Mesajı Okuyun
Old 04-05-2011, 10:54   #9
Av.Ömer Güntay

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan harkan
tensip zaptı ile kesin süre verilemeyeceği konusunda bir anlaşmazlık yok sanırım,

esasında konuyu açan meslektaşımızın da sorduğu soru:

1-tensip ile bir süre verilmiş
2- ilk oturumda bir süre daha verilmiş,

ilk oturumda verilen süre ikinci kez verilen süre olduğu için kanunen kesin süre midir? buna ilişkin bir içtihat var mı acaba?

Güzel bir karar bu:
T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2002/15-572

K. 2002/577

T. 3.7.2002

• TASARRUFUN İPTALİ ( Davanın Hem Borçlu Hem de Tasarrufta Bulunan Aleyhine Açılması-Taraflar Arasında Zorunlu Dava Arkadaşlığının Olması )

• ZORUNLU DAVA ARKADAŞLIĞI ( Tasarrufun İptali Davasının Hem Borçlu Hem de Tasarrufta Bulunan Aleyhine Açılması )

• HUSUMET ( Davanın Her Aşamasında İleri Sürülebilecek ve Mahkemece Re'sen Gözönüne Alınması Gereken Bir Husus Olması )

• KANUNİ SÜRELER ( Açıkça Ayrık Tutulan Haller Dışında Kesin Olması )

• HAKİMİN BELİRLEDİĞİ SÜRELER ( Kural Olarak Kesin Olmaması-Hakimin Bu Süreyi Azaltıp Çoğaltabileceği Gibi Ayrı Süre de Verebilmesi )

• KESİN MEHİL ( Kesin Mehille İlgili Ara Kararının Her Türlü Yanlışı Önleyecek Biçimde Açık ve Eksiksiz Yazılmalı ve Yapılacak İşlerin Tek Tek Belirtilmesi )

• MİRASIN REDDİ ( Mahallin Sulh Hakimine Durum Bildirilerek Mirasın İflas Kurallarına Göre Tasfiyesinin Sağlanması )

• MİRASIN TASFİYESİ İŞLERİ ( Talebe Bağlı Olmayan İşlemler Olması-Mirasın Reddedildiğinin Anlaşılması Durumunda Re'sen Yapılmasının Gerekmesi )

