Konu: M.K. md. 677
Mesajı Okuyun
Old 07-07-2009, 08:17   #2
Av. Engin EKİCİ

 
Varsayılan

Sayın dilek yüksel;
Aşağıdaki yargıtay kararında, miras payının devrine ilişkin bir muvazaalı durum söz konusu. Saygılarımla..

YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ E. 1998/9242 K. 1999/4123

• MURİSİN KÜÇÜK ÇOCUĞUNU ŞİRKETE KURUCU ORTAK YAPMASI ( Muris Muvazaası )

• MURİS MUVAZAASI ( Murisin Küçük Çocuğunu Şirkete Kurucu Ortak Yapması )

• MURİS MUVAZAASI ( Paydaş Yapma ve Pay Devri İşlemleri )

• PAY DEVRİ VE PAYDAŞ YAPMA İŞLEMLERİ ( Muris Muvazaası )

• PAYLARIN TEREKE ADINA KAYIT VE TESCİLİ TALEBİ ( Muris Muvazaası )

• SÖZLEŞME SERBESTİSİ ( Üzeri Muvazaa İle Örtülü Gizli Sözleşme )

• MUVAZAA İLE ÖRTÜLÜ GİZLİ SÖZLEŞMENİN GEÇERLİLİK ŞARTLARI ( Muris Muvazaası )

• MUVAZAA ( Gizli İşlemin Geçerliliği )

• BAĞIŞLAMA ( Muris Muvazaasında Gizli İşlem Olarak )

• GİZLİ İŞLEM ( Muris Muvazaasında )

• MİRAS TAKSİM SÖZLEŞMESİ ( Sekiz Sene Sonra Muris Muvazaasının İleri Sürülmesi )

• HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI ( Miras Taksim Sözleşmesinden Sekiz Sene Sonra Muris Muvazaasının İleri Sürülmesi )

