Mesajı Okuyun
Old 30-12-2007, 00:35   #6
ali ekmekçi

 
Varsayılan

Meslektaşım istisnai nitelikte iki karar buldum bilhassa ikinci karar olayınızla uyuşmasa da size bir fikir verebilir diye düşünüyorum ama genel manada 10 yıllık süreden kurtulmanız mümkün değil gibi görünüyor.MK.2.maddeyi olayınızda uygulamnız ne kadar mümkündür ayrıca tartışılabilir.
T.C.
YARGITAY
Onaltmcı Hukuk Dairesi
E: 2002/2131
K: 2002/3105
T: 16.4.2002

KADASTRO TESBİTİNE İTİRAZ
TAPULAMA KANUNUNUN UYGULANMASINDA, 10 YILLIK HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE ARANMAZ
ÖZET: Tesbit tarihi itibariyle oluydu 5602 sayılı Tapulama Kanunu uygulanacağından tapu dışı satıma değer verilmesi için herhangi bir süre öngörülmemiştir. Ayrıca; hukuki olaylara olayın vukuu bulduğu ve tesbit tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükümleri uygulanarak kazanılmış haklar korunur.
Bu prensiplerden hareketle tapu dışı satım şartlarının davacılar yararına gerçekleştiğinden tesbitin iptal edilerek taşınmazın davacılar adına paylan oranında tesciline karar verilmesi gerekir.
(5602 s. Tapulama K. m. 13/C-1)
(3402 s. Kadastro K. m. 13/B-b)

Taraflar arasında kadastro tespitinden doğan dava sonucunda verilen hüküm Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle dosyadaki belgeler okundu gereği görüşüldü:
Tapulama sırasında 208 parsel sayılı 18.000 metrekare yüzölçümünde-
ki taşınmaz Mart 1289 tarih 3 nolu tapu kaydı nedeniyle davalı taraf adına tespit edilmiştir, itirazı Komisyonca reddedilen davacılar taşınmazı 11.4.1951 ve 30.6.1953 tarihli senetlerle haricen satın ve teslim aldıkları iddiasına dayanarak dava açmışlardır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda; harici satın alma tarihinden tespit gününe kadar 10 yıllık süre dolmadığı gerekçesiyle davanın reddine ve çekişmeli parselin tespit gibi tesciline karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Çekişmeli parselin kadastro tutanağında işaret olunan tapu kaydı kapsamında kaldığı tartışmasızdır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, kadastro tespit tarihi itibariyle tapu dışı satım şartlarının oluşup oluşmadığına ilişkindir. Mahkemece tapu dışı satım olgusu kabul edilmiş, ancak tapu dışı satım tarihinden tespit tarihine kadar 10 yıllık süre geçmediğinden davanın reddine karar verilmiştir.
Kadastro tespiti 16.7.1954 tarihinde yapılmıştır. Tespit tarihi itibariyle olayda 5602 sayılı Tapulama Kanununun 13/Ç-1. maddesinin uygulanması zorunludur. Anılan maddede tapu dışı satıma değer verilebilmesi için herhangi bir süre öngörülmemiştir. Hukuki olaylara olayın vukuu bulduğu ve tespit tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükümlerinin uygulanması ve kazanılmış hakların korunması gerekir. Dosya içeriğinden tapu dışı satım şartlarının davacılar yararına gerçekleştiği sonucuna varılmaktadır. Hal böyle olunca tespitin iptal edilerek taşınmazın temyiz eden davacılar adına payları oranında tescile karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz olduğundan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), 16.4.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.
YARGITAY
Onbirinci Hukuk Dairesi
E: 2000/4507
K: 2000/5443
T: 12.6.2000

SERMAYE KOYMA BORCU
HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE
HAKKIN SUİSTİMALİ
ÖZET: Kadastro tutanağının kesinleşmesinden itibaren 3402 sayılı Yasanın 12. maddesi hükmüne göre 10 yıllık hak düşürücü süre gerçekleşmiş ise de şirketin kuruluşundan bu yana 39 yıl süre ile taşımazı şirketin kullanımına tahsis ve teslim eden, ve bu kullanıma iştirak eden., bu taşınmaz üzerindeki fabrikanın çalışması nedeniyle elde edilen karı paylaşan ortakların, kadastro tesbiti sırasında taşınmazın şirkete ayni sermaye olarak konulmasını ilişkin taahhüdü içeren şirket ana sözleşmesi hükümleri çerçevesinde beyanda bulunmaları gerekirken kasıtlı bir şekilde kendi adlarına tespit ve bu şekilde kesinleşme sağladıktan sonra açılan davaya karşı hak düşürücü sürenin dolmuş olduğunu ileri sürmeleri, MK nun 2. maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralına aykırı olup yasal himaye görmesi mümkün değildir.
(6762 s. TTK. M. 139/3,140/2,508) -
(3402 s. Kadastro K. m. 12)
(743 s. MK. m. 2)

