipliğine dönüştüğü anlaşılmaktadır. Böyle bir durumda, İzmir'in bir mahallesini oluşturduğu anlaşılan bu işgallerin ecrimisil tazminatının dayanağı olan Medeni Kanunun 908. maddesindeki kötü niyete dayalı zilyetlik olarak kabulü, hakkaniyet ve nasafetle bağdaşmaz. Oturacak ve barınacak yer bulmakta güçlük çeken kişiler, o zaman için Hazineye ait olduğunu bildikleri ve tapuda Hazine adına kayıtlı, tapuya göre tarla vasfındaki taşınmazı işgal etmiş, üzerine bina inşa etmiş, bina kullanma izni alarak oturmuş, tarlanın şehir haline gelmesine katkıda bulunmuş, özyurtları olarak kabul etmişlerdir. Bu kişileri, bu aşamada artık kötü niyetli şagil olarak nitelemek doğru olmadığı gibi böyle bir niteleme Medenî Kanunun 908. maddesinin amacına da uygun değildir.

Öte yandan, 8.3.1950 gün ve 1945/22 esas, 1950/4 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıkça belirtildiği üzere, başkasının malını haksız olarak kullanmak, Borçlar Kanununun haksız fiillerden doğan borçlara ilişkin hükümlerine tabi bir haksız fiildir, haksız fiillerin borç doğurması ise, haksızlığa uğrayan kimsenin bu yüzden zarar görmüş olması şartına bağlıdır. Zarara uğramamış olan malik ecrimisil adı veya başka bir ad altında herhangi bir tazminat isteyemez. Zararın davacı tarafından kanıtlanması gerekir. Bu husus, HGK.nun 9.1.1963 gün ve 1/8 E.7 sayılı kararı ile 18.4.1973 gün, 969-1-573-325 sayılı kararında tekrarlanmış ve Yargıtay uygulamaları hep bu yolda olagelmiştir.
Olayımızda davalı, davacının taşınmazı iktisabından çok önce, taşınmaz henüz Hazine adına kayıtlı iken işgal ederek diğer şagiller gibi belli bir bölümüne evini kurarak oturmuş bulunmaktadır. Taşınmazı tarla vasfıyla 1983 yılında sicil kaydı tesis etmek suretiyle iktisap eden davacının, onun iktisabından çok önce şehir niteliğine bürünen bu arazi parçası üzerinde yapılan binada usulünce açılacak bir meni müdahale davasıyla elde edilecek bir mahkeme kararı olmadıkça tasarrufu söz konusu olamaz. Böyle bir tasarruf da halen mümkün olmadığına göre davacının ne suretle zarara uğradığının kesin delillerle isbatı gerekir. Davalının bu taşınmazdan yararlanması, davacıya bu yararlanma karşılığı tazminat verilmesini gerektirmez. Yukarıda sözü edilen tevhidi içtihat kararında da açıkça yazılı olduğu üzere, kanun koyucu haksız fiil ile sebebsiz iktisabı birbirinden ayırmıştır. O nedenle, başkasının malını haksız olarak kullanmanın sebebsiz iktisap borcunu doğuracağı düşünülemez. Çünkü burada bir iktisap yoktur. İktisap, ancak hukuki bir işlem ile olur. Oysa haksız işgalde ne tek taraflı ne de iki taraflı bir hukuki işlem vardır.

Bu durum karşısında, olayımızın özelliği de dikkate alınarak, iktisabından çok önce üzerinde belediye imar ve şehirleşme planlarına uygun olarak oturma izni verilmiş binalar bulunan, cadde ve sokakları oluşmuş, tüm alt yapı tesisleri tamamlanmış belediye hizmetlerinin tamamı getirilerek şehir haline gelmiş bir yerin zeminini daha sonra iktisap eden davacının bu işgaller nedeniyle uğramış olduğu bir zarar olamaz. Çünkü bu iktisap nedeniyle taşınmaz üzerindeki caddeleri, sokakları ve üzerinde binalar yapılmış arsaları kullanma veya kiraya verme olanağına ve hakkına sahip değildir. Zeminin dava tarihindeki durumu böyle bir faaliyete fiilen ve hukuken imkan verecek nitelikte değildir. Taşınmazın mevcut nitelikleri, davacının iktisabından çok önce kötü niyetli oldukları ispat edilemeyen işgaller sonucu belediye şehirleşme kurallarına uygun olarak kazanılmıştır.

