Mesajı Okuyun
Old 03-07-2008, 16:44   #4
Gamze Dülger

 
Varsayılan

Sayın meslektaşım,
Böyle bir davada davacı sıfatım bulunmakta ve dava hala devam etmektedir.

Kıyı Kenar çizgisi içindeki yerler,özel mülke konu edilemeyeceğinden menfaati olan kişiler bu yerlerin asylında Hazine adına kayıtlı olması gerektiği ve özel mülke konu edilemeyeceği,devletin hüküm ve tasarrufunda olması gereken yerlerden olabileceğinden bahisle "Tapu İptali ve Hazine adına Tescili " davası açabilirler.

Taşınmazın tapu kaydında "kıyı Kenar çizgisi içinde kaldığına dair " bir şerh mevcut olup olmaması davanın esasına müessir değildir.Ancak bu takdirde,kıyı kenar çizgisinin tesbitine ilişkin idari kararın müvekkilinize tebliğ edilip edilmediği yada sizden önceki malike tebliğ edilip edilmediği hususu önem kazanır.Çünkü gayrımenkul kaydı şerhsiz olsa dahi,koordinatların tesbiti ile birlikte kıyı kenar çizgisi içinde kalıyor ise tapu iptal edilecek ve hazine adına tescil edilecektir.Fakat ,kıyı kenar çizgisinin tesbitine dair idari karar taraflara tebliğ edilmemiş ve bu surette kesinleşmemişse siz dava haklarınızı kullanabilir yada kesinleşmeyen karar sebebiyle kararın sadece takdiri delil olabileceğini iddia edebilirsiniz.

Tapu kaydında şerh olmasada kıyı kenar çizgisi içinde kaldığından bahisle gayrımenkulün tapusu iptal edilir ise , bu takdirde siz aldığınız malike karşı "Ayıplı Gayrımenkul sebebiyle iade veya tazminat ile sebebsiz zenginleşme sebebiyle tazminat davaları " açabilirsiniz.

Eğer siz"gayrımenkulün aslen kıyı kenar çizgisi içinde olmadığını iddia ediyor iseniz bu da adli yargı uyuşmazlıkları arasında olduğundan karşı dava açabilir ve bunun tespitini mahkemeye yaptırabilirsiniz..Bizin davamızda kıyı kenar çizgisi koordinatları yanlış belirlendiğinden neredeyse davamız reddediliyordu ancak yerinde ölçümleme yapıldı ve yeni koordinatlar Bayındırlık bakanlığı'na bildirildi.Şimdi kenar çizgisi harita ve paftalara işlenip tekrar gelecek.Ancak ondan sonra yapılacak keşifle durum somutlaşacak.

Yardımcı olacağını umduğum kararlar sunuyorum.
Saygılarımla


T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2007/1-41

K. 2007/54

T. 7.2.2007

• KIYI KENAR ÇİZGİSİNİN BELİRLENMESİNDE YÖNTEM ( Kural Olarak Mülkiyet Hukuku Yönünden Belirleme Görevi Adli Yargıya Ait Olduğu )

• EL ATMANIN ÖNLENMESİ VE YIKIM ( İdare Tarafından Kıyı Kenar Çizgisi Haritası Düzenleyip Düzenlenmediği Araştırılmalı ve Kıyı Kenar Çizgisi Kesinleşmişse Bu Haritaya Değer Verilmesi Gereği )

• İDARE TARAFINDAN BELİRLENEN KIYI KENAR ÇİZGİSİ ( Kesinleşmişse Buna Uygun Şekilde Kıyı Kenar Çizgisi Adli Yargı Tarafından Saptanması Gereği )

• KIYI KENAR ÇİZGİSİ HARİTASI ( İdare Tarafından Düzenlenip Düzenlenmediği Araştırılması Gereği - Kıyı Kenar Çizgisi Kesinleşmişse Bu Haritaya Değer Verilmesi Gereği )

• GÖREV ( Elatmanın Önlenmesi ve Yıkım - Kural Olarak Mülkiyet Hukuku Yönünden Kıyı Kenar Çizgisi Belirleme Görevi Adli Yargıya Ait Olduğu )

3621/m.5, 9


28.11.1997 gün ve 5/3 sayılı YİBK
ÖZET : Dava, el atmanın önlenmesi ve yıkım talebine ilişkindir. Dosya kapsamından uyuşmazlığın kıyı kenar çizgisinin saptanmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Kural olarak mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisini belirleme görevi adli yargıya aittir. Ancak idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisi kesinleşmişse, buna uygun şekilde kıyı kenar çizgisi adli yargı tarafından saptanmalıdır. O halde öncelikle idare tarafından kıyı kenar çizgisi haritası düzenleyip düzenlenmediği araştırılmalıdır. Kıyı kenar çizgisi kesinleşmişse bu haritaya değer verilmelidir. Aksi halde uzman bilirkişilerin hazırlayacağı krokiye göre hüküm kurulmalıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki "kıyı şeridine yapılan inşaatların kal, meni müdahale" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kısmen reddine ve kısmen hüküm kurulmasına yer olmadığına dair verilen 09.05.2005 gün ve 2004/561 E., 2005/238 K. sayılı kararın incelenmesi davacı ve bir kısım davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 15.11.2005 gün ve 2005/11667 E. 12036 K. sayılı ilamı ile:
( ... Dava, el atmanın önlenmesi ve yıkım isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davalılardan A. yönünden davanın reddine, diğerleri bakımından ise konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir.
Dava dilekçesinin içeriğinden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden taraflar arasındaki çekişmenin Kıyı Kanunu'ndan ve buna bağlı olarak kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Bu konuda eldeki davanın, dava dışı belediye ile birlikte davalılar aleyhine açılan davanın belediye bakımından tefriki ve hakemde görülmesine dair daire bozması üzerine sonuçlandırıldığı sabittir.
Mahkemece kurulan hükümde, bu davadan tefrik edilip hakemde bakılan dava sonucu verilen 03.11.2004 gün ve 2004/350-685 sayılı hakem kararının esas alındığı, çekişme konusu edilen kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi ve tecavüzlü yapıların mevcudiyeti bakımından anılan davadaki tespitlerin esas alındığı görülmektedir.
Oysa anılan hükmün kesinleşmediği dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Bunun yanında söz konusu hükmün veriliş tarihi bakımından 4916 sayılı hükmü gereği görevsiz mahkemece kurulduğu açıktır.
Görevsiz mahkemece verilen karar kesinleşmediği gibi kesin hüküm niteliğini kazansa dahi hukuken geçerli bir netice doğurmayacağı, esasen yok hükmünde olacağı tartışmasızdır. Öyleyse görevsiz mahkemece verilen hükme dayanılarak eldeki davanın sonuçlandırılması doğru değildir.
Hal böyle olunca, işin esasının incelenmesi, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması isabetsizdir. Tarafların temyiz itirazları yerindedir... ) ,
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, el atmanın önlenmesi ve yıkım isteğine ilişkindir.
Daha önce belediye bakımından tefrik edilen dava hakemde görülmüş; kişiler yönünden devam edilen bu davada ise hakem kararı esas alınarak hüküm kurulmuştur.
Davacı Hazine vekilinin iddiası ve savunmanın içeriğine göre, taraflar arasındaki uyuşmazlık, kıyı kenar çizgisinin saptanmasından kaynaklanmaktadır.
Bilindiği gibi, 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun "kıyı kenar çizgisini" belirleme yöntemine ilişkin 5 ve 9. maddelerinin uygulanmasına yorum getiren ve görülmekte olan davalarda dikkate alınması zorunlu bulunan 28.11.1997 gün ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nda "kural olarak mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisi belirleme görevinin adli yargıya ait olduğuna; ancak 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine" işaret edilmiştir.
O halde, öncelikle idare tarafından 3621 Sayılı Kanunun 9. maddesi hükmüne göre kıyı kenar çizgisi haritasının düzenlenip, düzenlenmediği araştırılmalı, ondan sonra üç jeologdan oluşturulacak uzman bilirkişi kurulu ve tapu fen memuru aracılığıyla yerinde keşif yapılmalı, harita düzenlendiğinin ve yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararı'nda belirtildiği şekilde işlem gördüğünün, böylece davanın taraflarını bağlayan bir içerik kazandığının anlaşılması durumunda "kıyı kenar çizgisi" düzenlenen haritaya değer verilerek saptanmalıdır. Harita düzenlenmediğinin ya da düzenlenip de 5/3 sayılı kararda yazılı olduğu gibi bizzat bildirim yapılmadığının veya ilanen bildirime karşın, idari yargıya başvurulmadığının ortaya çıkması halinde ise, kıyı kenar çizgisi bilimsel verilerden ve düzenlenmiş olmakla birlikte bağlayıcılık niteliğini kazanmamış haritadan yararlanılarak belli edilmeli, belirlenen çizgi harita mühendisi veya tapu fen memuru sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisine infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yansıtılmalı ve sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.
Oysa somut olayda mahkemece bu davadan tefrik edilip, hakemde görülen davada, yetersiz soruşturma sonucu yapılan tespitler esas alınmış, çekişmeli yapıların kıyı kenar çizgisinin neresinde olduğu saptanmamıştır. Eksik soruşturmaya dayalı olarak hüküm kurulamaz.
O halde Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı Hazine ve davalı Ç. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın geri verilmesine, 07.02.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.


T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2006/1-557

K. 2006/605

T. 27.9.2006

• TAPU İPTALİ VE TERKİN ( Emsal Alınan Dava Dosyalarındaki Karar ve Krokilerinin de Yerine Uygulanması Gereği )

• EMSAL ALINAN DAVA DOSYALARI ( Karar ve Krokilerinin de Yerine Uygulanması Gereği - Tapu İptali ve Terkin )

3621/m.5, 9


ÖZET : Dava; tapu iptal ve terkin isteklerine ilişkindir. Emsal alınan dava dosyalarındaki karar ve krokilerinin de yerine uygulanması, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki `tapu iptali ve terkin` davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Akşehir Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 21.6.2004 gün ve 2000/223-2004/484 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 5.12.2005 gün ve 1385-12922 sayılı ilamı ile,
( ...Dava; tapu iptal ve terkin isteklerine ilişkindir.
Mahkemece; davanın reddine karar verilmiştir.
Davada ileri sürülen iddianın ve savunmanın içeriğine göre; yanlar arasındaki uyuşmazlığın `kıyı kenar çizgisinin` saptanmasından kaynaklandığı açıktır.
Bilindiği üzere, son kez yürürlüğe giren 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun `kıyı kenar çizgisini` belirleme yöntemine ilişkin 5 ve 9. maddeleri, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı kapsamı dışında bırakılmış; anılan kanun maddesinin uygulanmasına yorum getiren ve görülmekle olan davalarda dikkate alınması zorunlu bulunan 28.11.1997 gün ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararın da `kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisi belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna; ancak 3621 sayılı kıyı Kanunu'nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine` işaret edilmiştir.
O halde, öncelikle idare tarafından 3621 sayılı Kanunun 9. maddesi hükmüne göre `kıyı kenar çizgisi` haritasının düzenlenip, düzenlenmediği araştırılmalı, ondan sonra, üç jeologtan oluşturulacak uzman bilirkişi kurulu ve Tapu Fen Memuru aracılığıyla yerinde keşif yapılmalı; harita düzenlendiğinin ve yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararı'nda belirtildiği şekilde işlem gördüğünün, böylece davanın tarafların bağlayan bir içerik kazandığının anlaşılması durumunda `kıyı kenar çizgisi` düzenlendiği haritaya değer verilerek saptanmalıdır. Harita düzenlenmediğinin yada düzenlenipte 5/3 sayılı kararda yazılı olduğu gibi bizzat bildirim yapılmadığının veya ilanen bildirime karşın, idari yargıya başvurulmadığının ortaya çıkması halinde ise, kıyı kenar çizgisi, bilimsel verilerden ve düzenlenmiş olmakla birlikte bağlayıcılık niteliğini kazanamamış haritadan yararlanılarak belli edilmeli belirlenen çizgi Tapu Fen memuru sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisine infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yansıtılmalı ve sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.
Oysa, mahkemece davanın reddine karar verilirken, aynı yerde daha önce görülen davalar münasebetiyle yapılan incelemelere atıfta bulunulmuş ise de, önceki belirlemeler yerine uygulanmamış, bu konuda bir araştırma yapılmamış, çekişmeli taşınmazın kıyı kenar çizgisinin neresinde bulunduğu belirlenmemiştir. Eksik soruşturmaya dayalı olarak hüküm kurulamaz.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler de gözetilmek suretiyle emsal alınan dava dosyalarındaki karar ve krokilerinin de yerine uygulanması, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir... ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 27.09.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2004/14-615

K. 2004/633

T. 1.12.2004

• KIYI KENAR ÇİZGİSİ ( Taraflara Tebligat Yapılmamış ve İlan Edilmemiş Olan Kıyı Kenar Çizgisinin Belirlenmesine İlişkin İdari İşlemlerin Adli Yargı Yönünden Takdiri Delil Niteliğinde Olduğu - Tapu İptali/Taşınmazın Kamuya Terki Talebi )

• TAKDİRİ DELİL ( Taraflara Tebligat Yapılmamış ve İlan Edilmemiş Olan Kıyı Kenar Çizgisinin Belirlenmesine İlişkin İdari İşlemlerin Adli Yargı Yönünden Takdiri Delil Niteliğinde Olduğu -Tapu İptali/Taşınmazın Kamuya Terki Talebi )

• TARAFLARA TEBLİĞ EDİLEN İDARİ İŞLEM ( Kıyı Kenar Çizgisinin Belirlenmesine İlişkin İdari İşlem Taraflara Tebliğ Edilmiş ve Yasal Süre İçinde İdari İşleme Karşı Dava Açılmamış İse İdari İşlemin Bağlayıcı Nitelik Taşıdığı )

• BİLİRKİŞİ ( Kıyı Kenar Çizgisinin Belirlenmesine İlişkin İdari İşlemlerin Kesinleşmemesi/Uyuşmazlığın Bilirkişi Kurulunca Çözümlenmesi Gerektiğine İlişkin Kararının Yerinde Olduğu - Tapu İptali/Taşınmazın Kamuya Terki Talebi )

• TAPU İPTALİ ( Taraflara Tebligat Yapılmamış ve İlan Edilmemiş Olan Kıyı Kenar Çizgisinin Belirlenmesine İlişkin İdari İşlemlerin Adli Yargı Yönünden Takdiri Delil Niteliğinde Olduğu - Taşınmazın Kamuya Terki Talebi )

