Mesajı Okuyun
Old 07-04-2011, 14:33   #3
Av. Musa TAÇYILDIZ

 
Varsayılan

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 1999/1-678

K. 1999/808

T. 6.10.1999

• ANAYASA MAHKEMESİ İPTAL KARARININ GERİYE YÜRÜMEZLİĞİ ( Vakıf Taşınmazların Kira Sözleşmelerine Dayanak Alınan Kanunun İptalinin Sözleşmelere Etki Etmemesi )

• MAZBUT VE MÜLHAK VAKIF TAŞINMAZLARINA İLİŞKİN KİRA SÖZLEŞMELERİNİN GEÇERLİLİKLERİNİ KORUMALARI ( Dayanak Kanunun Anayasa Mahkemesince İptali )

• KİRA SÖZLEŞMESİNİN GEÇERLİLİĞİNİ KORUMASI ( Vakıf Taşınmaz Kira Sözleşmesine Dayanak Alınan Kanunun Anayasa Mahkemesince İptali )

• VAKIF TAŞINMAZ KİRA SÖZLEŞMESİNE DAYANAK ALINAN KANUNUN ANAYASA MAHKEMESİNCE İPTALİ ( Kira Sözleşmesinin Geçerliliğini Koruyacağı )

• KAZANILMIŞ HAK PRENSİBİ ( Anayasa Mahkemesince İptal Edilen Kanuna Dayanarak Yapılmış Vakıf Taşınmaza İlişkin Kira Sözleşmesinin Geçerliliğini Koruması )

2709/m.153

6570/m.Geç.6

ÖZET :Anayasa Mahkemesi iptal kararları geriye yürümez. Bu nedenle, 23.5.1998 tarihinde yürürlüğe giren 20.5.1998 tarih ve 1998/10 E.-1998/18 K. sayılı iptal kararı, 4331 sayılı yasa ile, başkaca bir işlem gerekmeksizin 27.4.1998 tarihinde feshedilen mazbut ve mülhak vakıf taşınmazlarına ilişkin kira sözleşmelerine etkili değildir.

( 4331 sayılı yasa, AYM 20.5.1998 tarih ve 98/10/E.-98/18 sayılı kararı )

DAVA : Taraflar arasındaki "men'i müdahale ve ecri misil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Afyon Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 16.11.1998 gün ve 1998/526 E.1998/625 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay I. Hukuk Dairesinin 4.2.1999 gün ve 1999/794 E.1999/699 K. sayılı ilamı ile; ( ...dosya içeriği ne ve toplanan delillere göre, davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde de değildir. Reddine. Davacı idare vekilinin temyizine gelince; bilindiği üzere vakıf taşınmazlara ilişkin kira sözleşmelerine son vermek amacıyla tabi afetlerden zarar gören taşınmazların afet öncesi kiracılarına kiracılık hakkı tanınması ve devam etmekte olan kira sözleşmelerinin sona erdirilmesi ile ilgili olarak 6570 sayılı gayrimenkul kiraları hakkında kanuna ek bir geçici madde eklenmesine dair 4331 sayılı kanun 23.1.1998 tarihinde kabul edilip 27.1.1998 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe konulmuştur.

Söz konusu kanunun 2. maddesiyle 6570 sayılı gayrimenkul kiraları hakkındaki kanuna eklenen geçici 6. maddenin birinci fıkrasında "Vakıflar Genel Müdürlüğünün mazbut ve mülhak vakıflara ait gayrimenkullere ilişkin kira sözleşmeleri bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren üç ay sonra sona erer" hükmü getirilmek suretiyle mevcut kira sözleşmelerine son verilmiştir. Bu açık hükümden anlaşılacağı üzere kira sözleşmelerinin belirtilen tarihte sona ermesi hiçbir taraf işlemine veya herhangi bir koşula bağlı tutulmamıştır. Esasen kanun koyucunun amacı devam eden kira sözleşmelerini ortadan kaldırmak, tarafların anlaşmaları halinde yeni kira sözleşmelerinin yapılmasını sağlamaktan ibarettir.

Maddenin daha sonraki fıkralarında ise yeniden yapılacak kira sözleşmelerinin nasıl yapılması gerektiği ve yapılına süreleri açıklanmış ayrıca kanun gereği kira sözleşmeleri son bulan kiracılara idarece önerilen koşulları ve kira bedelini kabul ettikleri takdirde yeni kira sözleşmeleri yapmaları için öncelik hakkı tanınmış, öngörülen koşullarda ve sürede yeni kira sözleşmesi yapmayan kiracıların da ne şekilde tahliye edilecekleri hükme bağlanmıştır.

O halde, geçici 6. maddenin birinci fıkrası hükmüyle kira sözleşmeleri son bulan kiracıların, son gelen fıkralarda belirtilen sürede ve koşullarda yeni kira sözleşmeleri yapmamaları halinde haksız elatan ( fuzuli şagil ) durumuna düşeceklerinde kuşku yoktur. Daha açık bir anlatımla 4331 sayılı kanunun yürürlüğe girdiği 27.1.1998 tarihinden itibaren üç ay içerisinde Vakıflar Genel Müdürlüğü veya mütevellilerince rayiç ya da emsal bedellere uygun olarak yeni kira bedeli ve koşulları tespit edilip kendilerine tebliğ edilmesine karşın üç ayı takip eden otuz gün içerisinde kira sözleşmesi yapmayan eski kiracıların önceki kira sözleşmelerine dayanarak hak iddia edemeyecekleri açıktır.

Ne var ki, 4331 sayılı kanun Anayasa Mahkemesinin 20.5.1998 tarih 1998/10 Esas 1998/18 Karar sayılı ilamı ile iptal edilmiş; aynı zamanda iptal kararının Resmi Gazetede yayınlanacağı güne kadar ( 1998/3-2 karar sayısı ile ) yürürlüğün durdurulmasına karar verilmiş; bu karar 20.5.1998 iptal kararı ise 12.12.1998 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak infaz edilebilir hale gelmiştir.

