Mesajı Okuyun
Old 14-03-2007, 17:44   #23
Av. Dr. V. SEVEN

 
Varsayılan

Tarafların avukatla temsil edildiği durumlarda, Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Meslek İlkeleri’nin de bir gereği olarak, avukatların yargılamanın doğru ve sağlıklı şekilde yürütülmesi bakımından daha özenli davranmaları, onlar için bir yükümlülüktür. Hiçbir hüküm olmasa dahi, avukatlığın amacını ortaya koyan Avukatlık Kanunu’nun 2. maddesindeki avukatların, “...her türlü hukukî mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini...” sağlamak yükümlülükleri ile avukatların bu çerçevede “hukukî bilgi ve tecrübelerini, adaletin hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis” etmeleri amacı dahi bu açıdan yeterlidir. Zaten aksine davranışlar, bugün uygulamamızda yeterince titizlikle uygulanmasa, hatta bazen bu tür davranışlar “becerikli avukat (!)” olarak taltif görse de, aslında avukat için bir disiplin suçudur.
Hak sahibinin kendi davasını takip ederken aranan kötüniyet ölçüsü ile avukatla temsil edilen davalarda aranan kötüniyet ölçüsü, aynı olmamalıdır. İyiniyet, kısaca bir şeyi bilmemek veya bilecek durumda olmamak ise; bir avukatın bulunduğu yargılamada, onun hukuku ve uygulanacak usûlü bilmediği veya en azından temel yargısal ilke, kural ve içtihatlardan haberdar olmadığı söylenemez. Bu sebepledir ki, avukatın haksız ve yolsuz bulduğu işi red yükümlülüğü vardır (AvK m. 38, a bendi). Nitekim, “Hukuk düzenine saygı konusunda, avukattan, sıradan vatandaştan beklenenden çok daha fazlası beklenir.”. Eğer avukatın temel bilgiden yoksun olduğu savunması ileri sürülürse, o zaman da avukatın vekâlet görevini ihmâl ettiği ortaya çıkar ki, bu hem hukukî hem de duruma göre cezaî ve esasen disiplin sorumluluğunu da gerekli kılacaktır. Bu sebeple, avukatla yürütülen davalarda, hiçbir hukukî ve maddî dayanağı olmadan dava açılması, o yargılamanın gerektirdiği asgarî şartlar gözetilmeden yargı organına başvurulması, yargı organına bildirmesi gereken bir durumu bildirmeden taleplerde bulunması, haksızlığı ve itiraz üzerine kaldırılacağı mutlak olan geçici hukukî korumalar talep edilmesi, sürelerin kaçırılması, ara kararlarının hiçbir mazeret yokken zamanında (özellikle de birkaç defa) yerine getirilmemesi, harç ve giderlerin bilinçli olarak eksik yatırılması, herhangi bir tereddüt olmayan hallerde görevsiz ve yetkisiz mahkemelerde dava açılması, başlangıçta sahip olunan delillerin hiçbir mazeret yokken yargılamanın ilerleyen aşamalarında ibrazı gibi durumlarda, kötüniyeti mutlaka kabul etmek gerekir. Çünkü, bir avukat, bunların normal yargılama kuralları içerisinde gerçekleşmemesi gerektiğini, yargılamayı aksatıp uzatacağını bilir veya en azından bilebilecek durumdadır; keza bu tür davranışların, yargılamanın sağlıklı şekilde yürütülmesine yardım etme amacına da aykırı olduğu açıktır.
Bunlara rağmen, haklı olduğuna inanarak, herhangi bir kötüniyeti olmadan dava açan kimse aleyhine 421. madde hükmünü uygulanmamalıdır. Zira, kişi mutlak anlamda haklı olmasa dahi, hukukun kendisine tanıdığı imkânlardan yararlanarak dava açıp yürütmüş ya da haklı olduğuna inanarak dava açmış veya örneğin, yeterli delili olmadığı halde dava açmış veya savunma yapmışsa, kötüniyetli sayılamaz. Burada kişi, hak arama özgürlüğü ve bu çerçevede dava açma hakkını kullanmıştır ve bunu yaparken de en azından dava açıp yürütmekte haklı kılacak gerekçeleri vardır. Aksi halde her dava açıp kaybedeni kötüniyetli saymak gibi hukuken kabul edilemeyecek bir sonuç ortaya çıkacaktır.