Mesajı Okuyun
Old 17-11-2019, 20:33   #5
Av. Aybars Karakırık

 
Varsayılan Emsal kararlar

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2015/15330
K. 2017/2742
T. 9.5.2017
6098/m.506
6102/m.732

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Denizli Asliye Ticaret Mahkemesi'nce verilen 19/03/2015 tarih ve 2014/86-2015/232 Sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili; müvekkilinin senet borçlusundan alacaklarına karşılık olarak 3 adet senedi aldığını ve bu senetlerin protesto ettirilmesi amacıyla Yapı Kredi Bankasına teslim edildiğini, senetlerin banka şubesi tarafından kaybedildiğini, banka tarafından senetlerin kendilerince kaydedildiği beyanıyla Asliye Ticaret Mahkemesinde zayi davası açıldığını ve zayi kararı verildiğini, senetlerin banka şubesince kaybedilmesi sonucu müvekkilinin senet borçlusu A. G. aleyhine İcra Müdürlüğünün 2011/5714 Sayılı ilamsız icra takibi başlatıldığını, zayi davasındaki süreçte senet borçlusunun malvarlığını başkaları üzerine aktararak mal kaçırdığını, dolayısıyla müvekkilinin senet bedellerini tahsil edemediğini, banka tarafından senetler zayi edilmeseydi bu sonucun doğmayacağını, müvekkilinin zararından bankanın sorumlu olduğunu beyanla senet bedelleri ve işlemiş faizinin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili; senetlerin vadelerinde icraya konulması durumunda da tahsilinin mümkün olamayacağını, zayi davasının 2009 da kesinleştiğini, davacının 2011 de takip yaptığını, bu süreçteki gecikmenin davacının tercihi olduğunu beyanla davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece tüm dosya kapsamına göre; senet bedellerinin tahsil edilemeyişi ile senetlerin zayi edilmesi arasında illiyet bağının olmadığı, senetlerin vadesinde takibe konulması halinde tahsilinin mümkün olduğunun davacı tarafından somut bir delille ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 3,70 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 09.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

****



T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/7913
K. 2011/8314
T. 5.7.2011

