Mesajı Okuyun
Old 02-09-2006, 16:09   #3
medenikal

 
Varsayılan

kararın devamı

KARŞIOY GEREKÇESİ

Esas Sayısı : 1988/34
Karar Sayısı : 1989/26

Temel hakların en önemlilerinden birisi bulunan mülkiyet hakkının anlamına, hukuksal yapısının gereklerine aykırı biçimde sınırlama mülkiyet kurumunun sosyal işlevini yadsıyan bir daraltmadır. Mülkiyet hakkının kalıntı hak durumuna düşürülmesine neden olan uygulama bozuklukları, yasa kuralı düzeyine çıkarılan yönetim isteklerini gerçekleştirme çabalan, kişilerin taşınmazlarından yararlanmalarını kamusal gerekler dışında sınırlama niteliğindedir. Kamusal gereklere dayanan sınırlamalara olur verilebilmesi, öncelik ve üstünlüğün kamuda olmasındandır. Değişik amaçlarla gerçekleştirilen taşınmazla ilgili düzenlemelerde toplum ve kişi yararı çizgisini hakların özünü olumsuz biçimde etkileyecek, yanlı görülecek uygulamalara olanak verilmemelidir. İmar plânlarının yapılması, çevre koşulları, kamu hizmetlerine özgüleme, yapılanma biçimi ve düzeni özenle gözönünde tutulacak gereklerdendir. Yasakoyucu iyi niyetten yoksun saymamak ilkesiyle birlikte olumsuz kimi düzenlemeleri bu varsayımla değerlendirmemek, buna karşın Anayasa’ya aykırı olabilmek doğallığı da düşünülmelidir. Yürürlükteki kuralın başka bir kuralla karşılaştırılmadan, yarınlarda yapılabilecek olumlu ya da olumsuz değişiklikler gözetilmeden, bağımsız biçimde uygunluk denetiminden geçirilmesi gerekir. Yurttaşın hakkını kamu kurumunun, doğal olarak yöneticisinin, değişebilir özgörüsüne (takdirine) bırakan kurala yönelik aykırılık savları yerindedir. Yurttaşın, taşınmazına getirilen bir tür kısıtlamayı kaldırmak için başvuru hakkını beş yıl daha erteleyen kural, yönetimin kendiliğinden vazgeçmesi durumunda hemen yapılacak plâna göre yapıla izni alabileceği görüşüyle uygun sayılamaz.
Yinelemeden kaçınmak için öbür karşıoy gerekçelerine de katıldığını belirterek, çoğunlukla oluşan kararla belirlenen sonucu paylaşmadığımı açıklıyorum.
Başkanvekili
Yekta Güngör ÖZDEN