2004/m.277,278,279,280,281,282,283

1086/m.163


ÖZET : Tasarrufun iptali davaları kendine özgü nitelik taşırlar ve davacı alacaklı tasarrufun iptali davasını hem borçlu hemde onunla tasarrufta bulunana eş söyleyişle lehine tasarrufta bulunulan üçüncü kişiye birlikte yöneltmek zorundadır. Bu kişiler arasında yasanın açık hükmünden ve davanın niteliğinden kaynaklanan zorunlu dava arkadaşlığı vardır.
Husumet davanın her aşamasında ileri sürülebilecek ve mahkemecede doğrudan doğruya ( re'sen ) gözönüne alınması gereken bir husustur. Kanuni süreler açıkca ayrık tutulan haller dışında kesindir. HUMK'nun 163 md. göre hakimin belirlediği süreler kural olarak kesin değildir. Hakim bu süreyi azaltıp çoğaltabileceği gibi ayrı bir sürede verebilir. Bu takdirde verilen 2 nci süre kesindir. Hakim kendi verdiği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. Sürelere uymamanın ağır sonuçları göz önüne alındığında kanunun amacına uygun kullanılmalı, davanın reddi için amaç sayılmalı, davayı çözümlülüğe götürmelidir. Öncelikle kesin mehile ara kararı her türlü yanlış önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalıdır. Hakim süreye uyulmamasının sonuçlarını açıkca anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Ancak bu şartları taşıyan bir kesin mehil hem hakimi hemde tarafları bağlayacaktır. Mahkemece re'sen yapılması gereken işlemler varken bunun taraflara bırakılması doğru olmadığı gibi, kabul biçimine göre de davacı tarafa açıkca ne olduğu açıklanarak süre verilmemiş, belirsiz ve yasal olmayan bir ara kararı ile süre verilemez. Oysa kesin süreden söz edilebilmesi için o işin tarafa düşen bir iş olması, mahkemece ara kararında taraflarca yapılması gereken işlerin ayrıntılı biçimde belirlenmesi, ara kararının yerine getirilmesi halinde ne gibi sonuçların doğacanın yöntemince duyurulması gerekmektedir.
Zorunlu hasım olan borçluların en yakın bütün mirasçılarının mirası reddetikleri ibraz olunan mahkeme kararları ile sabit bulunduğuna göre kanunun miras hukuku hükümleri çerçevesinde çözümü gerekir. Bu durumda mahallin Sulh Hukuk hakimine durum bildirerek mirasın iflas kurallarına göre tasfiyesi sağlanmalı, anılan mahkemece mirası reddedilen için borçlar için atanacak ve yetkilendirilecek Temsilci huzuru ile davaya devam olunmalıdır. Zira mirasın tasfiyesi işlemleri, talebe bağlı olmayan işlemler olup, mirasın reddedildiğinin anlaşılması ile res'en yapılması gerek işlemlerdendir. Talep üzerinde de yapılabilirliği bu özelliğini kaldırmaz. Ayrıca murisin ölümü gününde terekenin borca batık olduğunun sabit olması durumunda da miras reddedilmiş olmadığından bu tespit için sınırlayıcı bir görev yasayla öngörülmediğinden bu yönüyle mahkemece işlem yapılması olanağı vardır.
Davacı tarafça lehine tasarrufta bulunulan kişi hakkındaki dava İİK. 283/2 md. gereğince bedele dönüştürülmüştür. Verilecek hükmün doğrudan borçları ilgilendirildiği ve alacaklının alacağıyla sınırlı olsa da tasarrufun iptali sonucu bu miktar terekeye döneceği düşünüldüğünde, başta usulüne uygun olarak hasım gösterilen ancak dava sırasında ölen ve mirası reddedilen borçluların yasaya uygun biçimde temsili sağlanmadan, bu özel bu durum gözetilmeden taraf teşkilinin ve husumet olgusunun yanların iradesine bırakılması yasaya uygun değildir.
DAVA : Taraflar arasındaki "tasarrufun iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;İzmir Asliye 2.Ticaret Mahkemesince davanın kısmen açılmamış sayılması, kısmen reddine dair verilen 23.10.2000 gün ve 1996/485-2000/1033 sayılı kararın incelenmesi davacı alacaklı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 28.03.2001 gün ve 902-1554 sayılı ilamı ile; "Dava, İİK.nun 277 ve devamı maddelerine göre tasarrufun iptali isteğiyle açılmıştır. Davalı borçlular Hasan V.. E... ( E... ) ile Emin Ş. B...' nın vefat etmeleri nedeniyle mirasçılarının davaya dahil edilmeleri ve taraf teşkilinin sağlanması için davacı vekiline 10.2.2000 tarihli oturumda kesin süre verilmiş, davacı vekili 24.5.2000 tarihli dilekçesi ve 25.5.2000 tarihli oturumdaki beyanı ile adı geçen borçlu davalılar hakkındaki davalarını atiye terk ettiklerini, taşınmazları satın alan