Taraflar arasındaki davanın (Bartın ikinci Asliye Hukuk Mahkemesi)nce görülerek verilen 22.6.1999 tarih ve 1997/351-226 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanaktan ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, davalı murislerinin 12.4.1958 tarihli kuruluş sözleşmesi ile müvekkili Ltd. şirketi kurduklarını, ortakların kurulan şirkete dava konusu taşınmazı Türk Ticaret Kanununun 139/3 ve 508. maddelerinin verdiği izin gereğince sermaye olarak koyduklarını ve bu taşınmazın şirkete tahsis edilerek tuğla imalatına başlanıp 39 yıldır devam ettiğini, müvekkili şirketin geçerli şirket sözleşmesi ve iyiniyetli olarak kullanması nedeniyle dava konusu taşınmazın maliki olduğunun beyanla tapu kaydının iptali ile tüm eklentileri ve bütünleyici parçaları ile müvekkili şirket adına tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar Nedret, Ülkü, Nezihe, Aysel vekili, dava konusu parselin kadastro tutanağının 28.4.1964 tarihinde kesinleşmiş olduğunu, 3402 SK. nun 12/3. maddesine göre kesinleşmeden itibaren 10 yıl geçmesi ile tespitten önceki durumlara dayanılarak dava açılamayacağını savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalılar İsmail ve İbrahim cevaplarında, dava konusu taşınması sermaye olarak davacı şirkete verdiklerini davayı kabul ettiklerini beyan etmişlerdir.
Mahkemece, iddia, savunma ve dosyadaki belgelere göre, davacıların kadastro tespitinden önceki bir sebebe dayandıkları, 3402 SK.nun 12/3. maddesine göre 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacılar vekili temyiz etmiştir.
Dava, limited şirket ana sözleşmesinde şirkete sermaye olarak konulması taahhüt edilen gayrimenkulün taahhütte bulunan ortaklar adına olan tapu kaydının iptali ile şirket adına tapuya tescili istemine ilişkindir.
Davacı şirketin 12.4.1958 tarihli kuruluş esas mukavelenamesinde kuruculardan Mustafa dava konusu gayrimenkuldeki 13/16 hissesinin yarısını, Cemal 3/16 hissesini ve Celal gayrimenkuldeki hissesini yarısını şirkete sermaye olarak taahhüt etmişler, o tarihten itibaren bu gayrimenkul üzerinde kurulu şirkete ait tuğla fabrikası nizasız olarak şirket tarafından işletilmiştir.
Dava konusu taşınmazın kadastro tespiti 28.4.1964 tarihinde kesinleşmiş olup, buna göre taşınmaz davacı şirkete sermaye olarak taahhüt edilmesine rağmen, yukarıda adı geçen şahıslar adına tapuya tescil edilmiş ve üzerinde bulunan fabrikanın ise şirket ortaklarına hisseleri oranında ait olduğu beyanlar hanesinde gösterilmiştir.
Türk Ticaret Kanunu'nun 140/2. maddesine göre "sermaye olarak gayrimenkul mülkiyeti ve gayrimenkul üzerinde mevcut veya tesis edilecek ayni bir hakkın konulması taahhüdünü ihtiva eden şirket mukavelesi hükümleri resmi şekil aranmaksızın muteberdir." Buna göre, madde de belirtilen şirket mukavelesi resmi şeklin yerine geçmekte olup, şirket sözleşmesi tapu memuruna götürülerek ilgili taşınmazın şirket adına tescilinin sağlanması mümkündür. Mülkiyet tescil ile şirkete geçmektedir. Başka bir deyişle, taşınmazın şirkete ayni sermaye olarak konulmasına ilişkin taahhüdü içeren ana sözleşme şirkete tescili talep etme hakkını bahşeden geçerli bir hukuki sebep olup, ihtilaf halinde şirketin tescil davası açabileceği tartışmasızdır. Her ne kadar mahkeme karar gerekçesinde de değinildiği üzere kadastro tutanağının kesinleşmesinden itibaren 3402 sayılı Yasanın 12. maddesi hükmüne göre 10 yıllık hak düşürücü süre gerçekleşmiş ise de, somut olayın özelliğine göre, şirketin kuruluşundan bu yana 39 yıl süre ile taşınmazı şirketin kullanımına tahsis ve teslim eden ve bu kullanıma iştirak eden bu taşınmaz üzerindeki fabrikanın çalışması nedeniyle elde edilen karı paylaşan ortaklanın, kadastro tespiti sırasında şirket anasözleşmesi hükümleri çerçevesinde beyanda bulunmaları gerekirken kasıtlı bir şekilde kendi adlarına tespit ve bu şekilde kesinleşme sağladıktan sonra, açılan davaya karşı hak düşürücü sürenin dolmuş olduğunu ileri sürmeleri tipik bir hakkın suistimali davranışı olması karşısında Medeni Kanun'nun 2. maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralına aykırı olup, yasal himaye görmesi mümkün değildir. 0 halde, mahkemece davanın esasına girilerek taraf delillerinin toplanması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde hak düşürücü sürenin dolmuş olması nedenine dayalı olarak davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
S o n u ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 12.6.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.