Mesajı Okuyun
Old 02-09-2006, 16:08   #2
medenikal

 
Varsayılan


Esas Sayısı : 1988/ 34
Karar Sayısı : 1989/26
Karar Günü : 21.6.1989


İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Konya İdare Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 9.5.1985 günlü, 18749 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 3.5.1985 günlü 3194 Sayılı îmar Kanunu’nun 13. maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa’nın 2., 10., 13. ve 35. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptali istemidir.
I- OLAY:
Davacılara, miras bırakanlarından intikal etmiş l ve 35 nolu parsellerde kayıtlı 9092 metrekare yüz ölçümündeki taşınmazın, 6980 metrekarelik kısmının imar plânında ilkokul, imar yolu ve çocuk bahçesi olarak belirlenmek suretiyle yapılanma hakkı kısıtlanmış, başvuruları üzerine de ilgili belediye tarafından, kısıtlı olduğundan inşaat ruhsatı verilemeyeceği gibi programda olmadığı için kamulaştırma yapılamayacağı da bildirilmiştir.
Daha sonra, taşınmaz malikleri, süresi içinde kamulaştırılmayan kısıtlı yerde inşaat yapabilme yolundaki isteklerine, belediyece sözkonusu bölgede 3194 sayılı îmar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca kısıtlı alan dışında kalan bölüm için imar uygulaması yaptırabilecekleri karşılığının verilmesi üzerine, 21.3.1988 tarihinde, arsalarına konulmuş kısıtlılığı kaldıran yeni bir imar planı yapılması ve bu yerde yeni imar planına göre inşaat ruhsatı verilmesi gerektiğini ileri sürerek aksine oluşturulan işlemin iptali için Belediye Başkanlığı aleyhine dava açmışlardır.
Davacılar vekili, 6.7.1988 günlü duruşmada Belediye ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın 1981 yılında kamulaştırılması için yapılan başvurudan sonra beş yıl geçmesine rağmen kamulaştırma yapmadıklarından, inşaat ruhsatı almaya hak kazandıklarını, yeni imar Kanunu’nun ilgili hükmü mutlaka uygulanacaksa Anayasa’ya aykırılığının incelenmesini istemiş, davacıların Anayasa’ya aykırılık iddiasının ciddî olduğu kanısına varan idare Mahkemesi de 3194 sayılı îmar Kanunu’nun 13. maddesinin üçüncü fıkrasının tümünün, Anayasa’nın 2., 10., 13. ve 35. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ:
İtiraz yoluna başvuran Mahkemenin bu konudaki ara kararının gerekçe bölümü aynen şöyledir:
“...... Vekilleri tarafından ..... Belediye Başkanlığına karşı açılan
davada; davacılara ait 9092 metrekarelik taşınmazın 6980 metrekarelik bölümünün 1977 yılında yapılan imar planı değişikliği ile ilkokul, imar yolu ve çocuk bahçesine ayrılarak kısıtlandığı, kendilerinin 17.12.1981 günlü dilekçe ile yapı inşaat ruhsatı almak için başvurdukları, belediyece verilen 22.12.1981 günlü cevap yazısında arsanın kısıtlı olduğu belirtilerek inşaat izni verilmediği ve programda olmadığı için kamulaştırılamayacağının bildirildiği, o tarihte yürürlükte bulunan 6785 sayılı îmar Yasasında öngörülen beş yıllık sürenin geçmesinden çok sonra 18.1.1988 gününde belediyeye yeniden başvurup kamulaştırmanın yapılmaması nedeniyle taşınmazın tamamı üzerinde yapı izni verilmesini istedikleri, buna karşılık belediyenin 27. l. 1988 günlü cevap yazısında taşınmazın kısıtlı olduğu bir kez daha belirtildikten sonra ancak kalan bölümü için îmar Yasasının 18. maddesi uyarınca imar düzenlemesi yapıldıktan sonra ruhsat verileceğinin belirtildiği, bu durumda kısıtlılığı kaldıran yeni bir plan değişikliği yapılması ve bu yerde yeni plana göre inşaat ruhsatı verilmesi gerektiği ileri sürülerek aksine tesis edilen işlemin iptali istenilmektedir.
3194 sayılı îmar Yasasının konuya ilişkin 13. maddesinde “Resmi yapılara, tesislere ve okul, cami, yol, meydan, otopark, yeşil saha, çocuk bahçesi, pazar yeri, hal, mezbaha ve benzeri umumi hizmetlere ayrılan alanlarda inşaata ve mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ilaveler yapılmasına izin verilmez. Ancak imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şekli devam eder.
Ancak, parsel sahibi, İmar planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra müracaat ettiğinde imar planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumi hizmetlere ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşunca yapımından vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde, tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden irdeleyerek hazırlanacak yeni imar planına göre inşaat yapılır. Bu Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir ......” hükmü yer almıştır.
Görüldüğü üzere maddenin ilk fıkrasında planda genel hizmetlere ayrılan yerler de yapı yapılmasına ve yapı varsa önemli değişiklik ve eklemelere izin verilemeyeceği, programa alınıncaya kadar mevcut kullanma biçiminin devam edeceği, 3. fıkrasında planın onay tarihinden başlayarak beş yıl sonra başvurulduğunda, ilgili kamu kuruluşundan taşınmazın hizmet için gerekli olmadığı yolunda yazı alındığı takdirde, plancılık ilkelerine uygun olarak hazırlanacak yeni imar planına göre inşaat yapılabileceği bu yasanın yayımından önce yapılan planlarda ise söz konusu beş yıllık sürenin yasanın yürürlük tarihinden itibaren geçerli olduğu belirtilmiş bulunmaktadır.