3621/m.9

2577/m.7

1086/m.237,240,275


ÖZET : Davacı Hazine, kıyı kenar çizgisi içinde kalan taşınmazın tapusunun iptali ile kamuya terkine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Taraflara tebliğ ve ilan edilmeyen kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin idari işlemler adli yargı yönünden kural olarak takdiri delil niteliğinde olup bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Buna karşın kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin idari işlem taraflara tebliğ edilmiş ve yasal süre içinde idari işleme karşı dava açılmamış ise idari işlem o kişi ya da kurum yönünden bağlayıcı nitelik taşır. Bu durumda kıyı kenar çizgisinin kesinleşen karara göre belirlenmesi gerekir. Eldeki davada söz konusu idari işlem kesinleşmemiş olduğundan yerel mahkemenin uyuşmazlığın bilirkişi kurulunca çözümlenmesi gerektiğine ilişkin direnme kararı yerindedir.
DAVA : Taraflar arasındaki "tapu iptali, taşınmazın kamuya terki" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Tuzlukçu Sulh Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 05.06.2002 gün ve 2002/172-192 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesi'nin 27.12.2002 gün ve 8492-9012 sayılı ilamı ile, ( ...Davacı Hazine-, davalı adına kayıtlı taşınmazın 450 metrekarelik kısmının, idarece tespit edilen kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürerek bu kısma ilişkin tapu kaydının iptalini talep etmiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin dışında kaldığı kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü davacı, mahkemece kıyı çizgisinin usulünce saptanmadığı gerekçesiyle temyiz etmiştir.
Dava, açıldığı tarihte yürürlükte bulunan Türk Kanunu Medenisi'nin 641. maddesi ile 3621 sayılı Kıyı Kanunu'na dayalı tapu iptali isteğine ilişkindir. Davada ileri sürülen iddia ve savunmalarının içeriğine göre taraflar arasındaki uyuşmazlık "kıyı kenar çizgisinin" saptanmasından kaynaklanmaktadır.
3621 Sayılı Yasanın 5 ve 9'uncu maddesinde kıyı kenar çizgisinin nasıl belirleneceği düzenlenmiştir. Anılan yasanın 9'uncu maddesi "Kıyı kenar çizgisi, valiliklerce kamu görevlilerinden oluşacak en az 5 kişilik bir komisyonca tespit edilir.
Bu komisyon; jeoloji mühendisi, jeolog veya jeomorfolog, harita ve kadastro mühendisi, ziraat mühendisi, mimar ve şehir plancısı, inşaat mühendisinden oluşur.
Komisyonca tespit edilip valiliğin uygun görüşü ile birlikte gönderilen kıyı kenar çizgisi, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nca onaylandıktan sonra yürürlüğe girer..." şeklindedir.
Kıyı kenar çizgisi, kıyının kara yönünden sona erdiği noktayı gösterirken, bazı durumlarda da özel mülkiyete konu ya da kamu malı niteliğindeki taşınmazların deniz yönünden sınırını oluşturmaktadır. Yukarıda açıklanan yöntemlerle belirlenen ve oldukça önemli bir işlevi olan kıyı kenar çizgileri ancak; ilgililerine usulünce tebliği ve bu tebliğden sonra, yasal süresi içinde idari yargıya başvurulmaması ya da başvurulduğu halde işlemin yasaya uygunluğunun saptanması halinde kesinleşir. Komisyonca saptanan ve kesinleşen bu kıyı kenar çizgisi 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nda da belirtildiği gibi artık herkesi bağlayıcı nitelik kazanır ve mülkiyet uyuşmazlıklarında da esas alınır.
Kıyı kenar çizgisinin usulünce belirlenip, herkes için bağlayıcılık kazanmasından sonra, 'bir taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde ya da dışında kaldığı kesinleşen haritaların uygulanması İle saptanır.
İdarece çizilen kıyı kenar çizgisinin açıklandığı şekilde bağlayıcılık kazanmaması halinde ise, mahkemece, bu durum bekletici sorun kabul edilerek, öncelikle idareden, onaydan geçen kıyı kenar çizgisi haritasının ilgililere tebliğinin sağlanması istenmeli, yasal prosedürün tamamlanmasından sonra, idarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin kesinleşmesi halinde ise bu haritalar uygulanmalıdır. Aksi halde idarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin yok hükmünde sayılarak adli yargıda yeniden kıyı kenar çizgisi belirlenmesinden sonra, idarenin yasal prosedürü tamamlayarak kıyı kenar çizgisini kesinleştirmesi durumunda iki ayrı kıyı kenar çizgisi oluşması olasılığı mevcuttur. Bu durum da yeni uyuşmazlıkların doğmasına neden olabilecektir. Uygulamada yeknesaklığı sağlamak için yukarıda açıklanan yöntem izlenmelidir.
Kıyı kenar çizgisinin, idarece belirlenmediği ya da idarenin düzenlediği haritaların idari yargıda iptal edildiği hallerde ise yukarıda açıklanan İçtihadı Birleştirme Karan uyarınca, çekişmenin adli yargıda belirlenecek kıyı kenar çizgisine göre çözülmesi gerekmektedir. Bu belirleme de, 3621 Sayılı Yasa ile 13.03.1972 tarih ve 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'ndaki kural ve yöntemler doğrultusunda yapılmalıdır. Adli yargıda kıyı kenar çizgisi, taşınmazın başında yapılacak keşifte, 3621 Sayılı Yasanın 9/2. maddesi hükmü doğrultusunda oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığı ile bilimsel kriterler de esas alınarak belirlenmeli ve belirlenen bu çizgi "tapu fen memuru" sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisinde, infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gösterilmelidir.
Somut olayda; dosya içerisinde bulunan Konya Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nün 18.04.2001 tarih ve 2302 sayılı yazısından dava konusu taşınmazın bulunduğu alana ait kıyı kenar çizgisinin daha önce idarece belirlendiği, ancak davalılara tebliğ edilmediği, mahallinde yapılan keşifte idare tarafından düzenlenen harita uygulanmış ise de kıyı kenar çizgisinin yeniden tespiti yoluna gidilerek, buna göre dava konusu taşınmazın tümünün kıyı kenar çizgisinin dışında kaldığı sonucuna varılarak, davanın reddine karar verilmiştir.
Eldeki davada, yapılan bu inceleme ve araştırma yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde hüküm kurmaya yeterli ve elverişli görülmemiştir. Şöyle ki; davacının dayandığı ve idarece 08.01.2001 tarih ve 174 sayılı yazı ekinde gönderilen kıyı kenar çizgisi tespitine ilişkin haritalar ilgililere tebliğ edilerek kesinleştirilmemiştir. Öncelikle; bu idari kararın taraflara tebliğine olanak sağlanmalı ve bu tebliğ üzerine açıklanan aşamaların geçmesi beklenilmelidir. Sonuçta idarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin usulünce kesinleşmesi halinde uyuşmazlık buna göre çözümlenmeli, aksi takdirde yukarıda belirtilen ve 3621 Sayılı Yasanın 9/2. maddesinde gösterilen ilkeler doğrultusunda oluşturulacak üç kişilik bilirkişi kurulunda "jeoloji mühendisi, jeolog ve jeomorfolog" bulundurulmak suretiyle, bilimsel kriterler de esas alınarak kıyı kenar çizgisi belirlenmeli ve belirlenen bu çizgi "tapu fen memuru" sıfatını taşıyan, uzman bilirkişinin krokisinde, infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gösterilmeli ve bu kıyı kenar çizgisine göre sonuca gidilmelidir. ( Mahkemece bu hususlar üzerinde durulmadan, eksik araştırma ve inceleme ile karar verilmesi doğru görülmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir... )gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : A- Davacının isteminin özeti: Davacı Hazine vekili, davaya konusu taşınmazın davalı kişiler adlarına kayıtlı olduğunu, taşınmazın kısmen Akşehir Gölü'nün kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını; 3621 Sayılı Kanunun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisinin belirlendiğini, kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan taşınmazın tapusunun iptali ile kamuya terkine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
B- Davalının cevabının özeti: Davalılar, duruşmada davanın reddini savunmuşlardır.
C- Yerel mahkeme kararının özeti: Yerel mahkemece, çekişmeli taşınmazın 28.11.1997 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı'nda belirtilen yöntemler izlenerek tespit edilen Akşehir Gölü kıyı kenar çizgisinin tamamen dışında kaldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
D- Temyiz evresi ve direnme: Hüküm, davacı Hazine vekilinin temyizi üzerine özel dairece, yukarıya aynen alınan gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkemece bu bozmaya karşı özetle, İçtihadı Birleştirme Kararı'nın anlam ve içeriğinin değiştirilmesinin isabetli görülmediği, kanun gereği bağlayıcılığı bulunan İçtihadı Birleştirme Kararları'nın yorum yoluyla maksadından farklı sonuçlara bağlanmasının haklı ve yerinde olmadığı gerekçesiyle davanın reddi yönünde direnme kararı verilmiştir.
E- Gerekçe: Uyuşmazlık, idarece 3621 sayılı Kıyı Yasası'na göre saptanan kıyı kenar çizgisinin ilgililere tebliğ edilmemesi durumunda, yapılacak işlemin ne olacağı noktasında toplanmaktadır. Kadastro Kanunu'nun 16. maddesinin C fıkrasında açıkça belirtilmemekle beraber, deniz, göl, akarsu kıyıları ve sahil şeritleri Devlet'in hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerdir ve kadastro dışı bırakılır. 1982 tarihli T.C. Anayasası'nın 43 ve 3621 sayılı Kıyı Yasası'nın 5. maddesine göre kıyılar. Devlet'in hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmakta, öncelikle kamu yararı gözetilir.
Deniz kıyıları, idari bir tahsis kararı gereğince değil, mahiyetleri gereği halkın yararlanacağı yerlerden olduğundan, idarenin yani Devlet, belediye, köy gibi kamu tüzel kişilerinin idari bir kararla, deniz kıyılarından halkın yararlanacağı yer niteliğini kaldırmaya yetkisi yoktur. Kıyı çizgisi, deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda taşkın durumları dışında, suyun kara parçasına değdiği noktaların birleşmesinden oluşan, meteorolojik, olaylara göre değişen doğal çizgidir. 13.03.1972 tarihli, 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nda da belirtildiği gibi kıyı, denizin temadisi, ondan faydalanma hususunda zaruri bir unsur, bir kelime ile denizin mütemmim cüzüdür. Kumluk ve kayalık sahaların derinliği; dalgaların en fazla erişebildiği nokta, med ve cezirde denizin en son varabildiği yerlerdir. Kıyı kenar çizgisi; deniz, tabii ve suni göl ve akarsuların, alçak-basık kıyı özelliği gösteren kesimlerinde, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde, su hareketlerinin oluşturduğu, kumsal ve kıyı kumullarından oluşan, kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık. sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sının; dar-yüksek kıyı özelliği gösteren kesimlerinde ise, şev ya da falezin üst sınırıdır.
Bu sınır, doldurma suretiyle arazi elde edilmesi halinde de değiştirilemez. Kıyı, kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alandır.
a )Dar-yüksek kıyı: Plaj ya da abrazyon platformu olmayan veya çok dar olan, şev, falezle son bulan kıyılardır.
b )Alçak-basık kıyı: Kıyı çizgisinden sonra da devam eden, kıyı hareketlerinin oluşturduğu plajı hareketli ve sabit kumulları da içeren kıyı kordonu, lagün alanları, sazlık, bataklık ile kumluk, çakıllık, taşlık ve kayalık alanları içeren kıyılardır ( Y.İ.B.K. 13.03.1972 T. 7/4 ).
Kıyı yasalarımızın temelini teşkil eden mülga 6785/1605 sayılı İmar Kanunu'nun Ek 7 ve Ek 8. maddelerine ilişkin yönetmelikler, kıyılardan eşitlik ve serbestlikle toplumun yararlanması, kıyıların doğal yapısının değiştirilmemesi ve kirletilmemesi yönünde hükümler getirmiş ise de bu yönetmelik yerini 27.11.1984 tarihinde, 3086 sayılı "Kıyı Kanunu"na bırakmıştır.
Ancak, 3086 sayılı Kıyı Kanunu'nu ile getirilen "Kıyı Kenar Çizgisi" ve "Kıyı"ya ilişkin teknik tanımlar ve bazı maddeleri Anayasa'ya aykırı bulunması nedeniyle iptal edilmiş, böylece Kıyı Kanunu'nun yeniden hazırlanması gereği ortaya çıkmıştır.
Anayasal bir hak olarak ortaya çıkan kıyılardan yararlanma imkan ve koşullarının gösterilmesi amacıyla bir yasa çıkarılması zorunlu hale gelince 3621 Sayılı Kanun bu amaçla çıkarılmıştır. Yasanın bu işlevi "amacı" başlıklı birinci ve "kapsam" başlıklı ikinci maddelerinde açıkça ortaya konmuştur. Sözü edilen birinci madde aynen "Bu kanun, deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla düzenlenmiştir" dedikten sonra, ikinci maddede belirtilen amaca paralel biçimde yasanın kapsamını göstermiş ve aynen "Bu kanun deniz, tabii ve suni göller ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerine ait düzenlemeleri ve bu yerlerden kamu yararına yararlanma imkan ve şartlarına ait esasları kapsar" kuralına yer vermiştir.
Denilebilir ki; yasa, bütünüyle değerlendirildiğinde; kıyıların kamuya açık tutulması ve bu yerlerden toplumun genellik, eşitlik ve serbestlik ilkelerine uygun faydalanmasını sağlama yönünden; idareye görevler yüklemiş ve bu alanda yapılacak işler gösterilmiş ve kıyıya ilişkin teknik ve hukuki esaslar, anayasal doğrultuda ortaya konmuştur.
Kıyının kamuya açık tutulabilmesi ve yasanın bu alanda idareye verdiği görevlerin yerine getirilebilmesi ve kıyıda planlama ve uygulamanın yürütülebilmesi için öncelikle, kıyıya ilişkin bir tespitin yapılması zorunludur. Bu nedenle idarenin kendi açısından kıyı kenar çizgisini belirlemesi gerekir. İşte yasa koyucu 3621 Sayılı Kanunun 9. maddesiyle, salt bu amaçla sınırlı olmak üzere valiliğe kıyı kenar çizgisini kamu görevlilerinden oluşan beş kişilik bir komisyon aracılığıyla belirleme yönünden bir görev vermiştir. Nitekim yasanın 5/4. maddesi bu durumu aynen "kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur" biçiminde ortaya koymuştur ( 28.11.1997 gün ve 1996/5-1997/3 sayılı Y.İ.B.K. ).
Burada üzerinde durulması gereken nokta, 3621 Sayılı Kanunun 9. maddesinin getirdiği düzenlemenin kapsamının ne olduğudur. Bu yasa kuralında, 28.11.1997 gün ve 1996/5-1997/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu Kararı'nda da belirtildiği üzere; kıyı kenar çizgisine yönelik bu belirlemenin, yeni bir kıyı kadastrosu biçimde bir düzenleme getirilmediği, belirleme komisyonunun oluşumunda, mülkiyet ve zilyetlik konularında çıkacak uyuşmazlıklarda bilgisine başvurulacak bir hukukçu ya da uzman bir kişiye, arazinin mevkii, konum ve sınırlarını bilebilecek yerel bilirkişilere ve yerel yönetim temsilcilerine yer verilmediği, kıyıya sınır bulunan arazi sahiplerine, komisyon çalışmalarında dikkate alınacak kayıt, belge, tapu ve diğer kanıtların ibraz edilme imkanının tanınmamış olduğu, kıyının yer aldığı, köy ve beldelerde belirleme işleminin yapılacağına dair ilan ve duyurulara gerek görülmediği, kişilerin mülkiyet ve ayni haklarına ilişkin gerek komisyon nezdinde ve gerekse komisyon kararı sonrasında ne gibi işlem yapacakları ve haklarını nasıl koruyacakları konusunda bir düzenlemenin öngörülmediği, komisyon kararlarının tebliğ ve ilanı yolunda bir kuralın kabul edilmediği, kıyıların diğer sahipsiz kamu malları ve özellikle ormanlar yönünden, belirlemenin hangi temsilcilerle ve hangi esaslara göre yapılacağı yolunda bir hükme yer verilmediği, bu yasanın uygulamalarından doğan uyuşmazlıkları idari yargı yerlerinde görüleceği ve yerel adliye mahkemelerin görevlerinin 'sona ereceği yolunda herhangi bir düzenlemenin olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda idare tarafından saptanan kıyı kenar çizgisi, imar planlaması ve uygulamasına yönelik ve onunla sınırlı bir çizgidir. Bu çizginin mülkiyet hakkının tespitine ilişkin olduğuna dair yasada açık ya da kapalı bir hüküm de bulunmamaktadır. O halde, idari bir işlemle mülkiyet hakkı sınırlandırılamaz.
Mülkiyet hukukundan kaynaklanan tüm uyuşmazlıkları çözümlemek adli yargıya aittir. 3621 Sayılı Yasa kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi ve uygulanması nedeniyle ortaya çıkacak uyuşmazlıklar yönünden adli yargının bu görevini kısıtlamamış, daraltmamış ve ortadan kaldırmamıştır.
Burada önemle üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise; taraflara tebliğ olunmayan, ilan edilmeyen ve ilgililere dava açma olanağı vermeyen bir idari tasarrufun Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığıdır. Öyleyse, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine yönelik idari işlemler adli yargı yönünden kural olarak takdiri delil niteliğinde olup, bağlayıcılığı bulunmamaktadır.
Buna karşın, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin idari işlem, ilgili tarafa usulen yazılı olarak, Anayasa'nın 125/3 ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın 7. maddeleri uyarınca tebliğ edilmiş ve yasal süresi içinde idari işleme karşı dava açılmamış ve idari yargı yolu kapanmış ise idari işlem o kişi ya da kurum yönünden bağlayıcı nitelik kazanır. Yazılı bildirime rağmen idari yargıya başvurmayan ve yargı hakkını kullanmayan gerçek veya tüzel kişi kararı kabul etmiş sayılır. Bu kararın artık idari yargıda tartışılması da olanaklı olmadığından, kesinleşen bu karara göre kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi gerekir.
Diğer yandan, idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisine karşı dava açılmış ve bu çizgi idari yargının kesinleşen kararı ile saptanmış ise yargı bütünlüğü ve kesinleşen yargı kararının yeniden tartışma konusu yapılamayacağı, yargıya güven ve hukuki emniyetin sağlanması amacıyla kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinde, idari yargıca belirlenen çizginin adli yargıca esas alınması zorunlu olduğu belirgindir. Aksi halde 3621 Sayılı Kanun ile 13.03.1972 tarih ve 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'ndaki kural ve yöntemler doğrultusunda kıyı kenar çizgisinin adli yargıca belirlenmesi gerekir.
Hemen belirtelim ki, idarece çizilen kıyı kenar çizgisinin ilgiliye tebliğ edilmemesi nedeniyle açıklanan biçimde bağlayıcılık kazanmaması durumunda, yukarıda açıklanan biçimde, gerek 3621 Sayılı Kanunun 9. maddesi, gerekse 16.04.1972 gün ve 1970/6 E., 1972/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Karan ile yine 28.11.1997 gün ve 1996/5 E. ve 1997/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı göz önünde tutularak yöntemince belirlenecek bilirkişi kurulu aracılığıyla, idarece belirlenen kıyı kenar çizgisi de takdiri delil olarak göz önünde tutularak, dava konusu taşınmazla ilgili kıyı kenar çizgisinin mahkemece belirlenmesi gereklidir. O halde, mahkemece bu durum bekletici sorun yapılarak, onaydan geçen ve kıyı kenar çizgisinin idarece ilgililere tebliğinin sağlanması, prosedürün tamamlanmasının beklenmesi, idari yargıda dava açılırsa sonucunun beklenmesi yönündeki düşüncenin gerek 3621 Sayılı Yasaya, gerekse az önce anılan 28.11.1997 gün ve 1996/5 E. ve 1997/3 K. Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'na uygun olmayacağı sonucuna varılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde, Konya Valiliği Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nce 3621 sayılı Kıyı Yasası'nın 9. maddesine göre oluşturulmuş bir kurul aracılığıyla kıyı kenar çizgisinin saptandığı anlaşılmakla birlikte bu belirleme işleminin davalıya 'yöntemince tebliğ edilmediği ve davalının yasal olanakları kullanmaktan mahrum edildiği görülmüştür. Kararlılık kazanmış yargısal uygulamaya göre, idarece yapılan belirlemenin doğrudan bağlayıcı olmayacağı sonucuna varılmış ve uyuşmazlığın yukarıda açıklanan biçimde, anılan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları ve 3621 Sayılı Yasa hükümleri göz önünde tutularak bu çerçevede yapılacak araştırma ve uzman bilirkişilerden alınacak raporların değerlendirilmesi suretiyle çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Hukuk Genel Kurulu'nun kararlılık kazanmış uygulaması da bu yöndedir ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 19.04.2002 gün, 2002/1-157-300 ve 26.02.2003 gün, 2003/14/97 E. 2003/110 sayılı kararları ).
Mahkemece, bilirkişiler aracılığıyla keşif yapılmış, bilirkişiler mahallinde kıyı kenar çizgisini belirlemişlerdir. Bu itibarla uyuşmazlığın mahkemece yöntemince oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla çözümlenmesi gerektiğine ilişkin direnme kararı yerindedir. Ne var ki, özel dairece işin esası ve özellikle bilirkişi raporlarının değerlendirilmesi yönünden bir inceleme yapılmadığından dosya özel dairesine gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı yerel mahkemenin direnme kararı yerinde ise de, işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 14. HUKUK DAİRESİ'ne gönderilmesine, 01.12.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2004/1-335

