Mesajı Okuyun
Old 05-07-2009, 19:28   #2
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan 1.

T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 2004/1-12
Karar: 2004/68
Karar Tarihi: 23.03.2004

ÖZET: Sanığın, yılbaşı kutlamaları sebebiyle havai fişek gösterisinden esinlenerek hareket ettiği yolundaki savunması, birlikte olduğu tanıklarca da doğrulanmıştır. Sanığın balkondan havaya ateş etme isteği, komşulara karşı ayıp olacağını belirten eşi tarafından engellenince, sanık bu kez komşuları tarafından görülemeyen sair cephedeki tuvalete gidip pencereden ateş etmiştir. Sanık bu pencereden dışarıyı görme olanağı bulunmadan ve çakılı tahta ile dış cephedeki sütunlar sebebiyle silahını belirli bir yöne doğrultma olanağı da bulmadan ateşlemiştir. Silahın yöneltildiği doğrultuda esasen geniş ve boş bir arazi olup, sanık da bu sebeple ateş ettiğini savunmaktadır. Sanık ile öldürülen arasındaki mesafe, tabancanın <etkili atış> mesafesinin çok çok üzerinde olup, hayatın olağan koşulları içinde bu mesafeden isabetli atışın düşünülemeyeceği de dikkate alındığında, ister yaralamaya, isterse öldürmeye yönelik olsun: "gayrı muayyen kasıt"tan söz edilemeyeceği ve bunun doğal sonucu olarak sanığın gayrı muayyen kasıtla adam öldürme veya kastın aşılması suretiyle adam öldürmeden sorumlu tutulamayacağı sonucuna varılmaktadır. İhtimal öngörmesi dahilinde bulunmakla birlikte bu neticenin sanık tarafından istenmediği saptandığından, sanığın tedbirsizlik ve dikkatsizlik şeklinde gerçekleşen taksirli hareketinden sorumlu tutularak işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araç ve doğurduğu sonuç da nazara alınıp temel cezanın asgari haddin üzerinde tayini suretiyle cezalandırılmasına karar verilmesi gerekmektedir.

(765 S. K. m. 29, 455)

Dava: Sanık Şaban Özgün'ün kasten adam öldürmek suçundan TCY'nın 448 ve 59/2. maddeleri uyarınca 20 yıl ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına, hakkında TCY'nın 31 ve 33. maddelerinin uygulanmasına, suçta kullanılan tabancanın zoralımına, halkta korku, kaygı veya panik yaratabilecek şekilde ateş etmek suçundan TCY'nın 264/7 ve 59/2. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına ait ve kısmen kendiliğinden temyize tabi bulunan hükümler sanık vekilleri tarafından da temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 1.Ceza Dairesinin 28.4.2003 tarih ve 4428-748 s. kararı ile; sanık hakkında halkta korku, kaygı veya panik yaratabilecek şekilde ateş etmek suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün onanmasına karar verilmiş, kasten adam öldürme suçu yönünden kurulan hükmün ise;

<1- Sık sık tabancası ile evi ve civarında ateş etme alışkanlığında bulunan ve bu nedenle mahalle sakinlerini rahatsız ve tedirgin eden sanığın, olay gecesi ikamet ettiği apartman dairesinin tuvalet penceresinden müteaddit el ateş etmesi ile kuş uçuşu 116 metre mesafede ve kot farkı nedeniyle 30-35 metre aşağıda bulunan apartmanın 1. katındaki dairesinin mutfağında pencere kenarındaki çekyatın üzerinde yatmakta olan maktulün başına bir kurşun isabeti sonucu ölüm husule gelmesinde;