Bilindiği üzere 6785 sayılı eski İmar Yasasının 33. maddesinde, bu gibi yerlerde dört yıllık imar programına alınmış ise bu süre içinde, programa alınmayan yerlerde ise sahiplerinin yazılı başvurusundan itibaren beş yıl içinde kamulaştırılmayan yerlerde yönetmelik hükümlerine uygun yapı ruhsatı verileceği belirtilmiş iken, yeni yasada önemli ölçüde değişiklik yapılmış ve hem beş yıllık sürenin geçmesinden sonra kamulaştırma yapılmamış ise yeniden ruhsat alınması için önemli ek koşullar getirilmiş hemde yasanın yayım tarihinden önce yapılan planlardaki beş yıllık süre, yeni yasanın yürürlüğünden itibaren geçerli sayılmıştır.
Anayasamızın 2. maddesinde belirtildiği üzere Türkiye Cumhuriyeti, diğer nitelikleri yanında sosyal bir hukuk devletidir. Hukuk devleti; her türlü etkinliğin hukuk kurallarına bağlı olduğu ve kişilerle toplumun hak ve çıkarlarının adaletli bir denge içinde tutulduğu devlet düzenidir. Toplum yararına olarak kentlerin çevre özellikleri ve çevre koşulları dikkate alınarak sağlıklı bir yaşamın sağlanmasını öngören bir planlama yapılması ve bu planda kişilere ait taşınmazların kamusal alan ve tesislere ayrılması doğaldır. Ancak bu şekilde planda kamuya ayrılan yerlerinde ancak belirli ve yasa ile öngörülen sürelerde kısıtlı tutulması aksi takdirde bedeli ödenerek kamulaştırılması gerekir. Kişilere ait taşınmazların, idarenin istediği kadar daha doğrusu sınırsız ve sonu belirsiz bir süre ile kısıtlı tutulması hem de kamulaştırma yapılmayıp, bedelinin ödenmemesi bu arada kişinin taşınmazını değerlendirmesine engel olunması hukuk devleti ilkeleri ile bağdaş tınlamaz.
1982 Anayasası ile mülkiyet hakkı temel haklar arasına alınmıştır. Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlükler, bu maddede belirtilen amaçlarla diğer maddelerinde belirtilen nedenlerle Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun olarak kısıtlanabilir. Mülkiyet hakkının yine Anayasamızın 35. maddesinde belirtildiği gibi, kamu yararı amacı ile sınırlandırılması her zaman mümkündür. Ancak yukarda da açıklandığı gibi, kamusal amaçlarla kısıtlanmış ve imar planında bu amaçlara ayrılmış taşınmazların amacına uygun olarak kamulaştırılmasının da belirli bir süre ile sınırlı olması gerekir. Yoksa Yasada öngörüldüğü gibi taşınmaz sahibinin inşaat yapmasının, beş yıllık süre geçtikten sonra yeniden ilgili kuruluşun görüş ve isteğine bağlı tutulması ve bu alanlardan vazgeçildiği belirtildiği takdirde yeniden planlamaya alınmasına kadar bekletilmesi, mülkiyet hakkının kullanılmasının fiilen ortadan kaldırılmasına veya çok güçleşmesine neden olabilir.
Devlet ve diğer kamu tüzel kişilerinin planda kendilerine tahsis edilen yerleri planın yayınlandığı anda kamulaştırması elbette beklenemez. Buna maddi olanakları da elvermeyebilir. Ancak bu beklemenin kabul edilebilir bir sınırı olması gerekir. Gerek 6785 sayılı eski imar Yasasında gerekse 3194 sayılı yasada bu süre beş yıl olarak düşünülmüştür. Ancak 3194 sayılı Yasanın, bu süre geçtikten sonra da taşınmazın ve mülk sahibinin kaderini ilgili kuruluşun takdirine bırakan 13. maddesinin 3. fıkrası Anayasa’nın yukarıda sözü geçen 2., 10., 13. ve 35. maddelerine aykırıdır.
Diğer yandan aynı fıkranın son cümlesinde, “..... Bu Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık süre, bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir.” denilerek, Yasanın yayımlandığı 9.5.1985 gününden önce getirilen kısıtlamaların Yasanın yürürlüğe girdiği 9.11.1985 gününden itibaren beş yıl devam edeceği kurala bağlanmıştır. Konuyu bir örnekle açıklarsak, 10.5.1980 günündeki plan değişikliği ile getirilen bir kısıtlama varsa, Yasanın yayım tarihinden beş yıllık sürenin dolmasına bir gün kaldığı için, yürürlük tarihinden itibaren yeniden beş yıl daha yani 9.11.1990 tarihine kadar beklenilmesi gerekecektir. Kaldı ki Danıştay 6. Dairesinin son kararlarındaki görüşüne bakılırsa, beş yıllık süre yayım tarihinden önce dolsa bile ruhsat almak için başvurulmamış ise sürenin dolmuş olması taşınmaz sahibi için kazanılmış hak sayılmamaktadır. Bu açıklamadan anlaşılacağı gibi bazı taşınmazlardaki kısıtlılığın fiilen 10 yıla çıktığı görülmektedir. Yasanın yayınımdan önceki ve sonraki kısıtlamalar arasındaki bu farklı düzenleme de Anayasa’-mızın 10. maddesinin son cümlesine aykırıdır.
Sonuç olarak 3194 sayılı İmar Yasasının 13. maddesinin 3. fıkrasının tümü Anayasa’nın 2., 10., 13. ve 35. maddelerine aykırı görülmüştür.”