K. 2004/354

T. 9.6.2004

• TESPİT DIŞI BIRAKILMASI GEREKEN TAŞINMAZLARA İLİŞKİN DÜZENLENEN KADASTRO TESBİT TUTANAĞININ YOK HÜKMÜNDE OLMASI ( Hazinenin Açacağı Tapu İptali ve Terkin Davasında Hak Düşürücü Süre Koşulunun Aranmayacağı - Kıyı Kenar Çizgisi İçerisinde Kalan Taşınmazın Devletin Hüküm ve Tasarrufu Altındaki Yerlerden Olması )

• KIYI KENAR ÇİZGİSİ İÇERİSİNDE KALAN KUMLUK YERİN DEVLETİN HÜKÜM VE TASARRUFU ALTINDAKİ YER NİTELİĞİ ( Tesbit Dışı Bırakılması Gerekirken Bu Taşınmaza İlişkin Kadastro Tesbit Tutanağı Düzenlenmiş Olması Halinde Bu Tutanağın Yok Hükmünde Olması - Hazinenin Açacağı Terkin Davasında Hak Düşürücü Süre Şartının Aranmayacağı )

• KADASTRO TESBİTİNE İTİRAZ ( Devletin Hüküm ve Tasarrufu Altındaki Yer Niteliğindeki Kıyı Kenar Çizgisi İçerisindeki Kumluk Yerin Tesbit Dışı Bırakılması Gerekirken Kadastro Tesbit Tutanağı Düzenlenmiş Olması - Hazinenin Açacağı Terkin Davasında Hak Düşürücü Süre Koşulunun Aranmayacağı )

• HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE ŞARTININ ARANMAMASI ( Hazinenin Açtığı Tapu Terkin Davasında - Kıyı Kenar Çizgisi İçerisinde Yer Alan Devletin Hüküm ve Tasarrufu Altındaki Yer Niteliğindeki Kumluk Yerle İlgili Tesbit Tutanağının Yok Hükmünde Olması )

• DEVLETİN HÜKÜM VE TASARRUFU ALTINDAKİ YERLERİN KADASTRO TESBİTİNDE TESBİT DIŞI BIRAKILMASI GEREĞİ ( Tesbit Tutanağı Düzenlenen Kıyı Kenar Çizgisi İçerisindeki Yerle İlgili Hazinenin Açacağı Terkin Davasının Hak Düşürücü Süreye Tabi Olmaması )

4721/m.715

3402/m.12/3, 16

2709/m.43


ÖZET :Dava, kıyı kenar çizgisi içinde kalan taşınmazın tapu kaydının iptali ile terkin edilmesi isteğine ilişkindir. Mahkemece, 3402 sayılı Yasanın 12/3 maddesinde kamu malı, özel mal ayrımı yapılmadığından söz edilerek 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve bu nedenle tespit dışı bırakılması gereken taşınmazlar hakkında tespit tutanağı düzenlenmiş olsa bile, yok hükmünde sayılan işlemler, önceki 766 sayılı Yasanın 31/2 ve halen yürürlükte bulunan 3402 sayılı Yasanın 12/3 maddelerinde yazılı olan 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi değildir. Kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kumluk yerlerin de devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu tartışmasızdır. Bu durumda işin esasına girilerek yanların tüm delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki "tapu iptal ve terkin" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Tuzlukçu Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.07.2002 gün ve 2000/65 E- 2002/116 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 05.02.2003 gün ve 2003/642-1324 sayılı ilamı ile; ( ...Dava, kıyı kenar çizgisi içinde kalan taşınmazın tapu kaydının iptali ile terkin edilmesi isteğine ilişkindir.
Mahkemece, 3402 sayılı Yasanın 12/3 maddesinde kamu malı, özel mal ayrımı yapılmadığından söz edilerek 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Medeni Yasamızın 715. maddesi hükmüne göre "Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.", Kadastro Yasasının 16/C maddesinde de, "Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kayalar, tepeler, dağlar ( bunlardan çıkan kaynaklar ) gibi, tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ile deniz, göl, nehir gibi genel sular tescil ve sınırlandırmaya tabi değildir, istisnalar saklıdır" denilmektedir.
Genel sular ve göller ile bunların kenarındaki kumluk, taşlık ve kayalık yerlerden kamunun serbestçe yararlanması; kamunun, başka bir deyişle herkesin hakkıdır. Genel sulardan ve bunların bütünleyici bölümleri olan kumluk, taşlık ve kayalık yerlerden kamunun yararlanması, genel suların sahil şeritlerinin herkese açık bulundurulması ile ve bu niteliklerini saklanması ile mümkün olabilir.
2709 sayılı Anayasamızın Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler başlıklı 3. bölümünün "kamu yararı" ve "kıyılardan yararlanma" başlığını taşıyan 43. maddesinde "kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir " denilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunun 23.11.1988 gün ve 1/825 - 964 sayılı kararında da değinildiği gibi, "Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler, bu nitelikleri itibariyle yasama organının serbestçe düzenlemesine açık yerlerden değildirler. Yasama organı çıkaracağı yasalarla, söz konusu taşınmazların bu niteliklerini koruyucu yönde düzenlemede bulunmak zorundadır; zira Anayasa hükümleri yasa koyucunun yetkilerini ve düzenleme alan ve sınırlarını belirleyici hükümlerdir. Bu itibarla 3402 sayılı Yasanın devletle kişiler arasındaki uyuşmazlıklara ve davalara son vermek amacıyla devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin bu niteliklerini ortadan kaldıracak yönde yoruma elverişli olarak çıkarıldığını benimseme olanağı yoktur."
Devletin görevi kıyıların niteliğini korumak ve kamunun bundan yararlanmasını olabildiği ölçüde sağlamaktır.
Yukarıda sözü edilen Genel Kurul Kararındaki, hak düşürücü sürenin devletin hüküm ve tasarrufu altındaki, özel mülkiyete konu olmayacak yerlerde uygulanmayacağı ilkesi "3402 sayılı Yasanın 12. maddesini yorumlarken aynı Yasanın 16. maddesinin de birlikte değerlendirilmesi gerekir." Yasanın 12. maddesi hak düşürücü süreyi tutanaklarda belirtilen" haklara sınırlandırma ve tespitlere ait tutanaklar kesinleştiği tarihten itibaren" işletmeye başlamıştır. Bu itibarla 3402 sayılı Yasanın 12. maddesinde öngörülen hak düşürücü süre özel mülkiyete konu olmayan ve özel hukuk hükümlerine tabi olmayan üzerinde mülkiyet hakkı kurulamayacak devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlar hakkında Hazine tarafından açılacak davalara uygulanmaz" şeklinde açıklanmıştır.
Hukuk Genel Kurulunun 24.3.1999 gün ve 1/170 - 167 sayılı kararında da "3402 sayılı Yasanın 12/3 maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü sürenin, Hazinece açılan ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yer iddiasına dayanan davalarda dava koşulu olarak ele alınıp değerlendirilemeyeceği, işin esasına girilip dava konusu taşınmazın gerçek niteliğini, daha açık bir anlatımla özel mülkiyete konu olup, olmayacağının tespit edilmesinden sonra bu yönde bir karar verilmesi gerektiği; yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ortaklaşa kabul edilen bir kural haline geldiği" vurgulanmıştır.
Yukarıdan beri açıklanan yerleşmiş Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararları özetlenecek olursa, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve bu nedenle tespit dışı bırakılması gereken taşınmazlar hakkında tespit tutanağı düzenlenmiş olsa bile, yok hükmünde sayılan işlemler, önceki 766 sayılı Yasanın 31/2 ve halen yürürlükte bulunan 3402 sayılı Yasanın 12/3 maddelerinde yazılı olan 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi değildir. Kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kumluk yerlerin de devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu tartışmasızdır. Bu husus Yargıtay'ın istikrar kazanmış kararları gereğidir.
Hal böyle olunca, işin esasına girilerek yanların tüm delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yukarıda değinilen ilke ve kurallar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 09.06.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2004/1-231

K. 2004/245

T. 28.4.2004

• TAPU İPTALİ TALEBİ ( Kıyı Kenar Çizgisi İçerisinde Kalan Taşınmaz İçin - Taşınmazın İmar Planında Park Yeri Olarak Ayrılmış Olmasının Tapudan Terkine Mani Olmayacağı )

• KIYI KENAR ÇİZGİSİ İÇERİSİNDE KALAN TAŞINMAZ ( İmar Planında Park Yeri Olarak Ayrılmış Olmasının Tapunun İptaline Mani Olmayacağı )

• İMAR PLANINDA PARK YERİ OLARAK AYRILAN TAŞINMAZ ( Kıyı Kenar Çizgisi İçerisinde Kalması Nedeniyle Tapu İptaline Engel Olmaması )

2709/m.43

3621/m.6,9,10


ÖZET :Davacı Hazine, Muğla ili Datça ilçesi İskele Mahallesinde bulunan 150 Ada, 3 parsel sayılı taşınmazın 17 m2'lik bölümünün Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce tespit edilen kıyı kenar çizgisine göre kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı iddiasıyla bu kısmın tapusunun iptalini istemiştir. Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; imar uygulamasında park alanı olarak ayrılan, tapu kaydı bulunmayan yer hakkında kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığından bahisle karar verilip verilemeyeceği noktasındadır. Devletin görevi kıyıların niteliğini korumak ve kamunun bundan yararlanmasını olabildiği ölçüde sağlamaktır. Çekişmeli yerde yapılan inceleme sonucu jeolog bilirkişi tarafından düzenlenen raporda, taşınmazın 11.66 m2 lik bölümünün kıyı kenar çizgisi içerisinde bulunduğu saptanmıştır. Bu bölümün öncesinde 159 ada 3 parselin çapı kapsamında iken Belediye Encümen Kararı ile yol ve park olarak kamuya terk edilen alanda kaldığı anlaşılmaktadır. Ancak, yapılan bu işlemlerin taşınmazın çekişmeli bölümü bakımından, kıyıya terki anlamını taşımayacağı kuşkusuzdur. İleride İdarenin yeni bir tasarrufu ile bu yerde imar planında değişiklik yapılmak suretiyle özel mülkiyete konu edilmesi imkan dahilinde olup, mevcut hali ile dahi özel tasarrufa tahsisi mümkündür. Öyle ise, çekişmeli taşınmazda kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında ( kıyıda ) kaldığı saptanan kısmın tescil ve sınırlandırmaya tabi olmayan kamu mallarından sayılan yer niteliği ile tescil harici tutularak kadastro paftasında kıyıda kalan yer olarak işaretlenmesine karar verilmesi gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir.
DAVA : Taraflar arasındaki "tapu iptal" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Datça Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 06.06.2002 gün ve 2000/245 E. 2002/113 K. sayılı kararın incelenmesi davacı ( Maliye Hazinesi ) vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 15.01.2003 gün ve 2003/150 E.-222 K. sayılı ilamı ile; ( ...Dosya içeriğine ve toplanan delillere göre, davaya konu 159 ada 3 nolu ana kadastral parselin Belediyece yapılan imar uygulamasında tamamının park alanı olarak ayrılan bölümde kaldığı anlaşılmaktadır.
Jeolog bilirkişisi tarafından, 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararına uygun içerikte düzenlenen rapor ile, imar uygulamasıyla park alanında kalan taşınmazın 11,62 m2 lik kısmının kıyı-kenar çizgisi içerisinde bulunduğu belirlenmiştir.
Hal böyle olunca, kıyı-kenar çizgisi içerisindeki bölümün kamu yararına ayrılmak üzere tapusunun terkinine karar verilmesi gerekirken, hükümde yazılı gerekçe ile davanın reddedilmesi doğru değildir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava; 3621 sayılı Kıyı Yasasına dayalı tapu iptal istemine ilişkindir.
Davacı Hazine, Muğla ili Datça ilçesi İskele Mahallesinde bulunan 150 Ada, 3 parsel sayılı taşınmazın 17 m2'lik bölümünün Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce tespit edilen kıyı kenar çizgisine göre kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı iddiasıyla bu kısmın tapusunun iptalini istemiştir.
Davalılardan Belediye Başkanlığı, dava konusu taşınmazın belediyenin özel mülkiyetinde olmayıp imar planı içerisinde olduğunu, tüm imar faaliyetlerinin plana bağlı kısıtlandığını, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler konumuna geçmesinin herhangi bir değişiklik doğurmayıp davacıya hukuki bir yarar sağlamayacağını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Davalılardan Mehmet Aksoy, dava konusu taşınmazın belediye encümen kararı ile bedelsiz olarak kamuya park alanı olarak terk edildiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin, dava konusu taşınmazın tamamının imar uygulaması sonucu park olarak kamuya terk edildiği, taşınmazın özel mülkiyete konu olmadığı bu nedenle iptal edilecek tapu kaydı da bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin verdiği karar özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; imar uygulamasında park alanı olarak ayrılan, tapu kaydı bulunmayan yer hakkında kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığından bahisle karar verilip verilemeyeceği noktasındadır.
Türk Medeni Kanununun 715.maddesinde, sahipsiz yerlerle yararı kamuya ait malların devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu ifade edilmiş, 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 16/C maddesinde de, anılan hükme daha bir açıklık getirilerek devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kayalar, tepeler, dağlar ile bunlardan akan kaynaklar gibi sahipsiz yerler ile deniz, göl, nehir gibi genel suların tescil ve sınırlandırmaya tabi olmadığına değinilmiştir.
Bu düzenlemelerde, genel sular ve göller ile bunların kenarındaki kumluk, taşlık ve kayalık yerlerden kamunun serbestçe yararlanmasının kamunun, başka bir deyişle herkesin hakkı olduğu, bu yararlanmanın genel sular ile bunların bütünleyici bölümleri olan sahil şeritlerinin herkese açık bulundurulması ve bu niteliklerinin korunması ile mümkün bulunduğu vurgulanmıştır.
Üst norm olan 2709 Sayılı Anayasamızın Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler başlıklı 3. bölümünün "kamu yararı" ve "kıyılardan yararlanma" başlığını taşıyan 43. maddesinde "kıyılar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir" düzenlemesine yer verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunun 23.11.1988 gün ve 1/825 - 964 sayılı kararlarında da değinildiği gibi, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler, bu nitelikleri gereği yasama organının serbestçe düzenlemesine açık yerlerden değildir. Yasama organı çıkaracağı yasalarla söz konusu taşınmazların bu niteliklerini koruyucu yönde düzenlemede bulunmak zorundadır; zira Anayasa hükümleri yasa koyucunun yetkilerini ve düzenleme alanı ve sınırlarını belirleyici hükümlerdir. Devletin görevi kıyıların niteliğini korumak ve kamunun bundan yararlanmasını olabildiği ölçüde sağlamaktır.
Açıklanan düzenlemeler ve ilkeler gözetilmek suretiyle somut olaya bakıldığında; çekişmeli yerde yapılan inceleme sonucu jeolog bilirkişi tarafından 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında öngörüldüğü biçim ve içerikte düzenlenen raporda, taşınmazın 11.66 m2 lik bölümünün kıyı kenar çizgisi içerisinde bulunduğu saptanmıştır.
Bu bölümün öncesinde 159 ada 3 parselin çapı kapsamında iken Belediye Encümen Kararı ile yol ve park olarak kamuya terk edilen alanda kaldığı anlaşılmaktadır. Ancak, yapılan bu işlemlerin taşınmazın çekişmeli bölümü bakımından, kıyıya terki anlamını taşımayacağı kuşkusuzdur. İleride İdarenin yeni bir tasarrufu ile bu yerde imar planında değişiklik yapılmak suretiyle özel mülkiyete konu edilmesi imkan dahilinde olup, mevcut hali ile dahi özel tasarrufa tahsisi mümkündür.
Öyle ise, çekişmeli taşınmazda kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında ( kıyıda ) kaldığı saptanan kısmın tescil ve sınırlandırmaya tabi olmayan kamu mallarından sayılan yer niteliği ile tescil harici tutularak kadastro paftasında kıyıda kalan yer olarak işaretlenmesine karar verilmesi gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O halde usul ve yasaya uygun bulunmayan direnme kararı açıklanan nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı ( Maliye Hazinesi ) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 28.04.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2003/14-97