KARŞIOY YAZISI

Esas Sayısı : 1988/34
Karar Sayısı : 1989/26

3.5.1985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanunu, “İmar planlarında umumî hizmetlere ayrılan yerler” başlığı altındaki 13. maddesinin birinci fıkrasında “Resmî yapılara, tesislere ve okul, cami, yol, meydan, otopark, yeşil saha, çocuk bahçesi, pazar yeri, hal, mezbaha ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlarda inşaata ve mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ilaveler yapılmasına izin verilmez. Ancak imar programına alıncaya kadar mevcut kullanma şekli devam eder.” kuralını getirmiştir. Maddenin, itiraz yolu ile iptal istemine konu edilen üçüncü fıkrasında ise, “Ancak, parsel sahibi imar planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra müracaat , ettiğinde imar planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlarda ilgili kamu kuruluşunca yapımından vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde, tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden irdeleyerek hazırlanacak yeni imar planına göre inşaat yapılır. Bu Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir.” biçiminde ayrıntılı bir kurala yer vermiştir.
Birbirini tamamlayan her iki fıkradaki kuralların özünde, “mülkiyet hakkı” ile “kamu hizmeti” kavramlarının çatışması bulunmaktadır. Başka bir anlatımla, evrensel boyutlarda ve kutsal nitelik taşıyan bir “temel hak” ile vazgeçilmezliği kuşku götürmeyen, ağırlıklı önemli, gerekliliği ve çağdaş özelliği yadsınamayacak “toplum yararı”nın bağdaştırılması zorunluluğu söz konusudur. Anayasa’nın, “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yaran amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” biçiminde ifade edilen buyurucu kural da, mülkiyet hakkını kullanabilme özgürlüğü ile, toplumun yoğunlaşan ve güncelleşen ortak beklentilerinden kaynaklanan “kamu-toplum yararı”nı bağdaştırmayı amaçlamaktadır.
Türk Medeni Kanunu da 618. maddesinde öngördüğü mülkiyet hakkını tanımlarken “Bir şeye malik olan kimse, o şeyde kanun dairesinde dilediği gibi tasarruf etmek hakkına haizdir ....” demek suretiyle, iki kavram arasındaki uzlaştırma gereksinimini “yasa”nın takdir gücüne bırakmaktadır.
Kamu yararı, bir kamu hizmetinin varlığını ve gerekliliğini ifade eder. Konumuzla ilgili olarak diyebiliriz ki, İmar Kanunu ile öngörülen “İmar planları” nın temel işlevi ve amacı, fiziksel planda görülen çarpık, düzensiz, sağlıksız yapılaşmaları bir disiplin altına alarak önlemek, sağlıklı, uygar ve çağdaş kentleşme koşullarını yaratıp gerçekleştirmektir. Böylesine bir işlev ve amaçta, kamu hizmetinin, dolayısıyle kamu yararının bulunduğu, bu nedenle mülkiyet hakkı gibi temel bir hakkın yasa ile sınırlanabileceği yadsınamaz. Ancak, her temel hakta olduğu gibi, mülkiyet hakkının yasal sınırlamasında ölçüt ne olacaktır? Ortaya çıkış nedeni haklı olsa bile, gerçekleşme şansı belirsiz bir kamu hizmeti için, kamu yararı etkeni, mülkiyet hakkının sınırlamasında geçerliliğini süresiz koruyacak mıdır? Tutarlı ve sağlıklı bir yanıt verebilmek için, önce Anayasa’daki ilgili kurallara, daha sonra da, itiraz yolu ile iptal istemine konu olan olayın gelişmesine kısaca değinmekte yarar vardır.
1. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerinin sınırlanması” başlığı altındaki 13. maddesinin birinci fıkrasına göre “Temel hak ve hürriyetler, .... kamu yararının, ..... korunması amacı ile . .. ., Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir.” Bu kuralın öngördüğü sınırlamanın da bir sınırı olduğunu, aynı maddenin ikinci fıkrası duraksamaya yer bırakmayacak bir açıklık ve kesinlikle göstermektedir: “Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz.” Bu, bir ölçü-normdur ve uyulması zorunludur.
2. İtiraz yoluna başvuran Konya İdare Mahkemesi’nin gördüğü davada anlaşmazlığın maddî öğelerinden birini oluşturan Karaman Belediyesi’nin İmar Planı, ilgililerin miras yoluyla maliki bulundukları 2 parselden ibaret 9092 m2’lik taşınmazdan 6980 m2’lik bölümü ilkokul, imar yolu ve çocuk bahçesine ayrılmak suretiyle, değiştirilmiştir.
