Mesajı Okuyun
Old 27-10-2007, 18:31   #1
güler ataş

 
Varsayılan Susar; istemesede büyümüş çocuklar

Aylar yılları kovalarken, hayat da bize kaçıp kovalama oyunu oynar. Gözleri bağlı bir saklambaç oyunudur bu. Oyunda büyür çocukluğumuz ve yavaş yavaş ağarır saçlar. . Yaşam ağır gelirdünkü çocuğun, griye çalan saçlarının lülesine. Bir bakar ki çocuk, artık çocuk değilmiş.

Çocukluğunun boşalttığı yeri doldurmak için dünyaya çocuklar da getirmiş. Dünya çocuksuz çirkin çünkü, sevimsiz ve hatta kirli alabildiğine.
Saçları gri çocuk büyüdükçe, büyümesin çocukluğu diye yüreğinin bir yerini hep gizli tutmuş. Bilmemiş, çocuklar gizi bilmediği için çocukmuş.
Kaçıp kovalama oyunu çok güzelmiş saçlar gece gibiyken, gümüşe döndüğünde gece uzun bir sorgu başlamış: neye geç kaldım, eksik nerede diye .
Eksik; ''bende değil'' demiş içindeki ses, ''hayatın bilmecelerinde''. Hayat; elinden kayan su damlası. Bir bakmış, sadece arkasında kalan nehre dönmüş bütün yaşadıkları. Dönüp yüzünü yıkayabilse o gençlik suyunda, çocukluğunu büyütürdü yeniden, çocuklarını değil.
Yıllar günleri ayların içinde saklarmış. Onunsa karnının içinde, gün olurmuş doğmamış çocuklarının adı .
Hiç bir çocuk öğrenememiş ay her gece nasıl sancı çekermiş güneşi doğurabilmek için. Üstelik kaç sevdalı ışığının altında yakamoz seyretmiş sevgili kollarında. Kaç sevgili ay ışığı altında yakmış yazılmamış mektupların ucunu, sevgili yâri okusa da, okumasa da.

Gün, bir gün arkasını dönmüş ve anlamış ki kirletilmemiş hiç bir şey kalmamış doğduğu yerlerde. Yine gecenin kollarında uykuya yatmış, kış gibi üşümüş, çünkü yetmemiş ayın kolları güneşi kucaklamaya. Hiç bir sevgi üşümesin diye, bütün sıcaklığını aya vermiş her gece. O günden beri bütün sevgililer ay ışığını sevmiş, gün ışığını değil.
Biten her sevgide sevgiliye seslenmiş aşk:

''beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın.
denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın
öylesine yıktın ki bütün inançlarımı
beni sensiz bıraktın
beni bensiz bıraktın''

Aşk ağlamış ay ışığına, doğan güne küfretmiş, bilmemiş ki her giden sevgili aynı ayak sesiyle gitmiş, göğsünde kalan çürük de bu yüzdenmiş. Denemekle yanılmak arasında sıkışmış sevgi. Lüle saçlı çocuk yorulmuş saçları gümüşe dönerken. Birbirinin devamı sanmış yaşadığı her günü. Büyüdükçe saçlarının boyu umudunu kaybettiği için, görememiş doğan her günün ona yeni bir hayat getirdiğini.

Birde bakmış ki bir gün dağların kralı olmuş, kentlerin kurucusu. Dağlar teslim edilmiş bir tarihte, kentler kuşatılmış, öyle bir yenilgi yaşanmış ki küsmüş çocuk, kalbine bile. Bir hücre evi sessizliğinde bulmuş kendini, susmuş nedensiz her şeye.
Gittiği bütün sevgilerde imkânsızı aramış, imkânsız ''imkânsızmış'' meğer, ilk isteklisi bolivya dağlarında susturulmuş bir çınarmış.

Susmuş çocuk, dilini bağlamış gümüş saçlarına, bir daha hiç çözmemiş ne dilindeki ne saçındaki düğümü. Hala anlayamamış kendi çocukluğunun çocuğunda bile yaşlandığını.

Gün karartmış kendini ama hiç pişman olmamış her gün sevdiğinin gözlerine doğmaktan.
Aylar yılları kovalamış, bir tökezlemiş, bir aksamış aşk ve sonra bin yıllık bir çınar gibi için için çürümüş , toprağa karışmış aşk.
Meğer, yeni sevdalar beslensin diye köklerinden, bir çiçeğe gübre olmak istemiş AŞK.