K. 2003/110

T. 26.2.2003

• KIYI KENAR ÇİZGİSİ İÇERİSİNDE KALAN TAŞINMAZ TAPUSUNUN İPTALİ TALEBİ ( Kıyı Kenar Çizgisinin Tesbitine İlişkin İdari İşlemin Tapu Malikine Tebliğ Edilmemiş Olması )

• TAPU İPTALİ TALEBİ ( Kıyı Kenar Çizgisi İçerisinde Kalan Taşınmaz - Kıyı Kenar Çizgisinin Tesbitine İlişkin İdari İşlemin Davalıya Tebliğ Edilmemiş Olması )

• TEBLİGAT YAPILMAMASI ( İdari İşlemin Tebliğ Edilmediği İlgili Hakkında Hüküm İfade Etmemesi - İdari Yoldan Tesbit Edilen Kıyı Kenar Çizgisi İçerisindeki Taşınmaz Tapusunun İptali Davası )

3621/m. 5,9

2709/m. 43


ÖZET : Davacı Hazine, davalıya ait parselin 24 m2.lik kısmının Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce tespit edilen kıyı kenar çizgisine göre kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı iddiasıyla, bu kısmın tapusunun iptalini istemiştir. Dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde Muğla Valiliği Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce 3621 sayılı kıyı Yasasının 9. maddesine göre oluşturulmuş bir kurul aracılığıyla kıyı kenar çizgisinin saptandığı ve bu saptamanın Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nca onandığı anlaşılmakla birlikte, bu belirleme işleminin davalıya yöntemince tebliğ edilmediği ve davalının yasal olanakları kullanmaktan mahrum edildiği anlaşılmıştır. Kararlılık kazanmış yargısal uygulamaya göre, idarece yapılan belirlemenin doğrudan bağlayıcı olmayacağı sonucuna varılmış ve uyuşmazlığın Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararları ve 3621 sayılı Yasa hükümleri göz önünde tutularak bu çerçevede yapılacak araştırma ve uzman bilirkişilerden alınacak raporların değerlendirilmesi suretiyle çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Hukuk Genel Kurulun kararlılık kazanmış uygulaması da bu yöndedir. Mahkemece, uzman bilirkişiler aracılığıyla keşif yapılmış, bilirkişiler mahallinde kıyı kenar çizgisini belirlemişlerdir. Bu itibarla uyuşmazlığın mahkemece yöntemince oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla çözümlenmesi gerektiğine ilişkin direnme kararı yerindedir.
DAVA : Taraftar arasındaki "" tapu iptali "" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Datça Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 7.6.2001 gün ve 2000/164 E. 2001/119 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 7.2.2002 gün ve 2002/326-736 sayılı ilamı ile; ( ...Davacı Hazine, davacı adına kayıtlı taşınmazın 14 metrekarelik kısmının, idarece tespit edilen kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürerek bu kısma ilişkin tapu kaydının iptalini talep etmiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin dışında kaldığı kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü davacı, mahkemece kıyı kenar çizgisinin usulünce saptanmadığı gerekçesiyle temyiz etmiştir.
Dava, açıldığı tarihte yürürlükte bulunan Türk Kanunu Medenisi'nin 641.maddesi ile 3621 sayılı Kıyı Kanunu'na dayalı tapu iptali isteğine ilişkindir.Davada ileri sürülen iddia ve savunmaların içeriğine göre taraflar arasındaki uyuşmazlık ""kıyı kenar çizgisinin"" saptanmasından kaynaklanmaktadır.
3621 sayılı Yasa'nın 5 ve 9 uncu maddesinde kıyı kenar çizgisinin nasıl belirleneceği düzenlenmiştir. Anılan Yasa'nın 9 uncu maddesi 'Kıyı kenar çizgisi, valiliklerce, kamu görevlilerinden oluşacak en az 5 kişilik bir komisyonca tespit edilir.
Bu komisyon; jeoloji mühendisi, jeolog veya jeomorfolog, harita ve kadastro mühendisi, ziraat mühendisi, mimar ve şehir plancısı, inşaat mühendisinden oluşur.
Komisyonca tespit edilip valiliğin uygun görüşü ile birlikte gönderilen kıyı kenar çizgisi. Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca onaylandıktan sonra yürürlüğe girer...'şeklindedir. Kıyı kenar çizgisi, kıyının kara yönünden sona erdiğini noktayı gösterirken, bazı durumlarda da özel mülkiyete konu ya da kamu malı niteliğindeki taşınmazların deniz yönünden sınırını oluşturmaktadır. Yukarıda açıklanan yöntemlerle belirlenen ve oldukça önemli bir işlevi olan kıyı kenar çizgileri ancak; ilgililerine usulünce tebliği ve bu tebliğden sonra, yasal süresi içinde idari yargıya başvurulmaması ya da başvurulduğu halde işlemin yasaya uygunluğunun saptanması halinde kesinleşir. Komisyonca saptanan ve kesinleşen bu kıyı kenar çizgisi 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi artık herkesi bağlayıcı nitelik kazanır ve mülkiyet uyuşmazlıklarında da esas alınır.
Kıyı kenar çizgisinin usulünce belirlenip, herkes için bağlayıcılık kazanmasından sonra, bir taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde ya da dışında kaldığı kesinleşen haritaların uygulanması ile saptanır.
İdarece çizilen kıyı kenar çizgisinin açıklandığı şekilde bağlayıcılık kazanmaması halinde ise, mahkemece, bu durum bekletici sorun kabul edilerek, öncelikle idareden, onaydan geçen kıyı kenar çizgisi haritasının ilgililere tebliğinin sağlanması istenmeli, yasal prosedürün tamamlanmasından sonra, idarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin kesinleşmesi halinde ise bu haritalar uygulanmalıdır. Aksi halde İdarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin yok hükmünde sayılarak adli yargıda yeniden kıyı kenar çizgisi belirlenmesinden sonra, idarenin yasal prosedürü tamamlayarak kıyı kenar çizgisini kesinleştirmesi durumunda iki ayrı kıyı kenar çizgisi oluşması olasılığı mevcuttur. Bu durum da yeni uyuşmazlıkların doğmasına neden olabilecektir. Uygulamada yeknesaklığı sağlamak için yukarıda acılanan yöntem izlenmelidir.
Kıyı kenar çizgisinin, idarece belirlenmediği ya da idarenin düzenlediği haritaların idari yargıca iptal edildiği hallerde ise yukarıda açıklanan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, çekişmenin adli yargıda belirlenecek kıyı kenar çizgisine göre çözülmesi gerekmektedir. Bu belirlemede, 3621 sayılı Yasa ile 13.3.1972 tarih ve 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki kural ve yöntemler doğrultusunda yapılmalıdır. Adli Yargıda kıyı kenar çizgisi, taşınmazın başında yapılacak keşifte, 3621 sayılı Yasa'nın 9/2 maddesi hükmü doğrultusunda oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığı ile bilimsel kriterler de esas alınarak belirlenmeli ve belirlenen bu çizgi ""tapu fen memuru"" sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisinde, infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gösterilmelidir.
Somut olayda; dosya içerisinde bulunan Muğla Bayındırlık ve İskan İl Müdürlüğünün 26.1.2001 tarih ve 690 sayılı yazısından dava konusu taşınmazın bulunduğu alana ait kıyı kenar çizgisinin daha önce idarece belirlendiği, ancak davalıya tebliğ edilmediği, mahallinde yapılan keşifte idare tarafından düzenlenen haritanın uygulanmadığı anlaşılmış ve kıyı kenar çizgisinin yeniden tespiti yoluna gidilerek, dava konusu taşınmazın tümünün kıyı kenar çizgisinin dışında kaldığı sonucuna varılarak, davanın reddine karar verilmiştir. Eldeki davada, yapılan bu inceleme ve araştırma yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde hüküm kurmaya yeterli ve elverişli görülmemiştir. Söyle ki; davacının dayandığı dava konusu yerde kıyı 26.2.2001 ve 690 sayılı yazı ekinde gösterilen kıyı kenar çizgisi haritası ilgililere tebliğ edilerek kesinleştirilmemiştir. Öncelikle; bu İdari Kararın taraflara tebliğine olanak sağlanmalı ve bu tebliğ üzerine açıklanan aşamaların geçmesi beklenilmelidir. Sonuçta idarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin usulünce kesinleşmesi halinde, uyuşmazlık buna göre çözümlenmeli, aksi takdirde yukarıda belirtilen ve 3621 Sayılı Yasanın 9/2 maddesinde gösterilen ilkeler doğrultusunda oluşturulacak üç kişilik bilirkişi kurulunda ""jeoloji mühendisi, jeolog ve jeomorfolog"" bulundurulmak suretiyle, bilimsel kriterler de esas alınarak kıyı kenar çizgisi belirlenmeli ve belirlenen bu çizgi ""tapu fen memuru"" sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisinde, infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gösterilmeli ve bu kıyı kenar çizgisine göre sonuca gidilmelidir.Mahkemece bu hususlar üzerinde durulmadan, eksik araştırma ve inceleme yapılmadan karar verilmesi doğru görülmediğinden hüküm bozulmalıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava; 3621 sayılı Kıyı Yasasına dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı Hazine, davalıya ait parselin 24 m2.lik kısmının Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce tespit edilen kıyı kenar çizgisine göre kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı iddiasıyla, bu kısmın tapusunun iptalini istemiştir.
Davalı temyiz aşamasının kadar duruşmaya katılmamış, cevap dilekçesi de vermemiştir.
Mahkemenin, idarece saptanıp taraflara tebliğ edilerek kesinleşmiş bir kıyı kenar çizgisi olmadığı . ve bu nedenle belirlenen kıyı kenar çizgisinin kişileri bağlamayacağı, bilirkişiler aracılığıyla mahkemece yapılan araştırmada dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin dışında kaldığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak kurduğu hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Uyuşmazlık; idarece 3621 sayılı Kıyı Yasasına göre saptanan kıyı kenar çizgisinin ilgililere tebliğ edilmemesi durumunda, yapılacak işlemin ne olacağı noktasında toplanmaktadır.
Kadastro Kanunu'nun 16.maddesinin C fıkrasında açıkça belirtilmemekle beraber, deniz, göl, akarsu kıyılan ve sahil şeritleri Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerdir ve kadastro dışı bırakılır.
1982 tarihli T.C.Anayasa'sının 43 ve 3621 sayılı Kıyı Yasası'nın 5.maddesine göre kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmakta, öncelikle kamu yararı gözetilir.
Deniz kıyıları, idari bir tahsis karan gereğince değil, mahiyetleri gereği halkın yararlanacağı yerlerden olduğundan, idarenin yani Devlet, belediye, köy gibi kamu tüzel kişilerinin idari bir kararla, deniz kıyılarından halkın yararlanacağı yer niteliğini kaldırmaya yetkisi yoktur.
Kıyı çizgisi, deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda taşkın durumları dışında, suyun kara parçasına değdiği noktaların birleşmesinden oluşan, meteorolojik olaylara göre değişen doğal çizgidir.
13.3.1972 tarihli, 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi kıyı, denizin temadisi, ondan faydalanma hususunda zaruri bir unsur, bir kelime ile denizin mütemmim cüzüdür, Kumluk ve kayalık sahaların derinliği; dalgaların en fazla erişebildiği nokta, med ve cezirde denizin en son varabildiği yerlerdir.
Kıyı Kenar Çizgisi; Deniz, tabii ve suni göl ve akarsuların, alçak-basık kıyı özelliği gösteren kesimlerinde, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde, su hareketlerinin oluşturduğu, kumsal ve kıyı kumullarından oluşan, kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı; dar-yüksek kıyı özelliği gösteren kesimlerinde ise, şev yada falezin üst sinindir.
Bu sınır, doldurma suretiyle arazi elde edilmesi halinde de değiştirilemez.
Kıyı, kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alandır.
a )Dar Yüksek kıyı: Plaj yada abrazyon platformu olmayan veya çok dar olan,şev, falezle son bulan kıyılardır.
b )Alçak Basık kıyı; Kıyı çizgisinden sonra da devam eden, kıyı hareketlerinin oluşturduğu plajı hareketli ve sabit kumulları da içeren kıyı kordonu, lagün alanları, sazlık, bataklık ile kumluk, çakıllık, taşlık ve kayalık alanları içeren kıyılardır ( Y.İ.B.K.13.3.1972 T. 7/4 ).
Kıyı Yasalarımızın temelini teşkil eden mülga 6785/1605 sayılı İmar Yasasının ek 7 ve ek 8.maddelerine ilişkin yönetmelikler, kıyılardan eşitlik ve serbestlikle toplumun yararlanması, kıyıların doğal yapısının değiştirilmemesi ve kirletilmemesi yönünde hükümler getirmiş ise de bu yönetmelik yerini 27.11.1984 tarihinde, .3086 sayılı ""Kıyı Yasası""na bırakmıştır.
Ancak, 3086 sayılı Kıyı Yasası ile getirilen ""Kıyı Kenar Çizgisi"" ve ""Kıyı""ya ilişkin teknik tanımlar ve bazı maddeleri Anayasa'ya aykırı bulunması nedeniyle iptal edilmiş, böylece Kıyı Yasası'nın yeniden hazırlanması gereği ortaya çıkmıştır.
Anayasal bir hak olarak ortaya çıkan kıyılardan yararlanma imkan ve koşullarının gösterilmesi amacıyla bir yasa çıkarılması zorunlu hale gelince 3621 sayılı yasa bu amaçla çıkarılmıştır. Yasanın bu işlevi ""Amacı"" başlıklı birinci ve ""kapsam"" başlıklı ikinci maddelerinde açıkça ortaya konmuştur. Sözü edilen birinci madde aynen ""Bu kanun, deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla düzenlenmiştir."" dedikten sonra, ikinci maddede belirtilen amaca paralel biçimde yasanın kapsamını göstermiş ve aynen ""Bu kanun deniz, tabii ve suni göller ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerine ait düzenlemeleri ve bu yerlerden kamu yararına yararlanma imkan ve şartlarına ait esasları kapsar"" kuralına yer vermiştir.
