Mesajı Okuyun
Old 31-12-2007, 09:47   #9
fikirbay

 
Varsayılan kavram kargaşası: sollamak ya da sollamamak...

Elinizde bir hukuk iksiri olduğunu düşünüyorsunuz ve bu iksir, adaletin tam tecellisini sağladığı gibi, yürürlükte olan yasalara ters düşülmesini ve onların hiçe sayılmasını engelliyor.

Ama, realitede, bu hukuk iksirini kullanan ve ona rağbet eden hemen, hemen hiç yok ve elinizdeki harika hukuk iksirinin pratikte bir faydası tokunmadığı gibi, bir türlü yaygınlaşamıyor da.

Bu şartlar altında ben kalkıp şuraya; bir hukukçu yürürlükte olan yasalara ters düşmez ve onları hiçe saymaz, diye yazsam, bir anlamı ve önemi olabilir mi?

Hatırlanırsa, kırmızı ışık'ta durup durmamakla ilgili bir soru sorulmuştu sitemizde (Bu arada, Türk Hukuk Sitesini gerçekten seviyorum ve huzurlarınızda tüm emeği geçenlere en derin saygı ve sevgilerimi sunuyorum.) ve o soruya bir gün cevap yazmayı düşünürken, kısmet bugün ve bu satırlarmış.

Çünkü, orada tasvir edilen sahnenin bire bir aynısını, Almanya'da, 1982 yılında, 25 yaşımda ve orada Bochum kentindeki Ruhr Üniversitesi'ne yakın bir öğrenci yurdunda kaldığım yıllarda, ormanlık bir alanda, tam da söylenildiği gibi gecenin bir yarısında, ıssız bir kavşakta, ben yaya pozisyonunda iken ve kırmızı ışık yandığında beklerken yaşamıştım ve çok ilginçtir, o ıssız köşede beklerken kendi kendime aynı soruyu sormuştum. Yahu ben niye bekliyorum burada, ormanlık bir alanda yer alan ve şehir içi de sayılmayan oldukça (özellikle geceleri) ıssız bir kavşakta, gecenin bir saatinde durmuş yeşil ışığın yanmasını bekliyorum. Niçin? Niçin?

Bu soru, o kavşakta beynimi yemeye başlamıştı. Ben, bu sorular zihnimi kurcalarken, yeşil ışığın yanmasını beklemeye devam ettim ve yeşil ışıkta geçtim. Arabaların farları açık olduğu için bir arabanın geldiğini far ışığında veya o ıssız alandaki motor gürültüsünden, araba daha kavşağa yaklaşmadan, zaten fark edebilirdim. Öğrenci yurdundaki odama doğru yürümeye devam ederken konuyu düşünmeye devam ettim ve beni o kavşakta durduran şeyin ne olduğunu buldum.

Bunları esasen bir kitapta toplamayı ve belki de bir roman tarzında ele alıp romandaki kahramanlarımdan birine söyletmeyi tasarlamakla beraber, zamanı geldiği için, çok sevdiğim bu sitede, sizlerle paylaşmamın da çok anlamlı olduğunu düşünüyorum.

O kavşakta beni durduran (benim açımdan) şuydu:

Ben buna, daha sonra, unutmamak için her zaman yaptığım gibi, kodlayarak, İGS ilkesi adını verdim. Evet, beni durduran İGS ilkesi/prensibi/kuralı idi.

İ-G-S kodu; İstikrar-Güven-Saygı üçlemesinden oluşuyor.

1980 yılında ilk kez gittiğim ve yaşamaya başladığım Almanya'da 1982 yılına dek iki yıldan beri yaşarken gördüğüm, fark ettiğim şu olmuştu. Trafik düzenlemeleri çok istikrarlı uygulanıyordu. Bir trafik bambası yanmasa, mutlaka başına bir trafik polisinin dikilmiş olduğunu görüyordum. Gerekli bakım ve onarımlar İSTİKRAR içinde düzenli olarak yapılıyordu. Bütün yapılanlar benim içindi. Bütün bu hizmetler, gayretler ve masraflar benim kırmızı ışıkta durabilme imkanım içindi vea ben bunu anlayabiliyordum. O kadar da (affınıza sığınıyorum, ne olur bu kelimeyi sansürlemeyin) öküz değildim.