Ne var ki davacının mülkiyet hakkının Anayasa ve yasalarla korunduğu ve onların güvencesi altında bulunduğu da bir gerçektir. Bu gerçekten hareketle, yukarıdaki açıklamalar ve saptamalar ışığında konuya mülkiyet hakkı açısından bakıldığında, davacının mülkiyet hakkını korumak ve vaki olduğu anlaşılan müdahalenin önlenmesi için dava açabileceği tabiidir. Müdahalenin önlenmesi davası, davalı durumda olacak olan şagillere hem bir ihbar olacak, hem de kanundan doğabilecek haklarının korunması için karşılık dava açma veya bu haklarını saptama olanağını verecektir. Bu suretle, yani müdahalenin önlenmesi davasının açılmasıyla şagil davalılar, artık yukarıda açıklanan gerekçelerle ecrimisil tazminatının dayanağı olan kötü niyetin mevcut olmadığı savını ileri süremezler. Bu sonucun değişik açıdan anlamı, niteliği ve süreci yukarıda belirlenmiş olduğu şekilde olan işgallerde, ecrimisil ancak meni müdahale davasıyla birlikte ve ondan sonra söz konusu olabilir. Anılan davadan önce açılacak bir ecrimisil davası, davalıların işgalleri süreci içerisinde taşınmaza kazandırdıkları değer ve rantın haksız olarak davacıya aktarılmasına yol açar. İşgal olmasaydı tarla niteliğinde kalacak olan bir taşınmazın, işgal ile kazandığı değer arttırıcı nitelikler nedeniyle davacının ecrimisil davalarıyla sürekli yarar sağlaması hakkaniyete ve objektif iyiniyet kurallarına uygun düşmez. iyiniyetli malik, bu tür niteliklere sahip taşınmazlardaki mülkiyet hakkının korunmasını istiyor ise, vaki tecavüzün önlenmesi için dava açmalıdır. Aksi halde, davalıların zamanında iyiniyetle emek ve varlıklarını katarak oluşturdukları değer artışından sürekli yararlanma sağlayan ecrimisil davaları tevali edecek, davacı, katkısı bulunmayan değer artışlarından haksız yere yararlanmış olacaktır. Ecrimisilin, bilirkişinin yaptığı gibi, binalar dahil edilmeyerek yalnız arz üzerine hesaplanmış olması, yukarıda sözü edilen haksızlıkları ve sakıncaları bertaraf edemez. Çünkü, arzın getirebileceği ecrimisilin, mevcut olan alt yapı, belediye hizmetleri ve genel olarak şehirleşme unsurlarının dışlanması suretiyle belirlenmesi mümkün olamayacaktır.

Bu durumda davacının meni müdahale davası açmayarak davalıların bizatihi işgalleri sonucu meydana gelen değer artışı ve ranttan haksız yere yararlanma olanağını veren ecrimisil davasını açması, Medeni Kanunun 2. maddesince hükme bağlanan iyiniyet kurallarıyla bağdaşmaz.

O halde davacı mülkiyet hakkına dayanarak ancak uygun koşullarla şagiller hakkında müdahalenin önlenmesi davası açabilir. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanmış olduğu üzere, tevhidi içtihat ve Yargıtay uygulamaları gereğince ecrimisil tazminatının iki ana koşulu olan davalının kötü niyeti ve davacının zararı kanıtlanmamış bulunduğundan davanın reddi gerektiği halde kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Davanın kabul şekline göre de;

1 - Bilirkişi raporu, tapuda tarla olarak gösterilen arsanın ecrimisil rayicini, belediye hizmetlerinin getirilmiş olmasına, alt yapı tesislerinin kurulmuş ve işler vaziyette bulunmasına, cadde ve sokakların tesis edilmiş olup ulaşım olanaklarının sağlanmış olmasına göre belirlemiştir. Davalının işgal ettiği yer, tamamı 63400 metrekare olan 739 parselin sadece 460 metrekarelik bölümü olup bu parselin tamamı muhtelif kişiler tarafından bina yapılmak suretiyle işgal edilmiş, bu işgal üzerine parsele belediye hizmetleri getirilmiş, imar kapsamına alınmış, cadde ve sokaklar da belirlenerek parselin tümü, şehrin meskûn mahalline gelmiş ve onun bir parçası olmuştur. Bu durumda davacının parseli tamamen işgali nedeniyle getirilen belediye hizmetlerinden, alt yapıdan ve genel olarak buranın meskûn hale getirilmiş olmasından kaynaklanan değer ögelerinden yararlanması ve ecrimisilin bu ögeler dikkate alınarak hesaplanması hakkaniyete uygun değildir.

