Mesajı Okuyun
Old 06-07-2007, 19:02   #2
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

EMK m.370 hükmüne göre, vasi tayininden evvel bazı işlerin görülmesi zaruri ise sulh mahkemesi lazım gelen tedbirleri alır. Özellikle, hacredilecek kimseyi medeni haklarını kullanmaktan geçici olarak men eder ve ona bir temsilci tayin edebilir.

Sanıyorum ki olayınızdaki “geçici vasi” böyle bir temsilcidir. Bu kararın dahi ilanı gereklidir.

Ancak, salt ilanın yapılmamış olması temyiz kudretinden yoksunluk sebebine dayalı olarak hacir altına alınma söz konusu ise, EMK m.15 ve 28.07.1941 tarih ve 4/21 sayılı İçtihadı birleştirme kararı uyarınca y' ye yapılmış olan satışın geçersizliğini değiştirmez.

Ne varki müvekkiliniz y den satın alan ve aşağıdaki içtihatta açıklandığı gibi ikinci el konumunda ve son olarak iyiniyetli ise kazanımı hukuki himaye atındadır.

Saygılarımla.

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas : 2000/1-1664
Karar : 2000/1795
Tarih : 13.12.2000

ÖZET : Tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen bütün özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını,tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkansız olan kişinin iktisabı geçerlidir. Tapulu taşınmazların intikallerinde,huzur ve güveni koruma,toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen, ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti gerekir. Nitekim bu görüşten hareketle kötü niyet iddiasının defi değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden nazara alınması gerekeceğinin kabulü gerekir.

(743 sayılı MK. m. 2, 931)

KARAR METNİ :
Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Karadeniz Ereğlisi Asliye 1. Hukuk Mahkemesi´nce davanın kabulüne dair verilen 30/04/1998 tarih ve 1993/156 E. 1998/146 K. s. kararın tetkiki davalı ve katılan vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi´nin 08/12/1998 tarih ve 1998/12594-13909 s. ilamiyle; (...Dava,ehliyetsiz hukuksal nedenine dayalı tapu iptali,tescil isteğine ilişkindir.

Hukukumuzda, sair çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Yasanın 2. maddesinin genel hükümü yanında menkul mallarda 901 ve 902 tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 931. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu sebeple Devlet,nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen bütün bu sebeplerin doğal sonucu olarak ta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyiniyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke MK.nun 931. maddesinde aynen "tapu sicilindeki kayda hüsnüniyetle istinat ederek mülkiyet veya sair bir aynı hakkı iktisap eden kişinin bu iktisabı muteber olur" biçiminde yer almış aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğinde bulunan 932. maddede başka bir ifade ile tekrarlanmıştır. Söz konusu maddeye göre tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen bütün özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını,tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkansız olan kişinin iktisabı geçerlidir.

Ne varki;tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse sair yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu sebeple yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve kanun koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyiniyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima gözönünde tutulması, bu yönde bütün delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötüniyet iddiasının defi değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 08/11/1991 gün 1990/4 esas 1991/13 s. İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş,bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.

Somut olayda ise, davacıların miras bırakanının satışa da yetkili olmak üzere 27/01/1992 gününde torununu vekil tayin ettiği,vekilin murise ilişkin 7 parsel s. taşınmazı 28/01/1992 tarihli resmi akitle satış suretiyle annesine (murisin kızı Nuran´a) temlik ettiği, Nuran tarafından da 22/10/1992 de yine satış suretiyle davalıya intikal ettirildiği,miras bırakanın vekaletname verdiği tarihte ehliyetsiz olduğu, dolayısı ile vekilin annesine yaptığı satışın geçerli bulunmadığı tartışmasızdır.

Ne varki, davalı Erdal Seven 3. kişi olup yukardaki ilkelere göre durumu bildiğine yada murisin vekili ve vekilin annesi Nuran´la el ve işbirliği içerisinde olduğuna ait delil bulunmamaktadır. Bir takım varsayımlarla iyiniyet yada kötüniyet hususunda sonuca gidilemeyeceği kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, davalının iyiniyetli olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle kabul edilmesi doğru değildir....) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı ve katılan vekilleri