Ayrıntıları kararda belirtildiği üzere, ilgililerin, imar planında gösterildiği halde, imar programlarına alınmayan, dolayısıyla kamulaştırılmayan taşınmazları üstünde inşaata girişebilmelerine ilişkin 17.12.1981 günlü yazılı istemlerine, belediyece, arsanın kısıtlı olması nedeniyle inşaat izni verilemeyeceği, programda olmadığı için de kamulaştırılamayacağı yanıtı verilmiştir. Bu tarihte yürürlükte bulunan 6785 sayılı İmar Yasasında öngörülen beş yıllık süre geçtikten ve 1985 yılında 3194 sayılı îmar Kanunu yürürlüğe girdikten sonra yapılan 18.1.1988 tarihli başvuru ise, belediyece, taşınmaz üzerinde önceki kamu hizmetleri lehine kısıtlılığın devam ettiği, geriye kalan kısım üzerinde 3194 sayılı Yasa’nın 18. maddesinin uygulattırılması ve masraflarının başvuranlar tarafından karşılanması koşuluyla mağduriyetlerinin giderileceği biçimde yanıtlanmıştır. Böylece, 1977’den bu yana geçen 12 yıl içinde malikler mülklerinden gereğince yararlanamadıkları gibi, geleceğinin ne olacağını da bilememektedirler.
3194 sayılı Yasa’nın 33. maddesinin “Umumî hizmetlere ayrılan yerlerde, belli koşullarla ve bu maddede sözü edilen yönetmelik uyarınca en fazla 6,5 m. yükseklikte ve brüt 250 m2’lik alanda geçici yapılanmaya izin verilebileceğine ilişkin kural ise, gerek yapının taşınmazın tümüne göre oransızlığı ve ileride belediyece her zaman yıktırılabilme kuşkusu, gerek taşınmazın yöredeki emsallerine göre konjoktürel değerlenmeden uzak kalması karşısında tatmin edici değildir.
Öte yandan, 3194 sayılı Yasa’nın iptali istenen 13. maddesinin üçüncü fıkrasındaki son tümce ile, “Bu Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir.” kuralını getirmiştir. Bu yolla, süre bakımından kazanılmış hakların ertelenmesi olanağı yaratılmıştır. Yeni bir yasal düzenlemeyle, bu sürenin birkaç beş yıllık periodlarla yeniden ertelenemeyeceğinin güvencesi de yoktur. Yine aynı fıkra hükmüne göre, imar planında kamu hizmetleri için ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşlarınca vazgeçilmesi halinde bile, yeniden bir irdeleme süreci başlatılmaktadır.
Oysa, 3194 sayılı Yasa’nın 10. maddesinin birinci fıkrasında, belediyeleri, imar planının yürürlüğe girmesinden sonra en geç üç ay içinde, bu planı uygulamaya yönelik 5 yıllık imar planlarını hazırlamaya, yine bu amaçla hizmetin sahibi ilgili kamu kuruluşlarım da gerekli ödeneklerini yıllık bütçelerine koymaya zorlayıcı bir hüküm bulunmaktadır, incelemekte olduğumuz konunun dayandığı olaydan da anlaşılmaktadır ki, ilgili belediyeler, sözü edilen bağlayıcı ve buyurucu kuralın gereklerini yerine getirmede yeterli özeni göstermemektedirler. Akçalı kaynak yetersizliği, beş yıllık imar programları dilimlerine serpiştirilerek giderilebilir. Çözüm çaresizliği, kasıtlı ya da kasıtsız savsamakların özürü olamaz. Ancak bu suretle, kamu hizmeti gereklerinden kaynaklanan kamu yararı kavramı üstünlük ayrıcalığını koruyabilir. Aksi halde, Alman Federal Anayasa Mahkemesi Yargıcı Prof. Dr. Peter BADURA’nın “Mülkiyet” başlıklı incelemesinde “Bireyler için mülkiyet, varolmanın, bağımsızlığın ve özgürlüğün maddi bir güvencesidir.” biçiminde tanımladığı bir temel hak askıda kalır. Mülkiyet hakkının özündeki anlam, sadece tapudaki tescil kaydıyla değil, aynı zamanda özgür iradeye dayalı yararlanabilme olanağı ile değer kazanır. Anılan üçüncü fıkra, bu yapısıyla ve bu anlamda kaygıları yoğunlaştıran boyutlarda sakıncalara açıktır.
Açıklanan nedenlerle, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 13. maddesinin üçüncü fıkrasının, Anayasa’nın 2. maddesindeki “... adalet anlayışı içinde ...., sosyal bir hukuk Devleti ...” niteliklerine, 13. maddesinin ikinci fıkrasındaki “Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz.” kuralına, mülkiyet hakkını düzenleyen 35. maddesine, ayrıca Anayasa Mahkemesince geliştirilip sürekli gözönünde bulundurulan “makul ve kabul edilebilir” lik ölçütüne aykırı olduğu kanısındayım.
Bu gerekçelerle, itiraz yoluyla gelen iptal istemini reddeden çoğunluk kararına karşıyım.
Üye
Mustafa GÖNÜL