743/m.581

818/m.18


ÖZET : Taraflar arasındaki üzeri muvazaa ile örtülü gizli sözleşme ilke olarak ve özü itibariyle geçerlidir. Gizli sözleşmenin geçersiz olması, ancak hukuka, ahlaka aykırı olması veya yerine getirilmesi imkansız olması ve nihayet gizli sözleşmenin oluşumu şekle bağlanmış ise, o şekle uyulmamış olması durumlarına münhasırdır. Tereke lehine açılan davada medeni kanunun 581. Maddesi hükmü dikkate alınarak taraf teşkili yapılması gerekirken bu hususun dikkate alınmamış olması hatalıdır. DAVA : Taraflar arasındaki Aydın Asliye 2. Hukuk Mahkemesince görülerek verilen 14.7.1998 tarih ve 1994/907-1998/400 sayılı kararın Yargıtay incelemesi duruşmalı olarak davalılar vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için belirlenen 11.5.1999 günde davacı avukatı R. U. ile davalılar avukatı R. Ü. gelip diğer davalı ve avukatı tebligata rağmen gelmediğinden temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukatları dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, 5.3.1986 tarihinde vefat eden müvekkilinin babası muris M. U.'nın dava dışı "K.T. A.Ş."nin %25 hisse sahibi ve kurucu ortağı olduğunu, ancak görünürde bu hissenin yarısının müvekkilinin kardeşi olan davalı H. F. U. adına keydettirildiğini, o tarihlerde 20 yaşlarında olan davalının bu kadar büyük bir tesisin kurucu ortağı olmasının mümkün olmadığını, olayda muvazaa olup gerçek pay sahibinin muris Mustafa olduğunu, muris Mustafa'nın ölümden 10 gün öncesi bir tarih olan 25.2.1986 tarihinde kardeş olan diğer davalı İbrahim'e devrettiğinden bahisle davacıya hiçbir payının olmadığının kendisine bildirildiğini oysa, bu davalı İbrahim'in de o tarihte kendisine bildirildiğini oysa, bu davalı İbrahim'in de o tarihte henüz 16 yaşında olup, maddi ve hukuki olarak böyle bir devrin söz konusu olamayacağını devir öncesi şirket sermayesinin arttırılmış olup, böyle bir devir için neden bulunmadığını, devir hususunda anasözleşme gereği bir karar alınmadığı gibi, ticaret siciline de bildirilmediğini, devir işlemlerinin muvazaalı olduğunu ileri sürerek, davalılar adına gözüken %25 pay hissesinin iptali ile muris adına tescilini talep ve dava etmiş olup, birleşen davada da, asıl dava konusu hisse senetlerinden %24 lük kısmının 7 Nisan 1994 tarihinde davalı Durmuş Ç.'a devir gösterilmiş ise de, bu işlemin de muvazaalı olduğunu, taraflar arasında akrabalık bağı bulunduğunu, davalı Durmuş'un pay devri alacak mali gücü olmadığı gibi, pay devrine de bir neden bulunmadığını ileri sürerek, hisse devrinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar H. F. ve İ. U. vekili cevabında, davanın hukuki sebebinin belli olmadığını, zamanaşımı olduğunu, murisin ölümünden sonra miras taksim sözleşmesi yapılarak uygulandığını, murisin %12,5 hissesini ivaz mukabili İbrahim'e, o'nun da 19.12.1998 tarihinde diğer davalı H. F.'ye devir ve teslim ettiğini, bu hisselerin %24'lük kısmının da 7 Nisan 1994 günü devrin teslim ile gerçekleştiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Diğer davalı Durmuş Ç. vekili de cevabında, payların hamiline olup, zilyetliğin devri ile mülkiyetin geçtiğini, müvekkilinin yasal hamil olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia ve savunmaya, toplanan delillere, bilirkişi raporu ve tanık anlatımlarına nazaran, şirketin kuruluşunda 18-19 yaşlarında olan ve henüz okula giden davalı H. F.'nin %12,5 hisse ile kurucu ortak olmasının ve yine babasının ölümünde 11-12 yaşlarında olan İbrahim'in şirketin mevcut mali yapısı ve değeri itibariyle %12,5 hissesinin devralmasının mümkün olmadığı ve hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, yine lokantacılık yapan diğer davalı Durmuş'un dahi mali gücüne nazaran diğer davalıdan %24 hisse almasının mümkün olmadığı, Durmuş'un H. F.'nin aile dostu olduğu gerekçesi ile, davanın kabulüne, davalılar adına kayıtlı Kale Topsan A.Ş.%25 hissesinin iptali ile bu hissenin muris M. U. adına tesciline karar verilmiştir.
Karar, davalılar vekillerince temyiz edilmiştir.
1- Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere dava, muris muvazaası hukuki sebebine dayalı olarak açılmış olup, istek davalılar ellerindeki hisselerin iptali ile muris ( tereke ) adına dava dışı anonim şirkette tesciline ilişkin bulunmamaktadır.
Mahkemece de davalıların satın alma güçleri bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile muris tarafından gerçekleştirilen paydaş yapma ve pay devri işlemlerinin iptaline karar verilmiştir.
BK.nun 18 nci maddesinde ilke bazında düzenlenen muvazaa, genellikle tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve fakat gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç getirmeyen bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları şeklinde tanımlanmaktadır. Muris muvazaasında ise, yine genellikle, muris gerçekte mamelekinden bir bölümünü ve tamamını, mirasçılarından bir kısmını veya tamamını miras haklarından yoksun kalma amacıyla gerçekte bağış amacıyla devretmekte ve fakat bu işlemi gizlemek için muris ile devir alan arasında satış işlemi gerçekleştirilmektedir. İşte bu gibi durumlarda açılan muvazaaya dayalı davalarda, murisin dava konusu işlemi muvazaa amacıyla yaptığı ispatlanabilirse bu hukuki işlem veya sözleşme tarafların gerçek iradelerini aksettirmedikleri için geçersiz olup, taraflar arasında hiç bir sonuç doğurmazlar. Ne varki, taraflar arasındaki üzeri muvazaa ile örtülü alt-gizli sözleşme ilke olarak ve özü itibariyle geçerlidir. Zira, onun muvazaalı bir sözleşme altına gizlenmiş olması geçerliliğine zarar veremez. Aksi halde, Borçlar Kanunu'muz da yer alan sözleşme serbestisi ana ilkesi bertaraf edilmiş olur. Gizli sözleşmenin geçersiz olması, ancak onun hukuka, ahlaka aykırı olması veya yerine getirilmesi imkansız olması ve nihayet gizli sözleşmenin oluşumu bir şekle bağlanmış ise, o şekle uyulmamış olması halerine münhasırdır.