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu´nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacılar ile davaya dahil edilen Nuran Çöğendez´in miras bırakanları Emine Rahime Sulu´nun, kendisine ilişkin 243 ada 7 parsel s. bahçeli kargir ev niteliğindeki taşınmazını satmak üzere Nuran´dan olma torunu Mustafa Tunç Çöğendez´i 27/01/1992 günlü vekaletnameyle vekil tayin ettiği, adı geçen kişinin çekişmeli taşınmazı 5 milyon TL. bedel göstermek suretiyle 28/01/1992 gününde annesi Nuran´a satış yoluyla devrettiği, onunda sair oğlu ve vekili olan Tayfun Çöğendez aracılığı ile 22/10/1982 gününde 50 milyon TL. bedelle davalı Erdal Sevene temlik ettiği 05/02/1993 gününde ölen Emine Rahime Sulu´nun vekaletname gününde temyiz kudretinden yoksun bulunduğu, toplanan deliller, Adli Tıp Kurumunun raporları ve bütün dosya içeriği ile sabittir. Esasen bu yönlerde yerel mahkeme ile özel daire arasında bir uyuşmazlıkta yoktur. Uyuşmazlık ikinci el konumunda olan Erdal Seven´in iyi niyetli olup olmadığı Medeni Yasanın 931. maddesinin koruyuculuğu altında bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Medeni Yasanın 15. maddesinde belirtildiği üzere kanunlarda belirtilen ayrıcalıklar dışında temyiz kudreti bulunmayan kişilerin tasarrufları hukuki hüküm ifade etmediğinden Emine Rahime Sulu ile Nuran Çöğendez arasında yapılan birinci temliki işlemin geçersiz olduğu kuşkusuzdur. Ne varki, Nuran Çöğendez adına oluşmuş tapu kaydına göre iktisapta bulunan ve ikinci el durumunda olan davalı Erdal Sevenin iyi niyetli bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulmasında zorunluluk vardır.

Bilindiği üzere; Hukukumuzda, sair çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içinde alış verişte bulunmaları satın aldıktan şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Yasanın 2. maddesinin genel hükümü yanında menkul mallarda 901 ve 902, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 931. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise, bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu sebeple Devlet,nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen bütün bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke MK.nun 931. maddesinde aynen "tapu sicilindeki kayda hüsnüniyetle istinat ederek mülkiyet veya sair bir ayni hakkı iktisap eden kişinin bu iktisabı muteber olur" biçiminde yer almış aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğinde bulunan 932. maddede başka bir ifade ile tekrarlanmıştır. Söz konusu maddeye göre tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen bütün özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını,tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkansız olan kişinin iktisabı geçerlidir.

Ancak, tapulu taşınmazların intikallerinde,huzur ve güveni koruma,toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen, ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse sair yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan, önceki malik bulunmaktadır. Bu sebeple yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve kanun koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima gözönünde tutulması, bu yönde bütün delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi zorunludur. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının defi değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 08/11/1991 gün 1990/4 esas 1991/3 s. İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.

Somut olayda ise; taraf tanıkları, yalnızca Emine Rahime Sulu´nun ehliyetsiz olup olmadığı yönünde dinlenilmiş kendilerinden ikinci el konumunda olan Erdal Sevenin iyi niyetli, daha açık anlatımla Emine Rahime Sulu´nun ehliyetsizliğini ve birinci temliki işlemin geçersizliğini bilen veya kendinden beklenen özeni göstermesi halinde bilecek konumda kimse olup olmadığı, ilk el Nuran Çöğendez ve temliklerde vekil olarak görev yapan çocukları ile ilgisi ve yakınlığı hakkında gerekli bilgiler alınmamıştır.

Ayrıca taşınmazın ikinci temlik tarihlerinde gerçek bedeli saptanarak satış bedeli ile arasında fahiş fark bulunup bulunmadığının böylece davalı Erdal Seven´in çok değerli bir taşınmazı çok ucuz bir fiyatla alıp almadığı saptanarak iyi niyetinin takdiri cihetine gidilmemiştir.

Hal böyle olunca, taraf tanıklarının yeniden dinlenerek davalı Erdal Seven´in ilk el Nuran ve onların çocukları ile ilişkisi ve yakınlığı hakkında bilgi alınması, böylece davalı Nuran ile el ve iş birliği içinde hareket edip etmediği veya Emine Rahime Sulu´nun ehliyetsizliğini ve ilk temliki işlemin geçersizliğini bilip bilmediğinin sorulması, bunun yanında ikinci temlik tarihindeki taşınmazın gerçek değerinin bilirkişi aracılığı ile saptanarak bedeller arasında fahiş fark bulunması halinde öteki delillerle birlikte Erdal Seven´in iyi niyetinin değerlendirilmesi, Ayrıca Erdal Seven adına taşınmazı kendisine Nuran Çöğendez´in vekili sıfatıyla satan oğlu Tayfun Çöğendez eliyle tebligat çıkarıldığı, Tayfun Çöğendez´in iş adresinden Erdal Seven´in ev adresinin tespit edilerek tebligat yapıldığının gözönünde tutularak Tayfun Çöğendez ile Erdal Seven´in ilişkilerinin açıklığa kavuşturulması, yukarda değinilen ilkeler doğrultusunda tahkikatın tamamlanması hasıl olacak uygun sonuç çerçevesinde karar verilmesi gerekir. O sebeple az yukarda açıklanan Hukuksal ilkeler doğrultusunda araştırma yöntemleri eksik bırakılarak yazılı olduğu üzere önceki kararda direnilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Açıklanan sebeplerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı ve katılan vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarda gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istem halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13/12/2000 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Kaynak : {Corpus Arşiv No: HG-278}