Olay yeri zaptı ve krokisi ile fotoğraflardan tesbit edildiği üzere o mahalde oturmakla evinin karşısında insanların ikamet ettiği başka binaların bulunduğunu bilen, tabancaya ve ateş etmeye merakı olmakla silahının gücünü ve etkili mesafesini de bilecek konumda bulunan sanığın, raporlara ve yapılan uygulamalı keşfe göre bu mesafeden etkili olabildiği tespit edilen tabancası ile, kendi boyunun üzerinde olmakla dışarıyı görmeden evinin tuvalet penceresinden tabancalı elini dışarı çıkararak birçok el ateş etmesi, fakat atışlarının havaya ve yukarıya doğru ateş edecek birinin normal pozisyonu icabı tabancalı elini havaya ve yukarıya dikmek suretiyle değil elini özellikle aşağıya doğru eğerek karşı binaların bulunduğu istikamete tevcihle yapmasına ilaveten mermilerin ekserisinin maktulün evinin duvarına, bir merminin de aynı duvarda bulunan pencere camını delerek maktulün başına isabet etmesi karşısında, insanlara mermi isabeti ihtimalinin bulunduğunu öngörebilecek halde bulunan sanığın bu ihtimali göze alarak, bu binanın duvar ve penceresini hedef alıp bu kasıtla ateş ettiğinin kabulü gerekmekle, suçun tedbirsizlik ve dikkatsizlikle işlendiğinden bahisle bozma öneren tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir,

Açıklandığı üzere suç taksirle değil kasten işlenmekle birlikte aradaki mesafeye, görmeden ateş edilmesine, öldürücü nahiyeye isabet imkan ve ihtimalinin kısıtlı olmasına ve öldürme kastında netlik sağlanamamasına göre, sanığın iradi hareketinin sonucundan sorumlu tutularak TCK. nun 452/1. ve 59. maddeleri ile tecziyesi yerine yazılı biçimde suçun kasten adam öldürme olarak vasıflandırılması,

2- Suç tarihinin karar başlığında 1.1.2002 yerine 31.12.2001 olarak yazılması,

3- Uygulamaya göre de TCK. nun 33. maddesinin tatbikinde TMK. nun 471. maddesinin gözetilmemesi,> isabetsizliklerinden bozulmasına, sair nedenler yönünden oybirliği, ancak (1) no.lu bozma sebebi yönünden oyçokluğu ile, Daire Başkanı Sadık Mollamahmutoğlu'nun suç vasfının TCK. nun 455. maddesine mümas olduğu, Üyeler Muammer Ünsoy ve İhsan Erbaş'ın suçun gayrımuayyen kasıt altında adam öldürme niteliğinde bulunduğu yolundaki karşı oyları ve oyların CYUY'nın 385. maddesi uyarınca içtimaı suretiyle karar verilmiştir.

(2) ve (3) no.lu bozma nedenlerine uyan Yerel Mahkeme (1) no.lu bozma nedenine karşı 9.7.2003 tarih ve 60-67 sayı ile;

<Sık sık tabancası ile evi ve ev civarında ateş etme alışkanlığında bulunan ve bu nedenle mahalle sakinlerini rahatsız ve tedirgin eden sanığın olay gecesi ikamet ettiği apartman dairesinin tuvalet penceresinden müteaddit el ateş etmesi ile kuş uçuşu 116 metre mesafede ve kot farkı nedeniyle 30-35 metre aşağıda bulunan apartmanın birinci katındaki dairesinin mutfağında pencere kenarında çekyatın üzerinde yatmakta olan maktulün başına kurşun isabet etmesi sonucu ölüm husule gelmiştir. Olay yeri zaptı ve krokisi ile fotoğraflardan da tesbit edildiği üzere o mahalde oturmakla evinin karşısında insanların ikamet ettiği başka binaların bulunduğunu bilen, tabancayla ateş etmeye meraklı olmakla silahın gücünü ve etkili mesafesini de bilecek konumda bulunan sanığın raporlara ve yapılan uygulamalı keşfe göre bu mesafeden etkili olabildiği tesbit edilen tabanca ile kendi boyunun üzerinde olmakla dışarıyı görmeden evinin tuvalet penceresinden tabancayla elini dışarıya çıkartarak birçok kez ateş ettiği, fakat atışlarını havaya ve yukarıya doğru ateş edecek birinin normal pozisyonu icabı tabancalı elini havaya ve yukarıya dikmek suretiyle değil elini özellikle aşağıya doğru eğerek karşı binaların bulunduğu istikamete tevcih yapmasına ilaveten mermilerin ekserisinin maktulün evinin duvarına, bir merminin de aynı duvarda bulunan pencere camını delerek maktulün başına isabet etmesi karşısında, insanlara mermi isabeti ihtimali bulunduğunu ön görebilecek halde bulunan sanığın bu ihtimali göze alarak bu binanın duvar ve penceresini hedef alıp bu kasıtla ateş ettiğinin kabulü gerekmektedir.> gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de kendiliğinden temyize tabi bulunması ve sanık vekili ile C.Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C. Başsavcılığının <bozma> istekli 12.1.2004 tarihli tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanığın gayrımuayyen kasıtla adam öldürme suçundan TCY'nın 448 ve 59/2. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilen olayda Özel Dairenin CYUY'nın 385. maddesi uyarınca oluşan çoğunluk görüşü ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, öldürme eyleminin niteliğine ilişkindir.

Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından kast, gayrı muayyen kast, kastın aşılması ve taksir kavramlarının incelenerek karşılaştırılması gerekir.

Suçun ilk unsuru olan <kanuni tanıma uygunluk> veya kısaca <kanuni unsur>un anlamı, işlenen fiilin kanunda tanımlanan suç tipine uygun olması demektir.

Öte yandan, Çağdaş Ceza Hukukunda cezalandırılan fiiller yalnızca iradi olanlardır. <Manevi unsur> olarak adlandırılan suçun iradiliği ise, suçun bir sair unsurunu oluşturmaktadır. Failin işlediği bir fiilden dolayı sorumlu tutulabilmesi için, genel olarak Ceza Hukuku sisteminde kusurlu bir biçimde harekete ehil olması, başka bir deyişle isnat yeteneğine sahip olması, özel olarak da suçta, olayda fiilen kusurlu olması gerekir. (Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Genel Ceza Hukuku Dersleri, İstanbul-2003, s.183) Suçun sübjektif, psikolojik veya manevi unsuru olarak ifade edilen bu unsur, fail yönünden ele alındığında kusur, fiil yönünden söz konusu edildiğinde kusurluluk olarak ortaya çıkmaktadır. (Prof. Dr. Kayıhan İçel, Ceza Hukukunda Taksirden Doğan Sübjektif Sorumluluk, İstanbul, 1967, s.7)

Suçun bir başka unsuru da <fiilin varlığı>dır. Çağdaş hukuki anlayışta, eylem haline dönüşmeyen fikir ve düşünceden dolayı sorumluluk söz konusu olmadığından, suçun varsayılması için maddi bir fiil, eyleme ihtiyaç bulunmaktadır. Fiil denilince de bundan, hareket, netice ve bu ikisi arasındaki nedensellik bağının anlaşılması gerekir. İşte eylem, netice ve nedensellik bağlantısından oluşan bu bütüne de suçun <maddi unsuru> adı verilir.

Şayet kanuni tipe uyan, hukuka aykırı ve icraya başlandığını gösteren bir hareket bulunuyorsa, failin kusurluluğu, harekete anlam ve yön vermek, failin sorumluluk sınırını çizmek, yapılan hareketi nitelendirebilmek bakımından ön plana geçer ve netice ile irade arasında ortaya çıkabilecek muhtemel farklar, prensip itibariyle, irade lehine çözümlenir.

Bu bakımdan, kusurluluğun çeşitleri ve koşulları ile hukukumuzda düzenleniş biçimi üzerinde de durmak gereklidir.

Maddi unsur ile fail arasında ruhi bir bağlantıdan ibaret olan kusurluluk çeşitli şekillerde görülebilir. (Prof. Dr. Nurullah Kunter, Suçun Yasal Unsurları Nazariyesi, İstanbul, 1949, s.85) Kusurluluğun esas şekli <sübjektif sorumluluk>tur. Sübjektif sorumluluk, kasttan doğan sübjektif sorumluluk ve taksirden doğan sübjektif sorumluluk olmak üzere başlıca iki kategoriye ayrılır; bu ikisine <kabahatlerde kusurluluk> denilen bir üçüncüsünün eklenmesi de mümkündür. Ancak bunlar dışında ve yasanın açıkça gösterdiği hallere özgü olmak üzere bir objektif sorumluluk hali de vardır. (Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Prof. Dr. Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Cilt II, 12. bası, İstanbul-1999, s.209)