davalı Levent K...'un 27.12.1999 tarihinde taşınmazları tapuda sattığını, Levent K...'un nakden tazminle sorumlu tutulmasını, bedelin kendisinden tahsili yönünde davaya devam olunmasını istediklerini bildirmiştir. Mahkemece vefat eden davalılar hakkındaki davanın açılmamış sayılmasına, davalı Levent K... yönünden ise, zorunlu dava arkadaşlığının söz konusu olmasına rağmen, diğer davalılar hakkındaki davanın takip edilmemesi nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Oysa davacı vekiline 10.2.2000 tarihli oturumda verilen kesin süreye uyulmamasının sonuçları ara kararında belirtilmemiştir. Bu ara kararı üzerine davalı borçlular hakkındaki istek atiye terk edilmiştir Kesin süre verilen ara kararı usul hükümlerine uygun düzenlenmemiş, gereği yapılmazsa taraf teşkilinin sağlanmaması yönünden davanın reddedileceği açık şekilde ara kararına yazılmamıştır. Mahkemece yapılacak iş; taraf teşkilinin sağlanması için davacı vekiline usulüne uygun süre verilmesi, davalı Levent K...'un taşınmazları satması sonucu onun hakkındaki isteğin bedele dönüştüğünün değerlendirilmesi ve sonucuna bir karar verilmesinden ibarettir. Kararın bu nedenlerle bozulması gerekmiştir." gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK.nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/11.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, İİK.nun 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
Somut olayda; Davacının alacağı 11.05.1992, 19.06.1992 ve 19.04.1993 tarihli genel kredi sözleşmelerine dayanmaktadır.07.11.1994 tarihli karara dayanan ihtiyati haciz ilk kez 14.11.1994 tarihinde uygulanmış, haczedilecek mal bulunamamıştır. 12.01.1995 tarihinde takip talebinde bulunulmuş ve borçlular 23.01.1995 tarihinde takibe itiraz etmişler, alacaklı da itirazın iptali davası açmıştır. İtirazın iptali davası bu dava devam ederken kabulle sonuçlanmış, 23.01.1996 tarihinde açılan eldeki davanın devamı sırasında 09.02.1996 tarihinde haciz tutanakları düzenlenmiş, borçluların menkul malları haczedilmiş, borcu karşılamadığı haciz tutanaklarında belirtilmiştir. Borçlulara ait dava konusu taşınmazlar davalı Levent'e eldeki dava tarihinden önce 14.09.1993 tarihinde satış yoluyla intikal etmiştir. Dava devam ederken borçlulardan Emin Ş. B... 04.02.1997 tarihinde, borçlu H.Vasıf E... ise 12.12.1997 tarihinde vefat etmişlerdir. Mirasçıları Kendilerini vekille temsil ettirerek mirası redde ilişkin mahkeme kararlarını ibraz etmişlerdir. Yine davanın devamı sırasında davalı 3.kişi Levent K... taşınmazları 27.12.1999 tarihinde tam hisse ile dava dışı Süha Ö...'e satmıştır.
Yargılamada davacı tarafa kesin süre verilmiş, bu süre içinde davacı tarafça verilen dilekçe ile davalı borçlular hakkındaki dava atiye bırakılmış, davalı lehine tasarrufta bulunulan kişi hakkında da bedele dönüştürülmüştür.
Yerel Mahkeme: "...İptal davasının kimler hakkında açılabileceği İİK.nun 282.maddesinde belirtilmiştir. Buna göre ; iptal davalarının temlik eden ile temlik edilen aleyhine birlikte açılması zorunluluğu vardır. Burada asıl borçlu ile iptal konusu tasarruftan yararlanan 3. şahsın zorunlu dava arkadaşlıkları bulunmaktadır. Yani davanın sadece lehine işlem yapılan kişiye husumetin yöneltilip borçlunun dava dışı bırakılması suretiyle yürütülmesi hukuken mümkün değildir. Bu durum davada eksik hasım bulunduğunu göstermektedir. Zira, bu durumda mahkemece verilecek iptal hükmünün infaz olanağının başka şekilde mümkün olmadığı da açıktır. Eğer açılan davada borçlu ile tasarruf lehine yapılan şahıs birlikte gösterilmemişse burada mahkemece hasım eksikliğinin giderilmesi yönünde karar alınması icap etmektedir. Mahkememizce de davacı tarafa bu yönden mehil verilmiş ise de davacı taraf sadece lehine tasarrufta bulunulan kişi yönünden davaya devam edilmesini talep ettiklerinden bu durumda artık davaya devam edilmeyeceğinden davanın reddi gerekmektedir. Diğer davalılar açısından da dava takip edilmeyerek müracaata bırakıldığından ve üç aylık süre de dolmuş olduğundan ölü davalılar hakkındaki davanın da açılmamış sayılması gerektiğine karar verilmiştir." Gerekçesiyle "ölü davalılar H.Vasfi E...ve E.