III- YASA METİNLERİ:
A. İptali îstenen Yasa Kuralı:
3.5.1985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun iptali istenilen fıkrayı-da içeren 13. maddesi şöyledir:
“Madde 13.- Resmî yapılara, tesislere ve okul, cami, yol, meydan, otopark, yeşil saha, çocuk bahçesi, pazar yeri, hal, mezbaha ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlarda inşaata ve mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ilaveler yapılmasına izin verilmez. Ancak imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şekli devam eder.
İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması halinde durdurma tarihi ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder.
Ancak, parsel sahibi, imar planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra müracaat ettiğinde imar planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşunca yapımından vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde, tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden irdeleyerek hazırlanacak yeni imar planına göre inşaat yapılır. Bu Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir.
Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık payı üzerindeki miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi halinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz.”
B. İlgili Yasa Kuralı:
3194 sayılı Yasanın “Umumî hizmetlere ayrılan yerlerde muvakkat yapılar” başlıklı 33. maddesi şöyledir:
“Madde 33.- İmar planlarında bulunup da müracaat gününde beş yıllık imar programına dahil olmayan yerlerde; plana göre kapanması gereken yol ve çıkmaz sokak üzerinde bulunan veya 18 inci madde hükümleri tatbik olunmadan normal şartlarla yapı izni verilmeyen veya 13 üncü maddede belirtilen hizmetlere ayrılmış olan ve haklarında bu madde hükmünün tatbiki istenen parsellerde üzerinde yönetmelik esaslarına uygun yapı yapılması mümkün olanlarından sahiplerinin istekleri üzerine belediye encümeni veya il idare kurulu kararıyla imar planı tatbikatına kadar muvakkat inşaat veya tesisata müsaade edilir ve buna dayanılarak usulüne göre yapı izni verilir.
Bu gibi hallerde verilecek müddetin on yıl olması, yapı izni verilmezden önce belediye encümeni veya il idare kurulu kararının gün ve sayısının on yıllık müddet için muvakkat inşaat veya tesisat olduğunun, lüzumlu ölçü ve şartlarla birlikte tapu kaydına şerh edilmesi gereklidir. Muvak-katlık müddeti tapu kaydına şerh verildiği günden başlar.
Birinci fıkrada sözü geçen bir parselde, esasen kullanılabilen bir bina varsa bu parsele yeniden inşaat ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği gibi, birden fazla muvakkat yapıya izin verilen yerlerde dahi bu yapıların ölçüleri toplamı yönetmelikte gösterilen miktarları geçemez. Bu maddenin tatbikinde kadastral parsel de bir imar parseli gibi kabul olunur.
Plan tatbik olunurken, muvakkat inşaat veya tesisler yıktırılırlar. On yıllık muvakkatlık müddeti dolduktan sonra veya on yıl dolmadan yıktırılması veya kamulaştırılması halinde muvakkat bina ve tesislerin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre takdir olunacak bedeli sahibine ödenir.”
C. Dayanılan Anayasa Kuralları:
1- “Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
2- “Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
3- “Madde 13.- Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir.
Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz.
Bu maddede yer alan genel sınırlama sebepleri temel hak ve hürriyetlerinin tümü için geçerlidir.”
4- “Madde 35.- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
IV- İLK İNCELEME:
Anayasa, Mahkemesi îçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince Mahmut C. CUHRUK, Yekta Güngör ÖZDEN, Necdet DARICIOĞLU, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Muammer TURAN, Mehmet ÇINARLI, Servet TÜZÜN, Mustafa ŞAHİN, Vural Fuat SAVAŞ, Oğuz AKDOĞANLI ve Selçuk TÜZÜN’ün katılmalarıyla 15.9.1988 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ:
İşin esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, iptali istenilen yasa kuralı ile dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleriyle öteki yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü.
A. Anayasa’ya aykırılık iddialarının incelenmesine geçmeden önce, itiraza konu edilen kuralın daha önce uğradığı değişiklikler ile yürürlükteki esasların kısaca incelenmesinde yarar görülmüştür.
Cumhuriyetin ilânı tarihinden 1928 yılına kadar ülkemizde 1882 tarihli, yollar, yangın yerleri ve binalarla ilgili düzenlemeleri kapsayan “Ebniye Kanunu” uygulanmış, bu arada, Kurtuluş Savaşı sonunda yangın geçirmiş olan İzmir şehri için 1924 yılında mevzii imar planı hazırlanarak şehrin düzenlenmesine girişilmiştir.
İlk şehir düzenlemesine geçilmesi, 1928 günlü, 1351 sayılı “Ankara Şehri İmar Müdiriyeti Teşkilat ve Vezaifine Dair Kanun” ile sağlanmış ve Başkent Ankara’nın imar planı hazırlanmıştır.
Daha sonra 1930 yılında bütün belediyelere imar planı hazırlama zorunluluğu getiren 3.4.1930 tarihli, 1580 sayılı “Belediye Kanunu” ve 1933 yılında da kentlerin planlaması çalışmalarım düzenleyen “Belediye Yapı ve Yolları Kanunu” yürürlüğe konulmuştur.
1956 yılında imar mevzuatını düzenleyen 6785 sayılı “İmar Kanunu” yürürlüğe girmiş ve 1958 yılında da, 7116 sayılı Yasayla yurdun, bölge, şehir, kasaba ve köylerin planlanması, mesken politikası, yapı malzemesi konuları ile ilgilenmek, bölge planları konusunda ilgili kuruluşlarla ortaklaşa etüdler yapmak, iç iskân, göçmen iskânı ve afetlerden önce ve sonra gerekli tedbirleri almak amacıyla “İmar ve İskân Bakanlığı” kurulmuştur.