Denilebilir ki; Yasa, bütünüyle değerlendirildiğinde; kıyıların kamuya açık tutulması ve bu yerlerden toplumun genellik, eşitlik ve serbestlik ilkelerine uygun faydalanmasını sağlama yönünden; idareye görevler yüklemiş ve bu alanda yapılacak işler gösterilmiş ve kıyıya ilişkin teknik ve hukuki esaslar, Anayasal doğrultuda ortaya konmuştur.
Kıyının kamuya açık tutulabilmesi ve yasanın bu alanda idareye verdiği görevlerin yerine getirilebilmesi ve kıyıda planlama ve uygulamanın yürütülebilmesi için öncelikle, kıyıya ilişkin bir tespitin yapılması zorunludur. Bu nedenle idarenin kendi açısından kıyı kenar çizgisini belirlemesi gerekir. İşte Yasa koyucu 3621 sayılı Kanun'un"" 9.maddesiyle, salt bu amaçla sınırlı olmak üzere Valiliğe kıyı kenar çizgisini kamu görevlilerinden oluşan beş kişilik bir komisyon aracılığıyla belirleme yönünden bir görev vermiştir. Nitekim Yasa'nın 5/4 maddesi bu durumu aynen ""kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur"" biçiminde onaya koymuştur ( 28.11.1997 gün ve 1996/5-1997/3 sayılı Y.İ.B.K. ).
Burada üzerinde durulması gereken nokta, 3621 sayılı Yasanın 9.maddesinin getirdiği düzenlemenin kapsamının ne olduğudur. Bu yasa kuralında, 28.11.1997 gün ve 1996/5-1997/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu Kararında da belirtildiği üzere; kıyı kenar çizgisine yönelik bu belirlemenin, yeni bir kıyı kadastrosu biçimde bir düzenleme getirilmediği, belirleme komisyonunun oluşumunda, mülkiyet ve zilyetlik konularında çıkacak uyuşmazlıklarda bilgisine başvurulacak bir hukukçu yada uzman bir kişiye, arazinin mevkii, konum ve sınırlarını bilebilecek yerel bilirkişilere ve yerel yönetim temsilcilerine yer verilmediği, kıyıya sınır bulunan arazi sahiplerine, komisyon çalışmalarında dikkate alınacak kayıt, belge,tapu ve diğer kanıtların ibraz edilme imkanının tanınmamış olduğu, kıyının yer aldığı, köy ve beldelerde belirleme işleminin yapılacağına dair ilan ve duyurulara gerek görülmediği, kişilerin mülkiyet ve ayni haklarına ilişkin gerek komisyon nezdinde ve gerekse komisyon karan sonrasında ne gibi işlem yapacakları ve haklarını nasıl koruyacakları konusunda bir düzenlemenin öngörülmediği, komisyon kararlarının tebliğ ve ilanı yolunda bir kuralın kabul edilmediği, kıyıların diğer sahipsiz, kamu malları ve özellikle ormanlar yönünden, belirlemenin hangi temsilcilerle ve hangi esaslara göre yapılacağı yolunda bir hükme yer verilmediği, bu yasanın uygulamalarından doğan uyuşmazlıkları idari yargı yerlerinde görüleceği ve yerel adliye mahkemelerin görevlerinin sona ereceği yolunda herhangi bir düzenlemenin olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda idare tarafından saptanan kıyı kenar çizgisi imar planlaması ve uygulamasına yönelik ve onunla sınırlı bir çizgidir. Bu çizginin mülkiyet hakkının tespitine ilişkin olduğuna dair yasada açık yada kapalı bir hüküm de bulunmamaktadır. O halde, idari bir işlemle mülkiyet hakkı sınırlandırılamaz.
Mülkiyet hukukundan kaynaklanan tüm uyuşmazlıkları çözümlemek adli yargıya aittir. 3621 sayılı Yasa kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi ve uygulanması nedeniyle ortaya çıkaracak uyuşmazlıklar yönünden adli yargının bu görevini kısıtlamamış, daraltmamış ve ortadan kaldırmamıştır.
Burada önemle üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise; taraflara tebliğ olunmayan, ilan edilmeyen ve ilgililere dava açma olanağı vermeyen bir idari tasarrufun Anayasa'nın 35.maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığıdır. Öyleyse, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine yönelik idari işlemler adli yargı yönünden kural olarak takdiri delil niteliğinde olup, bağlayıcılığı bulunmamaktadır.
Buna karşın, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin idari işlem, ilgili tarafa usulen yazılı olarak, Anayasa'nın 125/3 ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın 7.maddeleri uyarınca tebliğ edilmiş ve yasal süresi içinde idari işleme karşı dava açılmamış ve idari yargı yolu kapanmış ise idari işlem o kişi yada kurum yönünden bağlayıcı nitelik kazanır. Yazılı bildirime rağmen idari yargıya başvurmayan ve yargı hakkını kullanmayan gerçek veya tüzel kişi kararı kabul etmiş sayılır. Bu kararın artık idari yargıda tartışılması da olanaklı olmadığından, kesinleşen bu karara göre kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi gerekir.
Diğer yandan, idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisine karşı dava açılmış ve bu çizgi idari yargının kesinleşen kararı ile saptanmış ise yargı bütünlüğü ve kesinleşen yargı kararının yeniden tartışma konusu yapılamayacağı, yargıya güven ve hukuki emniyetin sağlanması amacıyla kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinde, idari yargıca belirlenen çizginin adli yargıca esas alınması zorunlu olduğu belirgindir. Aksi halde 3621 sayılı Yasa ile 13.3.1972 tarih ve 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararındaki kural ve yöntemler doğrultusunda kıyı kenar çizgisinin adli yargıca belirlenmesi gerekir.
Hemen belirtelim ki, idarece çizilen kıyı kenar çizgisinin ilgiliye tebliğ edilmemesi nedeniyle açıklanan biçimde bağlayıcılık kazanmaması durumunda, yukarıda açıklanan biçimde, gerek 3621 sayılı yasanın 9.maddesi, gerekse 16.4.1972 gün ve 1970/7 E. 1972/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile yine 28.11.1997 gün ve 1996/5 E. ve 1997/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı göz önünde tutularak yöntemince belirlenecek bilirkişi kurulu aracılığıyla, idarece belirlenen kıyı kenar çizgisi de takdiri delil olarak göz önünde tutularak,dava konusu taşınmazla ilgili kıyı kenar çizgisinin mahkemece belirlenmesi gereklidir. O halde, mahkemece bu durum bekletici sorun yapılarak, onaydan geçen ve kıyı kenar çizgisinin idarece ilgililere tebliğinin sağlanması, prosedürün tamamlanmasının beklenmesi, idari yargıda dava açılırsa sonucunun beklenmesi yönündeki düşüncenin gerek 3621 sayılı Yasaya gerekse az önce anılan 28.11.1997 gün ve 1996/5 E. ve 1997/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararına uygun olmayacağı sonucuna varılmıştır.
Bu açıklamaların ışığında somut olaya baktığımızda, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde Muğla Valiliği Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce 3621 sayılı kıyı Yasasının 9. maddesine göre oluşturulmuş bir kurul aracılığıyla kıyı kenar çizgisinin saptandığı ve bu saptamanın 1.6.1995 tarihinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nca onandığı anlaşılmakla birlikte, bu belirleme işleminin davalıya yöntemince tebliğ edilmediği ve davalının yasal olanakları kullanmaktan mahrum edildiği anlaşılmıştır. Kararlılık kazanmış yargısal uygulamaya göre, idarece yapılan belirlemenin doğrudan bağlayıcı olmayacağı sonucuna varılmış ve uyuşmazlığın az yukarıda açıklanan biçimde anılan Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararları ve 3621 sayılı Yasa hükümleri göz önünde tutularak bu çerçevede yapılacak araştırma ve uzman bilirkişilerden alınacak raporların değerlendirilmesi suretiyle çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Hukuk Genel Kurulun kararlılık kazanmış uygulaması da bu yöndedir. ( Yargıtay Hukuk Genel kurulunun 19.4.2002 gün ve 2002/1-157-300 sy.ilamı )
Mahkemece, uzman bilirkişiler aracılığıyla kesif yapılmış, bilirkişiler mahallinde kıyı kenar çizgisini belirlemişlerdir. Bu itibarla uyuşmazlığın mahkemece yöntemince oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla çözümlenmesi gerektiğine ilişkin direnme kararı yerindedir. Ne var ki, Özel dairece isin esası ve özellikle bilirkişi raporlarının değerlendirilmesi yönünden bir inceleme yapılmadığından dosya Özel Dairesine gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı yerel mahkemenin direnme kararı yerinde ise de, işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 14.HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 26.2.2003 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARSI OY YAZISI :
Kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin 28.11.1997 tarih ve 1996/5 Esas, 1997/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurul Kararının ""VIII. Değerlendirme ve Sonuç"" bölümünde:
""Mülkiyet hukukundan kaynaklanan tüm uyuşmazlıkları çözümlemek görevi adli yargıya aittir. 3621 sayılı Yasa kıyı kenar çizgisi yönünden adli yargı yerinin bu görevini kısıtlamamış, daraltmamış ve ortadan kaldırmamıştır. Genişletici yorum yoluyla idari yargıda dava konusu olabilecek olan ve tartışılabilir niteliği bulunan idari işlemin adli yargıyı bağlayacağını kabul, kanun koyucunun amacına uygun değildir. Zira, taraflara tebliğ olunmayan, ilan edilmeyen ve ilgililere dava açma olanağı vermeyen bir idari tasarrufla, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ortadan kaldırılması kabul edilemez. Kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin idari işlemler adli yargı yönünden kural olarak takdiri delil niteliğinde olup, bağlayıcı özelliği bulunmamaktadır. Ancak, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin idari işlem ilgili tarafı usulen yazılı olarak Anayasa'nın 125/3 ve 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 7. maddeleri uyarınca tebliğ edilmiş ve yasal süresi içinde idari işleme karşı dava açılmamış ve idari yargı yolu kapanmış ise idari işlem o kişi veya kurum yönünden bağlayıcı nitelik kazanır. Yazılı bildirime rağmen idari yargıya başvurmayan ve yargı hakkını kullanmayan gerçek veya tüzel kişi o kararı kabul etmiştir. Bu kararın artık idari yargıda tartışılması da mümkün olmadığından, kesinleşen karara göre kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi gerekir. Ayrıca, idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisine karsı dava açılmış ve bu çizgi idari yargının kesinleşen kararı ile saptanmış ise yargı bütünlüğü kesinleşen yargı kararlarının tartışma konusu yapılamaması, yargıya güven ile Hukuki Emniyetin sağlanması amacıyla kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinde idari yargıca belirlenen çizginin adli yargıca esas alınması zorunlu bulunmaktadır. Aksi halde, 3621 sayılı Kanun ile 13.3.1972 tarih ve 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki kural ve yöntemler doğrultusunda kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından belirlenmesi gerekir.""
Denilmiş;
""Sonuç"" bölümünde de: ""Kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna: ancak, 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idari yargı tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine karar verildi"" Şeklinde neticelendirilmiştir.
Görüldüğü üzere, İçtihadı Birleştirme Kararında Kıyı Kanunu'nda olmadığı halde bu açıklamalar ışığında, idarenin saptadığı kıyı kenar çizgisinin kesinleşmesini öngörmüş ve bu kesinleşmenin nasıl olacağını da açıkça göstermiştir.
Bu nedenlerledir ki, anılan İçtihadı Birleştirme Kararına göre idarenin saptadığı kıyı kenar çizgisinin kesinleşip kesinleşmediğini aramak zorunluluk halini almıştır.
Bir başka anlatımla; bu çizgi nasıl kesinleşir sorusunu sormak ve bu sorunun cevabını aramak gereklidir. Sorunun cevabını İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinin yukarıya aynen aldığımız ""Değerlendirme ve Sonuç"" bölümü vermiştir.
Çünkü bunun tersinin kabulü halinde iki kıyı kenar çizgisinin ortaya çıkma olanağı vardır.
Bu açıklamalara göre sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyor ve Özel Dairenin bozma kararında öngörülen kuralın uygulanması gerektiğini öngörüyoruz.
14. Hukuk Dairesi Başkanı 9. Hukuk Dairesi Üyesi 14. Hukuk Dairesi Üyesi
Mehmet Handan SURLU O. Güven ÇANKAYA Ümran SAYIŞ


T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2003/14-97

K. 2003/110

T. 26.2.2003

• KIYI KENAR ÇİZGİSİ İÇERİSİNDE KALAN TAŞINMAZ TAPUSUNUN İPTALİ TALEBİ ( Kıyı Kenar Çizgisinin Tesbitine İlişkin İdari İşlemin Tapu Malikine Tebliğ Edilmemiş Olması )

• TAPU İPTALİ TALEBİ ( Kıyı Kenar Çizgisi İçerisinde Kalan Taşınmaz - Kıyı Kenar Çizgisinin Tesbitine İlişkin İdari İşlemin Davalıya Tebliğ Edilmemiş Olması )

• TEBLİGAT YAPILMAMASI ( İdari İşlemin Tebliğ Edilmediği İlgili Hakkında Hüküm İfade Etmemesi - İdari Yoldan Tesbit Edilen Kıyı Kenar Çizgisi İçerisindeki Taşınmaz Tapusunun İptali Davası )