Hemen belirtmek gerekir ki, iptal edilen kanuna göre oluşan kazanılmış hakların korunması; buna bağlı olarak hukuka ve devlete güvenin sağlanması, hukuk devletinin en önemli amaçlarından olan huzurlu ve istikrarlı bir ortamın yaratılması için Anayasanın 153/5. maddesi ile iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği kuralı kabul edilmiştir. Nitekim, değinilen bu kural ( keyfi tasarrufları haksız kazançları önlemek; adalet ilkesini gerçekleştirmek gibi bazı istisnalar dışında ) tüm Yüksek Mahkemelerce aynen kabul edilerek uygulana gelmektedir.

Yine uygulamada ve doktrinde; devam eden uyuşmazlıklar ve tamamlanmamış hukuki durumlara yeni yasa veya düzenleyici kuralın derhal yürürlüğe girme ( Le.effet immediat dela loi novelle ) niteliği nedeniyle uygulanacağı görüşü benimsenmiş olmakla yukarıda değinilen 6.maddenin birinci fıkrası hükmü vakıf taşınmazlara ait kira sözleşmelerini 27.4.1998 tarihinde sona erdirip işlevini tamamlamış ve hukuki sonucunu doğurmuştur. Bu itibarla belirtilen tarihten sonra devam eden bir hukuki münasebetin ( kira ilişkisinin ) veya taraflar arasındaki çekişmenin varlığı kabul edilemez. Bunun yanında kira sözleşmeleri, bir taraf işlemini veya koşulu gerektirmeksizin kanuni gereği sona erdiklerinden önceki sözleşmeler hakkında mahkemelere başvurma olanağı da bulunmamaktadır. 4331 sayılı kanun 6.maddesinin 2 ve 3 fıkralarında öngörülen süreler ve açılacak davalar ise tamamen yeni yapılacak kira sözleşmelerine ilişkin olduğundan son bulan kira sözleşmelerine ait bir uyuşmazlık olarak değerlendirilemez.

Açıklanan ilkeler gözetildiğinde iptal kararının geriye yürümesini zorunlu kılan bir nedenden söz etme olanağı yoktur. Aksinin kabulü Anayasanın 153/5. maddesine ve kazanılmış hak kuralına ters düşen bir sonuç ortaya çıkarır.

Somut olayda davalıya yöntemine uygun biçimde gerekli tebligat yapılmış davalı süresi içerisinde yeni bir kira sözleşmesi yapmayarak taşınmazda haksız elatan ( işgalci ) durumuna düşmüştür.

Hal böyle olunca, elatmanın önlenmesine de karar verilmesi gerekirken, buna yönelik isteğin reddedilmesi isabetsizdir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Vakıf yoluyla meydana getirilen ata yadigarı mimari eserleri korumak, onarılarak Türk Kültürünün gelecek nesillere intikalini sağlamak, vakıf malları ekonomik şekilde işletmek görevini yüklenen Vakıflar Genel Müdürlüğü ile mülhak vakıfların bütçe gelirlerinin tamamına yakını vakıf taşınmazların kiralanması ile elde edilen kira gelirlerinin oluşturduğu, ne var ki uzun süreli sözleşmeler günün değişen ekonomik şartları, yargı organlarından zamanında istenilen artışa ilişkin karar alınmaması, ısıtma aydınlatma, işçi ücretleri gibi zorunlu giderlerdeki artışlar sonucu vakıf taşınmazların kiralarının zaman içerisinde çok düşük seviyede kaldığı hatta birçok işyerinde gelir gideri karşılayamadığı gerekçesiyle vakıf taşınmazlara ilişkin kira sözleşmelerine son vermek amacıyla tabii afetlerden zarar gören taşınmazların afet öncesi kiracılarına kiracılık hakkı tanınması ve devam etmekte olan kira sözleşmelerinin sona erdirilmesi ile ilgili olarak 6570 sayılı Gayrimenkul Kiralan Hakkında Kanuna ek bir geçici madde eklemesine dair 4331 sayılı kanun 23.1.1998 tarihinde kabul edilip 27.1.1998 tarihli resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe konmuştur.

Söz konusu kanunun 2.maddesiyle 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkındaki Kanuna eklenen geçici 6.maddesinin birinci fıkrasında "Vakıflar Genel Müdürlüğünün mazbut ve mülhak vakıflara ait gayri menkullere ilişkin kira sözleşmeleri bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren üç ay sonra sona erer" hükmü getirilmiştir.

Maddenin daha sonraki fıkralarında ise yeni yapılacak kira sözleşmesi için Vakıflar Genel Müdürlüğü ve mütevellilerin yapacağı işlemler yeni kira sözleşmesinin koşulları ve süresi, eski kiracının yeniden kira sözleşmesi yapmaması halinde tahliyesi, bildirilen yeni kira bedeli hakkında mahkemeye başvurma yolları hükme bağlanmıştır.

4331 sayılı kanun ile 6570 sayılı kanuna eklenen geçici 6.maddenin birinci fıkrasının açık hükmüne göre mazbut ve mülhak vakıflara ait taşınmazlara ilişkin kira sözleşmeleri kanunun yürürlüğe girdiği 27.1.1998 tarihinden üç ay sonra yani 27.4.1999 tarihinde son bulmaktadır. Aynı maddenin üçüncü fıkrası ise Vakıflar Genel Müdürlüğü ve mütevellilerce bildirilen kira bedeli ve koşullarını kabul eden eski kiracıya yeni kira sözleşmesi yapmak üzere üç ayı takip eden otuz günlük başka bir süre tanınmış, kira sözleşmesi sona ermesine karşın önceki kiracıyı bu otuz günlük sürenin son bulduğu 27.5.1998 tarihine kadar fuzuli şagil saymayarak mecuru kullanmasına izin vermiştir.

4331 sayılı yasanın Anayasaya aykırı olduğu iddiası ile açılan dava üzerine, Anayasa Mahkemesi'nce 20.5.1998 tarih 1998/10 esas 1998/3-2 sayılı kararla yürürlüğü durdurma aynı tarih 1998/10 esas 1998/18 sayılı karar ile de kanunun iptaline karar verilmiş yürürlüğünün durdurma kararı 23.5.1998 iptal kararı ise 12.12.1998 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak bağlayıcı nitelik kazanmıştır.

