Mesajı Okuyun
Old 15-01-2007, 12:03   #68
NİLGÜN SEYMEN

 
Kitap Dostluk ipliği...

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı
varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok
soğuk bir kış gecesi dükkânı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve
çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası.
Günler boyu iş aramış ama bulamamış. Yük taşımış,Bulaşıkçılık yapmış, yine
de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de
sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini.
Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek
yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan
ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış
kaldırıma.
Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı
adam;
"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.
Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım
attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki
paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,
"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, Ona nasıl yardım etsem acaba?"

diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın Ve
kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve
onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadamı
terzinin yanına yaklaşıp,
"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim"
deyince,
"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını
düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş"
diye yanıt vermiş terzi. Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o
da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü
yakıştıramıyormuş.
"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?"
diye soran yaşlı adam,
"Ben terziyim"
yanıtını alınca
"Benimle gel, hayat hikâyeni yolda anlatırsın"
diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi. Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki
dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına
çok üzülen İyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkân açmasına yetecek kadar
para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç
adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın
heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da
desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak
yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir
modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya
başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş. Bir gün ihtiyar adam
onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt
dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet
ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen
bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmış.Yeni işadamımız ise büyük işi
kaçırmak istemediği
İçin uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun sure hastanede
yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi
bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya
koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş aradan o kadar uzun bir
süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş.
Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını
kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkân kalmış.
Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son
derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü
dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş. Ve başlamış anlatmaya:
"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun
keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın
bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını
alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş. Ağaçların arasında yürürken
birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir
bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona
"Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel
şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para
kazanacaksın"
demiş. Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış.
Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve
herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen
eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için
koştururlarken, bülbülün yardım İsteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi
bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye
gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış
oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar
söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış. Oduncu
kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış.
İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin
bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel
giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."
Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü
yokmuş...

Bu hikayeyi pazar günü yeğenim anlattı ben de sizler ile paylaşmak istedim.