Şinasi B... hakkındaki davaların HUMK. 409. maddesi gereğince açılmamış sayılmasına, diğer davalı Levent K... hakkındaki davanın reddine" karar vermiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire; "Davacı vekiline 10.2.2000 tarihli oturumda verilen kesin süreye uyulmamasının sonuçları ara kararında belirtilmemiştir. Bu ara kararı üzerine davalı borçlular hakkındaki istek atiye terk edilmiştir. Kesin süre verilen ara kararı usul hükümlerine uygun düzenlenmemiş, gereği yapılmazsa taraf teşkilinin sağlanmaması yönünden davanın reddedileceği açık şekilde ara kararına yazılmamıştır. Mahkemece yapılacak iş; taraf teşkilinin sağlanması için davacı vekiline usulüne uygun süre verilmesi, davalı Levent K...'un taşınmazları satması sonucu onun hakkındaki isteğin bedele dönüştüğünün değerlendirilmesi ve sonucuna bir karar verilmesinden ibarettir." Gerekçesiyle kararın davacı yararına bozulmasına oybirliği ile karar vermiştir.
Yerel Mahkemece; "mahkememizce 10.02.2000 tarihli celsede davacı vekiline mirası reddedilen ölü davalılar yönünden ne gibi işlem yapacaklarını açıklamaları ve taraf teşkilini sağlamaları yönünden 20 günlük kesin süre verilmiştir. Davacı vekili ertesi celse imzalı beyanında ölü davalılar yönünden davalarını atiye bıraktıklarını belirtmişlerdir. Şayet davacı vekili taraf teşkilini sağlayacaklarını ancak sürenin yetmediğini belirterek beyanda bulunmuş olsalar idi, Yargıtay bozma ilamına uyulmasının usul ve yasaya uygun olacağı düşünülebilirdi. Ancak davacı vekili duruşmaya gelerek kendi hür beyanı ile bu şahıslar yönünden davalarını atiye bıraktıklarını belirtmişlerdir. Bu durumda davacı vekili davanın yasal sonuçlarını bu beyanı ile bilmek ve sonuçlarına katlanmak zorunda olacağı kuşkusuzdur. Kaldı ki mahkememizce dava ara kararının yerine getirilmemesinden dolayı reddedilmemiştir. Davacı vekilinin davalılar hakkında taraf teşkilini sağlamaya yönelik bir talepte bulunmayıp atiye bırakma istekleri doğrultusunda davanın mahiyeti icabı davalılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir."Gerekçesiyle önceki kararında direnilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın niteliğine göre aralarında zorunlu dava arkadaşlığı bulunan borçlular ile satın alan üçüncü kişiye yöneltilen davanın devamı sırasında borçluların ölüp, miraslarının da reddedilmesi durumunda mahkemece yapılacak işlemin ne olduğu, 10.02.2000 tarihli celsede verilen kesin süreye ilişkin ara kararının usul ve yasaya uygun olup olmadığı; davacı tarafın bu ara kararı gereğince borçlular hakkında davayı atiye bırakmasının, taşınmazın el değiştirmesi nedeniyle de davayı lehine tasarrufta bulunulan üçüncü kişi yönünden bedele dönüştürmesinin davaya etkisinin ne olacağı, davanın bu şekilde devamının mümkün olup olmadığı, noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümüne geçilmezden evvel tasarrufun iptali davasının özelliği ve taraf sıfatı üzerinde durulmasında yarar vardır.
2004 sayılı İcra İflas Kanununun "İptal davası ve davacılar" başlıklı 277 maddesinde aynen; "İptal davasından maksat 278, 279 ve 280 inci maddelerde yazılı tasarrufların butlanına hükmettirmektir. Bu davayı aşağıdaki şahıslar açabilirler.
Elinde muvakkat yahut kati aciz vesikası bulunan her alacaklı, İflas idaresi yahut 245 inci maddede ve 255 inci maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hallerde alacaklıların kendileri." Aynı yasanın "İptal davasında davalı" başlıklı 282. maddesinde ise; " İcra ve iflas Kanununun 11 inci babındaki iptal davaları borçlu ve borçlu ile hukuki muamelede bulunan veya borçlu tarafından kendilerine ödeme yapılan kimseler ile bunların mirasçıları aleyhine açılır. Bunlardan başka, kötü niyet sahibi üçüncü şahıslar aleyhine de iptal davası açılabilir. İptal davası iyi niyetli üçüncü şahısların haklarını ihlal etmez." denilmektedir.
Yine "İptal davalarında yargılama usulü" başlıklı 281. maddede; "Mahkeme, iptal davalarını basit yargılama usulü ile görüp hükme bağlar ve bu davalara müteallik ihtilafları hal ve şartları göz önünde tutarak serbestçe takdir ve halleder.",