Yargıtay Özel Dairesi ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; 4331 sayılı yasanın geçici 6.maddesi anlamında eski kira sözleşmelerinin ne zaman son bulmuş sayılacağının tayin ve tespitinde toplanmaktadır. Bu konuda 4331 sayılı yasa ile getirilen geçici 6. maddesinin birinci fıkrasının hükmü açık olup yukarıda değinildiği üzere eski kira sözleşmelerine bu fıkra hükmü ile 27.4.1998 tarihi itibarıyla son verilmiştir. Yasanın sonraki fıkraları ve üçüncü fıkradaki üç ayı takip eden otuz günlük süre, yapılacak yeni kira sözleşmelerine ilişkindir. Esasen kanun koyucunun amacı da eski kira sözleşmelerine son vermek rayicine uygun kira bedeli ile yeni kira sözleşmelerinin yapılmasını sağlamaktır. Nitekim madde metninden de açıkça izlenildiği üzere, eski kira sözleşmelerinin sona ermesi, yasada öngörülen "Aylık süre" dışında hiçbir önkoşula, yapılması istenilen hiçbir işlem veya irade izharına bağlı tutulmamıştır. O nedenle salt yasanın yürürlük tarihinden itibaren üç ayın geçmesiyle eski kira sözleşmelerinin doğrudan münfesih olacağının kabulü gerekir.

Bu açıklamalardan sonra, Anayasa Mahkemesi Kararlarından iptal hükmünün geriye yürüme ( extunc ) etkisinin hukuki kapsam ve alanı üzerinde durulmasında yarar vardır.

Öncelikle belirtelim ki Hukuk Genel Kurulu bu konuyu, somut olayın zorunlulukla sunduğu "kazanılmış haklar" çerçevesinde ve sınırlı bir düzeyde tartışmış ve tahlil etmiştir. Yine işaret edelim ki, kazanılmış hakların varlığı halinde iptal kararının geriye yürümeyeceği ilkesi kurulda oy birliği ile kabul edilmiştir.

Gerçekte de, Anayasal yargıda; idari yargıdaki iptal kararının ( extunc ) geriye yürüme etkisi ilke olarak kabul edilmemiş ve iptal edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma geldiği esası benimsenmemiştir. Diğer bir anlatımla Anayasa Mahkemesinin iptal kararının geri yürümezliği kuralına öncelik tanınmıştır. ( Anayasa madde 153 )

Anayasanın 153/V maddesine bakıldığında, iptal kararının geri yürümeyeceği ilkesine, yasa koyucu tarafından bir istisna tanınmadığı kuşku ve duraksamaya yer olmaksızın görülmektedir.

Ne var ki bu Anayasal hükmün salt lafzi yorumla uygulanması, zaman zaman hakkaniyet, nesafet, eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı sonuçlar yaratabilir. ( Bkz. N. Bilge Anayasa Mahkemesi Kararlarının geriye yürümezliği sorunu, Ankara Baro Dergisi 1990/3, SH. 332 ) o nedenle Anayasanın 153/V maddesinin istisnalarının varlığı öğretide ve yargıda gündeme getirilmiş ve tartışılmıştır.

Türk Anayasal sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, Devlete güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında kargaşaya neden olmamak, toplum huzurunun sarsılmamasını sağlamak olarak özetlenebilir.

Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların ( kazanılmış haklar ) korunması hukuk devletinin gereğidir.

O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kaideleri uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geri yürümeyeceğinin kabulü kaçınılmazdır.

Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır.

Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde açıklanan "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.

Tüm açıklananların ışığı altında dava değerlendirildiğinde, Anayasa Mahkemesinin 4331 sayılı yasa hakkında yürürlüğün durdurulmasına ilişkin kararı 23.5.1998 tarihinde Resmi Gazetede ilan edilerek yürürlüğe girmiş ve bağlayıcı olmuştur.

Oysa, taraflar arasındaki kira sözleşmesi bu tarihten önce 27.4.1998 tarihinde yasal kaidelere uygun bir şekilde işlemlerini tamamlayarak hukuki sonuç ve hükümlerini hasıl etmiş; en önemlisi davanın tarafları yönünden objektif statüden sübjektif statüye geçerek kişiye ait bir nitelik kazanmıştır. Farklı anlatımla sözleşmenin son bulmasına ilişkin vakıflar idaresi yararına özel hukuk yönünden kazanılmış hakkın vücut bulmasından daha sonra Anayasa Mahkemesinin yürürlüğün durdurulması kararı devreye girmiş bulunmaktadır. Hal böyle olunca; Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararı, somut olayda geriye etkili biçimde hukuksal sonuç doğurmayacağı kuşkusuzdur.

Yukarıda açıklanan nedenlerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Yerel mahkemenin direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.'nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 6.10.1999 gününde ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Bu davanın dayanağını oluşturan ve davacı Vakıflar İdaresinin davalıyla yaptığı kira akdinin sona erdiğini tespit eden 4331 sayılı kanunun Anayasaya aykırı olduğunu davalı defan dermeyan etmiştir. Anayasanın 152/2. maddesi uyarınca Yargıtay bu savunmayı temyiz incelemesi sırasında aynı maddenin 3. bendi çerçevesinde dikkate almak zorundadır. Söz konusu kanunun bir siyasi partinin müracaatı sonunda Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olması sebebiyle davalının bu mahkeme kararından yararlanmasını önlemek; kanunların Anayasaya aykırılığını ileriye sürme hakkını tanıyan Anayasa hükmü ile bağdaşmayacağı gibi hakkaniyet kuralları ile de bağdaşmaz.

Yüce kurulda uzun uzadıya tartışılan Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının geriye yürümeyeceği ve davacı yararına kazanılmış hak oluştuğu kurallarının bu olayda uygulama alanı yoktur.