2 - Mahkemece, ecrimisile dava dilekçesinde belirtilen 1981-1986 yılları için hükmedilmiştir. Ecrimisil davasına konu olan yerin içinde bulunduğu taşınmaz için davacının açtığı tapu iptali ve tescil davasının kesinleşme tarihi ecrimisilin başlangıcına esas alınmış ise de davalı, anılan davada taraf değildir. Tescil hükmünün 27.4.1983 tarihinde tapuya işlendiği, İzmir Birinci Bölge Tapu Sicil Müdürlüğü'nün en son getirtilen 7.6.1988 günlü yazısından anlaşılmaktadır.

Davalının ana ve babasının bu yeri 1955 yılında Hazineye ait olduğu kanısıyla işgal ettikleri ve 1971 yılında projesine uygun olarak inşa ettikleri binada oturma iznine uygun olarak ikamet ettikleri anlaşıldığına göre, bu yerin davacıya ait olduğunu mahkeme ilamının kesinleşmesiyle değil, ancak aleniyeti yasa gereği olan tapu kütüğündeki tescil ile öğrenmiş olması farzedilebilir. Ecrimisil tazminatına hükmedilebilmesi için, şagil kötüniyetinin ispatı şart bulunduğundan, davalının davacıya ait taşınmazı işgal ettiğini öğrenmekle ancak kendisine izafe edilebilecek kötü niyetli duruma düşme tarihi, tescil tarihidir. Şu halde ecrimisil tazminatının hesabında 27.4.1983 tarihi esas alınmalıdır. Tescil davasının kesinleşme tarihinin esas alınması doğru değildir.

3 - Tapu kaydına göre, dava konusu yerin içinde bulunduğu taşınmazın davacı adına tescilinden sonra da "Milli Savunma Bakanlığı'na Tahsislidir" şerhinin beyanlar hanesinde devam ettiği anlaşılmaktadır. Tahsis, yararlanma ve kullanma hakkını, diğer bir deyişle zilliyetliği içerir. Ecrimisil davalarında, dava açma hakkı kötü niyetle zilyet olunan şeyin hak sahibine aittir. Bu nedenle davacının dava açmaya hakkı olup olmadığı yönünün saptanması bakımından, önceki tedavüllerinden intikalen gelen ve davacı adına tescilinden sonra da devam eden bu şerhin hükmünün incelenerek karar yerinde tartışılması gerekir.

4 - Davalı, cevap lâyihasında, davanın kendisine yöneltilemeyeceğini belirterek husumet itirazında bulunmuş olmasına karşın, kararda bu husus üzerinde durulmamış ve bu itirazın kabul edilmeme nedeni açıklanmadan davalı hakkında hüküm kurulmuştur. Oysa dosyaya ibraz edilen tüm belgeler ( Hazineye işgal tazminatı ödendiğine ait makbuzlar, vergi makbuzları, yapı kullanma izni vs. ) taşınmaz üzerinde bina yaparak işgal eden kişilerin, davalının anne ve babası olarak tanımladığı Mustafa ve Hatice oldukları anlaşılmaktadır.

Yukarıda belirtilen tüm hususlar dikkate alınmadan yazılı şekilde hüküm kurulması Usul ve Kanuna uygun görülmemiştir.

SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), peşin ödediği temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Bir taşınmaz malın malikinden izin alınmadan ve herhangi bir geçerli nedene dayanmadan işgal edilmesi halinin haksız bir fiil olduğunda kuşku yoktur. Haksız fiilin vukuu halinde bu eylem mal sahibinin bir zarar görmesi sonucunu doğurmuş ise işgal edenin bu zararı ödemesi gerekir ( 6.HD., 24.4.1975; 2441/2984 ).

Davaya konu edilen yerin ise ecrimisile mütehammil olduğu bilirkişilerce açıklandığına ve de davalının fuzulî işgali nedeniyle davacı bu yeri kiraya vermek olanağından yoksun kaldığına göre ecrimisil miktarı nisbetinde maddi zarara uğradığının kabulü gerekir ( 1.HD., 24.4.1975; 3502-4066 ). Bunun ön koşulu olarak, yani ecrimisil davasının dinlenebilmesi için mutlaka bundan ötürü elatmanın önlenmesi davasının açılmasına da gerek yoktur ( HGK., 7.2.1975; 259-149 ). Ecrimisil davasının ilkeleri bunlardır. Bu nedenle çoğunluk görüşünün 4. paragrafında sözü edilen "ecrimisil davasının el atmanın önlenmesi davası ile birlikte ya da ondan sonra açılması gerektiği" şeklindeki gerekçeye hukuken katılmak olanağı bulunmamaktadır. Kuşkusuz kötü niyetli zilyede karşı malikin bir istihkak davası açma hakkı da bulunmaktadır. Fakat böyle bir davanın varlığı fer'i bir talep hakkı bulunan haksız işgal tazminatı davasının bir başına açılmasına asla engel teşkil etmemelidir. ( Ernst, Hirş: Zilyetliği Gasb ve Ona Tecavüzden Doğan Tazminat Talepleri, Medenî Kanunun 15.Yıl Dönümü İçin, İst.1944, sh.795 ). Zira yasal bir açıklık bulunmadığı sürece hiç kimse kendi lehinde bulunan davayı açmaya zorlanamaz ( HUMK.79 ).