"İadenin şümulü" başlıklı 283. maddenin ikinci fıkrasında da; "İptal davası, üçüncü şahsın elinden çıkarmış olduğu mallar yerine geçen değere taalluk ediyorsa, bu değerler nispetinde üçüncü şahıs nakden tazmine ( Davacının alacağından fazla olmamak üzere ) mahkum edilir." Hükümleri yer almaktadır.
Tüm bu hükümlerde de görülmektedir ki bu davalar kendine özgü nitelik taşırlar ve davacı alacaklı tasarrufun iptali davasını hem borçlu hem de onunla tasarrufta bulunan eş söyleyişle lehine tasarrufta bulunulan üçüncü kişiye birlikte yöneltmek zorundadır. Bu kişiler arasında yasanın açık hükmünden ve davanın niteliğinden kaynaklanan zorunlu dava arkadaşlığı vardır. Bu husus mahkemenin de kabulündedir ve açılmamış sayılma ve davanın reddi yönündeki kararların temel gerekçesi de buna dayanmaktadır.
Nitekim, davacı tarafça dava açılırken davalı borçlular ve lehine tasarrufta bulunulan üçüncü kişi birlikte hasım gösterilmiştir. Başlangıçta husumet konusunda noksanlık bulunmamaktadır.
Ne var ki; davanın devamı sırasında borçluların ikisi de vefat etmişler, her iki borçlunun mirasçıları da vekil vasıtasıyla davaya cevap vererek kendilerinin mirası reddettiklerini bildirip, buna ilişkin mahkeme kararlarını ibraz etmişlerdir. Mahkeme bunun üzerine 10.02.2000 tarihli celsede 2 nolu ara kararında aynen;"davacı vekilinin mirasları reddedilen ölü davalılar yönünden ne gibi işlem yapacaklarını açıklamaları ve taraf teşkilini sağlamaları yönünden davacı vekiline 20 günlük kesin süre verilmesine" karar vermiş,yargılamayı 25.05.2000 tarihine bırakmıştır. Celse arasında 08.05.2000 tarihinde dosya ele alınarak duruşma dışında verilen ara kararı ile aynen; "Her ne kadar mahkememiz dosyasının 10.02.2000 tarihli duruşmasının iki nolu ara kararında davacı vekiline mirasçıları reddedilen ölü davalılar yönünden ne gibi işlem yapacakları konusunda 20 günlük kesin süre verilmiş ise de, 20 günlük kesin sürenin kaldırılarak ölü davalılarla ilgili ne gibi işlem yapılacağını belirleyip işlem yapmak üzere davacı vekiline yetki ve mehil verilmesine dair oybirliği ile karar verildi " şeklinde karar vermiştir. "Karar suretini aldım. 08.05.2000" açıklaması altında imza vardır. Ancak kime ait olduğu belli değildir.
Davacı alacaklı vekili 24.05.2000 tarihli dilekçesinde; ölü davalılar hakkında talep ve davalarını atiye bıraktıklarını, davalı üçüncü kişi Levent hakkında da davaya konu taşınmazları dava sırasında tamamen elden çıkardığı ve dava dışı Süha Ö...'e sattığı anlaşıldığından İİK.283 maddesi gereğince nakden tazminle sorumlu tutularak bedelin tahsili yönünde davaya devam olunmasını talep etmiştir. 25.05.2000 tarihli celsedeki imzalı beyanında da; "Davalılar H.Vasıf E... ve E.Şinasi B... hakkındaki davamızı atiye bırakıyoruz. Dilekçemizi aynen tekrar ediyoruz." Şeklinde beyanda bulunmuştur.
Mahkemece verilen ara kararı ve davacı vekilinin ölen borçlular hakkında açılan davayı atiye bırakması üzerine husumet sorunu ortaya çıkmıştır. Husumet davanın her aşamasında ileri sürülebilecek ve mahkemece de doğrudan doğruya ( resen ) göz önüne alınması gereken bir husustur.
Diğer taraftan; Davaların kısa zamanda sonuçlandırılması ve adaletin kısa zamanda tecellisi için taraflarca veya mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere bağlanmıştır. Bu sürelerin bazılarını bizzat kanun belirlerken bir kısmı da işin özelliğine ve tarafların durumuna göre belirlenmesi için hakime bırakılmıştır. Kanuni süreler açıkça ayrık tutulan haller dışında kesindir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 163. maddesine göre hakimin belirlediği süreler ise kural olarak kesin değildir. Hakim tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltabileceği gibi süre geçtikten sonra da tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir. Hakim doğrudan kendi verdiği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir.
Hemen ifade etmek gerekir ki, sürelere uymamanın ağır sonuçları göz önüne alındığında, kanunun yukarıda açıklanan amacına uygun kullanılmalı, davanın reddi için amaç sayılmamalı, davayı çözümsüzlüğe götürmemelidir. Öncelikle kesin mehile ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalıdır. Hakim süreye uyulmamasının sonuçlarını açıkça anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Ancak bu şartları taşıyan bir kesin mehil hakimi hem de tarafları bağlayacaktır.