İmar ve İskân Bakanlığınca, “Metropoliten planlama” çalışmaları başlatılarak büyük kentlerimizin nazım imar planları yapılmasına girişilmiştir.
İmar ve İskân Bakanlığı 13.12.1983 günlü, 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bayındırlık Bakanlığı ile birleştirilmiş ve’ kamu oyunda “İmar affı” diye isimlendirilen 2981 Sayılı “İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun”, 2960 sayılı “Boğaziçi Kanunu”, 3030 sayılı “Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun”, 3086 sayılı “Kıyı Kanunu” gibi yasalarla imar konusunda yeni düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.
İmar planlarında kamu hizmetlerine ayrılan yerlerde bulunan arsalar için ilk yasaklayıcı düzenleme, 1351 sayılı “Ankara Şehri İmar Müdiriyeti Teşkilât ve Vezaifine Dair Kanun” ile getirilerek, İmar Müdürlüğüne bu gibi yerler için beş yılı geçmemek kaydı ile yapı yapma yasağı koyma yetkisi verilmiştir.
İmar planlarında genel hizmetlere ayrılan yerler için tüm yurtta geçerli düzenleme, 6785 sayılı İmar Kanunu’nun 33, maddesinde yapılarak, “İmar ve yol istikamet planlarında yol, meydan, yeşil saha, park, otopark gibi umumî hizmetlere ayrılmış yerlerde inşaat yapılmasına ve mevcut binalarda ise esaslı tadilat ve ilâveler yapılmasına” izin verilmeyeceği hüküm altına alınmış, bu gibi yerlerde dört yıllık imar programına alınan yerler ile alınmayan yerlerin belirlenen sürede kamulaştırması yapılmadığı takdirde uygulanacak işlemler gösterilmiştir.
6785 sayılı Yasa’nın yapı izni verilmeyen yerlerde geçici inşaat izninin koşullarını gösteren 11. maddesi ile, yukarda anılan 33. madde hükümleri 11.7.1972 tarihli 1605 sayılı Yasa’yla değiştirilmiştir.
6785 sayılı İmar Kanunu’nu yürürlükten kaldıran 3.5.1985 günlü 3194 sayılı İmar Kanunu 9.5.1985 günlü, 18749 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur.
3194 Sayılı İmar Kanunu’nun bir bölümünün iptali istenilen 13. maddesi, 6785 sayılı Yasa’nın 33. maddesi yerine kimi yeni düzenlemeler getirmekle ve imar planlarında genel hizmetlere ayrılan yerler açıklanmaktadır.
B. İtiraz Konusu Yasa Kuralının Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu: 1- Anayasa’nın 2. maddesi yönünden inceleme:
İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, toplum yararına olarak, kentlerin çevre özellikleri ve koşullan nazara alınarak sağlıklı bir yaşamın sağlanmasını öngören bir planlama yapılması ve bu planda kişilere ait taşınmazların kamusal alan ve tesislere ayrılmasının doğal olduğunu, bu planda kamuya ayrılan yerlerin de ancak belirli olması ve yasa ile öngörülen sürelerde kısıtlı tutulması, aksi takdirde kamulaştırılması gerektiğini, kişilere ait taşınmazların idarenin istediği kadar, daha doğrusu sınırsız ve sonu belirsiz bir süre ile kısıtlı tutulmasının hem de kamulaştırma yapılmaması ve bu arada kişinin taşınmazını değerlendirmesine engel olunmasının hukuk devleti ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmektedir.
Mahkeme, planda kendilerine tahsis edilen yerlerin planın kesinleştiği anda kamu kuruluşları tarafından kamulaştırılmasının beklenemeyeceğini, buna maddî olanaklarının da elvermeyeceğini, ancak bu beklemenin kabul edilebilir bir sınırı olması gerektiğini belirterek 6785 sayılı Yasa’da bu olanak sağlanmış iken, 3194 sayılı Yasa’da bu hususun idarenin takdirine bırakıldığı savında bulunmaktadır.
Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olarak nitelenmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında belirtildiği üzere, Hukuk devletinin temel koşulu bütün devlet işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygun olmasıdır. Hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurulup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde Yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduğu bilincinden uzaklaştığında geçersiz kalacağını bilen devlettir.
Devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olması, kazanılmış haklara saygı duyulmasını gerektirir. Ancak, kazanılmış bir haktan söze-dilebilmesi için bu hakkın yeni yasadan önceki yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla eylemli biçimde ekle edilmiş olması gerekir.
3194 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin birinci fıkrasında, imar planlarında kamu hizmetlerine ayrılan alanlarda inşaata ve mevcut binalarda esaslı değişiklik ve ilaveler yapılmasına izirı verilmeyeceği hüküm altına alınmıştır.
13. maddenin dava konusu üçüncü fıkrasında, parsel sahibi, imar planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra müracaat ettiğinde, imar planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı genel hizmetlere ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşunca yapımından vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde, hazırlanacak yeni imar planına göre inşaat yapılacağı ve bu Yasa’nın yayımı tarihinden önce yapılan imar planlarında sözü edilen beş yıllık sürenin bu Yasa’nın yürürlük tarihinden başlayarak geçerli olduğu öngörülmüştür.
6785 sayılı Yasa’nın yürürlüğü zamanında, planda kamu hizmetlerine ayrılmış yerlerde beş yıl geçtikten sonra yönetmelik hükümlerine göre inşaat yapılması olanağına karşın, plan değişmediği sürece planın uygulanması kapsamında programa alınan bu yerler kamulaştırılmakta idi. 3194 sayılı İmar Yasası da aynı nitelikte kurallar içermektedir.