Kötü niyetli zilyed, zilyed olma yetkisini veren bir hakkı olmadığını, zilyedliğin hakka uygun bulunmadığını veya zilyedliğin haksız olduğunu bilen ya da bilmesi gereken kişidir ( bkz. Karahasan, Mustafa Reşit; Eşya Hukuku Ank. 1977, sh.1234 ve orada anılan yazarlara ). Davaya konu edilen taşınmaz başta Maliye Hazinesi ve bilahare de davacımızın adına tapuda kayıtlı olup, tapu malikleri ile davalı arasında hiç bir hukuksal ilişki kurulmamıştır. Tapu sicilinde bir başkasının uhdesinde kayıtlı bulunan taşınmaz mal üzerinde bina inşaasında iyiniyet iddiasının ( 1.H.D., 3.10.1960; 5704/5004 ) ve M.K.nun 928. maddesi gereğince de hiç bir kimsenin tapu kütüğünde yazılı bir durumu bilmediğini ileri süremeyeceğine göre ( HGK., 7.2.1962; 98/17 ) çoğunluk görüşündeki iyiniyetle ilgili gerekçe de dayanaktan yoksun kalmaktadır. O kadar ki "vakıa ve karinelerden olayda kanunen iyiniyet iddiasında bulunamayacak durumu belirmiş olan kimsenin ( davalının N.Y. ) kötü niyetinin diğer tarafa ( davacıya N.Y. ) isbat ettirmesine artık sebep" kalmaz ( Tev.İç., 14.2.1951; 17/1 ).

Ayrıca davacının elatmanın önlenmesi davasından önce ecrimisil davasını açması hususu da hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilemez. Çünkü malikin kullandığı bu hak belki davalının zararına bir sonuç doğurabilirse de hakkın bu şekilde kullanılışından dolayı hak sahibinin korunmaya değer bir menfaatinin bulunmadığından ise asla söz edilemez ( bu konuda geniş açıklamalar için bkz. Feyzioğlu, Feyzi Necmeddin: Hakkın Kötüye Kullanılması, Medenî Kanunun 50.yılı Sempozyumu, İst.1978, sh.158 vd ).

İşgal zararı gelir getirebilecek bir yerin işgali nedeniyle malikin o yerden olağan biçimde yararlanmaması yüzünden mal varlığındaki artışa engel olmaktır. Bu engel olanın sağladığı mal varlığına girmeyen çoğalma en az kira en çok da tam gelir yoksunluğu olarak değişebilir. Tazminatın amacı elatma olmasaydı malikin mal varlığı ne durumda olacak idi ise o durumun sağlanmasıdır ( 4.HD., 26.3.1974; 16426/1516; YKD.C.3, sayı 5, Mayıs 1977, sh.633 vd. ). B.K.nun 42. maddesi uyarınca zararın gerek varlığı gerekse tutarı olayların hayata uygun akışı ve davacının almış olduğu tedbirleri gözönünde tutan hâkim tarafından belli edilir ( Tandoğan, Halûk; Türk Mes'uliyet Hukuku, Ank.1961, sh.263 ). M.K.nun 908. maddesine dayanan haksız işgal tazminatı davaları, haksız fiile dayanan tazminat davaları niteliğinde olduğundan B.K.nun 41 ve ardından gelen maddeleri ve özellikle 42 ve 44. madde hükümleri bu davada uygulanır ( HGK., 15.4.1964; 233/330 ). O kadar ki mahkemece B.K.nun 44. maddesi çerçevesinde davacının hareket tarzının zararlı sonuçları üzerinde davalının dikkatini çekmemesi olayları ve hatta tapudaki "Milli Savunma Başkanlığı'na tahsislidir" sözleri de dikkate alınarak ilk dönem için tazminatın indirilmesi ya da tamamen kaldırılması cihetine gidilebilir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle çoğunluğun bozma kararına karşıyız.

Sevin TAMUR

Üye

Nihat YAVUZ

Üye