Yeri gelmişken mahkemece davacı vekiline verilen kesin mehile ilişkin ara kararı ile daha sonra bundan sarfınazar olunmasının, usul açısından değerlendirilmesi gerekir. Mahkemece resen ve taraflarca yapılacak işlemler yönünden bir ayrıma gidilmeden, resen yapılması gereken işlemler göz ardı edilerek davacı vekiline verilen mehil, yasal anlamda kesin mehil niteliğinde değildir. Mahkemece resen yapılması gereken işlemler varken bunun tarafa bırakılması doğru olmadığı gibi, kabul biçimine göre de; davacı tarafa açıkça; zorunlu hasım durumundaki borçluların reddedilen mirası karşısında yapacağı işlem belirlenip, ne olduğu açıklanarak süre verilmemiş, onu davanın niteliği ile bağdaşmayan beyana iten "ne gibi işlem yapılacağı" şeklinde belirsiz ve yasal olmayan bir ara kararı ile süre tanınmıştır. Yine bu ara kararından tarafların huzuru olmaksızın celse arasında dönülmüş, yine aynı belirsizlikte yeni bir süre verilmiştir. Oysa, az yukarıda da ifade edildiği gibi kesin önelden söz edilebilmesi için o işin tarafa düşen bir iş olması, mahkemece ara kararında taraflarca yapılması gereken işlerin ayrıntılı biçimde belirlenmesi, ara kararının yerine getirilmemesi halinde ne gibi sonuçların doğacağının yöntemince duyurulması gerekmektedir. Tarafı hataya ve davayı çözümsüzlüğe iten , husumetin resen ele alınabilirliği ile bağdaşmayan ara kararının hukuksal sonuç doğurması beklenemez. Her ne kadar mahkeme davayı kesin mehile dayanarak reddetmediğini gerekçe olarak bildirmiş ise de husumet eksikliğine yol açanın mahkemece verilen bu belirsiz ara kararı olması karşısında sonuca etkisi elbette değerlendirilmelidir.
Mahkemece yapılması gereken işlemin ne olduğuna gelince ; zorunlu hasım olan borçluların en yakın bütün mirasçılarının mirası reddettikleri ibraz olunan mahkeme kararları ile sabit bulunduğuna göre, konunun miras hukuku hükümleri çerçevesinde çözümü gerekir. Bu durumda mahallin sulh hakimine durum bildirilerek mirasın iflas kurallarına göre tasfiyesi sağlanmalı, anılan mahkemece mirası reddedilen borçlular için atanacak ve yetkilendirilecek bir temsilci huzuru ile davaya devam olunmalıdır. Zira mirasın tasfiyesi işlemleri talebe bağlı işlemler olmayıp, mirasın reddedildiğinin anlaşılması ile resen yapılması gereken işlemlerdendir. Talep üzerine de yapılabilirliği bu özelliğini kaldırmaz. Bu husus Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin ve Hukuk Genel Kurulunun değişik kararlarında da açıkça vurgulanmıştır. ( Y.2.HD. 27.01.1995 gün ve 1995/13145,1995/947 ; HGK. nun 29.01.1975 ve 1682- 100 sayılı kararları ) Ayrıca yine murisin ölüm gününde terekenin borca batık olduğunun şayi ve sabit olması durumunda da miras reddedilmiş olacağından ve bu tespit için sınırlayıcı bir süre yasaca öngörülmediğinden bu yönüyle de mahkemece işlem yapılması olanağı vardır.
Diğer taraftan davacı tarafça açıkça lehine tasarrufta bulunulan kişi hakkındaki dava İİK. nun 283/2. maddesi gereğince bedele dönüştürülmüştür. Verilecek hükmün doğrudan borçluları ilgilendirdiği ve alacaklının alacağıyla sınırlı olsa da tasarrufun iptali sonucu bu miktar terekeye döneceği düşünüldüğünde ; başta usulünce hasım olarak gösterilen ancak dava sırasında ölen ve mirası reddedilen borçluların yasaya uygun biçimde temsili sağlanmadan, bu özel durum gözetilmeden taraf teşkilinin ve husumet olgusunun yanların iradesine bırakılması yasaya uygun değildir.
Sonuç olarak mahkemece yapılacak iş ; yukarıda açıklanan yöntemle davalı ölü borçluların davada temsili sağlanarak husumet sorununun çözümlenmesi, davalı Levent K...'un taşınmazları satması sonucu onun hakkındaki isteğin bedele dönüştüğünün değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi olmalıdır. Açıklanan hususlar göz ardı edilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya aykırıdır. Bozulması gerekir. SONUÇ : Davacı alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429 maddesi gereğince BOZULMASINA , istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 03.07.2002 gününde oybirliği ile karar verildi.