Karar bu gerekçe ile doğrudur. Onanmalıdır.

Tahir Alp 2. Hukuk Dairesi Başkanı

KARŞI OY YAZISI

Davacı Vakıflar Genel Müdürlüğü; kendilerine ait olan taşınmazda davalının 27.4.1998 tarihinden itibaren kira sözleşmesinin sona erdiğini ve işgalci durumunda olduğunu, zira 27.1.1998 tarihinde yürürlüğe giren 4331 sayılı yasanın 2.maddesi ile 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları hakkındaki Kanuna eklenen geçici 6.maddesinin birinci fıkrası ile mazbut ve mülhak vakıflara ait taşınmazlara ilişkin kira sözleşmelerinin yürürlük tarihinden itibaren üç ay sonra yani 27.4.1998 tarihinde sona erdirildiğini, eski kiracılara üç ayı takip eden otuz gün içinde yeni takdir edilen kira bedeli ve şartları üzerinden kira sözleşmesi yapmak olanağı tanındığının bildirilmesine rağmen davalının yeni sözleşme yapmadığını, söz konusu geçici 6.maddenin Anayasa Mahkemesince iptal edilmişse de Anayasanın 153.maddesinde iptal kararlarının Resmi Gazetede yayınlandığı tarihte yürürlükten kalkacağının ve iptal kararlarının geriye yürümeyeceğinin hükme bağlandığını, bu durumda 27.4.1998 tarihinde 4331 sayılı yasa yürürlükte olduğundan bu tarihte kira sözleşmesinin sona erdiğini ve 23.5.1998 tarihine kadar da sözleşme imzalanmadığından davalının fuzuli şagil durumuna düştüğünü iddia ederek müdahalenin men'ine karar verilmesi isteğinde bulunmuştur.

Davalı kiracı ise; 4331 sayılı yasa ile getirilen geçici 6.maddenin 27.5.1998 tarihinde Anayasa Mahkemesince iptal edildiğini, ancak uygulamadan doğacak zararların önlenmesi için Resmi Gazetede yayımlanıncaya kadar anılan maddenin yürürlüğünün durdurulmasına karar verildiğini, bu itibarla da kira sözleşmesinin geçerli olduğunu vurgulayarak davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Taraflar arasındaki uyuşmazlık; geçici 6.maddenin Anayasa Mahkemesince iptali ve yürütmeyi durdurma kararı karşısında, kira ilişkisinin devam edip etmediği noktasında toplanmaktadır. Sorunun çözümlenebilmesi için; öncelikle geçici 6.madde üzerinde kısaca durulduktan sonra, Anayasa Mahkemesince verilen yürürlüğün durdurulması ve iptal kararlarının taraflar arasındaki kira ilişkisine etkisinin ne olacağının belirlenmesi gerekmektedir.

Geçici 6.maddenin birinci fıkrasında Vakıflar Genel Müdürlüğü mazbut ve mülhak vakıflara ait gayri menkullere ilişkin kira sözleşmelerinin bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren üç ay sonra son bulacağı belirtildikten sonra, müteakip fıkralarında rayiç veya emsal bedellere uygun olarak yeni kira bedeli ve şartlarının idarece tespit edilerek kiracı ile birlikte taşınmaz malı kiralamak isteyen üçüncü kişilere duyurulacağı, tespit edilen şartlan kabul eden ya da daha fazla bedel teklif eden üçüncü kişilerin bulunması halinde eski kiracıların en yüksek bedel üzerinden birinci fıkrada belirtilen üç ayı takip eden otuz gün içinde yeni kira sözleşmesi yapmaya öncelikle hakları olduğu, otuz günlük süre içinde sözleşme imzalamayan ve gayrimenkulu de tahliye etmeyen kiracının tahliyesinin bu sürenin bitiminden sonra Vakıflar Genel Müdürlüğünün başvurusu üzerine mahalli mülki amirlerin kararı ile gerçekleşeceği kurallarına yer verilmiştir.

Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; üç aylık süre içinde kira bedeli üzerinde taraflarca anlaşma sağlanamadığı, müteakip otuz günlük sürede de anlaşmazlığın devam ettiği, ancak bu süre henüz dolmadan 27.5.1998 tarihinde Anayasa Mahkemesince geçici 6.maddenin iptaline karar verildiği ve aynı zamanda iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihe kadar da yürürlüğün durdurulmasına karar verilerek bu kararın 23.5.1998, iptal kararının ise 12.12.1998 tarihli Resmi Gazetede yayınlandığı anlaşılmaktadır.

Anayasanın 153/5 maddesine göre, iptal kararlan geriye yürümez. Bir başka anlatımla; aynı maddenin üçüncü fıkrasında da açıklandığı üzere, iptal edilen yasa hükümleri iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihten itibaren yürürlükten kalkar. Ancak, Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının Mahkemelerin önünde devam etmekte olan, yani sonuçlanmamış davalara uygulama zorunluluğu mevcuttur. Geriye yürümezlik ilkesi sonuçlanmış, kesin hüküm haline gelmiş uyuşmazlıklara ve kazanılmış haklara etkili olamaz. Bu sonuç, Devlete güven ilkesinin bir gereğidir. Somut olayda iptal kararı, 12.12.1998 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş ise de, Anayasa Mahkemesince yukarıda sözü edilen otuz günlük ikinci evre henüz son bulmadan 27.5.1998 tarihinde yürürlüğün durdurulmasına da karar verilmiş olduğundan, uyuşmazlığın çözümünde iptal kararının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihin değil, yürütmeyi durdurma tarihinin esas alınarak değerlendirme yapılması zorunluluğu vardır. Gerçekten yürütmeyi durdurulduğu tarihin esas alınmaması halinde, Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararının bir anlamı kalmaz.

Burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta da, geçici 6.maddenin birinci fıkrasında yer alan "..... kira sözleşmeleri bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren üç ay sonra sona erer." kuralının uyuşmazlığın çözümünde ne derece etkili olacağı hususudur.

Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmelerde çoğunluk bu kuralın bitirici bir etki ve nitelikte olduğunu yani hükmün icra ettiğini, bu itibarla da yürütmenin durdurulması kararının yayımlandığı 23.5.1998 tarihinde üç aylık süre geçtiği için taraflar arasındaki kira ilişkisinin sona erdiğini kabul etmektedir ki bu görüşün ulaştığı nokta, son bulmuş olan kira ilişkisine sonraki iptal ve yürütmeyi durdurma kararlarının etkili olamayacağıdır. Gerçekten iptal kararları, tamamlanmış, sonuçlanmış hukuki durumlara etkili olamaz. Bu sonuç Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının geriye yürümemesi kuralının gereğidir.

Geçici 6. maddenin vakıf mallarının korunması amacıyla getirildiği kuşkusuz ise de, Yasa koyucunun bu taşınmaz malların kiracılarını da hukuki güvenceden yoksun bırakmadığı, bunu sağlamak için birbiri ile bağlantılı olan aşamalı bir düzenleme yoluna gittiği açıktır. Daha açık bir anlatımla; üç aylık süre ile yetinilmemiş ve kira sözleşmelerinin üç ay sonra sona ereceği şeklindeki hükme dayanılarak sonuca gidilmesi gerekli görülmüştür. Bu düzenlemeye göre ilk üç ayda kira parası konusunda taraflar anlaşmaya varmışlar ya da kira ilişkisi son bulmuş ise, sonraki sürecin işlemesi söz konusu olamaz. Aksi taksirde ise müteakip süreye geçilmesi gerekecektir. Bu olasılıkta da prosedürün tamamlanması kaçınılmaz olacaktır. İşte somut olayda Anayasa Mahkemesi'nin geçici ö.maddeyi iptal ve yürütmeyi durdurma kararı bu otuz günlük süre içinde verilmiş bulunduğu için, gerçekleşmiş bir hukuki durum mevcut değildir, yani aradaki kira ilişkisinin sona erdiği kabul edilemez. Ayrıca ve özellikle belirtmek gerekir ki, geçici 6.madde bir bütündür. Dolayısıyla da tamamı göz önünde tutulmalıdır. Anayasa Mahkemesi'nce de maddenin tümü otuz günlük süre içinde iptal edilmiş ve iptal kararı daha sonra 12.12.1998 tarihinde yürürlüğe girmişse de, yürütmeyi durdurma kararı da verildiği için, kiralayan idare geçici 6.maddenin birinci fıkrasına dayanamaz. Yukarıda ayrıntılı biçimde açıklandığı üzere yasal süreç devam ettiği için Anayasa Mahkemesi kararlarına göre oluşan hukuki durum dikkate alınmalı ve bunun sonucu olarak yerel mahkeme kararı onanmalıdır.

Açıklanan nedenlerle çoğunluğun bozma kararına katılamıyoruz. E. Aydın Özkul Ş. Ekrem Serim Dokuzuncu Hukuk Dairesi Başkanı

Dokuzuncu Hukuk Dairesi Başkanı

KARŞI OY YAZISI

Davacı Vakıflar Genel Müdürlüğü ile davalı arasında 6570 sayılı yasaya göre daha önceki yıllarda kira akdi yapıldığı, davalının davacıya ait işyeri nite-liğindeki taşınmazı yıllarca kullandığı, ne ki 27.4.1998 tarihinde yürürlüğe giren 4331 sayılı yasa ile kira akdinin kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay sonra feshedildiği, anılan yasanın kiracılara yeni şartlarla tekrar kira akdi yapabile-ceklerine dair üç aylık sürenin bitiminden itibaren bir aylık imkan tanındığı, davacının diğer işyerlerindeki kiracılarının büyük bir kesiminin yeniden kira akdini icra ettikleri, ancak davalının böyle bir akit yapmaya yanaşmadığı, ancak bu arada 4331 sayılı yasanın iptali için Anayasa Mahkemesine dava açıldığı, yüksek mahkemenin kiracılara tanınan bir aylık süre içinde yürütmeyi durdurma kararı, sonra da Anayasaya aykırılığı nedeniyle yasanın iptaline karar verdiği ve iptal kararının yargılama aşamasında Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği, davacının kira akdinin yasa ile feshedildiğini, davalının fuzuli şagil durumuna düştüğünü öne sürerek meni müdahale davası açtığı, mahkemenin ise kanunun Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle, davalının fuzuli şagil sayılamayacağı düşüncesi ile davayı reddettiği, yüksek özel dairenin ise fesih işleminin gerçekleştiğine değer vererek yerel mahkemenin kararını bozduğu anlaşılmaktadır.

Mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Davada çözümlenmesi gere-ken hukuksal sorun, hakimin Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptal edilen bir yasaya göre hüküm verebilip veremeyeceği ve Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürütülüp yürütülemeyeceğidir.

Önce Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürütülüp yürütülemeyeceği meselelerinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Gerçekten Anayasa'nın 153. maddesinin 5. fıkrasına göre iptal kararı geriye yürümez. Ancak bu hüküm lafzi yoruma tabi tutularak ve diğer fıkralar ile, özellikle Anayasa'nın 152. maddesi görmezlikten gelinerek sayın çoğunlu-ğun vardığı sonuca ulaşılamaz.

153. maddenin 5. fıkrasındaki hüküm, aynı maddenin 3. fıkrasında yer alan, iptal edilen kanun hükmünün iptale ilişkin kararın Resmi Gazetede ya-yımlanması ile yürürlükten kalkacağına dair hükmü tamamlar niteliktedir. Bu hüküm evrensel bir hukuk kuralını yansıtmakta olup, Anayasaya aykırı görülen hükmün iptal edilerek yürürlükten kaldırılması, kanun yürürlükte iken bu kanun hükümlerine göre yapılmış uygulamaları, oluşturulmuş statüleri ve kazanılmış hakları etkilemeyeceğini ifade eder. Ne var ki bu kuralın geçerli olabilmesi için belli ve somut bir amacı öngören uygulamanın sonuçlanmış olması, statülerin oluşumlarının bitirilmiş bulunmaları veya kazanılmış hakların artık genel olma niteliklerinden arınmış olarak edinilmiş, özel hak alanına dönmüş olmaları gerekir.

İptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesinin en belirgin olduğu durum, kazanılmış hak kavramımla söz konusu edildiği hallerdir. Gerçekten özel haklan etkilediği için iptal kararlarının geriye yürümezliği kazanılmış haklar yönünden en çok üzerinde durulan bir kavram olarak kendini göstermektedir. Yukarıda bir nebze belirtilmiş olduğu üzere, bir hakkın kazanılmış hak haline gelebilmesi, diğer bir deyişle kazanılmış haktan söz edilebilmesi için onun objektif statüden sübjektif statüye geçmiş olması lazımdır. Başka bir anlatımla yasanın varlığı ile "potansiyel" bir hakkın mevcudiyeti yeterli olmayıp hak edinmeye götüren işlemlerin yapılmış veya şartlarının gerçekleşmiş olması suretiyle onun sübjektif, kişiye ait bir niteliği kazanmış olması gerekir. Bu nitelikleri taşımayan hakların veya statülerin kazanılmış hak olarak kabulü mümkün olamaz. Bu nedenlerle de bu gibi hallerde iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesinin uygulanması düşünülemez.

Yukarıda açıklanan ilkelerin ışığında somut olaya baktığımızda, kira akdinin feshi yönünden davacı Vakıflar Genel Müdürlüğü lehine "kazanılmış hak" olgusu oluşmuş mudur?

Taraflardan birisi kamu kuruluşu da olsa aralarındaki hukuksal ilişki özel hukuk ilişkisidir. Bilindiği gibi özel hukuk ilişkilerinde bir taraf kamu kuruluşu da olsa Anayasa ve yasalar karşısında durumları eşittir.

Kamu yararı düşüncesi ile kamu kuruluşuna üstünlük tanınamaz. Olayda kira akdinin özel hukuk ilişkisi olduğu yadsınamaz. Böyle bir akdin feshinin 6570 sayılı Gayri Menkul Kiraları Hakkında Kanunun elverdiği koşullarda mümkün olabileceği bilinen hukuksal gerçeklerdendir. Hal böyle iken Anayasaya aykırı biçimde çıkarılan 4331 sayılı yasa ile taraflar arasındaki kira akdi davacı yararına feshedilmiştir. Davalının Anayasal hakkının ihlal edildiği açık seçik ortadadır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile hak ihlalinin kesinleştiği açıktır.

4331 sayılı kanun işlevini tamamlamadan, yasanın taraflara tanıdığı bir aylık süre dolmadan Anayasa Mahkemesinin yürütmenin durdurulmasına dair kararı yürürlüğe girmiştir. Ancak davalı, davacının dayandığı yasanın Anayasaya aykırılığını öne sürerek akit yapmaya yanaşmamıştır. Bu durumda yasanın öngördüğü prosedür tamamlanmamış, taraflar arasında yeni bir statü oluşmamış, yasanın öngördüğü işlemler tamamlanmamıştır. Tüm bu hukuksal gerçekler karşısında davacının kazanılmış hakkının oluştuğunu söylemek başta hukukun evrensel kurallarına ve Anayasamızın temel normlarına aykırıdır.

Kaldı ki, çıkarılan yasa sonradan da olsa Anayasaya aykırılığına karar verildiği için kira akdi yasa ile feshedilmemiş sayılır. Şayet davalı 4331 sayılı yasaya göre yeni bir kira akdi yapmış olsaydı taraflar arasında yeni bir statü oluşacak ve davacının kazanılmış hakkından söz edilebilecekti. Anılan yasa iptal edilerek yürürlükten kalktığından eski kira sözleşmesi halen yürürlüğünü sürdürmektedir. Vakıflara ait taşınmazların kiracılar tarafından sömürülmüş olması önemli bir Anayasal İlke'nin zedelenmesine hak vermez ve giderek salt bir olaya özgü içtihat tesis edilemez.

Kaldı ki, davacının yasal yollardan ve hukuka uygun biçimde hakkını araması ve idarenin zarara uğramasını önlemesi mümkündür.

Hakimin Anayasaya aykırı görülerek iptal edilen bir kanuna dayanarak karar verilip verilemeyeceği meselesine gelince;

Anayasanın 152.maddesi görülmekte olan bir davada uygulanması gereken yasanın mahkemelerce Anayasaya aykırılığı nedeniyle ya doğrudan doğruya ya da tarafların itirazları üzerine Anayasa Mahkemesine götürülebileceğini hükme bağlamıştır. Buna göre mahkemece gönderilen dava dosyasını, Anayasa Mahkemesi işin kendisine gelişinden başlamak üzere her ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Anılan maddenin 3.fıkranın son cümlesinde ise aynen: "ancak Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır." hükmünün yer aldığı görülmektedir. "Kesinleşinceye kadar" sözcüklerinin hem mahkemesi ve hem de Yargıtay'ı içerdiği kuşkusuzdur. Başka bir deyişle Yargıtay'ın da Anayasa Mahkemesi kararına uymak zorunda olduğu söz götürmez.

Görüldüğü gibi mahkemelerin Anayasa Mahkemesi karalarına uymak zorunda olduğu hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde ve somut olarak hükme bağlanmıştır. Bu hükmün sadece itirazen gönderilen dosyanın görüldüğü mahkemeyi bağlayacağı düşüncesine katılmak mümkün değildir. Zira dosyayı Anayasa Mahkemesine gönderen mahkeme iptal kararı kendisine geldikten sonra Anayasa Mahkemesi kararı Resmi Gazetede yayımlanmasa bile kararı uygulayacaktır. İşte bu aşamada diğer mahkemelerin karar yayımlanıncaya kadar iptal kararına uymak zorunluluğu yoktur. Ne var ki 153. maddenin son fıkrasına göre karar Resmi Gazetede yayımlanınca yürürlüğe girer ve başta yargı olmak üzere herkesi bağlar. Bu son fıkra dahi mahkemelerin eldeki davalara Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulayacağını göstermektedir.