Kamu hizmetine ayrılan yerlerin ne zaman kamulaştırılması gerektiği ya da yapımından ne zaman vazgeçileceğinin belirlenmesi, hukuk devleti ile doğrudan ilgili bir konu değildir.
Mülkiyet hakkının sınırlandırılması, Anayasa’da özel olarak düzenlenmiştir. Demokratik toplum kurallarına aykırı olmayan, toplum yararı ile bireyin yararını dengeleyen bir sınırlandırma hukuk devleti ilkesine uygun olacaktır. Planda kamu hizmetine ayrılmış bir yerin geleceğinin belirsiz olduğu düşünülemez. Aynı belirsizlik kamu hizmetinin yerine getirilmesine uygun düşen her taşınmaz için sözkonusu olup, bu gibi yerlerin de “kamu yararı” kararı alınması üzerine kamulaştırılması olasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri arasında sayılan “Hukuk Devletinin öğeleri içinde yasaların kamu yararına dayanması ilkesi de vardır. Bütün kamusal girişimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düşüncesinin yasalara da egemen olması, Yasakoyucunun bu esası gözardı etmemesi gerekir.
Dava konusu hükümle getirilen kısıtlama ileride bir fayda sağlamayacak yatırımları önlediği, kişi ve toplum yararına düzenlemeyi ve yapılaşmayı sağlayacağı için hukuk devleti ilkelerine uygundur. Kazanılmış hakları ortadan kaldırmayan, yargı denetimine engel olmayan, herkes için geçerli genel kurallar getiren bu düzenleme hukukun genel ilkelerine de ters düşmemektedir. Toplum yararını öngören düzenleme, bu niteliğiyle sosyal devlet ilkesine de uygundur.
Kısıtlama genel ve nesnel nitelikte olduğu farklı hukuksal durumlar yaratmadığı ve taşınmazın kullanılması olanağını tümüyle kaldırmadığı gibi, yapılacak plan değişikliklerinin idarî yargı mercilerinin denetimine bağlı olacağı ve bu denetim sırasında “kamu yararına” uygunluğun da araştırılacağı kuşkusuzdur.
Belirtilen nedenlerle, dava konusu hüküm. Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı görülmemiştir.
2- Anayasa’nın 10. Maddesi Yönünden inceleme:
Başvuru kararında, 3194 sayılı Yasa’nın yayımlandığı 9.5.1985 gününden önce getirilen kısıtlamaların yürürlük tarihinden sonra beş yıl süreceği, örneğin daha önce, dört yıl onbir ay kısıtlı olarak kalmış olan bir yerin, beş yıl daha bekleyeceği, Yasa’nın yayımlanmasından önce kısıtlanan yerler ile sonradan kısıtlanan yerler arasında yapılan farklı düzenlemenin eşitlik ilkesine aykırı düştüğü öne sürülmektedir.
Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesi, eylemli eşitliği değil, hukuksal eşitliği ifade ederek aynı hukuksal durumda bulunanlar arasında haklı nedene dayanmayan ayırımlar yapılmasını önlemeyi amaçlar. Bu doğrultuda, hukuksal durumu aynı olanların aynı kurallara bağlı tutulacağını, ayrı durumda olanların ise ayrı kurallara bağlı tutulmasının Ana-yasa’ya aykırılık oluşturmayacağı kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında açıklandığı gibi, yasa karşısında eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulması değildir. Kimi yurttaşların başka hükümlere bağlı tutulmaları haklı bir nedene dayanmakta ise eşitlik ilkesine uyulmadığından söz edilemez.
Yürürlükten kaldırılan 6785 sayılı İmar Kanunu’nun 1702 sayılı Yasa ile değişik 33. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında; kamuya ayrılan yerlerin iskân sınırları içinde bulunanlardan, dört yıllık imar programına dahil edilmiş olan yerler süresi içinde dört yıllık programa dahil bulunmayan yerler ise sahiplerinin yazılı başvurularından başlayarak beş yıl içinde kamulaştırılmadığı takdirde, talimatname hükümlerine uygun inşaat yapılmasına izin verileceği dört yıllık program dışında bulunan yerlerde sahiplerinin isteği halinde, beş yıllık süre beklenmeksizin geçici inşaat izni veren aynı Yasa’nın 11. maddesi hükümlerinin uygulanabileceği öngörülmüştür.
3194 sayılı imar Kanunu’nun “Umumi hizmetlere ayrılan, yerler de muvakkat yapılar” başlıklı 33. maddesinin birinci fıkrasında, 13. maddede belirtilen hizmetlere ayrılmış olan ve haklarında bu madde hükmünün uygulanması istenen parsellerde, koşulları varsa sahipleri tarafından, imar planı uygulanmasına kadar muvakkat inşaat veya tesisata müsaade edileceği ve buna dayanılarak usulüne göre yapı izni verileceği, aynı maddenin son fıkrasında da, plan uygulanırken, muvakkat inşaat veya tesislerin yıktırılacağı, on yıllık muvakkattik müddeti dolduktan sonra veya dolmadan yıktırılması veya kamulaştırılması durumunda muvakkat bina ve tesislerin bedelinin sahibine ödeneceği hükme bağlanmıştır.
Böylece İmar Yasası’nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasıyla, genel hizmetlere ayrılan ve üzerinde inşaata izin verilmeyen alanların, imar planlarının onay tarihinden başlayarak beş yıl sonra başvurulduğunda, genel hizmetlere ayrılmış yer olma niteliğinin değiştirilmesi ve yeni imar planına göre inşaat yapılması olanağı getirilmiştir.
