Mesajı Okuyun
Old 19-07-2011, 09:06   #22
fikirbay

 
Varsayılan

Peki ya, hukukun yasalar eliyle sınırladığı eylemlere/işlemlere, bireysel ahlak anlayışı ile konulmuş ipotekleri nasıl kaldıracağız? Bireyin bireysel ahlak anlayışı, o bireyin hukuk anlayışını da veya diğer bir deyişle "hakimin vicdani kanaati"ni de belirleyen ana unsur değil mi?

Kendi yürüttüğüm davalardan somut bir örnek vereyim:

2003 yılında Mainz'daki 4 yıllık diplomatik görevimden, yurtdışındaki 4 yıllık sürem dolmadan, göreve başladıktan 1,5 yıl sonra merkeze çekildim. Meşhur teklif/onay sistemine dayalı olarak bakanlık komisyonu kararının bakan tarafından uygun görülmesiyle esası oluşturulan bir üçlü (ortak/müşterek) kararname ile merkeze atanmıştım. İptal davası açtım. Davanın üç temel noktası vardı. 1-Ortak kararnamenin esasını teşkil eden yönetmelik Resmi Gazete'de yayınlanmamıştı ve bu tartışmasız bir iptal nedeniydi. 2-Bakanlık Komisyonu'nun, yasadaki amir hüküm gereği, 7 müsteşar yardımcısı, 1 teftiş kurulu başkanı ve 1 sözcüden meydana gelmesi zorunlu iken, 3 üye eksikle toplanan komisyon tarafından merkeze atanmama karar verilmişti ve bu da tartışmasız bir iptal nedeniydi. Şahsıma husumet beslediği kanıtlanmış birinin komisyona katılmış olması da bir iptal nedeni idi. Yasa gereği komisyona raportör olarak katılan Personel Dairesi Başkanı şahsıma husumet beslediğini belgelerle kanıtlayabildiğim bir şahıstı ve komisyon üyesi olan teftiş kurulu başkanı komisyona katılmamış iken, Mainz'daki iki teftiş raporuna istinaden (!?) komisyona sunulan bilgilere dayalı olarak karar verilmiş olduğu yazılıydı ve anılan teftiş raporlarında açıkça başka memurlara yazılmış olan kusurlar, belli ki teftiş kurulu başkanının yokluğunda, raportörün ahlaksızlığı sayesinde şahsıma fatura edilmişti.

İdare Mahkemesi reddetti, Danıştay 5. Dairesi de onadı ve davayı AİHM'ne götürdüm. Tabii ki, "hukukilik denetimi" açısından "tartışmasız" olan iptal nedenlerinin görmezden gelinmesine çok içerlemiştim. Merkeze atama işleminde, Mainz'daki huzursuzluk nedeniyle "Başkonsolos da dahil" tüm diplomatik memurların başka yerlere atanarak dağıtıldığı göz önünde tutularak merkeze atanmamla ilgili işlemde kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırılık görülmemişti. Davamın ret gerekçesi buydu. Hukukilik denetimi yapılmayarak, alenen, yerindelik denetimi yapılmıştı. Ben de kızmıştım. Kızgınlıkla, Bakanlıktaki başka memurların benzer davalarını da ücretsiz üstlendim ve yönetmeliğin resmi gazetede yayımlanmamış olması sebebiyle bir dava ve ayrıca komisyonun eksik üye ile toplanmış olması sebebiyle de bir başka davayı, benim Mainz'dan merkeze çekilmemde bu iptal nedenlerinin hepsi bir aradayken dahi iptal verilmemişken, kazandım. Şimdi, bu somut olayda açık ve net olarak görüyorum ki, idarenin nüfuzuna boyun eğmiş olan hakimlerin ahlaki tutumu (etik dışı çifte standardı) nedeniyle kurban edilmişim.

Bu durumu 5. Daire üyelerine daha başka davalarda ifşa ettim. bakın benim davamı reddettiniz, ama, aynı gerekçeyle, başka isim altındaki davalarda sizden kabul kararı elde ettim. Neydi bana yaptığınız dedim.

Bu arada, idare, bana ve eşime bir "ahlaksız teklif" yaparak, 2009 yılında eşimle birlikte 4 yıllık diplomatik görevlere hem de 5'er yıllığına ve unvan da vererek atamayı teklif etti, ama hukuk mücademlemden vazgeçerek tüm davalarımı geri çekmem karşılığında... İyi mi? Ahlaki duruş sergileyerek tekliflerini reddettim ve bunun üzerine idare bizi atamaktan vazgeçti. Ancak, yapılan ahlaksız teklif ile ilgili ses kayıtlarını Danıştay'a sundum. Nihayet tüm olan bitenlerden "utanan" hakimlerimiz 2006 ve 2007 yıllarındaki iki ayrı atamama işleminin iptali ile ilgili davalarımda bu kez de komisyona sadece 1 üyenin katılmamış olmasını gerekçe göstererek iki davamı lehimde bozdu... Tam bir komedi.

Sorun hukuk ile alakalı değil. Buradaki sorun ahlak/etik sorunu. Hukukun yasalar eliyle sınırladığı ve yargıçları hukukilik denetimine zorladığı bir olayda, ahlaki/vicdani duruş olmaması nedeniyle kayıplara uğradık...

İnsanların üç temel güdüsü var. 1-Uyumak; 2-Beslenmek; 3-Sevişmek... Uyumak içe dönük. Toplumla/tabiatla münasebet yok. Beslenmek dışa dönük. Toplumla/tabiatla münasebet var. Sevişmek ise insan-insan ilişkisi gerektiriyor. En karmaşık psikolojik/sosyolojik etkileri olan güdü de bu...

Yapısı böyle olan "insan" hukuk yaratıyor. Bireysel ahlak/vicdan ister istemez ve a-priori olarak meselenin temeli oluyor. İnsan, en iyisini yemek ve en iyisi ile sevişmek istiyor. Bu durum, bireysel ahlakını/vicdanını etkiliyor. Ahlak, öncedir ve önceliği devirden devire değiştirilemez. Geçmişteki gibi, gelecekte de ahlak önce olacaktır. Ahlak, "a-priori"dir. Hukuk, sonradır. Hukuk, "a-posteriori"dir... Neticede, "elektronik yargıç" vicdansız olacağı için, ahlaklı/vicdanlı hakimlere (bireylere) daima muhtacız...

Bu arada, idare tarafından bana ve eşime (eşim de diplomattır) 2009'da yapılmış olan ahlaksız teklifi bireysel ahlakım ile reddettim ve reddettiğim menfaatin de bilinmesinde fayda var: Eşimle birlikte unvan da verilerek atanmayı kabul etseydim, birimiz 7000 Dolar birimiz de 8000 Dolar olmak üzere aylık 15000 Dolar maaş almaya başlayacaktık. 2011'de olduğumuza göre, 24 aylık tutarını hesaplayın ve sorun kendinize, ne uğruna reddetti bunu bu? Bireysel ahlakı yüzünden reddetti. Başka izahı yok. Bu duruş ile yargıçlara da derslerini vermek istedim. Aldılar mı sizce? Bu konuda zorlayıcı hukuki (hukukun yasalar eliyle sınırladığı) bir yaptırım yok. Bireysel ahlakları/vicdanları var ise ders almışlardır... Olay bu kadar açık ve net...