6762/m.669
DAVA : Taraflar arasında görülen davada Isparta 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen 17.2.2009 tarih ve 2008/135-2009/74 Sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Berkant Şengel tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin 20.000 YTL ve 7.000 YTL bedelli iki adet bonoyu protestolu tahsil için davalıya teslim ettiğini, vadesi geldiği zaman itibariyle bonoların kaybedildiğini, davalıya tazmin için dava açıldığını, bonoların borçlusu aleyhine dava açılmadan veya takip yapılmadan doğrudan dava açılamayacağı gerekçesiyle reddine karar verildiğini, davalının aldığı zayi belgesiyle borçlusu aleyhine takip yapıldığını, ancak vade tarihleri itibariyle borcu karşılayacak malvarlığı olan borçlunun kaybı fırsat bilerek mallarını kaçırdığını, banka hesaplarını boşalttığını, neticede takibin sonuçsuz kaldığını, borç ödenmeden aciz belgesi alındığını, davalının zarara sebep olduğunu ileri sürerek, 20.000 YTL'nin 10.10.2005, 7.000.00 YTL'nin 30.10.2005 tarihinden itibaren en yüksek banka faiziyle tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın alacak davası olarak açılamayacağını, asıl borçlunun aciz içinde olması sebebiyle davacının alacağına kavuşamadığını, müvekkilinin kusurunun olmadığını, zayi sebebiyle mallarını kaçırma iddiasının soyut kaldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, toplanan kanıtlar ve tüm dosya kapsamına göre, uyuşmazlığa konu bonoların tahsil amacıyla davalıya teslim edildiği, yedindeyken bu senetlerin kaybolduğu, davacının bonolar sebebiyle borçlusu hakkında icra takibi yaptığı, herhangi bir mal bulunmadığından borçlu hakkında aciz belgesi alındığı, bonoların kaybolmasında davacıya atfedilecek bir kusur bulunmadığı, zarara uğradığı gerekçesiyle davanın kabulüne, 20.000.00 YTL'nin 10.10.2005, 7.000.00 YTL'nin ise 30.10.2005 tarihinden itibaren ticari faiziyle tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Dava, tahsil cirosuyla davalı bankaya verilen iki ayrı bononun kaybedildiği, alacağın tahsil edilemediği ve bu sebeple zararın doğduğu iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Dava dışı borçlunun keşideci, davacının lehtar olduğu iki ayrı bononun tahsil amaçlı olarak davalıya verildiği, birinin protesto edildikten, diğerinin ise henüz vadesi gelmeden davalı nezdinde kaybedildiği, davacının, doğrudan davalı aleyhine açtığı davanın, önce bonoların asıl borçlusuna başvurulması gerektiği, zamansız açıldığı gerekçesiyle reddine karar verildiği hususları çekişmesizdir. Ayrıca, davacının erken açtığı bu dava sonrası asıl borçluya karşı başlattığı takibin semeresiz kaldığı, haczi kabil mallarının bulunmadığının tespit edildiği, borçluya dair borç ödemeden aciz vesikası sunulduğu yönleri de dosya kapsamıyla sabittir. İşbu dava, bonoların vekil hamili konumundaki davalının senetleri tahsil aşamasında kaybettiği, bu sebeple bedellerinin tahsil edilemediği ve zararın doğduğu iddiasına dayanmaktadır. Davalının vekil hamil olarak zarardan sorumlu tutulabilmesi için, bonoların kaybedilmesi ile davacının bono bedelini tahsil etmemesi arasında doğrudan illiyet bağının ve bu şekilde vekalet akdinin ihlal edildiğinin kanıtlanması gerekmektedir. Bonoların kaybı sonrasında dava dışı borçlunun bu kayıptan yararlanarak davacı alacaklının alacağına kavuşmasını engelleyici davranış ve tasarruflarının varlığı ispat edilmelidir. Başka bir ifadeyle, bonolar kaybedilmemiş ve vadeleri sonunda hemen takibe konulmuş olsa bile dava dışı borçlunun borcunu ödeyemeyeceği sabitse, davalının salt bonoların kaybedilmesi sebebiyle sorumlu tutulmasının gerektiğinin kabulü doğru değildir. Bu durum karşısında, açılan bu davanın bir tazminat davası olduğu dikkate alınıp, yukarda açıklanan hususlar çerçevesinde davacıya ispat imkanı tanınıp, tüm kanıtlar değerlendirilmek suretiyle sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davalı yararına BOZULMASINA
, ödenen temyiz peşin harcın istemi halinde temyiz edene iadesine, 5.7.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
KARŞI OY :
Dava, davalı vekil hamil bankanın özen yükümlülüğünü yerine getirmemesi sebebiyle uğranılan zararın tazminine ilişkindir.
Her şeyden önce zarar ile tazmini farklı kavramlar olup, doğan bir zararın sonradan tazmin edilmiş yahut edilebilecek nitelikte olması, o zararın doğmamış olduğu anlamına gelmez. Bu bakımdan vekil hamil bankanın, sebepten mücerret ve kambiyo senedi niteliğindeki bonoları yitirmesinden ötürü alacağını senetsiz olarak takip etmek durumunda kalan davacının bu sebeple somut bir zarara uğradığı ve işbu zararın işbu dava sırasında da giderilmemiş olduğu sabittir.
Öte yandan, davacı yan tarafından davalı vekil hamil banka aleyhine açılan daha önceki dava, evvelce bono borçlusuna başvurulmamış olması sebebiyle zamansız olarak nitelenmiş ve bu karar Yargıtay incelemesinden de geçmek suretiyle kesinleşmiştir. Söz konusu hükümün, davalı banka tarafından gerekçesi yönünden temyiz edilmediği de ortadadır. Bunun akabinde, davacının davadışı bono borçlusu aleyhine girişmiş olduğu icra takibi borçlunun aczi sebebiyle akim kalmıştır. Bu durumda, taraflar arasında daha önce cereyan eden dava sonucunda verilen ve kesinleşen hüküm gereğinin davacı tarafından yerine getirilmiş olduğu, davadışı senet borçlusu aleyhine girişilen icra takibine karşın bono bedellerinin tahsil edilememesi sebebiyle davacının zararının işbu davanın açıldığı tarih itibariyle tazmin edilmediği de ortadadır. Artık, davacıdan, bonoların vadesinde davadışı borçlunun aciz halinde olduğunu ispatlamasının istenmesine gerek bulunmadığı kanısındayım. Üstelik, vekil hamil durumunda olan bankanın, bonoların vade tarihleri itibariyle davadışı borçlu hakkında almış olduğu zayi belgesine dayalı olarak herhangi bir takibata girişmemiş olduğu dosya kapsamı ile sabit olup davalı bankanın bu durumda dahi davacı müvekkiline karşı sorumlu olduğu açıktır. Diğer yandan davadışı borçlunun aciz halinden davacının sorumlu olduğu iddia ve ispat edilmiş olmayıp, davacının kendi fiiliyle zararın artmasına sebebiyet verdiğinin kabulü de mümkün değildir. Davacının bu şekilde ortaya çıkan ve dava tarihi itibariyle giderilmemiş olan zararına davalı vekil hamilin özensizliğinin yol açmış bulunduğu kuşkusuz olup davalı bankanın ihmali nitelikteki fiili ile zarar arasında illiyet bağının varlığı izahtan varestedir.
Tüm bu sebeplerle yerel mahkeme hükümünün onanması görüşünde bulunduğumdan, Dairemizin muhterem çoğunluğunun kararın bozulmasına ilişkin görüşüne katılamıyorum.