Bu istikrarlı uygulamalar, düzenlemeler, gayretler ve masraflar bende bir GÜVEN duygusu oluşturmuştu.

Bu İSTİKRAR ve bunun bende yarattığı GÜVEN sonucunda sisteme kendiğilimden, biri beni zorlamaksızın, derin bir SAYGI duymuştum.

İşte beni kırmızı ışıkta durmaya zorlayan (bu zorlama, bir baskı değildi ve bir insan evladı için yeterince demokratikti) bu zincirleme reaksiyonlar olmuştu.

O günden sonra, gerçek eğitimin, asla sınıflarda değil, yaşadığımız çevre içerisinde ve günlük hayattaki istikrarlı (imkanlar ölçüsünde herkese adil) uygulamalarla olabileceğini fark etmiştim.

Tek gidişli, tek gelişli ve ortası, iki tarafa da geçiş yasağı anlamına gelen, kesiksiz çift çizgi ile boyanmış asfaltı bozuk bir yokuş yukarı rampada, önünüzde sizi eksoza boğarak gıdım, gıdım ilerleyen ve her an devrilebilecek hissi veren, adeta bir dağ gibi yüklenmiş, uyduruk bir kamyon olmak üzere, 3 kilometre boyunca o kamyonun arkasında, altınızda çok güçlü bir mercedes ile o yürüyen enkazı takip etme sabrı göstermeniz "pratikte" mümkün değildir.

Kamyonun arkasında tepinen Mercedesin direksiyonunda bir Akademisyenin; özellikle TRAFİK KURALLARI konusunda uzman bir Profesörün; bir Orgeneralin; bir Alamancı işçinin, bir yerli Köylünün veya bir Hukukçunun oturup oturmamasının hiçbir anlamı yoktur.

Böyle bir ortamda, her seviyeden yetişkin insanların "şimdi okullu olması ve sınıfları doldurması" ile halledilebilecek bir konu değildir bu. Asıl eğitim sahada, arazide, alanda verilen eğitimdir. İsterseniz sınıflara doldurup bir ömür boyu eğitip de az önce tasvir ettiğim kamyonun arkasına koyarsanız bir insanı, sürekli çift çizgiye rağmen sollamak isteyecektir o kamyonu. Yukarıda, yokuşun başında bir trafik ekibinin sizi bekliyor olabileceğini kestirmeniz bile engelleyemeyebilir sizin "hatalı sollama" veya bir başka deyimle "kural ihlali" yapmanızı. Üstelik, yokuşun başında, bir pazarlık payının bulunduğunu da tahmin edebiliyorsanız.

Realite buysa, istediğiniz kadar tartışın ve insanları sınıflara doldurup tekrar, tekrar eğitin, bir ömür boyu. Faydası yok... Havanda su dövmüş olursunuz sadece.

Papağan gibi, bizim sorunumuz eğitim, eğitim, eğitim derken, istikrarlı uygulamanın insanlarda uyandıracağı güvenin sonunda kendiliğinden gelecek saygının da "psikolojik birşey" olduğunu unutmamak gerekir.

Diyeceğim o ki, ıssız bir kavşakta kırmızı ışıkta bekleyen o ben, kamyonu sollamak zorunda kalmıştır.

Orada kamyonu sollamak zorunda kalışın altındaki sebebi, kamyonu sollayan Mercedes'te diplomatik plaka takılı olmasına bağlamak beyhudedir.

Evet, ortada bir kargaşa var...

Sorumlusu kim, bilemiyorum...