Kast, Türk Ceza Yasasında tanımlanmamıştır. Ancak, 45. maddenin 1.fıkrasında <Cürümde kastın bulunmaması cezayı kaldırır> denmek suretiyle kast kuralı ve tüm cürümlerde kastın aranması zorunluluğu belirtildikten sonra, <Failin bir şeyi yapmasının veya yapmamasının neticesi olan bir fiilden dolayı yasanın o fiile tertip ettiği ahval müstesnadır> hükmü getirilerek, sözü geçen kuralın istisnası gösterilmiştir. Bu istisna, bazı cürümlerin taksirle işlenmesi halinde failin cezalandırılmasına olanak sağladığı gibi, kastedilen neticeden daha ağır bir neticenin gerçekleşmesi halinde failin aşırı sonuçtan dolayı cezalandırılmasını da olanaklı kılmıştır.

Öğretide ise, kastı açıklayan teoriler üç ana grup altında toplanmıştır.

Tasavvur teorisi taraftarlarınca kast; tipe uygun hareketin önceden tasavvur ve idrak olunmasından ibarettir: kastın varlığı için neticenin istenmesi ve bunun gerçekleşmesi için hareket edilmiş olması gereksizdir. Ancak bu kuram, kast ve taksir kavramları arasında karışıklık doğurduğu ve iradiliğin anlamını kişi aleyhine genişlettiği gerekçesiyle eleştirilmiştir.

İrade teorisi taraftarları ise kasdı, <belli bir sonuca yönelmiş irade> şeklinde tanımlamışlar, bu görüşte, iradenin kapsamının ve bir kimsenin neleri istemiş olacağının belirlenmesi konusundaki güçlükler sebebiyle eleştirilmiştir.

Her iki teoriyi bağdaştırıcı nitelikte olan ve öğretide de ağırlıklı görüş olup, uygulamada da kabul gören, <karma teori> veya sair adıyla <bilinç ve irade teorisi>nde ise kast; kanunun suç saydığı bir eylemi ve onu meydana getirecek hareketin sonuçlarını bilerek ve öngörerek, isteyerek işleme iradesidir.

Kısaca, <öngörülen ve suç oluşturan bir fiili gerçekleştirmeye yönelen irade> şeklinde tanımlanan kastın iki unsuru bulunmaktadır.

Bunlardan ilki; düşünme ve öngörme (bilme) unsurudur. Buna göre, failin kasten hareket etmiş sayılabilmesi için, tipe uygun hareketi, önceden düşünüp öngörmüş, zihninde canlandırmış olması gerektiği gibi, sonucu da düşünmüş ve öngörmüş olmalıdır. Bu sonuç, icra suçlarında ve ihmal suretiyle icra suçlarında kanunun yasakladığı, ihmal suçlarında ise failin gerçekleştirmek istemediği, ancak kanun tarafından gerçekleştirilmesi emredilen neticedir.

Kastın ikinci unsuru ise; irade (isteme) unsurudur. Kastın varlığı için, hareketten doğacak sonucun yalnızca düşünülmesi ve öngörülmesi, kısaca bilinmesi yeterli değildir. Ayrıca sonucun da istenmesi gerekir. Buna kastın irade (isteme) unsuru denir.

Fail, hareketinden doğacak sonuçları bilerek ve isteyerek hareket etmişse kast gerçekleşmiştir. Buna karşılık, fail belirli bir sonucu gerçekleştirmek üzere hareket ederken, bunun yanında başka sonuçların meydana gelmesini de göze almış ve bu sonuçlar da gerçekleşmişse, failin bu sonuçlar açısından da kasten hareket ettiği kabul olunur. Çünkü fail, asıl kastettiğinden başka, hareketinden doğacak sair sonuçları tahmin ettiği veya öngördüğü durumda hareketini devam ettirmiştir. Dolaylı kast olarak adlandırılan bu kast türüne, belli olmayan kast, gayrimuayyen kast, olursa olsun kastı veya dolus eventualis de denilmektedir. (Nur Centel, Türk Ceza Hukukuna Giriş, 2.Bası, s.349, Artuk-Gökcen-Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Cilt 1, s.597 vd.), (Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Cilt.2, sayılı 293 vd, Uğur Alacakaptan, Suçun Unsurları, s.139 vd., Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, s.312 vd.)