3621/m. 5,9

2709/m. 43


ÖZET : Davacı Hazine, davalıya ait parselin 24 m2.lik kısmının Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce tespit edilen kıyı kenar çizgisine göre kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı iddiasıyla, bu kısmın tapusunun iptalini istemiştir. Dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde Muğla Valiliği Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce 3621 sayılı kıyı Yasasının 9. maddesine göre oluşturulmuş bir kurul aracılığıyla kıyı kenar çizgisinin saptandığı ve bu saptamanın Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nca onandığı anlaşılmakla birlikte, bu belirleme işleminin davalıya yöntemince tebliğ edilmediği ve davalının yasal olanakları kullanmaktan mahrum edildiği anlaşılmıştır. Kararlılık kazanmış yargısal uygulamaya göre, idarece yapılan belirlemenin doğrudan bağlayıcı olmayacağı sonucuna varılmış ve uyuşmazlığın Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararları ve 3621 sayılı Yasa hükümleri göz önünde tutularak bu çerçevede yapılacak araştırma ve uzman bilirkişilerden alınacak raporların değerlendirilmesi suretiyle çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Hukuk Genel Kurulun kararlılık kazanmış uygulaması da bu yöndedir. Mahkemece, uzman bilirkişiler aracılığıyla keşif yapılmış, bilirkişiler mahallinde kıyı kenar çizgisini belirlemişlerdir. Bu itibarla uyuşmazlığın mahkemece yöntemince oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla çözümlenmesi gerektiğine ilişkin direnme kararı yerindedir.
DAVA : Taraftar arasındaki "" tapu iptali "" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Datça Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 7.6.2001 gün ve 2000/164 E. 2001/119 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 7.2.2002 gün ve 2002/326-736 sayılı ilamı ile; ( ...Davacı Hazine, davacı adına kayıtlı taşınmazın 14 metrekarelik kısmının, idarece tespit edilen kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürerek bu kısma ilişkin tapu kaydının iptalini talep etmiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin dışında kaldığı kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü davacı, mahkemece kıyı kenar çizgisinin usulünce saptanmadığı gerekçesiyle temyiz etmiştir.
Dava, açıldığı tarihte yürürlükte bulunan Türk Kanunu Medenisi'nin 641.maddesi ile 3621 sayılı Kıyı Kanunu'na dayalı tapu iptali isteğine ilişkindir.Davada ileri sürülen iddia ve savunmaların içeriğine göre taraflar arasındaki uyuşmazlık ""kıyı kenar çizgisinin"" saptanmasından kaynaklanmaktadır.
3621 sayılı Yasa'nın 5 ve 9 uncu maddesinde kıyı kenar çizgisinin nasıl belirleneceği düzenlenmiştir. Anılan Yasa'nın 9 uncu maddesi 'Kıyı kenar çizgisi, valiliklerce, kamu görevlilerinden oluşacak en az 5 kişilik bir komisyonca tespit edilir.
Bu komisyon; jeoloji mühendisi, jeolog veya jeomorfolog, harita ve kadastro mühendisi, ziraat mühendisi, mimar ve şehir plancısı, inşaat mühendisinden oluşur.
Komisyonca tespit edilip valiliğin uygun görüşü ile birlikte gönderilen kıyı kenar çizgisi. Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca onaylandıktan sonra yürürlüğe girer...'şeklindedir. Kıyı kenar çizgisi, kıyının kara yönünden sona erdiğini noktayı gösterirken, bazı durumlarda da özel mülkiyete konu ya da kamu malı niteliğindeki taşınmazların deniz yönünden sınırını oluşturmaktadır. Yukarıda açıklanan yöntemlerle belirlenen ve oldukça önemli bir işlevi olan kıyı kenar çizgileri ancak; ilgililerine usulünce tebliği ve bu tebliğden sonra, yasal süresi içinde idari yargıya başvurulmaması ya da başvurulduğu halde işlemin yasaya uygunluğunun saptanması halinde kesinleşir. Komisyonca saptanan ve kesinleşen bu kıyı kenar çizgisi 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi artık herkesi bağlayıcı nitelik kazanır ve mülkiyet uyuşmazlıklarında da esas alınır.
Kıyı kenar çizgisinin usulünce belirlenip, herkes için bağlayıcılık kazanmasından sonra, bir taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde ya da dışında kaldığı kesinleşen haritaların uygulanması ile saptanır.
İdarece çizilen kıyı kenar çizgisinin açıklandığı şekilde bağlayıcılık kazanmaması halinde ise, mahkemece, bu durum bekletici sorun kabul edilerek, öncelikle idareden, onaydan geçen kıyı kenar çizgisi haritasının ilgililere tebliğinin sağlanması istenmeli, yasal prosedürün tamamlanmasından sonra, idarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin kesinleşmesi halinde ise bu haritalar uygulanmalıdır. Aksi halde İdarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin yok hükmünde sayılarak adli yargıda yeniden kıyı kenar çizgisi belirlenmesinden sonra, idarenin yasal prosedürü tamamlayarak kıyı kenar çizgisini kesinleştirmesi durumunda iki ayrı kıyı kenar çizgisi oluşması olasılığı mevcuttur. Bu durum da yeni uyuşmazlıkların doğmasına neden olabilecektir. Uygulamada yeknesaklığı sağlamak için yukarıda acılanan yöntem izlenmelidir.
Kıyı kenar çizgisinin, idarece belirlenmediği ya da idarenin düzenlediği haritaların idari yargıca iptal edildiği hallerde ise yukarıda açıklanan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, çekişmenin adli yargıda belirlenecek kıyı kenar çizgisine göre çözülmesi gerekmektedir. Bu belirlemede, 3621 sayılı Yasa ile 13.3.1972 tarih ve 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki kural ve yöntemler doğrultusunda yapılmalıdır. Adli Yargıda kıyı kenar çizgisi, taşınmazın başında yapılacak keşifte, 3621 sayılı Yasa'nın 9/2 maddesi hükmü doğrultusunda oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığı ile bilimsel kriterler de esas alınarak belirlenmeli ve belirlenen bu çizgi ""tapu fen memuru"" sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisinde, infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gösterilmelidir.
Somut olayda; dosya içerisinde bulunan Muğla Bayındırlık ve İskan İl Müdürlüğünün 26.1.2001 tarih ve 690 sayılı yazısından dava konusu taşınmazın bulunduğu alana ait kıyı kenar çizgisinin daha önce idarece belirlendiği, ancak davalıya tebliğ edilmediği, mahallinde yapılan keşifte idare tarafından düzenlenen haritanın uygulanmadığı anlaşılmış ve kıyı kenar çizgisinin yeniden tespiti yoluna gidilerek, dava konusu taşınmazın tümünün kıyı kenar çizgisinin dışında kaldığı sonucuna varılarak, davanın reddine karar verilmiştir. Eldeki davada, yapılan bu inceleme ve araştırma yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde hüküm kurmaya yeterli ve elverişli görülmemiştir. Söyle ki; davacının dayandığı dava konusu yerde kıyı 26.2.2001 ve 690 sayılı yazı ekinde gösterilen kıyı kenar çizgisi haritası ilgililere tebliğ edilerek kesinleştirilmemiştir. Öncelikle; bu İdari Kararın taraflara tebliğine olanak sağlanmalı ve bu tebliğ üzerine açıklanan aşamaların geçmesi beklenilmelidir. Sonuçta idarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin usulünce kesinleşmesi halinde, uyuşmazlık buna göre çözümlenmeli, aksi takdirde yukarıda belirtilen ve 3621 Sayılı Yasanın 9/2 maddesinde gösterilen ilkeler doğrultusunda oluşturulacak üç kişilik bilirkişi kurulunda ""jeoloji mühendisi, jeolog ve jeomorfolog"" bulundurulmak suretiyle, bilimsel kriterler de esas alınarak kıyı kenar çizgisi belirlenmeli ve belirlenen bu çizgi ""tapu fen memuru"" sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisinde, infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gösterilmeli ve bu kıyı kenar çizgisine göre sonuca gidilmelidir.Mahkemece bu hususlar üzerinde durulmadan, eksik araştırma ve inceleme yapılmadan karar verilmesi doğru görülmediğinden hüküm bozulmalıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava; 3621 sayılı Kıyı Yasasına dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı Hazine, davalıya ait parselin 24 m2.lik kısmının Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce tespit edilen kıyı kenar çizgisine göre kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı iddiasıyla, bu kısmın tapusunun iptalini istemiştir.
Davalı temyiz aşamasının kadar duruşmaya katılmamış, cevap dilekçesi de vermemiştir.
Mahkemenin, idarece saptanıp taraflara tebliğ edilerek kesinleşmiş bir kıyı kenar çizgisi olmadığı . ve bu nedenle belirlenen kıyı kenar çizgisinin kişileri bağlamayacağı, bilirkişiler aracılığıyla mahkemece yapılan araştırmada dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin dışında kaldığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak kurduğu hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Uyuşmazlık; idarece 3621 sayılı Kıyı Yasasına göre saptanan kıyı kenar çizgisinin ilgililere tebliğ edilmemesi durumunda, yapılacak işlemin ne olacağı noktasında toplanmaktadır.
Kadastro Kanunu'nun 16.maddesinin C fıkrasında açıkça belirtilmemekle beraber, deniz, göl, akarsu kıyılan ve sahil şeritleri Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerdir ve kadastro dışı bırakılır.
1982 tarihli T.C.Anayasa'sının 43 ve 3621 sayılı Kıyı Yasası'nın 5.maddesine göre kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmakta, öncelikle kamu yararı gözetilir.
Deniz kıyıları, idari bir tahsis karan gereğince değil, mahiyetleri gereği halkın yararlanacağı yerlerden olduğundan, idarenin yani Devlet, belediye, köy gibi kamu tüzel kişilerinin idari bir kararla, deniz kıyılarından halkın yararlanacağı yer niteliğini kaldırmaya yetkisi yoktur.
Kıyı çizgisi, deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda taşkın durumları dışında, suyun kara parçasına değdiği noktaların birleşmesinden oluşan, meteorolojik olaylara göre değişen doğal çizgidir.
13.3.1972 tarihli, 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi kıyı, denizin temadisi, ondan faydalanma hususunda zaruri bir unsur, bir kelime ile denizin mütemmim cüzüdür, Kumluk ve kayalık sahaların derinliği; dalgaların en fazla erişebildiği nokta, med ve cezirde denizin en son varabildiği yerlerdir.
Kıyı Kenar Çizgisi; Deniz, tabii ve suni göl ve akarsuların, alçak-basık kıyı özelliği gösteren kesimlerinde, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde, su hareketlerinin oluşturduğu, kumsal ve kıyı kumullarından oluşan, kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı; dar-yüksek kıyı özelliği gösteren kesimlerinde ise, şev yada falezin üst sinindir.
Bu sınır, doldurma suretiyle arazi elde edilmesi halinde de değiştirilemez.
Kıyı, kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alandır.
a )Dar Yüksek kıyı: Plaj yada abrazyon platformu olmayan veya çok dar olan,şev, falezle son bulan kıyılardır.
b )Alçak Basık kıyı; Kıyı çizgisinden sonra da devam eden, kıyı hareketlerinin oluşturduğu plajı hareketli ve sabit kumulları da içeren kıyı kordonu, lagün alanları, sazlık, bataklık ile kumluk, çakıllık, taşlık ve kayalık alanları içeren kıyılardır ( Y.İ.B.K.13.3.1972 T. 7/4 ).
Kıyı Yasalarımızın temelini teşkil eden mülga 6785/1605 sayılı İmar Yasasının ek 7 ve ek 8.maddelerine ilişkin yönetmelikler, kıyılardan eşitlik ve serbestlikle toplumun yararlanması, kıyıların doğal yapısının değiştirilmemesi ve kirletilmemesi yönünde hükümler getirmiş ise de bu yönetmelik yerini 27.11.1984 tarihinde, .3086 sayılı ""Kıyı Yasası""na bırakmıştır.
Ancak, 3086 sayılı Kıyı Yasası ile getirilen ""Kıyı Kenar Çizgisi"" ve ""Kıyı""ya ilişkin teknik tanımlar ve bazı maddeleri Anayasa'ya aykırı bulunması nedeniyle iptal edilmiş, böylece Kıyı Yasası'nın yeniden hazırlanması gereği ortaya çıkmıştır.
Anayasal bir hak olarak ortaya çıkan kıyılardan yararlanma imkan ve koşullarının gösterilmesi amacıyla bir yasa çıkarılması zorunlu hale gelince 3621 sayılı yasa bu amaçla çıkarılmıştır. Yasanın bu işlevi ""Amacı"" başlıklı birinci ve ""kapsam"" başlıklı ikinci maddelerinde açıkça ortaya konmuştur. Sözü edilen birinci madde aynen ""Bu kanun, deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla düzenlenmiştir."" dedikten sonra, ikinci maddede belirtilen amaca paralel biçimde yasanın kapsamını göstermiş ve aynen ""Bu kanun deniz, tabii ve suni göller ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerine ait düzenlemeleri ve bu yerlerden kamu yararına yararlanma imkan ve şartlarına ait esasları kapsar"" kuralına yer vermiştir.
Denilebilir ki; Yasa, bütünüyle değerlendirildiğinde; kıyıların kamuya açık tutulması ve bu yerlerden toplumun genellik, eşitlik ve serbestlik ilkelerine uygun faydalanmasını sağlama yönünden; idareye görevler yüklemiş ve bu alanda yapılacak işler gösterilmiş ve kıyıya ilişkin teknik ve hukuki esaslar, Anayasal doğrultuda ortaya konmuştur.
Kıyının kamuya açık tutulabilmesi ve yasanın bu alanda idareye verdiği görevlerin yerine getirilebilmesi ve kıyıda planlama ve uygulamanın yürütülebilmesi için öncelikle, kıyıya ilişkin bir tespitin yapılması zorunludur. Bu nedenle idarenin kendi açısından kıyı kenar çizgisini belirlemesi gerekir. İşte Yasa koyucu 3621 sayılı Kanun'un"" 9.maddesiyle, salt bu amaçla sınırlı olmak üzere Valiliğe kıyı kenar çizgisini kamu görevlilerinden oluşan beş kişilik bir komisyon aracılığıyla belirleme yönünden bir görev vermiştir. Nitekim Yasa'nın 5/4 maddesi bu durumu aynen ""kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur"" biçiminde onaya koymuştur ( 28.11.1997 gün ve 1996/5-1997/3 sayılı Y.İ.B.K. ).
Burada üzerinde durulması gereken nokta, 3621 sayılı Yasanın 9.maddesinin getirdiği düzenlemenin kapsamının ne olduğudur. Bu yasa kuralında, 28.11.1997 gün ve 1996/5-1997/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu Kararında da belirtildiği üzere; kıyı kenar çizgisine yönelik bu belirlemenin, yeni bir kıyı kadastrosu biçimde bir düzenleme getirilmediği, belirleme komisyonunun oluşumunda, mülkiyet ve zilyetlik konularında çıkacak uyuşmazlıklarda bilgisine başvurulacak bir hukukçu yada uzman bir kişiye, arazinin mevkii, konum ve sınırlarını bilebilecek yerel bilirkişilere ve yerel yönetim temsilcilerine yer verilmediği, kıyıya sınır bulunan arazi sahiplerine, komisyon çalışmalarında dikkate alınacak kayıt, belge,tapu ve diğer kanıtların ibraz edilme imkanının tanınmamış olduğu, kıyının yer aldığı, köy ve beldelerde belirleme işleminin yapılacağına dair ilan ve duyurulara gerek görülmediği, kişilerin mülkiyet ve ayni haklarına ilişkin gerek komisyon nezdinde ve gerekse komisyon karan sonrasında ne gibi işlem yapacakları ve haklarını nasıl koruyacakları konusunda bir düzenlemenin öngörülmediği, komisyon kararlarının tebliğ ve ilanı yolunda bir kuralın kabul edilmediği, kıyıların diğer sahipsiz, kamu malları ve özellikle ormanlar yönünden, belirlemenin hangi temsilcilerle ve hangi esaslara göre yapılacağı yolunda bir hükme yer verilmediği, bu yasanın uygulamalarından doğan uyuşmazlıkları idari yargı yerlerinde görüleceği ve yerel adliye mahkemelerin görevlerinin sona ereceği yolunda herhangi bir düzenlemenin olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda idare tarafından saptanan kıyı kenar çizgisi imar planlaması ve uygulamasına yönelik ve onunla sınırlı bir çizgidir. Bu çizginin mülkiyet hakkının tespitine ilişkin olduğuna dair yasada açık yada kapalı bir hüküm de bulunmamaktadır. O halde, idari bir işlemle mülkiyet hakkı sınırlandırılamaz.
Mülkiyet hukukundan kaynaklanan tüm uyuşmazlıkları çözümlemek adli yargıya aittir. 3621 sayılı Yasa kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi ve uygulanması nedeniyle ortaya çıkaracak uyuşmazlıklar yönünden adli yargının bu görevini kısıtlamamış, daraltmamış ve ortadan kaldırmamıştır.
Burada önemle üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise; taraflara tebliğ olunmayan, ilan edilmeyen ve ilgililere dava açma olanağı vermeyen bir idari tasarrufun Anayasa'nın 35.maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığıdır. Öyleyse, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine yönelik idari işlemler adli yargı yönünden kural olarak takdiri delil niteliğinde olup, bağlayıcılığı bulunmamaktadır.
Buna karşın, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin idari işlem, ilgili tarafa usulen yazılı olarak, Anayasa'nın 125/3 ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın 7.maddeleri uyarınca tebliğ edilmiş ve yasal süresi içinde idari işleme karşı dava açılmamış ve idari yargı yolu kapanmış ise idari işlem o kişi yada kurum yönünden bağlayıcı nitelik kazanır. Yazılı bildirime rağmen idari yargıya başvurmayan ve yargı hakkını kullanmayan gerçek veya tüzel kişi kararı kabul etmiş sayılır. Bu kararın artık idari yargıda tartışılması da olanaklı olmadığından, kesinleşen bu karara göre kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi gerekir.
Diğer yandan, idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisine karşı dava açılmış ve bu çizgi idari yargının kesinleşen kararı ile saptanmış ise yargı bütünlüğü ve kesinleşen yargı kararının yeniden tartışma konusu yapılamayacağı, yargıya güven ve hukuki emniyetin sağlanması amacıyla kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinde, idari yargıca belirlenen çizginin adli yargıca esas alınması zorunlu olduğu belirgindir. Aksi halde 3621 sayılı Yasa ile 13.3.1972 tarih ve 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararındaki kural ve yöntemler doğrultusunda kıyı kenar çizgisinin adli yargıca belirlenmesi gerekir.
Hemen belirtelim ki, idarece çizilen kıyı kenar çizgisinin ilgiliye tebliğ edilmemesi nedeniyle açıklanan biçimde bağlayıcılık kazanmaması durumunda, yukarıda açıklanan biçimde, gerek 3621 sayılı yasanın 9.maddesi, gerekse 16.4.1972 gün ve 1970/7 E. 1972/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile yine 28.11.1997 gün ve 1996/5 E. ve 1997/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı göz önünde tutularak yöntemince belirlenecek bilirkişi kurulu aracılığıyla, idarece belirlenen kıyı kenar çizgisi de takdiri delil olarak göz önünde tutularak,dava konusu taşınmazla ilgili kıyı kenar çizgisinin mahkemece belirlenmesi gereklidir. O halde, mahkemece bu durum bekletici sorun yapılarak, onaydan geçen ve kıyı kenar çizgisinin idarece ilgililere tebliğinin sağlanması, prosedürün tamamlanmasının beklenmesi, idari yargıda dava açılırsa sonucunun beklenmesi yönündeki düşüncenin gerek 3621 sayılı Yasaya gerekse az önce anılan 28.11.1997 gün ve 1996/5 E. ve 1997/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararına uygun olmayacağı sonucuna varılmıştır.
Bu açıklamaların ışığında somut olaya baktığımızda, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde Muğla Valiliği Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce 3621 sayılı kıyı Yasasının 9. maddesine göre oluşturulmuş bir kurul aracılığıyla kıyı kenar çizgisinin saptandığı ve bu saptamanın 1.6.1995 tarihinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nca onandığı anlaşılmakla birlikte, bu belirleme işleminin davalıya yöntemince tebliğ edilmediği ve davalının yasal olanakları kullanmaktan mahrum edildiği anlaşılmıştır. Kararlılık kazanmış yargısal uygulamaya göre, idarece yapılan belirlemenin doğrudan bağlayıcı olmayacağı sonucuna varılmış ve uyuşmazlığın az yukarıda açıklanan biçimde anılan Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararları ve 3621 sayılı Yasa hükümleri göz önünde tutularak bu çerçevede yapılacak araştırma ve uzman bilirkişilerden alınacak raporların değerlendirilmesi suretiyle çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Hukuk Genel Kurulun kararlılık kazanmış uygulaması da bu yöndedir. ( Yargıtay Hukuk Genel kurulunun 19.4.2002 gün ve 2002/1-157-300 sy.ilamı )
Mahkemece, uzman bilirkişiler aracılığıyla kesif yapılmış, bilirkişiler mahallinde kıyı kenar çizgisini belirlemişlerdir. Bu itibarla uyuşmazlığın mahkemece yöntemince oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla çözümlenmesi gerektiğine ilişkin direnme kararı yerindedir. Ne var ki, Özel dairece isin esası ve özellikle bilirkişi raporlarının değerlendirilmesi yönünden bir inceleme yapılmadığından dosya Özel Dairesine gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı yerel mahkemenin direnme kararı yerinde ise de, işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 14.HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 26.2.2003 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARSI OY YAZISI :
Kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin 28.11.1997 tarih ve 1996/5 Esas, 1997/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurul Kararının ""VIII. Değerlendirme ve Sonuç"" bölümünde:
""Mülkiyet hukukundan kaynaklanan tüm uyuşmazlıkları çözümlemek görevi adli yargıya aittir. 3621 sayılı Yasa kıyı kenar çizgisi yönünden adli yargı yerinin bu görevini kısıtlamamış, daraltmamış ve ortadan kaldırmamıştır. Genişletici yorum yoluyla idari yargıda dava konusu olabilecek olan ve tartışılabilir niteliği bulunan idari işlemin adli yargıyı bağlayacağını kabul, kanun koyucunun amacına uygun değildir. Zira, taraflara tebliğ olunmayan, ilan edilmeyen ve ilgililere dava açma olanağı vermeyen bir idari tasarrufla, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ortadan kaldırılması kabul edilemez. Kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin idari işlemler adli yargı yönünden kural olarak takdiri delil niteliğinde olup, bağlayıcı özelliği bulunmamaktadır. Ancak, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin idari işlem ilgili tarafı usulen yazılı olarak Anayasa'nın 125/3 ve 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 7. maddeleri uyarınca tebliğ edilmiş ve yasal süresi içinde idari işleme karşı dava açılmamış ve idari yargı yolu kapanmış ise idari işlem o kişi veya kurum yönünden bağlayıcı nitelik kazanır. Yazılı bildirime rağmen idari yargıya başvurmayan ve yargı hakkını kullanmayan gerçek veya tüzel kişi o kararı kabul etmiştir. Bu kararın artık idari yargıda tartışılması da mümkün olmadığından, kesinleşen karara göre kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi gerekir. Ayrıca, idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisine karsı dava açılmış ve bu çizgi idari yargının kesinleşen kararı ile saptanmış ise yargı bütünlüğü kesinleşen yargı kararlarının tartışma konusu yapılamaması, yargıya güven ile Hukuki Emniyetin sağlanması amacıyla kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinde idari yargıca belirlenen çizginin adli yargıca esas alınması zorunlu bulunmaktadır. Aksi halde, 3621 sayılı Kanun ile 13.3.1972 tarih ve 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki kural ve yöntemler doğrultusunda kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından belirlenmesi gerekir.""
Denilmiş;
""Sonuç"" bölümünde de: ""Kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna: ancak, 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idari yargı tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine karar verildi"" Şeklinde neticelendirilmiştir.
Görüldüğü üzere, İçtihadı Birleştirme Kararında Kıyı Kanunu'nda olmadığı halde bu açıklamalar ışığında, idarenin saptadığı kıyı kenar çizgisinin kesinleşmesini öngörmüş ve bu kesinleşmenin nasıl olacağını da açıkça göstermiştir.
Bu nedenlerledir ki, anılan İçtihadı Birleştirme Kararına göre idarenin saptadığı kıyı kenar çizgisinin kesinleşip kesinleşmediğini aramak zorunluluk halini almıştır.
Bir başka anlatımla; bu çizgi nasıl kesinleşir sorusunu sormak ve bu sorunun cevabını aramak gereklidir. Sorunun cevabını İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinin yukarıya aynen aldığımız ""Değerlendirme ve Sonuç"" bölümü vermiştir.
Çünkü bunun tersinin kabulü halinde iki kıyı kenar çizgisinin ortaya çıkma olanağı vardır.
Bu açıklamalara göre sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyor ve Özel Dairenin bozma kararında öngörülen kuralın uygulanması gerektiğini öngörüyoruz.
14. Hukuk Dairesi Başkanı 9. Hukuk Dairesi Üyesi 14. Hukuk Dairesi Üyesi
Mehmet Handan SURLU O. Güven ÇANKAYA Ümran SAYIŞ