Diğer taraftan Anayasanın 138/1. maddesinde aynen: "Hakimler ..........

Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak ...... hüküm verirler." ilkesi yer

almıştır. Anayasa ve hukuk kuralları kanunların üzerinde yer alan kurallardır. Anayasanın temel normları ve hukuk çerçevesinde karar verilmediği takdirde "hukuk devleti" ilkesi zedelenmiş olur. Bilindiği gibi hukuk devleti ile kanun devleti kavramları birbirinden çok farklı kavramlardır. Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi ileriye dönük olarak ertelemiş bulunması öncelikle yasama organına aynı konuda, iptal kararının gerekçesine uygun olarak, yeni bir düzenleme için olanak tanımak ve ortada hukuki bir boşluk yaratmamak amacına yönelik olup, yargı mercilerinin bakmakta oldukları uyuşmazlıklarda hukuka ve Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiş kuralları uygulaması ve uyuşmazlıkları bu kurallara göre çözümlemesi sonucu doğurmaz.

Uygulamada, herhangi bir mahkemenin ilgili kanunun iptali için Anayasa Mahkemesine başvurması halinde o mahkeme benzer diğer davaları da bekletmektedir. Hatta başka başka mahkemeler bile kendileri Anayasa Mahkemesine gitmeseler de iptal davası sonucunu beklemekte ve iptal kararı Resmi Gazetede yayımlandığında eldeki davalara Anayasa Mahkemesi kararını uygulamaktadır ki kanımızca doğru olan budur.

( Anayasa Mahkemesi 15.10.1996 tarih 1996/50 Esas 1996/37 Karar, Yüksek Seçim Kurulu, 5.10.1987 tarih 518 Karar, Danıştay 5.D. 23.5.1991 tarih, 1990/2976 Esas 1991/940 Karar, Danıştay 12.D. 25.3.1999 tarih 1998/3580 Esas 1999/576 Karar, Danıştay 12.D. 17.12.1998 tarih 1995/10000 Esas 1998/3079 Karar , Yargıtay 10.HD 2.5.1985 tarih 557 Esas 3927 Karar keza aynı Dairenin 14.3.1989 tarih 1988/7812 Esas 2374 Karar, Yargıtay HGK 9.3.1988 tarih 1987/860 Esas 1988/232 Karar, Yargıtay HGK 21.3.1990 tarih 1990/39 Esas 1990/196 Karar sayılı ilamları baştan beri açıklanan ilkeleri doğrular niteliktedir.

Dava fuzuli işgal nedeni ile meni müdahale isteminden ibarettir. Tüm yargısal ve bilimsel içtihatlarda bir kimsenin fuzuli şagil durumuna düşmesi için taşınmazı yasal ve hukuksal açıdan hiçbir hakkı olmadığı halde yedinde bulundurulması gerektiği ilkesi benimsenmiştir. Oysa davalı kira akdine dayanarak taşınmazı işgal etmektedir. Anayasaya aykırı bir yasayla akdin feshi Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile geçersiz sayıldığına göre önceki kira akdi ayaktadır ve davalı fuzuli şagil olarak kabul edilemez.

Açıklanan nedenlerle sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyorum. Örnek nitelikteki mahkeme kararının onanması gerektiği düşüncesindeyim.

Üye Resul Aslanköylü

KARŞI OY YAZISI

Davacı idarenin davadaki talebinin dayanağı 4331 sayılı Tabi Afetlerden Zarar Gören Vakıf Taşınmazların Afet Öncesi Kiracılarına Kiracılık Hakkı Tanınması Ve Devam Etmekte Olan Kira Sözleşmelerinin Sona Erdirilmesi İle İlgili Olarak 6570 Sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanuna Bir Ek Ve Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanunun 2. maddesiyle 6570 sayılı yasaya eklenen geçici 6.maddesidir.

Anılan yasa hükmü 27.1.1998 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş; ancak, Anayasa Mahkemesinin 20.5.1998 gün ve 1998/10-18 sayılı kararı ile anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Mahkeme söz konusu kararıyla ayrıca; yasanın "uygulanmasından doğacak ve sonradan giderilmesi olanaksız durumların ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için" iptal kararının Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar maddenin yürürlüğünün durdurulmasına hükmetmiştir.

İptal edilen Geçici 6. maddenin, birinci fıkrasında; davacı idarenin mazbut ve mülhak vakıflara ait taşınmazlara ilişkin kira sözleşmelerinin, yasanın yürürlük tarihinden itibaren üç ay sonra sona ereceği belirtilmiş; ikinci fıkrasında da, bu süre içerisinde idare ve vakıf mütevellileri tarafından belirlenecek yeni kira bedeli ve şartlarının kiracıya tebliğ olunacağı hükmü getirilmiştir. Bu koşulları kabul eden kiracılara ( üç ayı takibeden otuz gün içinde ) yeniden kira sözleşmesi kurulması imkanı de üçüncü fıkra ile sağlanmıştır.

İdare tarafından belirlenen kira bedeline karşı süresi içinde dava açılması halinde, verilen karar kesinleşinceye kadar idarece saptanan yeni kira bedeli üzerinden ödemeye devam olunacağı beşinci fıkra ile öngörülmüş; mahkeme kararının kesinleşmesinden başlayarak otuz gün içinde, mahkemece tespit edilen kira bedeli üzerinden kiracının yeni kira sözleşmesi yapmaya hakkı bulunduğu da yedinci fıkrada düzenlenmiştir.

Bu düzenlemelere göre yasa ile öngörülen temel amacın, davacı idarenin, mazbut ve mülhak vakıflara ait taşınmazlara ilişkin kira sözleşmelerinin, yasada belirlenen koşullara göre, özellikle kira bedeli bakımından yenilenmesi olduğu kuşkusuzdur.

