Mesajı Okuyun
Old 11-09-2014, 19:38   #3
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

1.Hukuk Dairesi
Esas: 2011/9604
Karar: 2011/11134
Karar Tarihi: 31.10.2011

Dava ve Karar: Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, ortak mirasbırakanları M. A.’ın kayden malik olduğu 4904 ada, 1 parsel sayılı taşınmazı mirastan mal kaçırmak amacıyla oğlu A.’in eşi olan davalı B. A.’a ölünceye kadar bakma akdi ile temlik ettiğini, gerçekte bağış yapıldığını, ivazlı akit yapılmadığını ileri sürerek tapu kaydının miras payları oranında iptali ile adlarına tesciline olmadığı taktirde taşınmazın dava tarihindeki değerininmiras payları oranında faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini, aşamalarda ise son kayıt maliki H. S.’ın davalı ile fikir ve elbirliği içinde hareket ettiğini belirterek davaya dahil edilmesini aksi halde aleyhine açılacak dava ile birleştirilerek yargılamanın yürütülmesini istemiştir.

Davalı B. A., ölünceye kadar bakma akdinin ivazlı akitlerden olduğunu, sözleşmeden kaynaklanan edimini yerine getirdiğini, murisin sağlığında bakım borcunun yerine getirilmediğinden bahisle bir şikayeti olmadığı gibi dava da açmadığını belirterek davanın reddini savunmuş, diğer davalı H. S. ise; taşınmazı tapu kaydına güvenerek iktisap ettiğini, TMK’nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanması gerektiğini, hakkında usulüne uygun açılmış bir dava bulunmadığını bildirmiştir.

Mahkemece; muvazaa olgusunun kanıtlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Karar, davalılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi İ. A.’ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.

Dava, muris muvazaası ile akde aykırılık hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil olmadığı takdirde tazminat isteklerine ilişkindir.

Mahkemece; yapılan temlikin 01.04.1974 tarih, ½ sayılı İçtihadı birleştirme Kararı uyarınca muvazaa ile illetli olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Gerçekten de; akde aykırılıktan dolayı açılacak davaların miras bırakan tarafından açılması gerektiği bu yönde mirasçıların dava açmaya haklarının bulunmadığı gözetilerek mahkemece; bu isteğe hukuki netice bağlanmaması isabetlidir.

Ancak; iptal ve tescil davaları son kayıt malikine karşı açılır ve her dava açıldığı tarihteki koşullara tabidir. Eldeki dava 21.05.2010 ‘da 15.04 ‘de B.’a karşı husumet tevcih edilerek ikame edilmişse de bu saat itibariyle kendisine husumet yöneltilen davalı taşınmaz maliki değildir. Dava tarihinde davalı kayıt maliki olmadığına göre açılan davanın dinlenme olanağından söz edilemez. Dahili dava yoluyla da bir kimseye taraf sıfatı verilmesine de olanak yoktur. Ne var ki; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Yasada öngörülen hükümler usule ilişkin olup kamu düzeni ile ilgilidir. Ayrıca bu Yasanın geçici 3. maddesi 1086 sayılı HUMK’nun 427 ila 434 maddelerinin temyiz aşamasında uygulanacağını bir başka ifadeyle anılan maddeler dışındaki yasal düzenlemelerin eldeki davalara da tatbik edilmesi gerekeceğini öngörmüştür. Buna göre; dava tarih ve saatinden 24 dakika önce taşınmazın satış yoluyla temlik edilmesi ve temellük eden H.’ın davaya dahil edilerek işin esası bakımından neticeye gidilmiş olması 6100 sayılı HMK’nun 124/3 maddesi hükmüne uygundur.

Öte yandan; ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir bağıttır. (B.K.m.511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme, bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer.(B.K.m.514).

Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Kural olarak bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikinde muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır.(B.K.m.18). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun l.4.1974 gün ve l/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.

Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.

Eldeki davada; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde bir değerlendirme yapılarak sonuca varıldığından söz edebilme olanağı yoktur.12.05.2010 tarihinde ölen murisin yedi kızı, bir oğlu bulunmaktadır. Kızlardan beşi davacı, tek oğlu A.’in eşi mirasbırakının gelini olan B. ise davalıdır. Muris 97 yaşında ölmüştür. Ölünceye kadar davalı gelini ve onun eşi A.’le birlikte aynı çatı altında hayatını idame ettirmiş, maddi ve manevi, sosyal beşeri her türlü ihtiyacı davalı tarafından karşılanmış ve bakım koşulları yerine getirilmiştir. Esasen temlikten sonra muris, 6 yıl daha yaşamış bu süre içerisinde mirasbırakan akde aykırılıktan da bir dava açmamıştır. Ayrıca mirasbırakının davalının eşi olan oğlu A.’e yaptığı temliklere ilişkin olarak açılan muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davaların kabulle sonuçlanmış olması davalıya yapılan temlikin de muvazaalı olduğunu göstermez ve karine teşkil etmez.

Öyle ise; yukarıda açıklanan ilke ve olgular çerçevesinde somut olaya bakıldığında; mirasbırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olmadığı kabul edilmelidir. Buna göre ikinci el konumundaki taşınmazı temellük edenin iyiniyetli olup olmadığı neticeye etkili değildir.

Hal böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmadığı gibi kabul tarzı itibari ile de davalı ile ondan temellük eden H.’ın el ve işbirliği içinde oldukları kabul edildiğine göre gerek yargılama giderlerinden gerekse avukatlık ücretinden birlikte sorumlu tutulmalarının gözetilmemesi de isabetli değildir.

Sonuç: Davalıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü 6100 sayılı HMK’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 31.10.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

***24 saat de HMK 124/3'e uygun olabilir.