KARŞIOY YAZISI

Esas Sayısı : 1988/34
Karar Sayısı : 1989/26


3194 sayılı “İmar Kanunu”nun iptali istenilen dava konusu 13. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Ancak, parsel sahibi, imar planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra müracaat ettiğinde imar planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumi hizmetlere ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşlarınca yapımından vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde, tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden irdeliyerek hazırlanacak yeni imar planına göre inşaat yapılır. Bu kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir” denilmektedir.
Şu hale göre, planın onay tarihinden itibaren beş yıl sonra başvurulmak kayıt ve şartıyla, ilgili kamu kuruluşundan taşınmazın hizmet için gerekli olmadığı yolunda bir yazı alındığı takdirde, hazırlanacak yeni imar planına göre inşaat yapılabilecektir. Taşınmaz sahibinin inşaat hakkının beş yıllık süre geçtikten sonra yeniden ilgili kuruluşun görüş ve isteğine bağlı kılınması ve bu alanlardan vazgeçildiğinin belgelendirilmesi halinde yeniden planmaya alınmasına kadar bekletilmesi, yeni planda dahi aynı durumlarla karşılaşılması ihtimaline binaen bu durumun periyodik olarak ilânihaye sürüp gitmesinin mümkün bulunması, mülkiyet hakkının fiilen ortadan kaldırılmasına veya en iyimser bir görüşle mülkiyet hakkının kullanılmasının esaslı bir şekilde güçleştirilmesine izin verilmiş olmakta, dolayı-sıyle düzenleme bünyesinde, Anayasa’nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan, özellikle yönetime karşı sınırlamaların “öngörüldükleri amaç dışında kullanılmaması” uyarısına ters düşecek uygulamalara sebep olacak unsurları taşımaktadır. Başka bir anlatımla, buradaki endişemiz, verilen yetkinin amaç dışında siyasi ya da kişisel tercihlere göre kullanılabileceği olasılığından ziyade yasal düzenlemenin bu tür gecikmeli uygulamalara sebebiyet verecek nitelikte oluşundan kaynaklanmaktadır.
Her ne kadar Anayasamız mülkiyet hakkını kutsal ve dokunulmaz niteliğinden soyutlayarak “sosyal fonksiyonu” ağır basan bir hakka dönüştürmüş ise de, genel olarak bireylerin taşınmazlarını istedikleri biçimde kullanmalarını ve onlardan istedikleri oranda yararlanmalarını da esas ilke olarak benimsemiştir; yeter ki toplum yararına aykırı kullanılmasın. Burada devlete düşen görev ve ona tanınan yetki, mülkiyet hakkının toplum yararına aykırı olarak kullanmayı önlemek ve kamu yararı amacıyla bazı sınırlamalar koyabilmektir. Madde, yukarıda da değinildiği üzere mülkiyet hakkının gayesine uygun bir şekilde uygulanmasını son derece güçleştiren ve hattâ onu kullanılmaz duruma düşürecek biçimde düzenlenmiştir. Halbuki, Anayasamız temel haklardan saydığı mülkiyet hakkım, tam bir güvence altına almak maksadıyla, kanun koyucunun bunlara hangi hallerde, hangi ölçülere göre sınırlama getirebileceğini belirtmiş (m. 35) ve kanunla yapılacak sınırlamaları dahi “Demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz.” hükmüyle kesin biçimde kurala bağlamıştır. Demek oluyor ki, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında yapılacak yasal düzenlemelerin herşeyden önce, Anayasa’nın özüne ve sözüne uygun düşmesi, kesinlikle demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmaması zorunluluğu vardır. Bunun için de, sınırlama nedenlerinin, uygulayıcıların kişisel görüş ve anlayışlarına göre sübjektif yorumlara olanak vermeyecek biçimde somut, açık ve kesin olarak belirtilmesi gerekir.
Açıklanan nedenlerle, belirtilen nitelikleri içermeyen söz konusu fıkranın son cümlesi hariç, Anayasa’nın 2., 13. ve 35. maddelerine aykırı olduğu kanaati ile aksi yönde oluşan çoğunluk görüşüne katılmadım.
Üye
Mustafa ŞAHİN


