Mesajı Okuyun
Old 25-03-2013, 10:48   #12
Mustafa Öztok

 
Varsayılan

Aşağıda Altunay Kararı yer almaktadır; Kararda açıkca Hukuk Genel Kurulu'nun 2009 yılında kişilerin tazminat alabileceklerine dair karar verdiğini ve şahısların tazminat alamayacağına dair önceki kararından döndüğünü belirtmektedir. Biz zamanaşımının olmadığı yönlü eski iddiamızı tekrarlamaktayız. Bu sebeple zamanaşımının Altunay kararı ile başlatılması belki mümkün olabilir denebilir.

Devletin Tapulu Orman Arazilerini Tazminatsız Geri Alması Uygulamasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Altunay Kararı (15 Mayıs 2012)


Kamuya ait kabul edilen, başta orman alanları olmak üzere, kıyılarda Hazine adına kayıtlı olması gereken arazilerin, tapulu maliklerinden tazminatsız olarak geri alınması ve kamu adına tescil edilmesi işlemleri yıllardan bu yana davalara konu olmaktadır. Mülkiyet hakkı temelinde en azından adil bir tazminat hakkı talep eden ilgililerin istekleri iç hukukta kabul görmeyince konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önüne gitmiştir.

2008 tarihli Turgut ve diğerleri/Türkiye kararında konuyu ele alan AİHM, tapulu taşınmazın tazminatsız bir şekilde geri alınmasının mülkiyet hakkına orantısız bir müdahale olduğuna karar vermiştir. Takip eden pek çok kararında da bu yaklaşımını ortaya koyan AİHM, geri almanın kamu yararına olduğunu (orman ve doğanın korunması gibi) ileri sürmüşse de, AİHM, bu doğru olmakla beraber, gene de mülkiyet hakkına orantısız bir müdahalenin söz konusu olduğu kabul etmiştir.

Anılan AİHM kararları sonrasında Yargıtay, olumlu bir uyum örneği sergileyerek, 2009 yılında içtihat değişikliğine gitmiş ve bu durumda kişilere makul oranda tazminat ödenmesini karara bağlamıştır. Son olarak Yargıtay 20.Hukuk Dairesinin 2011/2012 tarihli kararları ile, AİHM kararlarına atıf yapılarak, kadastro tespiti sırasında yapılan hatalar dahil tapu kayıtlarındaki hatalardan Medeni Yasa'nın 1007 inci maddesi gereği devletin sorumluluğunun olduğu, zarara uğrayan kişilerin Borçlar Yasası 125 inci madde hükmüne dayalı olarak 10 yıllık zamanaşımı süresi içinde dava açabilecekleri hükme bağlanmıştır.

Yargıtay'ın bu görüş değişikliği AİHM nezdinde de yankı bulmuştur. AİHM, Altunay/Türkiye başvurusunda (Başvuru no: 42936/07) verdiği 15 Mayıs 2012 tarihli kararla (2012), Yargıtay kararları doğrultusunda ilgilinin 10 yıllık zamanaşımı süresi içinde tazminat davası açma hakkının bulunduğunu, tazminat miktarının çeşitli ölçütlerin (potansiyel gelir, emsal arazi değerleri gibi) birarada ele alınmasıyla saptanacağını, kabul ederek başvuru hakkında kabul edilemezlik kararı vermiştir.

AİHM'in bundan sonraki süreçte bekleyen ve olası başvurularda, aynı gerekçe ile kabul edilemezlik kararı vermesi beklenmektedir. Bu nedenle ilgililerin tazminat istemlerini zamanşımı süresi içerisinde (AİHM'in belirtilen Altunay kararında zamanaşımı süresinin tapu kaydının geçersizliği ile kamu adına tescile dair Mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren işlemeye başlayacağını açıkça belirtmiştir) açacakları dava ile talep etmeleri yerinde olacaktır.(16.05.2012)



Altunay v. Türkiye kararıyla Mahkeme bir kez daha, kendisine başvuru yapıldıktan sonra ulusal hukukuta yeni bir başvuru yolu ortaya çıktığını gerekçe göstererek geçmişe yürürlü olarak oyunun kurallarını değiştiriyor. Benzer bir uygulama daha önce köy boşaltmalara ilişkin olarak 5233 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra da Mahkeme tarafından benimsenmişti (bkz. İçyer v. Türkiye kabuledilemezlik kararı, 12 Ocak 2006– 18888/02).
Yargıtay’ın orman arazisi olduğu gerekçesiyle iptal edilen tapular için tazminat talep edilebilmesine olanak tanıyan yeni yaklaşımı nedeniyle Mahkeme Altunay v. Türkiye (15 Mayıs 2012–42936/07) davasında benzer nitelikli başvurulara uygulanmak üzere tüketilmesi gerekli etkili bir iç hukuk yolu oluştuğundan bahisle kabuledilemezlik kararı verdi.
Dava ulusal mahkemelerin, “orman arazisinin” bir parçası olarak sınıflandırılan arazilerin tapularının iptalinin sonucu olarak başvurucuların zararları için Medeni Kanunun 1007. maddesi uyarınca tazminat talebinde bulunabilmesini mümkün kılan Kasım 2009 tarihinden itibaren geliştirdikleri yaklaşım değişikliğiyle ilgilidir.