Bu yeni düzenleme nedeniyle, Yasa’nın yürürlüğünden önce plan değiştirilmesi söz konusu olmayacağına göre, yeni düzenleme ile hak sahibi olanların, bu haklarını kullanabilmelerinin başlangıç tarihinin Yasa’nın yürürlük tarihi olarak belirlenmesi doğaldır.
Parsel sahibinin başvurma ve inşaat yapabilme hakkı, 3194 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmesiyle doğduğuna ve Yasakoyucu bu hakkı geriye yürütme zorunda olmadığına göre, bekleme süresinin farklı olduğu ve bunun da eşitlik ilkesine aykırı bulunduğu savı geçerli olamaz. Yasa’nın 13. maddesinin dava konusu üçüncü fıkrasındaki beş yıllık sürenin imar planlarında genel hizmetlere ayrılan yerlere ilişkin olarak idarenin görüş değiştirmesi ve parsel sahibinin başvurması yönlerinden düzenlenmesi karşısında; idarenin genel hizmetlere ayrılan yerlerde yapı yapmaktan kendiliğinden vazgeçmesi durumunda beş yıllık süreyi beklemek söz konusu olmaksızın yapılacak imar planına göre inşaat izni alınması yolu açıktır.
Belirtilen nedenlerle dava konusu hükmün Anayasa’nın yasa önünde eşitlik ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
3- Anayasa’nın 13. ve 35. Maddeleri Yönünden İnceleme:
İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, planda kamu hizmetlerine ayrılan alanlarda inşaat yapılmasının, beş yıl geçtikten sonra da ilgili kuruluşun görüş ve isteğine bağlı tutulmasını ve idare vazgeçse de yeniden planlamaya alınmasına kadar bekletilmesini öngören itiraz konusu 13. maddenin üçüncü fıkrasının, mülkiyet hakkının kullanılmasını fiilen ortadan kaldırıp çok güç kullanılmasına yol açtığını, hu suretle mülkiyet hakkının özüne dokunan bir sınırlama olduğunu ileri sürmektedir.
Temel hak ve özgürlüklerin soyut Anayasa kuralları olmaktan çıkarılması, kullanılabilir ve uygulanabilir duruma getirilmeleri, dolayısıyle kişi yönünden pratik bir değer taşıyabilmeleri için sınırlarının belirtilmesi, kullanma ve uygulama yollarının gösterilmesi gerekir. Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlükler üzerinde yerine göre yapılması gereken sınırlamaların ne tür tasarruflarla, ne gibi sebeplere dayanılarak ve hangi ölçüler içerisinde yapılabileceği hükme bağlanmıştır. Bu belirlemeye göre, temel hak ve özgürlükler üzerindeki sınırlama ancak yasayla yapılabilecek, sınırlamayı haklı gösterecek sebep olarak ancak maddede sayılı ve sınırlı olarak gösterilmiş bulunan genel sınırlama nedenleriyle Anayasa’nın ilgili diğer maddelerinde öngörüleri özel sınırlama sebeplerine dayanılacak “demokratik toplum düzeninin gerekleri” de sınırlamanın ölçüsünü oluşturacaktır.
Anayasa’nın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu açıkça belirtilmekle beraber mülkiyet hakkının niteliği üzerinde herhangi bir açıklama yapılmadığından bunun öğretiden ve yasalardaki kurallardan yararlanılarak ortaya konulması gerekmektedir.
Bu anlamda mülkiyet hakkı; bir kimsenin, başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara da uymak koşulu ile bir şey üzerinde dilediği biçimde kullanma, ürünlerinden yararlanma, tasarruf etme (başkasına devretme, biçimini değiştirme, harcama ve tüketme hattâ yok etme) yetkilerini anlatır. Görülüyor ki bu nitelikteki mülkiyet hakkı kavramında, başkasına zarar vermemek ve özellikle yasaların koyduğu sınırlamalara uymak zorunluluğu vardır.
Medeni Yasa’nın 618. maddesi de, bu hukuksal anlayışa koşut olarak mülkiyet hakkını şöyle tanımlamaktadır:
“Bir şeye malik olan kimse, o şeyde kanun dairesinde dilediği gibi tasarruf etmek hakkını haizdir; haksız olarak o şeye vaz’iyed eden herhangi bir kimseye karşı istihkak davası ikame ve her nevi müdahaleyi men edebilir.”
Bu yolla Medeni Yasa da kişiye, malik olduğu şey üzerinde, yasaların koyduğu sınırlamalara uyularak istediği gibi tasarruf etmek hakkını tanımış bulunmaktadır.
Açıklanan bu hukuksal ve yasal durum karşısında Yasakoyucunun mülkiyet hakkına, dilediği sınırlamaları getirmekte serbest bulunduğu düşünülebilirse de Anayasa’nın 35. maddesindeki kuralların gözönünde tutulması zorunludur.
Gerçekten Anayasa’nın 35. maddesinde, Yasakoyucu, ancak kamu yararı amacı ile mülkiyet hakkı üzerinde sınırlama yapmaya yetkili kılınmış ve malikin de bu hakkı, toplum yararına aykırı biçimde kullanması engellenmiştir.
Anayasa’nın bu hükümleri karşısında mülkiyet hakkının, söz konusu iki yöndeki sınırlamalardan başka herhangi bir koşulla sınırlandırılması mümkün değildir. Diğer bir deyimle yasa koyucunun yetkisi de bunlarla sınırlandırılmıştır.