KARŞIOY YAZISI

Esas Sayısı : 1988/34
Karar Sayısı : 1989/26

Kanımızca, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 13. maddesinin üçüncü fıkrası, birinci fıkradaki imar plânı içinde “imar programına alınmış” taşınmazları kapsadığı gibi; 10. maddede adı geçen, “programa alınıp da 5 yıl içinde kamulaştırılmamış olan” taşınmazları da kapsar.
Esas problem, taşınmaz mülk sahibinin imar programına alınmamış veya alınıp da kamulaştırılmamış taşınmazın üzerindeki mülkiyet hakkından doğan yararlanma, kullanma ve fiilî veya hukukî tasarruf yetkilerini Devletin ne kadar süreyle kısıtlayabileceği; başka bir deyimle, özel mülkiyet hakkının verdiği yetkilerin kamu yararı gerekçesiyle, süresiz olarak kısıtlanıp kısıtlanamayacağı problemidir. Nitekim Kanunun 13. maddesinin üçüncü fıkrası bu yetkilerin SÜRESİZ kısıtlanabileceğini göstermektedir: Parsel sahibi, imar plânının onaylanmasından itibaren 5 yıl sonra başvurduğu zaman,
a) İmar plânında meydana gelen değişikliklerden,
b) Ve civarın özelliklerinden dolayı okul, cami, otopark sahası ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşunca yapımından vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde,
c) Tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini YENİDEN İRDELEYEREK,
d) Hazırlanacak yeni imar plânına göre inşaat yapılır.
c) Bu Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar plânlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir.
Bu fıkra hükmüne göre, önce parsel sahibi imar plânının onaylanmasından itibaren beş yıl (kanunun yayını tarihinden önce yapılan imar plânları gereği, beş yıl beklemiş olan malik, yeni kanun hükmüne göre de beş yıl daha bekleyeceğinden, on yıl) bekleyecektir. Kamu kuruluşundan okul, cami, otopark sahası vb. umumî hizmetlere ayrılan alanların yapımından vazgeçildiğine dair görüş alınabilirse de bu görüşün ne zaman verileceği belli olmayıp, idarenin takdirine bırakılmıştır. Bu görüş alınsa bile, özel mülkiyet sahibine tam yetkiler vermemektedir. Zira bu defa idare, tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini YENİDEN İRDELEYECEKTİR. Bu irdelemenin yıllar alması da mümkündür.
Zira madde de bir zamanlama yoktur. Bu irdeleme bittikten sonra yeni imar plânı yapılabilecektir. Yeni imar plânı Kanunun 6-10. maddelerinden de anlaşıldığı gibi, süresi belirlenmemiş çalışmalar sonucu ortaya çıktığı gibi, bitirilmesinden sonra da 8. maddedeki sürelere uyularak ilgililerin itiraz haklan doğar ve idareyle doğacak ihtilâfların idarî yargıya intikali de ihtimal dışı değildir.
Yeni imar plânı da, Kanunun 10. maddesine göre 5 yıllık, yeni imar programı yapılmasını gerektirir. Eğer özel mülkiyet konusu taşınmaz bu programa konmamışsa kamulaştırılamaz. Bu takdirde yeniden 13. maddenin kapısı açılmış olabilir. Programa alınmış olan taşınmaz da kamulaştırı1-mıyabilir. Zira 13. maddenin ikinci fıkrası: “Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce plân değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde . . . .” demek suretiyle 10. maddenin imar programına alınmış taşınmazların 5 yıl içinde kamulaştırılacak-ları ilkesine istisna getirebileceğini ifade etmektedir.
Özetle, Kanunun 13. maddesinin üçüncü fıkrası, 10. madde ile bağlantısı da birlikte düşünüldüğü takdirde, imar plânına alınarak bu pandan vazgeçildiği takdirde 15. 20 hatta daha uzun yıllar üzerindeki mülkiyet hakkının verdiği yetkiler son derecede kısıtlanmış (md. 13, f. 1) ve hatta çoğu zaman fiilen durdurulmuş olur.
13. maddenin üçüncü fıkrasının yarattığı bu sonuç, Anayasa’nın 35. maddesinde temel hak olarak kabul edilen mülkiyet hakkının “kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilmesi” hükmüne biçimsel olarak uymakla beraber, özde mülkiyet hakkını aşırı sayılacak ölçüde sınırlamakta ve yine Anayasa’nın 13. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen: “temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar DEMOKRATİK TOPLUM DÜZENİNİN GEREKLERİNE AYKIRI OLMAZ ve öngörüldükleri AMAÇ DIŞINDA KULLANILAMAZLAR” kuralı ile de ters düşmekte, dolayısıyla Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri olarak sayılan “SOSYAL HUKUK DEVLETİ” kavramına da uymamaktadır.
Bu gerekçelerle, Anayasa Mahkemesi’nin 3194 sayılı İmar Kanunu’-nun 13. maddesinin üçüncü fıkrasının iptali talebini reddeden ekseriyet görüşüne katılmıyoruz.

Üye
Servet TÜZÜN

Üye
Erol CANSEL