Mesajı Okuyun
Old 08-04-2004, 15:29   #332
Cumok

 
Varsayılan

12.12.2004 günü 28 yaşını dolduracaktın!..

Bana yazdığın son mektubu hiç unutamadım.
Uzun yıllar uzaktık birbirimize, sağolsun annen buna pek izin vermemişti.
Sonra, odanda bulduğu bir içki şişesi yüzünden korkmuş, benden yardım istemiş, “beni dinlemiyor, ne olur sen bir şeyler yap” diye rica etmişti.

Ne tuhaf, günlerce düşünmüştüm sana ne söylemem ya da sana nasıl yaklaşmam gerektiğini.
Ve sana bir oyun oynamıştım oğlum.
Durmadan fenalaşıp yerlere düşen, sen yaşlarda bir personelim olduğunu anlatmış, Tanrı’nın seni böyle bir durumdan esirgemesi için dualar ettiğimi yazmış ve mektubun sonunda da sana olan güvenimi ifade etmiştim.

Bu bir oyundu oğlum.
Böyle bir şey asla yoktu ve hiç olmamıştı da.
Ama mektubumu alan annen, iki gün sonra beni telefonla aradığında, ses tonundan anlamıştım ne kadar mutlu olduğunu.

Mektubu okuyunca sen, içki şişesini annene getirmiş ve, “anne ya, ben zaten bunu içemiyorum” diyerek vermiştin kendisine.
Annen uzun yıllardan sonra, öylesine candan, öylesine içten konuşmuştu ki benimle, içim bir hoş olmuştu.

Sonra seninle yazışmaya başladık.
Bana, otelime gelmeni istiyordum senden, sen de gelmek için can atıyordun, bunu hissedebiliyordum.
Seni o kadar çok özlemiştim ki bilemezsin.

Son gördüğümde daha 13 yaşında çok sevimli tatlı bir çocuktun, sonra birden hem sesin değişmiş hem de boyun uzamaya (1.85 cm.) başlamıştı.
Biliyor musun buna ben hiç anlam veremiyordum, çünkü bizim ailemizde öyle uzun boylu kimse hiç yoktu ve olmamaıştı da. Ama oraların havası, suyu yarıyordu sana herhalde... Yok yok, hatırladım, dayınlar uzun boyluydu...

Hele bir mektubun gelmişti ve son mektuptu sanırım, onu, havuzun etrafında dönerek okumuş, dolu dolu ağlamıştım.
Çünkü sen, benim özlediğim oğlum olmuştun artık.
“Baba, benim bir kız arkadaşım var, resmini gönderiyorum. Peki, ya senin de bir kız arkadaşın var mı? diye soruyordun.

İşte bu sorun yüzünden sarsılarak ağlıyordum.
Hem özlemim, hem de beklentim buydu benim.
Oğlumla arkadaş olabilmek...
Sen bunu bana veriyordun şimdi.
Ama tatile gelemiyordun ne yazık ki.


Annenin iş değiştirmesi yüzünden bu yaz gelemiyeceğini ama, seneye mutlaka geleceğini yazmıştın.
Ah oğlum, tekrar gelebilseydin keşke, keşke o zaman bu sorunlar çıkmamış olsaydı da görüşebilseydik.
Olmadı...

Eylül ayı sonunda eve dönmüştüm ben.
Kaç gün geçmişti aradan bilemiyorum.
Bir tanıdıktan gelen bir telefonla dünyam kararmıştı sanki:
Haberim varmı-ymış, sen 20 gündür kayıpmış-sın ve gazetelerde kayıp ilanın çkıyor-muş.
Yoktu haberim, annen bildirmemişti çünkü...

Ama uzun sürmedi oğlum, annen sarsılırcasına ağlayarak “Oğuzhanı kaybettik” dedi bana.
Düşünebiliyor musun oğlum?
Ama ben anlamamıştım galiba, ne demek kaybetmek? Niye, neden kaybetmek, nasıl kaybetmek?
Ve seni gördüğüm son saniyeye kadar bir robot olmuştum.
Buz gibi ve duygusuz.