Esasen bir objektif sorumluluk biçimi olan kastın aşılması ise Ceza Yasamızın 452. maddesinde düzenlenmiştir. Kastın aşılması halinde tek netice vardır; fakat bu netice failin maksadından daha ağırdır. İşte bu ağır netice ya fiilin ayrı ve bağımsız bir hukuki nitelik kazanmasını, yani yeni bir suç tipinin ortaya çıkmasını gerektirir, ya da aynı aşırı netice suçun bir ağırlatıcı nedenini oluşturur. Birinci olasılık kastın aşılması halini, ikinci olasılık ise, bir objektif sorumluluk şeklini, yani netice nedeniyle ağırlaşmış olan suçlar kategorisini meydana getirir.

Aşırı kastın faile yüklenmesi için başlıca koşul, belli bir neticenin meydana getirilmesine yönelmiş kasıtlı bir hareketin bulunmasından ibarettir. İlk hareket kasıtlı değilse, kastın aşılmasından söz edilemez. Esasen ortada kasıt bulunmayacağı için, olsa olsa taksirli bir suç söz konusu olur. Keza fail, iradesinin ait olduğu sonuçtan başka, sair bir kısım neticelerin doğabileceğini öngörmüş ve bunları da istemiş ise, yine yalnızca kasıtlı bir suç bulunur ve kastın aşılması söz konusu edilmez.

Yasamızda taksir tanımlanmamış olmakla birlikte, taksirle adam öldürmeye ait 455. maddeyi göz önünde bulundurduğumuzda, taksirin <tedbirsizlik>, <dikkatsizlik>, <meslek ve sanatta acemilik> ve <nizamat, evamir ve talimata riayetsizlik> gibi bir kusurluluğu belirttiğini görürüz. Taksirin unsurlarını beşe ayırmak mümkündür: a) fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması, b) hareketin iradiliği, c) neticenin iradi olmaması, d) hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması, e) neticenin öngörülebilmesidir.

Neticenin istenmemiş olması (iradi olmaması), taksirin önemli bir özelliğini oluşturmakta ve onu kasttan, özellikle gayrımuayyen kasttan ayırmaktadır. Çünkü tüm kast şekillerinde olduğu gibi, gayrı muayyen kastta da, netice iradenin içindedir. (Kayıhan İçel, age, s.165) Yine, neticenin öngörülebilir olması, taksirin başlıca şartını hatta sınırını oluşturur. Netice öngörülebilir değilse, bu gibi neticeleri doğurabilecek hareketlerde bulunmaktan çekinmesi kimseden doğal olarak istenemeyeceği için, ortada kusurluluk kalmaz ve artık bir kaza veya tesadüfün bulunduğundan söz edilir.

Bilinçli taksir kavramı ise TCY'nın 45. maddesine 8.1.2003 günlü ve 4758 s. Kanun ile eklenen son fıkra sebebiyle hukukumuza yeni girmiş olup, anılan fıkrada, <Failin öngördüğü neticeyi istememesine rağmen neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu durumda ceza .......... arttırılır.> hükmüne yer verilmiştir. Taksirden söz edilebilmesi için neticenin öngörülebilir olması gerekli ve yeterli olmasına karşılık, bilinçli taksir halinde failin somut olayda ayrıca bu neticeyi öngörmüş olması da gereklidir.

Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz; neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla özellikle görevlidir.

