Mesajı Okuyun
Old 16-06-2019, 07:35   #4
Av. Hulusi Metin

 
Varsayılan Yargıtay

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2016/19*269
K. 2016/529
T. 20.4.2016
• İTİRAZIN İPTALİ ( Davacının Davaya Konu Ödemelerin İleride Teslim Alınacak Mal Karşılığı Olarak Gönderildiği Yolundaki İddiasını Kanıtlamakla Yükümlü Olduğu/Buna Bağlı Olarak Davalının Davacı İle Aralarındaki İlişkiyi Kanıtlama Yükümlülüğü Bulunmadığı - İspat Külfetinin Davacıda Olduğuna Yönelik Direnme Kararının Yerinde Olduğu )
• İKRAR ( Davalının İkrar Ettiği Maddi Vakıanın Hukuki Vasfının İleri Sürülenden Farklı Bulunduğunu Bildirmesi Karşısında Somut Olayda Basit veya Bileşik İkrarın Söz Konusu Olamayacağı - Davalının Savunması Vasıflı İkrar Niteliğinde Olup Bu İkrarın Bölünemeyeceği/İtirazın İptali )
• BORÇ ÖDEME KARİNESİ ( Havalenin Mevcut Bir Borcun Ödenmesi Amacıyla Yapıldığı Yolunda Yasal Karine Mevcut Olup Bu Yasal Karinenin Tersini İleri Süren Havalecinin Bu İddiasını Kanıtlamakla Yükümlü Olduğu - İtirazın İptali )
• HAVALE ( Hukuksal Nitelikçe Bir Ödeme Vasıtası Olduğu - Mevcut Bir Borcun Ödenmesi Amacıyla Yapıldığı Yolunda Yasal Karinenin Mevcut Olduğu/Davacının Davaya Konu Ödemelerin İleride Teslim Alınacak Mal Karşılığı Olarak Gönderildiği Yolundaki İddiasını Kanıtlamakla Yükümlü Olduğu/İtirazın İptali )
• İSPAT YÜKÜ ( İtirazın İptali - Havaleci Durumundaki Davacı Borç Ödemeye Dair Yasal Karine Karşısında Davalıya Yaptığı Davaya Konu Havalenin Bir Borcun Ödenmesinden Başka Bir Amaca Yönelik Bulunduğunu Kanıtlama Yükümü Altında Olduğu )
818/m.457
6098/m.555
6100/m.188
ÖZET : Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir. Davalının, ikrar ettiği maddi vakıanın hukuki vasfının ileri sürülenden farklı bulunduğunu bildirmesi karşısında, somut olayda, basit ( adi ) veya bileşik ikrarın söz konusu olamayacağı çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukuki vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır. Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukuki vasıfta olduğunun ileri sürülmesi durumunda, vasıflı ikrardan söz edilmesi gerektiği ve vasıflı ikrarın bölünemeyeceği yukarda açıklanmıştır. O halde, somut olayda davalının savunması, vasıflı ikrar ( gerekçeli inkâr ) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Buna göre, vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, ikrar eden tarafa ( davalıya ) değil, vakıayı ileri süren tarafa ( davacıya ) aittir. Öte yandan, mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 457 ( Türk Borçlar Kanunu m. 555 vd. ) ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal nitelikçe bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini ( havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını ) ileri süren havaleci ( muhil ), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. Somut olayda, havaleci durumundaki davacı, değinilen yasal karine karşısında, davalıya yaptığı davaya konu havalenin, bir borcun ödenmesinden başka bir amaca yönelik bulunduğunu kanıtlama yükümü altındadır. Başka bir ifadeyle, havale kavramından hareketle yapılacak değerlendirmeye göre de, somut olayda kanıtlama yükümlülüğü davacıya aittir. Bu durumda; davacı, davaya konu ödemelerin ileride teslim alınacak mal karşılığı olarak gönderildiği yolundaki iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür; buna bağlı olarak, davalının davacı ile aralarındaki ilişkiyi kanıtlama yükümlülüğü bulunmamaktadır. Hal böyle olunca; yerel mahkemenin “ispat külfetinin davacıda olduğuna yönelik” direnme kararı yerinde olup, taraf vekillerinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Dairesine gönderilmesi gerekmektedir.

