Mesajı Okuyun
Old 09-06-2010, 21:52   #26
Muhsin KOÇAK

 
Varsayılan Bİzİm Ora / Lar

Bilir misin oğul ?

Duvarları taştan ve harcı çamurdan,
çatısı söğüt dalları,
ve üzeri yarım metre toprak olan bir evde dünyaya ağladım ilk bakışımla...

Kışın çok sert geçer bizim oralarda mevsim,
coğrafyamın haşinliğine işlemiş buzlar,
boyunu aşan karla birlikte umutlar donar bir altı ay ve raflarda bekler yılan ruhunda...
Tipi- boran ,hayatın bir parçasıdır, umutların doruğunda semah tutan...

Bir dolunay olur kar taneleri üşüyen bedenelere,
ama yakamozu yoktur memleketimin,
gece karanlığı hain ve sinsi,
köye inen kurt ve çakal sürüleri,
günün ihanetini ulumaya başlar,
kar taneleri ürpertir ruhları.
Gündüzleri donuk bir ruh hali sarar memleketimi,
insansız sanılır köy, kardan görünmeyen ev yığınları, yolu olmaz zaten, bir başka yere göç ne mümkün, hasreti yarar gibi kar yarmak ve yol almak mümkün mü ? geceleri komşu evlerinde çocuklarını yanlarına alıp masal anlatan bir başka komşuda, çay yudumlamak ve bir yandan da uyuklamak zamanı babaların şefkatine sığınmak....

Sonrasında geç olur,
yelkovan akrep arasındaki mesafe ,son tükenmiş nefese değer,
eve dönme zamanı... Ve dışarısı, gündüzü kıskandırırcasına ay ışıltılı,
her yer gelinlik kız edası,
çocuk yüreği kadar temiz ve ana sütü kadar berrak - bayaz...
Kar taneleri vurur umuda,
iğneyi yerden almak kadar aydınlık yarınlardaki umut gibi,
yürürsün sokakları arşınlayıp kaymamak adına tutunduğun baba beline....
Gölge takip eder, gündüzün ikindi zamanı boğazına düğümlenmiş hasret misali,
dönüp bakmaya korkar insan ,
geleceğin karanlığı,
yarınların umutsuzluğu var sanılır takip eden gölgede...
İnsanın kendi gölgesine bile güvenini alan karanlık ve loş geceler...
Elektriği yoktu bundan 6-7 yıl öncesine kadar köyümün,
gaz lambalarının isinde kararan umutlar vardı,
o islerde ders çalışan bir tabelesi oldum loş - karanlık köyümün...
Hem de ilk talebesiydim bir zamanlar, çocuktum ve şimdi büyüdüm...
Okulu da yoktu, öğretmeni de,
park ve bahçeleri de yoktu
yaşanamayan çocukluk yılların kahrına hapsedilmiş düşlerde kala kalmak vardı bir başına insan....

Her gecesi bir ömür kadar uzun memleketimin,
iş yok güç yok,
gündüz güneşi umudun,
gece karanlığı hasretin olur memleketimde,
gelinlik çağına gelen kızların çeyiz sandıklarında saklı sevdaları,
delikanlısı-esmer yüreklisi olmak çok zor memleketimin,
sevdası, yüreğini işlediği ve kuytu bir köşede verdiği segilisinin koynunda saklı beyaz bir mendile sarılı...
Hasret yüklü ahlarında geçen uzun bir kış mevsimi var bizim oralarda...
Mart ayı yüreklere cemre düşürür, güneş karları yumuşatır , soğukkanlılığından öteler ve geceleri katran düşlere kurşun olur, katı bakışlı kainat, bir süre devam eder, kar üstünde at koştursan da kırılmaz ve batmaz,
çıkılır tavşan avına,
taşan avı bir umut avcılığı aslında,
bir bakarsın , tavşan yerine bir tilkinin bedeninde hapsedilmiş yaşamlar ,
son nefes tükenişi ile sarsılır gün,
sessizlik bozulur birden,
keklik kaya yüreğinden çıkamaz korkusundan yüreği bin bir umuda dağılır...
Narin ve kınalı parmakları hasrete imge olur kar beyazı düşlerde, ...

Sonrasında erimeye başlar karlar yürekteki yağlara karışır,
sel olur kaninata akar,
derya düşlere paletsiz dalan sevdaları boğar sinesinde,
çoşar fırat,
coşar dicle,
... asiliğine bürünür,
başı dik ama vakur bir haykırış yükselir ararattan...

Yolları da yoktu çocukluğumda memleketimin, köyümün...
Hasretleri çamurunda yoğurup yaşanmamışlıklardan alırcasına hırsını yürürsün kasabaya,
1 saatlik yolu bir gün....
yem yeşil bir çimen kokusu sarar dağlarını,
menekşeler, papatyalar büyümeye başlar kardelen bedeninden ayrılmış canlarda...
kuzular gibi şen çocuksu hayaller, zıplar kırlarında,
meleşir koyunlar otlaklarında dağların ve bir gelini andırır her yer...
gelinlik giymez memleketimin kızları,
uzun fistansı entari rengarenk,
başlarında rengarenk eşarpları,
ve duvağı kırmızı bir peçedendir süslemeleri...
Yedi renk birden vücut bulur sevdalarında eli kınalı kızların... Bakmaya doyamazsın... düşlediklerin gibi....!!!
( Tüm zamanlar )
KOÇAK
İSTANBUL