Ancak kastın ikinci unsurunu oluşturan irade unsuru (neticenin istenmesi) ile neticenin öngörülmesi birbirinden farklı kavramlardır. Bilinçli taksirde netice somut olarak öngörüldüğü halde, istenmemiştir. Mesela, kalabalık bir sokakta otomobilini süratle kullanan şoför; atış poligonunun etrafına gereken engelleri bilerek koymayan memur; tüm yolcuların tramvaya binip binmediğinden emin olmadan hareket eden vatman; neticeyi öngördükleri durumda istememektedirler. Bu nedenle, şayet netice gerçekleşirse, söz konusu şahıslar kasıttan değil, fakat, bilinçli taksirden dolayı sorumlu tutulacaklardır. (Kayıhan İçel, age, s.165)

Bilinçli taksir ile gayrımuayyen kastın ayırıcı vasıfları konusunda Prof. Dr. Ayhan Önder; <Bilinçli taksirde fail neticenin meydana gelmeyeceği kanısındadır, neticenin meydana gelmesini istemez, gerçekleşmemesi için gerekeni yapar ve gerçekleşme imkan ve ihtimalinin varlığını kabul durumunda hareketini yapmaktan vazgeçer. Sair ifade ile fail bilinçli taksirde neticenin gerçekleşmemesine gereken önemi verir ve bunu ciddiye alır veya neticenin gerçekleşmeyeceği arzu, düşünce ve beklentisi içindedir. Gayrimuayyen kastta ise fail hareketinin hukuka aykırı netice meydana getirebileceğini öngörmekle beraber, meydana gelmesi mümkün ve muhtemel netice onu hareketi yapmaktan alıkoymaz, sair bir ifade ile tasavvur edilen neticenin meydana gelmesi halinde fail bu neticeyi kabullenmiştir. Bu kabullenme, failin netice ile olan subjektif ilişkisini kast içinde, doğrudan doğruya kast biçiminde olmasa dahi kurmuş olur. Artık, neticenin istenmemiş olduğundan söz edilemez. Gayrı muayyen kastın bu prensibini koyduktan sonra bunu bilinçli taksirden ayıran kıstas formüle edilebilir, fail neticenin meydana gelebileceğini düşündüğü ve öngördüğü, bu neticenin gerçekleşme imkan ve ihtimalinin varlığı karşısında hareketinden vazgeçmemekte ise gayrımuayyen kastı vardır. Buna karşı neticenin meydana gelme ihtimaline karşılık fail hareketini yapmayacaktı diyebileceğimiz halde fail kasıtla değil şuurlu taksirle hareket etmiştir. Kısaca, netice öyle veya böyle gerçekleşse dahi hareket edeceğim diyen fail gayrı muayyen kasıt içindedir.> demektedir. (Prof. Dr. Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 1989, Cilt II, sayılı 303 vd.)

Bu açıklamalar ışığında somut olayı incelediğimizde;

Sanığın ailesi ile birlikte evlerinde yılbaşı kutlaması yaptıktan sonra saat 24.00 sıralarında yapılacak olan havai fişek gösterilerinden hemen önce balkona çıkıp silah atmak istediği, ancak eşinin <komşulara karşı ayıp olur, balkondan ateş etme> diye uyarıda bulunması üzerine, bu kez evin sair cephesinde bulunan tuvalete gidip pencereden ateş ettiği, mermilerden birinin ilerideki bir apartmanın birinci katındaki dairesinin mutfak camını kırarak içeride televizyon izlemekte olan maktul Fikret Şahin'in başına isabet ederek ölümüne neden olduğu dosyadaki kanıtlardan anlaşılmaktadır.

Olaydan sonra yapılan keşifte saptanan bulgulara göre; ateş edilen tuvalet penceresi 55x60 cm ebadında olup yukarıdan aşağı doğru 30 cm kadar açılabildiği, kendi boyu ve pencerenin yerden yüksekliğine göre sanığın ancak ayaklarının ucuna yükselip pencereden elini çıkarabildiği ve dışarıyı görmeden ateş edebildiği, pencerenin dış üst kısmında yere paralel olarak çakılan tahta sebebiyle silahın yukarı doğru ateşlenmesi mümkün olmadığı gibi yine pencerenin dış kısmındaki sütunlar sebebiyle silahın sağ ve sol tarafa da kısıtlı şekilde yöneltilebildiği, ateş edilen yer ile maktulün vurulduğu yer arasında 116 metre mesafe olduğu, ateş edilen binanın maktulün oturduğu binadan 25-30 metre kadar yüksek kot seviyesinde bulunduğu, her iki bina arasında başkaca yapı bulunmayıp, top sahası ile boş arazi ve ağaçların olduğu, maktulün oturduğu binanın yan ve ön cephesinde toplam beş mermi çekirdeği izi bulunduğu anlaşılmaktadır.