T.C.

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ

E. 2007/5574

K. 2007/9733

T. 10.10.2007

• KIYI KENAR ÇİZGİSİ İÇİNDE KALAN TAPULU TAŞINMAZ ( Sınırlandırılabileceği - Malikin Tapu Kaydının İptalinden Dolayı Ancak Tazminat Talebinde Bulunabileceği )

• MÜLKİYET HAKKININ SONA ERDİRİLMESİ ( Kıyıların Kamunun Yararlanacağı Yerlerden Olduğu Tapu Kaydı Oluşturulmuş İse İptalinde Kamu Yararının Bulunduğu - Karşılıklı Hak Dengesinin Sağlanması İçin Tazmini Niteliğinde Bedel Ödeneceği )

• KIYININ TAPU SİCİLİ HÜKÜMLERİNE BAĞLI TUTULMASI ( Mülkiyet Hakkının Kamu Yararının Bulunduğu Hallerde Sona Erdirilebileceği - Devletin Verdiği Tapunun Geçersizliğini İleri Sürerek Hiçbir Karşılık Ödemeksizin İptalini İsteyemeyeceği )

• KAMU YARARI ( Bulunduğu Hallerde Mülkiyet Hakkının Tamamen Kaldırılabileceği/Karşılıklı Hak Dengesinin Sağlanması İçin Tazmini Niteliğinde Bedel Ödeneceği - Kıyı Kenar Çizgisi İçinde Kalan Taşınmazın Tapusunun İptali )

• TAPU İPTALİ VE ELATMANIN ÖNLENMESİ ( Kıyı Kenar Çizgisi İçinde Kalan Tapulu Taşınmaz - Mülkiyet Hakkının Kamu Yararının Bulunduğu Hallerde Sona Erdirilebileceği/Karşılıklı Hak Dengesinin Sağlanması İçin Tazmini Niteliğinde Bedel Ödeneceği )

• AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ ( İç Hukukun Üstünde Sayıldığı/Hükümlerince AİHM'nin Verdiği Kararda Kamu Yararı İle Mülkiyet Hakkından Yoksun Bırakılan Kişinin Hakkı Arasında Hak ve Adalet Dengesini Sağlayacak Bir Oranın Kurulması Gereği - Kıyı Kenar Çizgisi İçinde Kalan Taşınmazın Tapusunun İptali )

• İÇ HUKUKUN ÜZERİNDE SAYILAN AİHS HÜKÜMLERİ ( Dayanarak AİHM'nin Verdiği Kararda Kamu Yararı İle Mülkiyet Hakkından Yoksun Bırakılan Kişinin Hakkı Arasında Hak ve Adalet Dengesini Sağlayacak Bir Oranın Kurulması Gereği - Devletin Verdiği Tapunun Geçersizliğini İleri Sürerek Karşılık Ödemeksizin İptalini İsteyemeyeceği )

2709/m.35/1, 43, 90/5

3621/m.4

4721/m.683

2644/m.33

3402/m.16

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokol 1-1

AİHM tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı karar

ÖZET : Davacı Hazine, tapuda davalı adına kayıtlı 9 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını ileri sürüp, tapu kaydının iptali, elatmanın önlenmesi ve yıkım istemiştir.
Mahkemece, taşınmazın kısmen kıyıda kaldığı gerekçesi ile tapu iptali ve elatmanın önlenmesi isteminin kabulüne karar verilmiştir.
Mülkiyet hakkı kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.
Ne var ki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C. Anayasasının 90/5.maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS. Hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere "... kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır."
Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur.Böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının korunması gerekeceği muhakkaktır.
Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir durum olacaktır.
Bu durumda, kıyılar kamunun yararlanacağı yönlerden olup buralarda yukarda belirtilen nitelikte tapu kaydı oluşturulmuş ise tapunun iptalinde, Anayasanın 43.,Tapu Kanununun 33., Kadastro Kanununun 16.maddesi gözönüne alınarak, kamu yararının bulunduğunun kabulü gerekir.Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazmini nitelikte bir bedelin ödeneceği de kuşkusuzdur.Tazminatın nedeni yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığından, taşınmazın tam değerini karşılaması da gerekli değildir. Bu düşünce, AİHM.’sinin bir kararında "... Ulusal hukuk ihlalin yol açtığı sonuçları tam olarak gidermeye imkan tanımıyorsa 41.madde AİHM.’ni uygun gördüğü adil bir tazminata hükmetmeye yetkili kılar..." şeklinde dile getirilmiştir.

