Mesajı Okuyun
Old 16-10-2009, 14:37   #7
Av.Feridun Yurtsever

 
Varsayılan

Aşağıda size yardımcı olabileceğini düşündüğüm bir kararı ekledim.

T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

E:2003/2-262
K:2003/277
T:18.11.2003

Tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme neden olmak suçundan sanık Kağan'ın TCY'nın 455/1-son maddesi uyarınca 1 yıl 6 ay hapis ve 68.445.000 TL ağır para cezasıyla cezalandırılmasına, sürücü belgesinin 1 yıl 6 ay süre ile geri alınmasına ilişkin Erzurum 3. Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 25.09.2001 gün ve 457-530 sayılı hüküm sanık vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 20.6.2002 gün ve 9609-12025 sayı ile;
"Üniversite öğrencisi olan ve sabıkası bulunmayan sanığın geçmişteki halinde nasıl bir olumsuzluk belirlendiği, suç işleme eğiliminin varlığının kabul nedenleri açıklanıp tartışılmadan yasa metnindeki ibarelerin tekrarı ile ertelemeye yer olmadığına karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel Mahkeme 22.10.2002 gün ve 589-491 sayı ile;
"Duruşmalarda hazır bulunma zorunluluğundan vareste tutulmadığı halde sanığın duruşmalara katılmaması, olaydan sonra sanığın müşteki tarafın şahsi haklarının temini yönünde çaba göstermeyip müşteki tarafın şikayetinin devam etmesi ve duruşmada sanığın sorgusu sırasındaki müşahede edilen kişiliği gibi nedenlerle sanığın suç işleme hususundaki eğilimi yönünden olumsuz kanaat edinildiğinden, cezasının ertelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir." gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C.Başsavcılığının "bozma" istekli 17.10.2003 günlü tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Sanığın 6/8 oranındaki kusurlu davranışı ile tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme neden olmak suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın cezasının ertelenmesine yer olmadığına karar verilirken gösterilen gerekçenin yasal ve yeterli olup olmadığına ilişkindir.
Ancak uyuşmazlığın çözümü için davanın esası tüm yönleriyle ele alınıp değerlendirildiğinde;
1- Sanığın olay günü saat 15.45 sıralarında yönetimindeki otomobille Erzurum şehir merkezinde bulunan bölünmüş karayolu niteliğindeki Cemal Gürsel caddesinde gidişe ayrılan çift şeritli yolda seyir halindeyken sağdaki otobüs durağından yolcu alan araçların önünden aniden yola çıkıp karşıya geçmek isteyen 68 yaşındaki müteveffaya yol üzerinde çarparak ölümüne neden olduğu anlaşılmaktadır.
22.6.2000 günlü Trafik kazası Tespit Tutanağında da kazanın oluşumu yukarıdaki biçimde açıklanıp olay yerinin krokisi çizilerek ölçümler gösterilmiş, ayrıca fren izi görülmediği belirtilmiş, ancak krokide yaya geçidi gösterilmediği gibi Tutanağın "Yol ve Çevre Özellikleri"nin yazıldığı bölümünde de yaya geçidinden söz edilmemiştir.
Sanık aşamalardaki savunmalarında; duraktaki araçları geçtiği sırada en baştaki minibüsün önünden yaşlı bir adamın koşarak önüne fırladığını, onu gördüğü anda direksiyonu sola kırıp kurtarmaya çalıştığını, ancak bu kişinin aracın sağ çamurluğuna çarparak yere düştüğünü, kendisinin de soldaki refüje çarptığını belirtmiştir.
Mahkemenin olay yerinde yaptığı keşifte hazır bulunan teknik bilirkişi Ahmet Karagöl tarafından çizilen krokiye göre, çarpma yaya geçidinin az ilerisinde gerçekleşmiştir.