Mülkiyet hakkı, eski anlamında bireyin dilediği biçimde kullanabileceği bir hak ve sınırsız bir özgürlük olma niteliğini çoktan yitirmiş, mülkiyet anlayışı, bu hakkın bir bakıma sosyal yapıda bir hak olduğu yolunda gelişmiş, bir çok hak gibi bu hakkın da kamu yararı amacıyla sınırlanabileceği ilkesi benimsenmiştir.
Başlangıçta kişinin eşya üzerinde mutlak bir egemenliği demek olan ve kutsal olarak kabul edilen mülkiyet hakkı, çağımızda bu niteliğini yitirmiş, mutlak ve sübjektif olarak düşünülen bu hak, mutlak olmayan bir duruma dönüşmüş ve sosyal işlevleriyle sınırlanmıştır. Taşınmazlar bakımından mülkiyet hakkı, belirli bir zamanda, devletin izin verdiği ölçüde, taşınmazdan olabildiğince yararlanma hakkıdır.
İmar Yasası’nın 13. maddesinin birinci fıkrası ile imar planlarında “Umumî hizmetlere” ayrılan yerlerde inşaata ve mevcut binalarda esaslı değişiklik ve ilâveler yapılmasına izin verilmeyeceği, ancak imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma seklinin devam edeceği hükme bağlanmış olmakla bu yerlerde kişilerin mülkiyet hakkı, imar planlarıyla sınırlandırılmış bulunmaktadır. Kentlerin gelişmesini düzenleme gereksinimi kamu düzeni ve kamu yararını koruma amacına yönelik olduğundan bölge ve şehir planlaması da bu amaca hizmet için kurumsallaştırmıştır.
İmar planları, planlanan yörenin bugünkü durumunun, olanaklarının ve ileride ki gelişmesinin gerçeğe en yakın şekilde saptanabilmesi için coğrafî veriler, beldenin donatımı ve malî, sosyal kültürel ve ticarî yönden kullanılışı gibi konularda yapılacak araştırma ve incelemeler sonucu elde edilecek bilgilere göre, çeşitli kentsel işlevler arasında var olan veya edinilecek olanaklar ölçüsünde, en iyi çözüm yollarına ulaşmak, belde halkına iyi ve uygar bir yaşama düzeni ve koşulları sağlamak amacıyla, kentin kendine özgü yaşayış biçimi ve karakteri, nüfus, alan ve yapı ilişkileri, yörenin gerek çevresiyle ve gerekse çeşitli alanlar arasındaki bağlantıları, halkın sosyal ve kültürel gereksinimleri, güvenlik ve sağlığı ile ilgili konular gözönüne alınarak hazırlanır.
İmar planlan, nazım imar planı ve uygulama imar planından oluşur. 3194 sayılı îmar Kanunu’nun 5. maddesinde, nazım imar planı; varsa bölge ya da çevre düzeni planlarına uygun olarak halihazır haritalar üzerine, yine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak çizilen ve arazi parçalarının; genel kullanış biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve problemlerinin çözümü gibi hususları göstermek ve uygulama imar planlarının hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen, detaylı bir raporla açıklanan ve raporuyla birlikte bütün olan plan olarak tanımlanmıştır. Uygulama imar planı ise, onaylı halihazır haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak nazım imar planı esaslarına göre çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri ayrıntıları ile gösteren plan biçiminde nitelendirilmiştir.
Aynı Yasa’nın 8. maddesinde, varsa bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planlarının ilgili belediyelerce yapılacağı veya yaptırılacağı ve belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe gireceği; 9. maddesinde de, Bakanlığın gerekli gördüğü durumlarda imar planı yapmaya, yaptırmaya, değiştirmeye ve re’sen onaylamaya, bir kamu hizmetinin görülmesi amacı ile resmî bina ve tesisler için imar planlarında yer ayrılması veya bu nedenle değişiklik yapılması gerektiği takdirde, valilik kanalı ile ilgili belediyelere talimat vermeğe veya gerekirse imar planının resmî bina ve tesislerle ilgili kısmım re’sen yapıp onaylamağa yetkili olduğu hüküm altına alınmıştır.
Bu bakımdan, insan, toplum, çevre ilişkilerinde kişi ve aile mutluluğu ile toplum hayatını yakından etkileyen fiziksel çevreyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak, yatırımların yer seçimlerini ve gelişme eğilimlerini yönlendirmek ve toprağın koruma, kullanma dengesini en akılcı biçimde şehircilik ilkelerine uygun olarak belirlemek amacıyla düzenlenen imar planlarının yapılmasında ve imar planında belirtilen biçimde davranılmasında kamu yararı olduğu belirgindir. Bu olanaklar sağlandığında o belde insanlarının maddî ve manevî varlıklarım kolaylıkla geliştirecekleri kuşkusuzdur, imar planlarının yukarda belirtilen koşulları içerecek biçimde hazırlanması gerekli ve bunun yargı güvencesi altında bulunması doğal olduğundan, kişiler yasaya aykırı ve keyfî davranışlardan, yargı yoluna başvurmak yoluyla korunabilirler.
Kişilerin malik bulundukları taşınmazların imar planında kamu hizmetine özgülenmesinden ve bunların kamulaştırılmasında kamu yararı olduğu kuşkusuzdur. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 6. maddesinin son fıkrasında da bu yön benimsenerek, onaylı imar planına veya ilgili bakanlıklarca onaylı özel plan ve projesine göre yapılacak hizmetler için ayrıca “kamu yararı kararı” alınmasına ve onaylanmasına gerek olmaksızın, yalnızca yetkili icra organınca kamulaştırma işlemine başlanıldığını gösteren bir karar alınacağı öngörülmüştür.
