Mesajı Okuyun
Old 20-12-2008, 14:41   #5
halit pamuk

 
Varsayılan

Kambiyo niteliğini yitirilmesi demeyelim de Kambiyo hukundan doğan hakların zamanında kullanılmadığı için kaybedilmesi şeklinde cümleyi kurmak daha doğru bir ifade olacaktır.

Burada Zamanaşına uğrayan borç değil; kambiyo. Bu nedenle artık ortada bir adi senet dahi yok. Bir tür elimizde yazılı delil başlangıcı var.

Bilirkişinin bahsettiği Yargıtay içtihatı bu olmalı:

T.C.

YARGITAY

3. HUKUK DAİRESİ

E. 1991/4935

K. 1991/15242

T. 19.11.1991

• BONODA ZAMANAŞIMI ( Davacının Akti İlişkiye Dayanmaması )

• BONODA AKDİ İLİŞKİYE DAYANMAK ( Zamanaşımı - Beyyine Başlangıcı )

• ZAMANAŞIMI ( Bonoda Davacının Akti İlişkiye Dayanmaması )

• BONONUN KIYMETLİ EVRAK VASFINI YİTİRMESİ ( Zamanaşımı )

6762/m.661


ÖZET : Davacı akdi ilişkiye ( asıl borç ilişkisine ) dayanmamış, davalı da bonoların zamanaşımına uğradığını savunmuştur. Senedin vade ve tarihlerine göre, Türk Ticaret Kanununun 661. maddesindeki üç yıllık zamanaşımı tahakkuk etmiş bulunmaktadır. Bu halde bono kıymetli evrak olmak niteliğini kaybetmiştir. Davacı akdi ilişkiye dayandığı takdirde ancak bir beyyine başlangıcı olabilirdi, dayanmadığına göre zamanaşımına uğramış bonoların ( yazılı beyyine başlangıcı ) niteliği de yoktur. Açıklanan bu nedenlerle davacının konu edilen bonoya dayanarak davalıdan alacak talep ve dava etmeye hakkı yoktur.
DAVA : Dava dilekçesinde, 2.000.000 lira alacağın % 40 icra inkar tazminatının faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile 750.000 liranın tahsili cihetine gidilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği düşünüldü:
KARAR : İddia, savunma ve dosya münderecatında, davalı ( borçlu ) Ali 20.12.1985 tanzim tarihli ve 30.9.1986 vade tarihli ve miktarı 750.000 lira olan bono ile lehtar Halil'e borçlandığı, daha sonra lehtar Halil'de bonoyu davacıya ciro ettiği, davacı icra takibine başvurduğu, ancak vadeden itibaren üç yıl geçtiği ve lehtar ile borçlarını ibra ettiği, borcu kalmadığı gerekçesi ile borçlu ( davalı ) itirazda bulunduğu, İcra Tetkik Merciinde vadeden itibaren üç yıl içerisinde keşideciye müracaat edilmediğinden zamanaşımından dolayı takibin iptaline karar verdiği anlaşılmaktadır.
Takibe konu bono 30.9.1986 vade tarihli olup 1.10.1989 tarihinde lehtar tarafından davacı Hasan'a ciro edilmiştir.
Lehtar ile borçlu ( davalı ) 14.11.1989 tarihli belge ile ibralaşmıştır.
Lehtardan ciro ile temellük eden davacı sözü edilen bonoyu 26.11.1989 tarihinde icraya koymuştur.
Davacı ciro ile temellük ettiği bono ile davalının borçlu olduğunu, icra takibi yaptığını, davalının zamanaşımı def'inde bulunduğunu ve takibin iptaline karar verildiğini belirterek senette yazılı alacağın temerrüt tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı savunmasında bononun zamanaşımına uğradığı, borcu olmadığını ileri sürmüştür. Davacı akdi ilişkiye ( asıl borç ilişkisine ) dayanmamış, davalı da bonoların zamanaşımına uğradığını savunmuştur. Senedin vade ve tarihlerine göre Ticaret Kanununun 661. maddesindeki üç yıllık zamanaşımı tahakkuk etmiş bulunmaktadır. Bu halde, bono kıymetli evrak olmak niteliğini kaybetmiştir. Davacı akdi ilişkiye dayandığı taktirde ancak bir beyyine başlangıcı olabilirdi, dayanmadığına göre zamanaşımına uğramış bonoların ( yazılı beyyine başlangıcı ) niteliği de yoktur. Maruz nedenlerden davacının konu edilen bono-senete dayanarak davalıdan alacak talep ve dava etmeye hakkı yoktur.
Bu itibarla, yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğunda kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ) ve peşin ödenen temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine; 19.11.1991 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
DEĞİŞİK BOZMA YAZISI:

Davacı, lehtarı Halil olan ve zamanaşımına uğramış bulunan emre yazılı senedin ( bononun ) kendisine 1.10.1989 tarihinde temlik edildiğini iddia ederek asıl borç ilişkisine dayanmak suretiyle alacak isteminde bulunmuş, davalı ise asıl alacaklı olan Halil'in kendisini 14.11.1989 tarihinde ibra ettiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuş, mahkemece salt ibra tarihinin ( 14.11.1989 ), alacağın temliki tarihinden 1.10.1989 sonraki bir tarih olduğunu vurgulayarak borçlunun herhangi bir def'i veya itiraz hakkı olamayacağı gerekçesiyle dava kabul olunmuş, hüküm davalı ( asıl borçlu ) tarafından temyiz edilmiştir. Bir alacağın derin borçlunun hukuksal durumunu ağırlaştırmamalıdır. Bu nedenle Borçlar Kanununun 167. maddesi, borçlunun devir işleminden haberdar olduğu anda devredene karşı haiz olduğu def'ileri devralana karşı dahi ileri sürebileceğini açık bir biçimde belirlemiştir. Def'in hukuksal nedeninin o anda mevcut olması yeterlidir; zira def'in ileri sürülmesine yarayan olaylar daha sonra ortaya çıkmış olabilir. Ayrıca borçlunun alacağın devrinden ne biçimde haberdar olduğu sorunu önemli değildir. Zira, alacağın bir başkasına temlik edildiği beyanı borçluya karşı alacaklı veya devralan tarafından yapılabileceği gibi onlardan birinin veya diğerinin namına olarak bir üçüncü kişi tarafından da yapılabilir.
Alacaklı ile karşı karşıya bulunduğunu haklı bir surette zannederek eski alacaklıya iyiniyetle ödemede bulunan borçlu borcundan kurtulur. Şu husus önemle vurgulanmalıdır ki sadece ödeme değil, takas, yenileme ve olayımızda olduğu gibi ibra suretiyle borcu sona erdirmelerde de durum aynıdır. Çünkü taraflar uzlaşma suretiyle bir sözleşme ilişkisine her zaman son verebilirler. Bu suretle işbu sözleşme ilişkisinden doğan haklar sona erer ve esasen doğmuş olan neticeler de iptal edilir.
Borçlunun iyiniyeti Medeni Kanunun 3. maddesi uyarınca daima karine olarak kabul olunur. Temlik edilen kimse, ( davalı ) borçlunun, ( ihbar yapılmaksızın dahi ) temlike vakıf olduğunu veya durumun gereklerinin lüzum gösterdiği dikkati sarfetmiş olsa idi buna vakıf olabileceğini isbat etmekle yükümlüdür. Zira, bir alacağı devralan kimse onu kural olarak tüm iyilikleri ve kötülükleri ile beraber olduğu gibi devralmış sayılmak gerekir.
Mahkemece, yukarıdaki ilkeler dikkate alınarak davalının borcundan ibra edildiği tarih ile temlikin yine davalı tarafından öğrenildiği ya da halin icap ettirdiği itinayı göstermekle durumdan haberdar olması lazım geldiği tarihler kesinlikle saptanıp Borçlar Kanununun 167. maddesi hükmünce yeni alacaklıya karşı ileri sürülebileceği anlaşılan def'iler nazara alınarak varılacak sonuç dairesinde hüküm vermekten ibarettir. Bu gerekçe ile mahkeme kararının b o z u 1 m a s ı görüşündeyiz. Edip Doğrusöz Nihat YAVUZ Başkan Üye