Geçici 6.madde bir bütün halinde incelendiğinde; bir yandan yasa ile tayin edilen üç aylık sürenin geçmesi halinde önceki kira sözleşmelerinin sona ereceği hükmüne yer verilmişken; diğer taraftan idarece bildirilen kira bedelinin kabulü halinde, yasada sözü edilen üç ayı takip eden otuz gün içinde yeni kira sözleşmesi yapılacağı; belirlenen kira bedeline karşı süresi içinde ( bu sürenin ne olduğu açık olmamakla birlikte otuz günlük süre olduğu sonucuna varılmaktadır ) dava açılması halinde, mahkemece verilen kararın kesinleşmesine kadar idarece tespit edilen kira bedelinin ödenmesine devam edileceği ve kesinleşmeden başlayarak otuz gün içinde mahkemece tespit edilen kira bedeli üzerinden kiracının yeni sözleşme yapma hakkı bulunduğu ifade edilmektedir.

Şu hale göre geçici 6.maddenin birinci fıkrasında kira sözleşmelerinin, yasanın yürürlük tarihi olan 27.1.1998 den üç ay sonra 27.4.1998 tarihinde sona ereceği belirtilmesine rağmen, diğer fıkralar hükümlerine göre kira ilişkisinin çekişmesiz hallerde 27.5.1998; çekişmeli durumlarda ise mahkemece verilecek kararın kesinleşmesinden itibaren 30 gün sonrasına kadar devam edeceği sonucuna varılmaktadır. Öyle ise 27.4.1998 tarihi itibarıyla kira akdinin sona erdiği ve kiracının bu tarihte haksız işgalci durumuna düştüğü söylenemez.

Durum bu iken, söz konusu yasa Anayasa Mahkemesince 20.5.1998 tarihinde Anayasaya aykırı bularak iptal edilmiş, aynı tarihte de yürürlüğün durdurulmasına karar verilmiştir. Yani kiralayan-kiracı ilişkisinin devamına olanak tanınan 30 günlük sürenin dolma tarihi olan 27.5.1998 gününden önce yasa hükmünü yitirmiş, uygulanma olanağı ortadan kalkmıştır.

Anayasa Mahkemesinin iptal ve yürürlüğün durdurulması hükmüne kadar ki süreç içerisinde, iptal edilmiş olsa dahi bu yasada öngörülmüş kurallar gereği oluşan yeni statülerin ( yeni kira sözleşmesinin yapılması, kiralananın boşaltılması vs gibi ) korunacağı muhakkaktır. Anayasanın 153.maddesinde yer alan "iptal kararlarının geriye yürümezliği" ilkesi ile "kazanılmış hak" kuralı aksine düşünce tarzına engeldir.

Bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması hukuk devletinin gereğidir. Tamamlanmış hukuki durumları yeni yasa veya düzenleyici kuralın etkilememesi onlar üzerinde hukuki sonuçlar doğurmaması kazanılmış hakların saklı tutulması amacını güder.

Bu bakış açısıyla somut olay yönünden iptal edilen yasa hükmü gereği bir hak kazanılması ve bunun korunmaya değer olduğunun ileri sürülebilmesi için, öncelikle Anayasaya aykırı dahi olsa şekli anlamda bir kurallar bütünün ayakta olması gerekir. Oysa, Anayasa Mahkemesi 20.5.1998 tarihinde hem yasayı iptal etmiş, hem de yürürlüğün durdurulmasına karar vermiş, yürürlüğün durdurulması kararı da 23.5.1998 günü yayımlanmıştır. Bu tarih Vakıflar İdaresi ile kiracı arasında yeni şartlarla kira ilişkisinin devamına olanak tanıyan, bir aylık sürenin içine rastlamaktadır. Böylece yarım kalmış bir düzenleme ile hak kazanılmasına olanak verilemez. Korumaya değer, kesin olarak edinilmiş bir haktan söz edilemez.

Ancak, henüz tamamlanmamış veya devam eden hukuki durumlara yeni düzenleyici kuralın ( olayımızda iptal hükmü ) derhal yürürlüğe girme niteliği nedeniyle uygulanacak ve hukuki sonuçlarını doğuracaktır. ( HGK. 9.3.1998 gün ve 1987/2-860, 1988/232 ). Diğer taraftan Anayasanın 153.maddesi ile Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu Ve Yargılama Usulleri Hakkındaki 2949 sayılı kanunun 53.maddesinde Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği belirtilmişse de, bu hükmün iptal kararlarının çekişme haline getirilmemiş işlemlere etkili olmayacağı manasında anlaşılması gerektiği; diğer bir anlatımla bu hükümlerin kazanılmış sübjektif hakların korunması amacına yönelik bulunduğu, henüz oluşmamış veya çekişme haline getirilmiş olaylara teşmil edilemeyeceği muhakkaktır. ( Anayasa Mahkemesinin 8.12.1967 gün ve 1961/59-1967/1095; 19.12.1989 gün ve 1989/14-1989/49 kararları )

Ayrıca, bir kural işlemle kurulan statünün, Anayasa Mahkemesinin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel ( sübjektif ) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasanın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasanın üstünlüğü ilkesi, Anayasaya aykırı bir kuralın, aykırılığın saptanmasından sonra uygulanma alanı bulmasını kesinlikle önler. İptal kararının geriye yürümezliği kuralı belirtilen anlam çerçevesinde geçerlidir. ( Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 gün ve 1989/111989/48 sayılı kararı )

Hal böyle olunca; Anayasa Mahkemesinin iptal ve yürürlüğün durdurulmasına dair kararın verildiği 20.5.1998 gününe kadar oluşan tamamlanmış statüler ayrık olmak üzere; çekişmeli hale getirilmiş veya tamamlanmamış ( iptal edilmeseydi 27.5.1998 gününe kadar tamamlanma olanağı gözetilerek ) hukuki durumlara iptal edilen yasa hükümlerinin uygulanamayacağı, dolayısıyla kiracı konumundaki davalının haksız, fuzuli işgalci durumuna düşmeyeceği görüşündeyim.

Elatmanın önlenmesi isteğini kabul eden yerel mahkeme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle doğru olmadığı ve bozulması gerektiği inancıyla hüküm değişik gerekçe ile bozan sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

Üye Orhan Uzgören