Yargılama sırasında Yerel Mahkemece dört ayrı bilirkişi raporu aldırılmış, bunlardan olay yerindeki keşifte hazır bulunan trafik polis memuru Ahmet Karagöl tarafından düzenlenen 20.11.2000 günlü rapor ile İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyelerinden seçilerek oluşturulmuş üç kişilik bilirkişi kurulunun düzenlediği 21.5.2001 günlü raporlarda; olayın müteveffanın duran taşıtların önünden ve kontrolsüz yaya geçidinin az ilerisiden yolu kontrol etmeden aniden koşarak karşıya geçmek istediği sırada meydana geldiği kabul edilerek, sanık sürücü ile ölen yayanın hareketlerinin trafik kurallarına aykırılık oluşturan yönleri irdelenip, kazanın oluşumundaki etki düzeyleri ayrı ayrı değerlendirildikten sonra sanık sürücünün 3/8 oranındaki kusurlu davranışı, ölen yayanın ise 5/8 oranındaki kusurlu davranışı ile olayın oluşumuna etkili bulundukları belirtilmiştir.
Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden verilen 2.3.2001 gün ve 2141 sayılı rapor ile Karayolları Trafik Fen Heyeti mensup ve emekli görevlilerinden oluşturulan üç kişilik bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen 13.7.2001 günlü raporda ise; kazanın, ölenin yaya geçidinden geçtiği sırada meydana geldiğinden hareketle, bu kabul doğrultusunda yapılan değerlendirme sonucu sanık sürücünün olayda 6/8 oranında, ölen yayanın ise 2/8 oranında kusurlu olduğu ifade edilmiş, Yerel Mahkeme de bu oluş biçimini esas alarak sanığın olayda 6/8 oranında kusurlu bulunduğunu kabul etmiştir.
Görüldüğü üzere, bilirkişi raporlarında kusur dağılımı yönünden ortaya çıkan ve sanığın sorumluluk düzeyini etkileyen bu farklılık, oluşun kabul ediliş biçiminden kaynaklanmaktadır.
Amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olan ceza yargılamasının en önemli ilkelerinin birisi de "kuşkudan sanık yararlanır" ( in dubio pro reo ) ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın cezalandırılması bakımından taşıdığı önemden dolayı gözönunde tutulması gereken herhangi bir meselede başgosteren kuşkunun, sanığın yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi konusunda kuşku belirmesi halinde uygulanacagı gibi, dava kosulları bakımından da gecerlidır. Bunun gibi, sanık hakkında cezayı kaldıran veya hafifleten nedenlerin bulunup bulunmadığı hususlarındaki kuşku da sanık lehine hüküm vermeyi gerektirir.
İnceleme konusu olayda, görgü tanığı bulunmamaktadır. Trafik Kazası Tespit Tutanağında, kazanın, ölenin yaya geçidinden geçtiği sırada vukubulduğuna ilişkin bir bilgiye yer verilmediği gibi, krokide yaya geçidi gösterilmemiş, olay yerinin özelliklerinin tanımlanmasına özgü bölümde yaya geçidi seçeneği de işaretlenmemiştir. Yerel Mahkemenin gerçekleştirdiği, sanığın da hazır bulunup kaza yerini gösterdiği keşif sonrasında teknik bilirkişi tarafından düzenlenen kroki ve raporda çarpmanın yaya geçidinin ilerisinde meydana geldiği belirtilmektedir. Buna göre, sanık sürücünün müteveffaya, kontrolsüz yaya geçidinden karşıya geçtiği sırada çarptığı hususu kanıtlanamamış ve kuşkulu kalmıştır.
O halde, eylemin oluş biçimine ilişkin ve sanığın sorumluluk düzeyinde etkili olan bu husustaki kuşku sanık lehine değerlendirilmeli, müteveffanın kontrolsüz yaya geçidinin ilerisinden karşıya geçmek istediği sırada kazanın meydana geldiği kabul edilerek, sanık sürücü ile ölen yayanın kusur dağılımlarını bu oluş çerçevesinde değerlendirip, benzer olaylardaki kusur dağılımı ve yerleşik uygulamalarla uyumlu bulunan 20.11.2000 ve 21.5.2001 günlü bilirkişi raporlarına itibar edilerek, olayda sanığın 3/8, ölenin ise 5/8 oranında kusurlu bulunduklarının kabulüyle, sanığın cezasından TCY'nın 455/son fıkrası ile yapılan indirimde bu oranların dikkate alınması gerektiğinden, Yerel Mahkeme hükmünün isabetsiz görülen bu yönü itibariyle bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Kurul Üyesi; "Yerel Mahkemenin sanığın kusur oranını belirlerken yaptığı değerlendirmenin dosya içeriğine uygun ve gösterilen gerekçenin yerinde olduğunu belirterek" karşı oy kullanmışlardır.
