Mesajı Okuyun
Old 30-04-2011, 19:05   #9
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan

Çekişmeli boşanma davalarına hakim olan temel ilke KUSUR'dur. Boşanmaya karar verilebilmesi için davalı tarafın kusurlu olduğunun tesipti gerekir.

Belli ki ilk derece mahkemesi, davalının boşanmaya neden olan olaylarda kusurlu olduğu kabulü ile boşanma kararını vermiştir. Aksi düşüncenin dosyayı okumadan da mümkün olmaması gerekir.

Davalının evlilik birliğinin üzerine yüklediği sorumlulukları yerine getirmediği, ortak hayat kaygısı yaşamadığı sabittir. O halde aynı konutta kalınıyor olması "aile birliğini" yürüttükleri anlamına gelemez.

TMK. 169. Maddesi hakime boşanma davası açılması halinde tarafların barınmasına, geçinmesine, malların yönetimine ilişkin ve çocukların velayetine yönelik tedbirleri almasını yükler.
Alıntı:
III. Geçici önlemler

Madde 169 - Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri resen alır.

Burada hakim tarafların ikisinin de ortak konutta kalabilmelerine hükmedebileceğini düşünüyorum. Halihazırda kalacak yeri olmayan, imkanı bulunmayan tarafların evden barınmak için yararlanmalarında, tarafların somut tehlike arz eden durumları yoksa veya iradeleri de buna onay verebilecek durumdaysa mümkündür.

Ancak aynı hanede kalmak, evlilik birliğinin "ruhuyla" yürütüldüğü anlamına gelmeyecektir. Evlilik birliği sorumluluk yükler, ortak gelecek kaygısı ve buna uygun davranış biçimleri ve anlayış barındırır.

Taraflar aynı hanede kaldıkları halde, boşanmaya neden olan kusurlu davranışlar sürüyorsa ve davacı boşanma iradesini sürdürüyorsa ki dava nihayette çekişmeli biçimde sona ermişse, sırf birlikte oturuyorlar diye verilen boşanma kararının bozulması yanlıştır. Davalı kendine ilişkin sebeplerle de evde kalıyor olabilir, kadın evden gidemiyor olabilir, sorun aynı evde kalıyor olmak da olmayabilir. Boşanma tarafların hayatının akışını kökten değiştirecek bir karardır. Kararı veren tarafın veya davalının henüz sonrasına ilişkin bir planı olmaya da bilir. Ancak davacının iradesinin kararlılıkla devam ettiği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Kaldı ki, yine hane aile konutu olma özelliğini "boşanma davası kesinleşene" kadar sürdürmektedir. Taraflardan birinin bu konuttan yararlanması "hakim kararı ile" kısıtlanmadığı sürece (taraflardan birinin kullanımına bırakılmadığı sürece) her iki tarafın da aynı evde kalabileceğinin kabulü gerekir.

Öte yandan boşanma davası açılmakla taraflardan biri ayrı yaşamaya hak kazanır. Hakkını kullanmak zorunda da değildir.

Davacı boşanma iradesini ortaya koymuştur ve davalının kusurunu ispatlamıştır. Evlilik birliğinin devamını istediğine yönelik beyanı da yoktur.

Üst derece mahkemesinin, yerel mahkemenin anlaşmazlığa ve kusura yönelik ve bu birlikteliğin "evlilik" olarak yürütülemeyeceğine ilişkin DOĞRUDAN tespitini inancını hiç dikkate almadan boşanma davası açıldıktan sonra aynı evde yaşıyorlar evlilik birliği sarsılmamıştır, boşanamazlar demesi akla ve kanunun ve insanın ruhuna uygun bir yaklaşım değildir. Düşüncesindeyim.

*Nafakalara ilişkin bir iki şey söylemek de gerekirse, gerek evlilik birliği devam ederken gerekse boşanma davası açılmakla bağlanan tedbir nafakaları tarafların kira parasını karşılamktan oldukça uzaktır. Barınma temel ihtiyaçtır. Hele kadın hele çocuk için..Bu sebeple hiç bir davacı nafaka alırım da başımı sokacak bir yerim olur diye düşünmez.

Davayı ve tarafları değerlendirirken fotoğrafı mümkün olduğunca büyük görmek ve değerlendirmek gerekir.

Saygılarımla,