Davaya konu olgular

Başvurucu Mehmet Altunay 1956 doğumludur ve Konya’da yaşamaktadır.
Başvurucu 1999 yılında (Karaman İli) Ermenek İlçesinin Çavuş Köyünde tarım arazisi olarak sınıflandırılmış tapulu bir arazinin sahibi olarak tapu kütüğüne kaydedilmiştir.
Orman Genel Müdürlüğü (“yetkililer”) 10 Mayıs 2004 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesinde arazinin kendi adına tapuya kaydedildiği dönemde orman arazisinin bir parçası olduğu gerekçesiyle tapu iptali davası açmıştır. Yetkililer 1999 tarihinde kadastro kayıtlarının güncellendiğini göz ardı etmişler ve bu durumun gözlerinden kaçmış olduğunu ileri sürmüşlerdir. 22 Kasım 2004 tarihinde yerel mahkeme kendi incelemesi ve bilirkişi raporu çerçevesinde yetkililerin davasını reddetmiştir.
Yargıtay, yerel mahkeme hükmünü eksik inceleme gerekçesiyle bozmuş ve dosyayı eksikliklerin tamamlanması için iade etmiştir.
2 Kasım 2006 tarihinde yeni keşif ve bilirkişi raporu temelinde yerel mahkeme başvurucunun tapu belgesini “orman arazisi” Hazine’ye ait olduğu için iptal etmiştir.
Başvurucunun temyiz talebi Yargıtay tarafından 27 Mart 2007 tarihli kararla reddedilmiş ve ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.
İç hukuktaki gelişmeler

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Kasım 2009 tarihinde bu konudaki daha önceki kararından dönmüştür. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin bu konudaki içtihatlarına dayanarak, tapu kayıtlarındaki yanlış kayıtlardan kaynaklanan ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş ya da kısıtlanmış olanların tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı sorumlu olduğundan Devleti sorumlu tutabileceğine hükmetmiştir. Son olarak özel kişilerin tapularının ait olduğu arazilerin orman arazisi olduğu için iptal edildiğinde Medeni Kanunun 1007. maddesi uyarınca tazminat talep edebileceklerini ilan etmiştir.
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, Ekim 2011 tarihinde, taşınmaz mülkiyeti iptal edilerek Hazineye devredilen herkesin Medeni Kanunun 1007. maddesi ve Borçlar Kanunun 125. uyarınca 10 yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceklerine hükmetmiştir. Yargıtay tapu kayıtlarındaki düzensizlikler nedeniyle Devletin kusursuz sorumluluğu bulunduğunu ve tazminat miktarının mevcut arazinin kullanımı, niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal bedeline bakarak tespit edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Başvurucunun şikâyeti
Sözleşme'nin 1 Nolu Protokolünün 1. maddesine dayanarak, başvurucu tazminat ödenmeksizin mülkiyetini kaybetmiş oluşunun mülkiyetinden barışçıl olarak yararlanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
Mahkeme’nin kararı
Hükümet, başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmediği itirazında bulunmuştur. Hükümet, Devletin tapu kayıtlarının tutulmasından kaynaklanan zararlardan dolayı Devletin sorumluluğunu öngören Medeni Kanunun 1007. maddesi uyarınca tazminat elde edebileceğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, Mahkeme’nin içtihatlarına dayanarak, başvurunun yapıldığı tarihte ulusal mahkemeler önünde tazminat talep etme olanağının bulunmadığını ileri sürmüştür.
Mahkeme, ulusal hukuk ve uygulamadaki yapısal ya da genel eksikliklerin tespit edildiği koşullarda benzer davaların Mahkeme önüne getirilmesinden kaçınmak için izlenebilecek en uygun stratejinin davalı Hükümetin var olan başvuru yollarının etkililiğini gözden geçirmek, yenilerini oluşturmak olduğunu yinelemektedir. Bundan dolayı, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin denetiminde, Mahkeme’nin bir dizi benzer davada ihlal tespitini yinelememesi için, eğer uygun olursa geriye yürürlü olarak gerekli adımları atmanın ulusal mercilere düşmektedir. Aksi halde, mevcut durum Sözleşme tarafından kurulan insan haklarının korunması mekanizmasını tehdit edebilir.
Bu konuda 8 Temmuz 2008 tarihli Turgut ve Diğerleri v. Türkiye kararından beri 40’a yakın hüküm vermiş olduğu ve aynı konuda Mahkeme’nin önünde halen yüzlerce davanın beklediği olgusu, tapulama [davalarının] usulünde tazminatsız iptalin sistematik bir sorun olduğunu göstermektedir.
Bu nedenle, ulusal mahkemeler, Mahkeme’nin kararlarını esas alarak, yaklaşımlarını değiştirmişlerdir. Yargıtay, 2009 yılının sonunda Medeni Kanunun 1007. maddesinin uygulanmasına ilişkin pozisyonundan geri dönmüş ve orman arazisi olarak nitelendirildiği için mülkiyetinden mahrum olmuş olan kimselerin açtığı tazminat davalarını kabul etmiştir. Bu yaklaşım sonraki birçok kararda da teyit edilmiştir. Yargıtay 2011’de orman arazisinin parçası olduğu gerekçesiyle mülkiyetlerinden mahrum olan özel kişilerin buna ilişkin kararın kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içinde kayıplarının gerçek değerini karşılayan bir tazminat talebinde bulunabileceklerine hükmetmiştir. Yargıtay ayrıca tazminat miktarının söz konusu arazinin kullanılma şekli, niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal değerlerin dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine de dikkat çekmiştir. Bu başvuru yolu halen düzenli olarak kullanılmakta ve ulusal mahkemeler Mahkeme’nin içtihatlarını ve Sözleşme’nin 1 Nolu Protokolünün 1. maddesine dayanarak ilgili mevzuat hükümlerini uygulamaktadırlar.
Bu nedenle, Mahkeme başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın kesinleşmesinden (27 Mayıs 2007) itibaren 10 yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini gözlemlemiştir. Başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmemiş olduğunu dikkate alarak başvurunun oybirliğiyle kabuledilemez olduğuna hükmetmiştir.
Karar aslı Fransızca olarak kaleme alınmıştır.