2- Öte yandan, yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere "erteleme", cezasının doğrudan doğruya sanığın kişiliğine uydurulmasını öngören yargısal bir kişiselleştirme kurumudur. Bu hususta karar verilirken mahkemece gerekçe gösterilmeli ve bu gerekçe sanığın kişiliği ile ilgili bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde yasal ve yeterli olmalıdır.
Yasal, yeterli ve geçerli bulunmayan bir gerekçeye dayanılarak erteleme isteminin reddine karar verilmesi yasa koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, cezanın kişiselleştirilmesi ilkesine de aykırıdır ve uygulamada keyfiliğe yol açabilir. Keyfiliği önlemek için sanığın olay öncesi ve sonrası davranışları gözönünde bulundurularak, gelecekteki yaşamı sezilmeli, suç isleme hususundaki eğilimi degerlendirilmelidir.
Bu belirlemelerdeki amac, 647 sayılı Yasanın 6. maddesınde öngorulen yasal nedenlere dayandırılmak kayıt ve şartı ile gerekçede konuya ilişkin olarak gösterilen nedenlerin yalnızca yargıcın soyut kanılarını değil, ölçünün isabetle seçildiğini doğrulayıp açıklayan, olaya ve dosyanın içeriğine, sanığın duruşmada gözlenen haline uygun bir değerlendirme sonucu, takdir hakkının yerinde kullanılıp kullanılmadığının saptanmasıdır.
Somut olayda Yerel Mahkemece sanığın cezasının ertelenmesine yer olmadığına karar verilirken; "sanığın duruşmalara katılmaması, şikayetçinin şahsi haklarının temini yönünde çaba göstermemesi, hakkındaki şikayetin devam etmesi ve sanığın sorgusu sırasında gözlenen kişiliği karşısında, sanığın suç işleme hususundaki eğilimi ile ilgili olumsuz kanaat edinildiği" şeklindeki gerekçeye dayanıldığı görülmektedir. Dosyadaki belge ve bilgilere göre sanık 19 yaşında olup, geçmiş sabıkası bulunmamaktadır. Kazadan sonra yaralıyı hastaneye götürerek hayatının kurtulması için çaba sarf ettiği anlaşılmaktadır. Tutuksuz yargılandığı davada Mahkemenin çağrısına uyarak müdafii ile birlikte ilk oturumda ve keşifte hazır bulunmuş, bu süreci yansıtan tutanaklarda da sanığın kişiliği ve davranışlarını olumsuz olarak nitelendirmeye yarayacak hususlara yer verilmemiştir. Üniversite öğrencisi olup başka şehirde okuduğu anlaşılan ve müdafii aracılığıyla Mahkemeye sunduğu belge ile bunu kanıtlayan sanık diğer oturumlara katılmamışsa da, müdafii takip eden oturumlarda hazır bulunmuştur. Öte yandan, katılan, ceza davasında şahsi hak isteminde bulunmadığı gibi, bu hususta ayrıca hukuk davası açtığını gösterir bir bilgi de dosyaya yansımamıştır.
Kaldı ki, katılanın şikayetinden vazgeçmesi ya da sürdürmesi, kişisel hakkının karşılanıp karşılanmaması, sanığın suç işleme hususundaki eğilimini değerlendirmede doğrudan etkili konulardan değildir.
Bu itibarla, sanık hakkında tayin olunan cezanın, dosyadaki bilgi ve belgelere uymayan, yasal ve yeterli bulunmayan gerekçeyle ertelenmesine yer olmadığına karar verilmesi isabetsiz olup direnme hükmünün bu nedenden dolayı da bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Kurul Üyesi; "Yerel Mahkeme kararında gösterilen gerekçenin haklı nedenlere dayandığını ve yeterli bulunduğunu" belirterek bu yönüyle isabetli bulunan direnme hükmünün onanması gerektiği yolunda karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Yerel Mahkeme direnme hükmünün, sanığın kusur oranı belirlenirken hatalı değerlendirme yapılması ve cezasının ertelenmesine yer olmadığına karar verilirken gösterilen gerekçenin yasal ve yeterli olmaması nedenleriyle BOZULMASINA, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 18.11.2003 günü kısmen tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak oyçokluğuyla karar verildi.