DAVA : Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin 1. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.05.2012 gün ve 2011/90 E., 2012/235 K. sayılı kararın incelenmesi tarafların vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 05.06.2013 gün ve 2012/13630 E., 2013/10357 K. sayılı ilamı ile;

( ... Dava, davalıdan satın alınacak mal karşılığı avans olarak verilen çekler ile nakit ödemelerin, mal teslimi yapılmadığından bedelsiz kalması nedeniyle, bu bedellerin iadesi için başlatılan takibe vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davalı vekili, davacının ileri sürdüğü sözleşmeyi ve borcu kabul etmediklerini, davacının iddialarını yazılı delil ile ispatlaması gerektiğini bildirerek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna göre; davacının, yapılan EFT ve havale ödemelerinin avans olarak yapıldığına dair yazılı delil sunmadığı, davalıya yemin teklifinde de bulunmadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Davacı yan, davalıya, davalıdan alınacak mal karşılığı olarak verilen çekler, elden ve banka havalesi yoluyla yapılan ödemeler karşılığı olan malın verilmediğini bildirerek ödenen bu miktarın iadesinin sağlanması için yapılan takibe vaki itirazın iptalini istemiştir.

Davalı taraf ise, davacının yapmış olduğu ödemeye dayanak çeklerden 6 tanesinin davacı şirket ortağı Cengiz K.'nun şahsi borcu için verilmiş olduğunu, elden ödemeye dair 5 adet tediye makbuzundaki kişilerin kendisiyle ilgisi bulunmadığını 19.03.2012 havale tarihli dilekçesinde EFT ödemelerini ise borç ödemesi olarak yapıldığının kabulünün gerektiğini savunmuştur.

Yukarıda özetlenen iddia ve savunma gözetildiğinde, davada ispat külfeti, ödemeleri kabul eden davalıda olup, davalı yan bu ödemelerin hangi alacağından kaynaklandığını ispat etmelidir. Mahkemece açıklanan bu yön gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.

Yukarıda açıklanan sebeplerle hükmün davacı yararına bozulmasına, bozma nedenine göre davalının temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına... ),

Gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 1086 Sayılı HUMK'nun 2494 Sayılı Kanun ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece, davanın reddine dair verilen karar taraf vekillerinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararı tarafların vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının savunmasının usul hukuku bakımından mevsuf ikrar ( gerekçeli inkâr ) mı, yoksa bağlantısız bileşik ikrar mı olduğu; buna bağlı olarak ispat yükünün hangi tarafa ait bulunduğu noktasında toplanmaktadır.

Bu noktada “ikrar” kavramı hakkında şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır:

Somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ( HUMK )'nun 236. ( 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.188 ) maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır.

Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar, görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. ( İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine dair olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için bakınız. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı C. II, Ankara 2001, s. 2037 vd.; İlhan E. Postacıoğlu/Sümer Altay, Medenî Usûl Hukuku Dersleri, İstanbul 2014, s. 595 vd.; Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, 7. Bası, C. 1* 2, İstanbul 2000, s. 628 vd.; Necip Bilge, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. Baskı, Ankara 1978, s. 510 vd.; Hakan Pekcanıtez/Oğuz Atalay/Muhammet Özekes, Medenî Usûl Hukuku, 14. Baskı, Ankara 2013; s. 650 vd.; Baki Kuru/Ramazan Arslan/Ejder Yılmaz, Medenî Usul Hukuku Ders Kitabı, 32. Baskı, Ankara 2011, s. 382; Süha Tanrıver, Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, s. 212 vd. ).

İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar. Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır. Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.

Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.

İçeriği itibariyle ikrar ya basit ( adi ), ya vasıflı ( mevsuf ) ya da bileşik ( mürekkep, karmaşık ) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkâr da denilmektedir.

Basit ( adi ) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.

Vasıflı ikrarda karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin ( vasfının ) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir. Örneğin; davalı, davacıdan 1000 TL aldığını ikrar eder, fakat bu parayı ödünç olarak değil, hibe olarak aldığını bildirmesi halinde olduğu gibi, vasıflı ikrar bölünemeyeceğinden, davacı iddiasını, yani parayı ödünç olarak verdiğini kanıtlamalıdır.

Bileşik ( mürekkep ) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır. Öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.

Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 12.3.2003 gün ve 2003/3*118 E., 2003/158 K.; Hukuk Genel Kurulunun 28.4.2010 gün ve 2010/14*222 E., 2010/234 K.; Hukuk Genel Kurulunun 10.10.2012 gün ve 2012/13*264 E., 2012/700 K. sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.

Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde;

Davacı vekili, davalıdan alınacak mal karşılığı olarak müvekkili tarafından davalıya verilen çekler, elden ve banka havalesi yoluyla yapılan ödemeler karşılığı olan malın verilmediğini bildirerek ödenen bu miktarın iadesinin sağlanması için yapılan takibe vaki itirazın iptalini istemiştir.