İptal davasına konu edilen hüküm, imar planında genel hizmetlere ayrılan özel kişilere ait taşınmazlar üzerinde, bulunduğu durum dışında kullanamama, değiştirememe ve yapı yapamama biçiminde mülkiyet hakkına kısıtlılık getirilen taşınmazın, belirli bir süre sonra genel hizmetlere ayrılan alan niteliğinden çıkarılması durumunda bazı koşullarla kısıtlılığın sona ereceği hükmünü içermektedir.
Anayasa’nın 65. maddesinde; “Devlet sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir”, hükmü ile belirlendiği üzere Devlet tarafından yapılması gerekli bütün hizmetlerin derhal yerine getirilmesi güçtür. Belirli nüfus yoğunluğuna ulaşmış yerleşim birimlerinin ilerdeki durumlarını da tasarlayarak imar planı yapılması ve bu planda vazgeçilemez olan kamu hizmetleri için yer ayrılması zorunlu olduğundan, bu taşınmazlara yapılanma yasağı getirilmesinde, kamulaştırma işlemlerinin güçleşmemesi ve olanaksız duruma gelmemesinde, yıkım nedeniyle kişisel mal varlığının ve millî servetin yok olmamasında kamu yararı olduğu kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında belirtildiği gibi, yasayla yapılan kısıtlamanın topluma sağlayacağı yarar, kişilerin uğrayacağı zarara göre ağır bastığından burada kamu yararının varlığını kabul etmek gerekir. Öte yandan, sosyal nitelik taşıyan mülkiyet hakkının toplum ve toplum yararı ile doğrudan ve yakından ilgili olması karşısında bu konuda, bireyle toplum yararının karşılaştığı durumlarda, toplum yararının üstün tutulması tartışılamayacak kadar açıktır.
Plan hazırlanırken, kamu hizmetine en uygun olan yer bulunduğu için, bu yerdeki yapılanış biçiminin değiştirilmesinde veya kişinin ve toplumun servet kaybına uğramayacağı biçimde yapı yapılabilmesinde de kamu yararı vardır. Kamu yararının var sayılması, kamu işlerinin görülebilmesi zorunlu bulunan taşınmazların sınırlandırılmasını gerekli kılar.
İmar Yasası’nın 33. maddesi, bu gibi yerlerde yönetmelik esaslarına uygun yapı yapılması mümkün olanlarda sahiplerinin istekleri üzerine belediye encümeni veya il yönetim kurulu kararıyla imar planı uygulanmasına kadar geçici inşaat ya da tesisata müsaade edileceği ve buna dayanılarak usulüne göre yapı izni verileceği hükmünü taşımaktadır. Ayrıca, yönetmeliklerde, muvakkat yapıya izin verilen yerlerde bu yapıların gösterilen miktarı geçemeyeceği ve binanın hangi amaçla kullanılabileceğinin belediye encümenince saptanacağı belirtilmektedir.
İtiraz konusu kuralın, yerleşim birimlerinin ilerde ulaşması düşünülen olanakların gereği olarak, toplum yaşamı yönünden büyük değer taşıyan kamu yararı, kamu düzeni ve hukuk devleti kurumlarının daha iyi işlemesini ve sosyal yararı sağlama, ekonomik ve sosyal dengeyi oluşturma gibi haklı ve doğru bir ereğe yönelik olması karşısında, içeriği bakımından mülkiyet hakkının özüne dokunmadığı, Anayasa’nın özüne ve sözüne uygun türde bir sınırlama getirdiği sonucuna varılmıştır.
Bu bakımdan, yapı yapma dışında, kamu yararı nedeniyle ve dengeli biçimde kısıtlanmış yapılanma hakkını kullanabilen malikin mülkiyet hakkının özüne dokunulduğundan da söz edilemeyeceğinden dava konusu kuralla getirilen kısıtlama demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı değildir.
Diğer yandan, imar planlarında genel hizmetlere ayrılan ve bu suretle yapı yapmaya ve mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ekler yapılmasına izin verilmeyen yerlerde, gerçekten ve objektif ölçüler içinde kamu hizmetleri sağlanamayacak durumların ortaya çıkmasında, ilgili kurum olumlu görüş bildirmiyorsa, taşınmazın sahipleri tarafından her zaman yasal yollara başvurulabileceği doğaldır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu hükmün Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırı bir yönü de bulunmadığından iptal isteminin reddine karar verilmelidir.
Yekta Güngör ÖZDEN, Servet TÜZÜN, Mustafa GÖNÜL, Mustafa ŞAHİN ile Erol CANSEL bu görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ:
3.5.1985 günlü, 3194 sayılı imar Kanunu’nun 13. maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Yekta Güngör ÖZDEN, Servet TÜZÜN, Mustafa GÖNÜL, Mustafa ŞAHİN ile Erol CANSEL’in karşıoyları ve oyçokluğuyla,
21.6.1989 gününde karar verildi.

Başkanvekili
Yekta Güngör ÖZDEN

Üye
Necdet DARICIOĞLU

Üye
Yılmaz ALİEFENDİOĞLU

Üye
Servet TÜZÜN

Üye
Mustafa GÖNÜL

Üye
Mustafa ŞAHİN

Üye
Oğuz AKDOĞANLI

Üye
İhsan PEKEL

Üye
Selçuk TÜZÜN

Üye
Ahmet N. SEZER

Üye
Erol CANSEL