Öldürülenin kafatasından çıkarılan mermi çekirdeği ile karşılaştırması yapılarak suçta kullanıldığı ekspertiz raporu ile saptanan 9 mm çapında, sanığa ilişkin ruhsatlı tabancanın katalogunda; 15+1 mermi kapasiteli ve ilk hızının 360/sn olduğu, üreten firmanın gönderdiği yazıda; bu tabancanın etkili menzilinin %10 eksiği ve fazlasıyla 70 m. olduğu, Adli Tıp Kurumu Fizik Balistik İhtisas Dairesinden aldırılan mütalaada ise; ateşli silahlarda tesir mesafesi çeşitli sebeplerle değişmekle birlikte, suçta kullanılan silahın tesir mesafesinin 60 metre civarında kabul edildiği, azami menzilinin de 1000 metre civarında olduğu belirtilmektedir.

Bu kanıtlara göre değerlendirme yaptığımızda;

Sanığın ölenle herhangi bir husumetinin bulunmaması, birbirlerini tanımaları, sanığın atış yaptığı yerin özellikleri ile öldürülenin vurulduğu sırada bulunduğu yer, atış mesafesi, olay sırasında maktulün oturduğu yerin güneşlik ve perdelerinin çekili olması gibi olgular dikkate alındığında, doğrudan maktulün hedef alınmadığı, eylemde <muayyen adam öldürme kastı>nın söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan sanığın, yılbaşı kutlamaları sebebiyle havai fişek gösterisinden esinlenerek hareket ettiği yolundaki savunması, birlikte olduğu tanıklarca da doğrulanmıştır. Sanığın balkondan havaya ateş etme isteği, komşulara karşı ayıp olacağını belirten eşi tarafından engellenince, sanık bu kez komşuları tarafından görülemeyen sair cephedeki tuvalete gidip pencereden ateş etmiştir. Sanık bu pencereden dışarıyı görme olanağı bulunmadan ve çakılı tahta ile dış cephedeki sütunlar sebebiyle silahını belirli bir yöne doğrultma olanağı da bulmadan ateşlemiştir. Silahın yöneltildiği doğrultuda esasen geniş ve boş bir arazi olup, sanık da bu sebeple ateş ettiğini savunmaktadır. Sanık ile öldürülen arasındaki mesafe, tabancanın <etkili atış> mesafesinin çok çok üzerinde olup, hayatın olağan koşulları içinde bu mesafeden isabetli atışın düşünülemeyeceği de dikkate alındığında, ister yaralamaya, isterse öldürmeye yönelik olsun: <gayrı muayyen kasıt>tan söz edilemeyeceği ve bunun doğal sonucu olarak sanığın gayrı muayyen kasıtla adam öldürme veya kastın aşılması suretiyle adam öldürmeden sorumlu tutulamayacağı sonucuna varılmaktadır. İhtimal öngörmesi dahilinde bulunmakla birlikte bu neticenin sanık tarafından istenmediği saptandığından, sanığın tedbirsizlik ve dikkatsizlik şeklinde gerçekleşen taksirli hareketinden sorumlu tutularak TCY sının 29 uncu maddesi hükmüne göre işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araç ve doğurduğu sonuç da nazara alınıp temel cezanın asgari haddin üzerinde tayini suretiyle aynı kanunun 455. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi gerekmektedir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Kurul Üyesi; sanığın eyleminin kastı aşan adam öldürme suçunu, bir Kurul Üyesi ise; eylemin gayrimuayyen kastla adam öldürme suçunu oluşturduğu karşı oyunda bulunmuşlardır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle, Yerel Mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 09.03.2004 günü yapılan birinci müzakarede gerekli oy çoğunluğunun sağlanamaması sebebiyle 23.03.2004 tarihli ikinci müzakerede oyçokluğu ile tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları

Kolay gelsin,