Somut olay incelendiğinde, kamu yararı nedeni ile davalının tapusunun iptal edilerek taşınmazın kayıt dışı bırakılmasında hukuka aykırı bir durum bulunmamaktadır. Davalı tapu kaydının iptalinden dolayı ancak tazminat talebinde bulunabilir. DAVA : Taraflar arasında görülen davada;
Davacı Hazine, tapuda davalı adına kayıtlı 9 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını ileri sürüp, tapu kaydının iptali, elatmanın önlenmesi ve yıkım istemiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, taşınmazın kısmen kıyıda kaldığı gerekçesi ile tapu iptali ve elatmanın önlenmesi isteminin kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 25.09.2007 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat İbrahim Tekesin ile temyiz edilen Hazine vekili Avukat Armağan Örücü geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verilen ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı.Bilahare Tetkik Hakimi Hülya Gerçeker tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı.Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava, 3621 Sayılı Yasadan kaynaklanan tapu iptali, sicil kaydının terkini elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; kayden davalılara ait çekişme konusu taşınmazın kabul kapsamında kalan bölümünün 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca belirlenen kıyı kenar çizgisine göre tanımı aynı yasanın 4.maddesinde yapılan kıyıda kaldığı saptanmak suretiyle, davanın davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki; mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. ( Anayasa Md. 35/1, AİHS Ek Prot. 1-1 ).Türk Medeni Yasasının 683.maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır.
Öte yandan, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı Kararında da ifade edildiği gibi, kıyılar doğal nitelikleri itibariyle herkesin kullanımına açık, diğer taraftan da bu nitelikleri nedeniyle özel mülkiyet alanı ve özel mülkiyete konu olmayacak yerlerdir.Kıyılar, herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu mallarıdır.Bunu sonucu; kıyının zamanaşımı yoluyla kazanılması tapu sicili hükümlerine bağlı tutulması, haczedilmesi mümkün değildir.Kıyılar, bu özelliklerinden dolayı Anayasanın 43.maddesinde ayrı bir bölümde düzenlenmiş, düzenlemede yukarıda sayılan nitelikler vurgulanmıştır.
Bilindiği ve yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.
Ne var ki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C. Anayasasının 90/5.maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS. Hükümlerince AİHM tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere "... bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin...", "kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği...", "bu önlem alınırken"... başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerekiği.", kişinin "...kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı..." açıktır.
Diğer bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Bu arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de: çekişme yaratılan tapu kaydına bağlanan ve böylece kişi adına mülkiyet hakkı oluşurulan kıyı kapsamındaki yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesidir.
Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur.Böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerekeceği muhakkaktır.
Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir durum olacaktır.
Bu durumda, kıyılar kamunun yararlanacağı yönlerden olup buralarda yukarda belirtilen nitelikte tapu kaydı oluşturulmuş ise tapunun iptalinde, Anayasanın 43.,Tapu Kanununun 33., Kadastro Kanununun 16.maddesi gözönüne alınarak, kamu yararının bulunduğunun kabulü gerekir.Ancak, kişinin mülkiyet hakkı sona erdirilirken karşılıklı hak dengesinin sağlanması için mülkiyet hakkı sahibine tazmini nitelikte bir bedelin ödeneceği de kuşkusuzdur.Tazminatın nedeni yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığından, taşınmazın tam değerini karşılaması da gerekli değildir.Bu düşünce, AİHM.’sinin bir kararında "... Ulusal hukuk ihlalin yol açtığı sonuçları tam olarak gidermeye imkan tanımıyorsa 41.madde AİHM.’ni uygun gördüğü adil bir tazminata hükmetmeye yetkili kılar..." şeklinde dile getirilmiştir.
SONUÇ : Yukarda belirtilen ilkeler doğrultusunda somut olay incelendiğinde, kamu yararı nedeni ile davalının tapusunun iptal edilerek taşınmazın kayıt dışı bırakılmasında hukuka aykırı bir durum bulunmayıp, davalının tapu kaydının iptalinden dolayı ancak tazminat talebinde bulunabileceğinden usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkeme kararının ONANMASINA, 13.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14.maddesi gereğince gelen temyiz edilen vekili için 500.00.-YTL duruşma avukatlık parasının ve aşağıda yazılı 1.645.90.-YTL bakiye onama harcının temyiz edenden alınmasına, 10.10.2007 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY :
Dava konusu taşınmaz, kadastro sırasında zilyetliğe dayanılarak davalı taraf adına tespit edilmiş;süresinde ( 30 günlük askı ilanı içinde ) kadastro tespitine itiraz edilmemiş olması sebebiyle sicil oluşmuştur.
Davacı Hazine, davalı taraf adına oluşan tapu sicil kaydının kamu malı niteliğinde devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyı kenar çizgisi içindeki denizel alanda kaldığını zilyetlikle kazanılamayacağını ileri sürmüş, iptal ve tescil isteği ile eldeki davayı açmıştır.Mahkemece, uzman bilirkişiler aracılığı ile yapılan uygulama ve inceleme sonucu temyize konu taşınmaz bölümünün kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı, kamu malı niitelikli bu gibi taşınmazların özel mülkiyete konu edilemeyeceği belirlenmek suretiyle, bu bölümle ilgili davanın kabulüne karar verilmiştir.Bu bölüme yönelik davanın kabulünde bir isabetsizlik yoktur.Çoğunluğun bu yöndeki onama görüşüne aynen iştirak edilmiştir.Çoğunluğun tazminata ilişkin değerlendirilmesine gelince:
Dairemizin çoğunluk görüşünde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bazı kararlarına yollama yapılmış, ...kamu yararı ile mülkiyet hakkından yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir hak ve adalet dengesi sağlayacak bir oranın kurulması asıldır..."denilerek tapu kaydının iptalinden dolayı uygun bir tazminat istenebileceğine dikkat çekilmiştir.
Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde taraf ülke durumundadır.Şüphesiz ki,AİHM. tarafından verilen kararların taraf ülkeleri bağlayacağı, iç hukuk bakımından da sözleşmeye değer verileceği muhakkaktır.Ancak, yüksek sözleşmeci tarafın iç hukuku, sözleşmenin 41.maddesi uyarınca tazminata izin vermesi halinde hakkaniyete uygun bir tazminatın zarar görene verileceği öngörülmektedir.
Gerçekten, sözleşmenin ek protokol bölümündeki mülkiyetin korunması ile ilgili Madde 1 de; "... Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır.Bir kimse ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir..." denilmektedir.
Sözleşmenin ilgili maddeleri ve insan hakları mahkemesi kararları dikkatlice incelendiğinde, kişinin özellikle yasalar karşısında korunmaya değer bir mülkiyet hakkının varlığı ve bu nitelikteki mülkiyet hakkından yoksun bırakılması halinde hakkaniyete uygun bir tazminatın verilmesi gerektiğine işaret edilmektedir.Ancak, bunun için geçerli ve muteber bir mülkiyet belgesinin, bu bağlamda bir tapu kaydı olması asıldır.Esasen, gerçek ve tüzel kişilere ait geçerli bir tapu kaydı kamu yararının gerektirdiği hallerde devlet tarafından bedeli ödenmek suretiyle kamulaştırılmaktadır.Mülkiyet hakkı yasalarla güvence altına alınmıştır.Her somut olayı kendi özgün durumu içinde değerlendirmek gerekir.Somut olay incelendiğinde kişinin bu taşınmaz üzerinde hak sahibi olmadığı ve olamayacağı görülmektedir.Anayasanın 43., Medeni Kanunun 715, 3621 Sayılı Yasanın 5.maddesine göre kıyılar devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olup,kamu malı niteliğindedir ve özel mülkiyete konu edilemez.Her nasılsa, tapuya bağlanmış olması bu yerde kişinin hak sahibi olduğu anlamına gelmez.Kadastro tespitlerinde zamanla bu gibi hatalı tespitler yapılmaktadır.Bu tespitler Hazinenin isteği dışında yapılmaktadır.Şöyle ki; 3402 Sayılı Yasanın 3.maddesi kadastro ekibi ve komisyonun kuruluşunu açıklamaktadır.
Kadastro ekibi; en az iki kadastro teknisyeni, mahalle veya köy muhtarı ile üç bilirkişiden oluşur.Kadastro tespitleri bunların huzurunda sanık ve mahalli bilirkişi beyanları varsa belgeler ( tapu kaydı,vergi kaydı vs. ) uzman bilirkişiler aracılığı ile yerine uygulanmak ve elde edilen tüm bilgiler değerlendirilmek suretiyle yapılmaktadır.Bu tespitlerde Hazine yer almaz.Ancak, aleyhte yapılmış bir tespit varsa itiraz ve dava hakkını kullanabilir.Yapılan bu tespitler doğru olabileceği gibi hatalı da olabilir.Şüphesiz ki; hata yapılan bu tespitlere karşı itiraz ve dava hakkı ilgili yasalarca güvence altına alınmıştır.Bu bağlamda, Hazinenin de devletin temsilcisi olarak itiraz ve dava hakkı mevcuttur.Hatta Hazinenin devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan özel mülkiyete konu edilmeyecek kamu malları ile ilgili olarak açtığı davalarda 3402 Sayılı Yasanın 12/3.maddesinin uygulanmayacağı, başka bir anlatımla süreye tabi olmaksızın her zaman dava açacağı yargısal uygulamalarla kararlılık kazanmıştır.Burada asıl sorun bu tespitler sonucu oluşan ancak iç hukuk açısından tapuya bağlanmayacak ve yolsuz tescil niteliği taşıyan bu gibi tapu kayıtlarının sanki Hazine ya da devletin yetkili kurumları tarafından verilmiş geçerli ve muteber ( doğru temele dayalı ) bir kayıt gibi yorumlamak ve algılamakta gerekmektedir.
Oysa, mevcut yasalar karşısında bu nitelikteki tapuların elde edilmesine yasal olanak yoktur ve yolsuz tescil niteliği taşıyan bu gibi kayıtlara bir değer izafe edilemez.Somut olayda, davalılar tapu kaydına bağlanmaması gereken bir yerle ( kıyı kenar çizgisi içinde kalan ) ilgili olarak her nasılsa adlarına tapu kaydı oluşmuştur.Yapılan uygulama sonucu temyize konu edilen kaydın bir bölümünün kıyı çizgisi içinde kaldığı ve yolsuz tescil niteliğinde olduğu saptanmıştır.Bu durumda, haksız olarak elde edilen bu bölümle ilgili kayda değer verilemez.
Bütün bu açıklamaların ışığı altında hak sahibi olmadıkları ( haksız işgalci durumunda bulundukları ) halde, AİHM de açıklandığı gibi geçerli bir tapu kaydından kaynaklanan bir mülkiyet hakkı varmış ve bu haktan yoksun bırakılmış gibi tazminata hak kazandıkları sonucuna varılması, bir başka anlatımla tazminata hak kazanmaları gerektiğinin kabulü doğru değildir.
Açıklanan sebeplerden dolayı tazminatla ilgili çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.
Yavuz ÖZTÜRK
Muhalif Üye



T.C.

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ

E. 2005/12558

K. 2005/12948

T. 6.12.2005

• TAPU İPTALİ-TESCİL VE TERKİN ( Çekişmeli Yerde Gerekli Araştırmanın Yapılması Kıyı Kenar Çizgisinin Bilimsel Verilere Uygun Olarak Saptanması ve İstek Gözetilerek Bir Karar Verilmesi Gerektiği )

• KIYI KENAR ÇİZGİSİ ( Tapu İptali-Tescil ve Terkin İstemi - Kıyı Kenar Çizgisinin Bilimsel Verilere Uygun Olarak Saptanması ve İstek Gözetilerek Bir Karar Verilmesi Gerektiği )

4721/m.716


28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı YİBK
ÖZET : Dava, tapu iptali-tescil ve terkin isteklerine ilişkindir. Davada, iptal istemi yanında çekişmeli taşınmazın bir bölümünün kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı ileri sürülerek terkin isteğinde de bulunulmuş, ne varki mahkemece bu istek bakımından bir inceleme yapılmadığı gibi hüküm de kurulmamıştır. Hal böyle olunca, 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca çekişmeli yerde gerekli araştırmanın yapılması, kıyı kenar çizgisinin bilimsel verilere uygun olarak saptanması ve istek gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken bu hususların gözardı edilmesi doğru değildir.
DAVA : Davacı Hazine, 2 ada 15 parsel sayılı taşınmazın Hazine adına kayıtlı iken, imar planında yol ve yeşil alana rastlaması nedeniyle davalı Kozlu Belediyesi adına tapuda terkin edildiğini, beyanlar hanesinde satılamayacağı ve başka işlemde kullanılamayacağı şerhi bulunduğu halde davalı Belediye'nin taşınmaz üzerine dükkanlar inşaa ederek kiraya vermek suretiyle amaç ve terkin dışı kullandığını, taşınmazın bir kısmının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını ileri sürüp kıyı kenar çizgisi içinde kalan bölümün tescil dışı bırakılmasını, diğer bölümün yeniden 3194 sayılı yasanın 11.maddesine istinaden ihyaen Hazine adına tescilini istemiştir.
Davalı, Maliye ve Gümrük Bakanlığının izni ile çekişmeli yere geçici olarak küçük sanayi işyerlerinin nakledildiğini, taşınmazla ilgili imar planında bir değişiklik bulunmadığını, mevcut imar planının terkin amacına uygun olduğunu, imar planının iptaline ilişkin davanın İdare Mahkemesince reddedildiğini bildirip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalı Belediye'nin taşınmazın kullanımına ilişkin imar planında herhangi bir değişiklik yapmadığı, ayrıca taşınmazın konumu itibariyle 5281 Sayılı Yasanın 44/7.maddesinde kaldırılan 5272 Sayılı Yasanın geçici 1.maddesine dayanılarak Hazine adına tescilinin mümkün olmadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşmalı temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 6/12/2005 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden Hazine vekili Av. Ulviye Sarp ile temyiz edilen vekili avukat Zafer Şenol geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi Senem Altınbulak tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü :
KARAR : Dava, tapu iptali-tescil ve terkin isteklerine ilişkindir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; çekişmeli taşınmazın öncesinde 2 ada 15 parsel numarası ile davacı DHazineye ait iken 6785 sayılı 1605 sayılı ile değişik 31.maddesi hükmü gereğince yol ve yeşil alan olarak kullanılmak üzere Hazine atarafındın terkin edildiği, bu yerin halen geçerliliğini koruyan imar planında terkin amacına uygun olarak yol ve yeşil alan olarak göründüğü, davalı Belediyenin 3194 sayılı 11.maddesi hükmü gereği bir düzenlemesinin olmadığı anlaşılmaktadır.
Bunun yanında, 27.11.1984 tarihli Milli Emlak Müdürlüğünün yazısı uyarınca anılan yerin 2 yıl süreyle küçük sanayicilerin yararlanmasına bırakıldığı, ancak yararlanmanın dava tarihine kadar sürdürüldüğü de sabittir.
Belirlenen bu olgulardan, çekişmeli taşınmaz bakımından imar düzenlenmesinin halen ayakta olup, geçerliliğini koruduğu, taşınmazın amacı dışı kullanımının fiili duruma dayalı bulunduğu, imarda herhangi bir değişikliğe gidilmediği anlaşıldığına göre, davacı Hazine'nin iptal ve tescil isteğinin yerinde olmadığı gözetilerek bu talebin reddedilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.
Ancak davada, iptal istemi yanında çekişmeli taşınmazın bir bölümünün kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı ileri sürülerek terkin isteğinde de bulunulmuş, ne varki mahkemece bu istek bakımından bir inceleme yapılmadığı gibi hüküm de kurulmamıştır.
Hal böyle olunca, 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca çekişmeli yerde gerekli araştırmanın yapılması, kıyı kenar çizgisinin bilimsel verilere uygun olarak saptanması ve istek gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken bu hususların gözardı edilmesi doğru değildir. Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir.
SONUÇ : Kabulüyle hükmün HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 6.12.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 4.12.2005 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 450,00 YTL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 06.12.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ

E. 2004/8734

K. 2004/13179

T. 30.11.2004

• TAPU İPTALİ VE TESCİL ( "Kıyı Kenar Çizgisi" Haritasının Düzenlenip Düzenlenmediği Araştırılmalı Ondan Sonra Üç Jeologtan Oluşturulacak Uzman Bilirkişi Kurulu ve Tapu Fen Memuru Aracılığıyla Yerinde Keşif Yapılması Gereği )

• KIYI KENAR ÇİZGİSİ ( Bilimsel Verilerden ve Düzenlenmiş Olmakla Birlikte Bağlayıcılık Niteliğini Kazanamamış Haritadan Yararlanılarak Belli Edilmeli Belirlenen Çizgi Tapu Fen Memuru Sıfatını Taşıyan Uzman Bilirkişinin Krokisine İnfazda Kuşkuya Yer Bırakmayacak Biçimde Yansıtılması Gereği )

• BİLİRKİŞİ KURULU ( "Kıyı Kenar Çizgisi" Haritasının Düzenlenip Düzenlenmediği Araştırılmalı Ondan Sonra Üç Jeologtan Oluşturulacak Uzman Bilirkişi Kurulu ve Tapu Fen Memuru Aracılığıyla Yerinde Keşif Yapılması Gereği - Tapu İptali ve Tescil )

3621/m.9


ÖZET : İdare tarafından 3621 sayılı Kanunun 9. maddesi hükmüne göre "kıyı kenar çizgisi" haritasının düzenlenip, düzenlenmediği araştırılmalı, ondan sonra, üç jeologtan oluşturulacak uzman bilirkişi kurulu ve Tapu Fen Memuru aracılığıyla yerinde keşif yapılmalı; harita düzenlendiğinin ve yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararı'nda belirtildiği şekilde işlem gördüğünün, böylece davanın taraflarını bağlayan bir içerik kazandığının anlaşılması durumunda "kıyı kenar çizgisi" idarenin düzenlendiği haritaya değer verilerek saptanmalıdır. Harita düzenlenmediğinin yada düzenlenipte 5/3 sayılı kararda yazılı olduğu gibi bizzat bildirim yapılmadığının veya ilanen bildirime karşın, idari yargıya başvurulmadığının ortaya çıkması halinde ise, kıyı kenar çizgisi, bilimsel verilerden ve düzenlenmiş olmakla birlikte bağlayıcılık niteliğini kazanamamış haritadan yararlanılarak belli edilmeli belirlenen çizgi Tapu Fen memuru sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisine infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yansıtılmalı ve sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.
DAVA : Taraflar arasında görülen davada;
Davacı hazine vekili, davalı adına kayıtlı 421 parsel sayılı taşınmazın tahminen 1463 m2'lik bölümünün, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki kıyı-kenar çizgisi içerisinde olan kumsalda bulunduğunu ileri sürerek bu kısmın tapusunun iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davaya yanıt vermemiştir.
Mahkemece, yapılan keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporları ve saptanan kıyı-kenar çizgisine değer verilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı tarafından süresinde duruşmalı olarak temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 30.11.2004 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Av.Atilla Tüfek ile temyiz edilen hazine vekili avukat Gülderen Şahin geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verilen ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı bilahare Tetkik Hakimi N.Semra Soydaş tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davada ileri sürülen iddianın ve savunmanın içeriğine göre; yanlar arasındaki uyuşmazlığın, "kıyı kenar çizgisinin" saptanmasından kaynaklandığı açıktır.
Bilindiği üzere, son kez yürürlüğe giren 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun "kıyı kenar çizgisini" belirleme yöntemine ilişkin 5 ve 9. maddeleri, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı kapsamı dışında bırakılmış; anılan kanun maddesinin uygulanmasına yorum getiren ve görülmekle olan davalarda dikkate alınması zorunlu bulunan 28.11.1997 gün ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararın da "kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisi belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna; ancak 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine"işaret edilmiştir.
Hal böyle olunca, öncelikle idare tarafından 3621 sayılı Kanunun 9. maddesi hükmüne göre "kıyı kenar çizgisi" haritasının düzenlenip, düzenlenmediği araştırılmalı, ondan sonra, üç jeologtan oluşturulacak uzman bilirkişi kurulu ve Tapu Fen Memuru aracılığıyla yerinde keşif yapılmalı; harita düzenlendiğinin ve yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararı'nda belirtildiği şekilde işlem gördüğünün, böylece davanın taraflarını bağlayan bir içerik kazandığının anlaşılması durumunda "kıyı kenar çizgisi" idarenin düzenlendiği haritaya değer verilerek saptanmalıdır. Harita düzenlenmediğinin yada düzenlenipte 5/3 sayılı kararda yazılı olduğu gibi bizzat bildirim yapılmadığının veya ilanen bildirime karşın, idari yargıya başvurulmadığının ortaya çıkması halinde ise, kıyı kenar çizgisi, bilimsel verilerden ve düzenlenmiş olmakla birlikte bağlayıcılık niteliğini kazanamamış haritadan yararlanılarak belli edilmeli belirlenen çizgi Tapu Fen memuru sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisine infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yansıtılmalı ve sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.
Mahkemece, hükme esas alınan tek jeolog bilirkişi raporunun yeterli bir araştırma ürünü olduğu ve bilimsel verilere dayalı olguları yansıtır nitelikte bulunduğu söylenemez. Eksik soruşturma ile hüküm kurulması doğru değildir.
Hal böyle olunca, yukarıdaki ilkeleri kapsar biçimde sağlıklı bir inceleme yapılması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Davalıların temyiz itirazları yerindedir.
SONUÇ : Kabulüyle hükmün yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 4.12.2003 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 375.000.000 TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 30.11.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.