Davalı taraf ise, davacının yapmış olduğu ödemeye dayanak çeklerden 6 tanesinin davacı şirket ortağı Cengiz K.'nun şahsi borcu için verilmiş olduğunu, elden ödemeye dair 5 adet tediye makbuzundaki kişilerin kendisiyle ilgisi bulunmadığını, EFT ödemelerinin ise borç ödemesi olarak yapıldığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir. İtirazın iptaline konu icra takibinde ise, borcun sebebi olarak “16/02/2011 tarihli 400.168,21 TL değerinde mal karşılığı gönderilen paraya karşılık malın ödenmemesi sebebiyle oluşan alacak” olarak gösterildiği, bu sebeple dava ve cevap dilekçesinde belirtilen çekler sebebiyle yapılan ödemelere dayanılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının, gönderilme nedeni belirtilmeyen havalelerin gelecekte alınacak mal karşılığı olarak verildiği iddiasını kabul etmeyerek, bu paraların borç ödemesine dair olduğu ileri sürülmüştür. Böylece davalı, davaya konu EFT'lerin kendisine gönderildiğini ( maddi vakıayı ) ikrar etmiş, ancak bunun davacı tarafından ileri sürülen sebeple ( gelecekte teslim alınacak mal karşılığı ) değil, başka bir sebeple ( borç ödemesi için ) gönderildiğini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmiştir.

Davalının, ikrar ettiği maddi vakıanın hukuki vasfının ileri sürülenden farklı bulunduğunu bildirmesi karşısında, somut olayda, basit ( adi ) veya bileşik ikrarın söz konusu olamayacağı çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukuki vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır. Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukuki vasıfta olduğunun ileri sürülmesi durumunda, vasıflı ikrardan söz edilmesi gerektiği ve vasıflı ikrarın bölünemeyeceği yukarda açıklanmıştır.

O halde, somut olayda davalının savunması, vasıflı ikrar ( gerekçeli inkâr ) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Buna göre, vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, ikrar eden tarafa ( davalıya ) değil, vakıayı ileri süren tarafa ( davacıya ) aittir.

Ayrıca davalı tarafından, davacının elden yapıldığını ileri sürdüğü ödemelere dair makbuzlarda isimleri bulunan kişiler ile bir ilgisinin bulunmadığını, böylece kendisine ileride mal teslimi için davacı tarafından yapılmış peşin ödeme olmadığını savunmuştur. Davalının bu beyanı ispat yükünü üzerine alacak nitelikte bir beyan olmadığından, bu vakıanın da davacı tarafından ispatlanması gerekmektedir.

Öte yandan, mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 457 ( Türk Borçlar Kanunu m. 555 vd. ) ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal nitelikçe bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini ( havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını ) ileri süren havaleci ( muhil ), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. ( Arif B. Kocaman, Türk Borçlar Hukukunda Havale, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 2001; Hukuk Genel Kurulunun 12.03.2003 gün ve 2003/3*118 E., 2003/158 K.; 10.10.2012 gün ve 2012/13*264 E., 2012/700 K. sayılı ilamları ).

Somut olayda, havaleci durumundaki davacı, değinilen yasal karine karşısında, davalıya yaptığı davaya konu havalenin, bir borcun ödenmesinden başka bir amaca yönelik bulunduğunu kanıtlama yükümü altındadır. Başka bir ifadeyle, havale kavramından hareketle yapılacak değerlendirmeye göre de, somut olayda kanıtlama yükümlülüğü davacıya aittir. Bu durumda; davacı, davaya konu ödemelerin ileride teslim alınacak mal karşılığı olarak gönderildiği yolundaki iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür; buna bağlı olarak, davalının davacı ile aralarındaki ilişkiyi kanıtlama yükümlülüğü bulunmamaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, davacı tarafından davalı hesabına EFT'lerin yapıldığı ve yapılan bu EFT'lerin davalı tarafından kabul edilerek tahsil edildiği, davalının bu EFT ödemelerine dair hukuku ilişkiyi, diğer bir deyişle borç ödemesine dair olduğu yönündeki beyanı karşısında ispat yükünü üzerine aldığından, yapılan EFT'lerin borç ödemesine yönelik olduğunu kanıtlaması gerektiği, bu sebeple Özel Daire bozmasının yerinde olduğu ileri sürülmüş ise de, Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş kabul edilmemiştir.

Hal böyle olunca; yerel mahkemenin “ispat külfetinin davacıda olduğuna yönelik” direnme kararı yerinde olup, taraf vekillerinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Dairesine gönderilmesi gerekmektedir.

SONUÇ : Yukarda açıklanan nedenlerden dolayı direnme kararı uygun olup, taraf vekillerinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 19. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 20.04.2016 gününde oyçokluğu ile karar verildi.