Ne yapacağimi şaşırmıştım; benim geleceğe ait neyim varsa, seninle birleşiyor, sana odaklanıyordu.
Aldığım, alabildiğim her kitabı seni düşünerek koyuyordum kitaplıktaki yerine.
Biliyordum ki bir gün, onu oradan alırken beni düşünecektin.
Belki sevgiyle birkaç damla yaş süzülecekti yanaklarından.
Bunlar babamın kitapları diyecektin belki..
Belki gurur duyacaktın babanla.
Bilemiyorum...

Sendin beni yaşama bağlayan, tek yaşam kaynağımdın sen.
Düşlerim hep seninle doluyordu, hayallerim hep seninle geçiyordu.
Oturup bira içiyorduk birlikte.
Birer arkadaş gibi sohbet ediyorduk.
Ve ben sana, aşağıdan yıkarıya doğru bakarken gururlanıyordum hayalimde...

Birkaç gün sonra seni havalimanı’ndan aldık oğlum.
Benim o minibüs’ümle aldık.
Sonra bir yerlere götürdük, sonra açılan bir çukura koyduk çürümüş bedenini. Ellerim titreyerek tuttum kefenin altındaki ayaklarını. Bu seni son görüşüm oldu oğlum.
O robot halim, o duygusuz halim çok uzun sürdü.
Bazı tanıdıklar “şok” dediler, acısı sonra çıkacak dediler...

Ne demek istediklerini hiç anlayamıştım oğlum.
Taa ki, emekli olup evimde tamamen yalnız kalana kadar.
Merhaba dediğim her genç adamda seni görmeye başladım, hele doğum tariheri 1976 ise daha başka çarpılıyordu yüreğim.
Birden yapayalnız kalmıştım oğlum.

Hoş sen yanımda değildin zaten ama, olsun, biliyordum ki birazcık uzaktaydın ve koca adam oluyordun.
Hem arada bir gelecektin, dertleşecektik, birbirimize kız arkadaşlarımızı bile tanıştıracaktık, öyle değil mi?
Baba ve Oğul.
Sonra sen evlenecektin ve benim bir de KIZIM olacaktı...
Bu düşünce beni nasıl mutlu ediyordu bir bilsen.

Sen benim oğlumdun ve ben senin baban!..
Bugün bu söylem bile tuhafıma gidiyor artık.
Baksana şu yukarıda attığım tarihe.
Birkaç ay sonra 28 yaşını dolduracaktın oğlum.
Benim oğlum, tek yaşam pınarım, dayanağımdın.
Niye yaptılar oğlum bunu bana, sana?
Bugün berbat bir yaşlı bir adam oldum çıktım, en küçük bir olayda gözleri dolan ve bazen kendini tutamayıp hüngür hüngür ağlayan.
Aslında baban böyle değildi oğlum.
Neşeli, deli doluydu, biliyorsun.
Etrafını kırar geçirirdi dostları arasında olduğunda.
Şimdi içine kapandı, zaten geleni gideni de pek olmuyor.
Kapısı pek çalmaz oldu artık.

Biliyorsun değil mi, o zaman da hep bir şeyler yazardı durmadan.
Şimdi de yazıyor oğlum, yazmaya çalışıyor.
Ama artık neşeli şeyler yazamıyor nedense.
Hep iç karartan şeyler, ama böyle olmayı hiç istemiyor bilesin.
Yine de dökülüyor harfler beyaz zemin üzerine.

Seni sonsuzluğa göndereli 11 yıl olmuş oğlum.
Ama ben, hâlâ düşlerimde dertleşiyorum seninle
Sesimi duyuyorsun değil mi oğlum?
Sana kıyanlara lanet olsun yaşamları süresince.
Sulu gözlü olduğum için kusuruma bakma ne olur.
Bil ki seni çok, ama çok özlüyorum.
Ve çok seviyorum...
Baban