Yukarıda, anılan ilkeler ışığında dava konusu olay irdelenecek olursa, davacı, murisin mirasçısı olup, davalılar Fehmi ve İbrahim'de aynı şekilde mirasçıdır. İlk muvazaa işleminin muris tarafından bu mirasçılar lehine gerçekleştirildiği iddia olunduğuna göre, öncelikle bu hukuki işlemler üzerinde durulmalıdır. Davalılardan Fehmi muris Mustafa'nın büyük oğlu olup, bu kişiye karşı murisin bir satış işlemi gerçekleştirdiği ileri sürülmemiştir. Dava dışı anonim şirketin kuruluşunda murisin, bu davalının kurucu pay sahibi olması aşamasında pay bedellerinin gerçekte muris tarafından karşılandığı ileri sürülmektedir. Bir başka ifade ile bu davalının pay sahibi olabilmesi için gerekli paranın bağış olarak muris tarafından karşılandığı iddia edilmektedir. Bu ilişkide, davalı İbrahim'in şirket ortağı olması muris ile bu davalı arasındaki bir sözleşmeye dayalı olmadığından bir başka deyişle görünürdeki ortaklık sözleşmesi muris ile bu davalı arasında olmadığından taraflar arasında nisbi ( mevsuf ) bir muvazaadan söz edilemez. Bir an için aksi kabul edilse bile, sorunun çözülmesi, asıl amaç olan bağışlamanın geçerli olup olmadığında toplanmaktadır. Davalı Fehmi'ye yapılan bağış ister para olarak teslimi kabul edilsin, ister pay teslimi şeklinde kabul edilsin şirket ana sözleşmenin usulüne uygun bir şekilde gerçekleştirilip, bu davalının da paydaş olarak tescil ve ilanı yapılmış bulunmaktadır. Bu şekilde paydaşlık şekil şartı gerçekleştiği gibi, paranın bağışlanmış olması halinde BK.nun 237 nci maddesi hükmü uyarınca geçerlidir ve bir şekle bağlı değildir. O halde, bu davalının, dava dışı Anonim şirketteki paydaşlığının muvazaa sebebiyle iptali mümkün değildir.
Diğer davalı İbrahim'in durumuna gelince; murisin bir trafik kazası sebebiyle ani ölümünden kısa bir süre önce, dava dışı anonim şirketteki %12,5 payını bu davalıya satış yolu ile devretmiş bulunmaktadır. Mahkemenin bu kabul şekli doğru olsa bile, yukarıda değinildiği gibi, görünürdeki sözleşmenin geçersizliği gizli ( alt ) sözleşmenin geçersizliğini kendiliğinden doğurmaz. Gizli sözleşmenin de geçersizliğinin ispatı gerekir.
Dava dışı K. A.Ş.nin dava dosyası içerisinde bulunan ana sözleşme metni ve tadillerinde şirket paylarının hamiline olarak düzenleneceği belirlenmiştir. Ayrıca, payın devrinin herhangi bir şekle tabi olacağı da ana sözleşme de kararlaştırılmış değildir. Bu durumda davalıların elinde hamiline yazılı pay senetleride bulunduğuna göre ve bunların iptalleri sağlanmadıkça geçerli olacaklarının da kabulü gerektiğinden, bu senetlerin bağış yolu ile bu davalıya intikal ettirilmesi BK.nun 237 nci maddesine geçerli bir işlemdir. O halde, bu davalının da dava konusu payları muvazaa yolu ile aldığı gerekçesiyle geçersiz sayılması doğru görülmemiştir. Kaldı ki, murisin ölümü müteakip, tüm mirasçıların iştiraki ile 5.12.1986 tarihinde miras taksim sözleşmesi yapıldıktan sonra, davacının davalı kardeşlerinin dava dışı şirkette ortaklıklarını bildiği halde, buna 8 yıl ses çıkarmadıktan sonra işbu davayı açması da MK.nun 2 nci maddesinde düzenlenmiş bulunan hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğurur ki bu davranışın hukuken korunması da mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalılar Fehmi ve İbrahim'e ilişkin işlemlerin hukuken geçerli olması karşısında davacının bu hukuki işlemler sebebiyle miras hakkından mahrum kılındığını ancak MK.nun 507 nci maddesi koşulları çerçevesinde ileri sürmesi mümkündür.
O halde, davalılar Fehmi ve İbrahim haklarındaki muvazaaya dayalı bu davanın reddi gerekeceğinden, bu payların büyük bir bölümünü devir alan Durmuş hakkındaki davanın da reddi gerekecektir. Bütün bu hususlar dikkate alınmadan yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.
2- Kaldı ki, dava yukarıda değinildiği gibi davacı tarafından, davalılar elinde bulunan hisse senetlerinin iptali ile muris ( tereke ) adına şirkete kayıt ve tescil edilmesini talep ettiğine göre, tereke lehine açılan bu davada MK.nun 581 nci maddesi hükmü dikkate alınarak taraf teşkili yapılması gerekirken, bu hususun dikkate alınmamış olsa da kabul şekli bakımından doğru görülmemiştir.
3- Yukarıda açıklanan bozma sebep ve şekillerine göre, davalılar vekillerinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda 1 ve 2 numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma sebep ve şekline göre davalılar vekillerinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek bulunmadığına, 30.000.000 lira duruşma vekillik ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine, ödedikleri temyiz peşin harçların istekleri halinde temyiz eden davalılara iadesine, 18.5.1999 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.