Mesajı Okuyun
Old 16-06-2008, 19:18   #2
ibrahimkovanci

 
Varsayılan

İŞKENCE YASAGI

Bu yazımda ülkemizde ve dünyada ki birçok ülke kanunlarında yer alan işkence yasağı hakkında bilgiler vereceğim. Tabi bu makalede en çok üzerinde duracağım kısım ise işkence yasağının ülkemizde ki uygulaması olacaktır. Ayrıca ülkemizde ki pozitif hukuk kurallarının işkenceyle ilgili düzenlemeleri ve mahkeme kararlarına da yer verilecektir. Bu makalede işkence’yi inceleme sebebim ise; işkencenin aslında uzun zamandan beri pozitif hukuk kurallarıyla yasaklanmasına rağmen bu yasaklayıcı hükümlere pek fazla uyulmamasından dolayı insanların maruz kaldığı mağduriyetin küçümsenemeyecek boyutta olmasındandır. Burada işkencenin tanımından başlayarak ilgili uluslararası düzenlemeler, anayasal düzenlemeler, Türk Ceza Kanunu düzenlemeleri, Ceza Muhakemesi Kanunu düzenlemeleri ve ilgili Yargıtay kararlarına da yer vererek işkence hakkında bilgiler verilecektir.

İşkence, köken itibariyle Farsça bir sözcüktür. Anlamı ise “bir kimseye maddi ya da manevi olarak yapılan eziyet”i veya “herhangi bir amaçla bir kimseye maddi acı verici tutum ve davranışta bulunmak”tır. Yani bu tanımlardan da anlaşıldıgı üzere işkence; bir kimseye acı, ıstırap vermek, eziyet yapmaktır. Aslında bu tanımlar gibi işkence hakkında birçok tanımlama yapılmıştır. Ama asla işkencenin evrensel boyutta kabül edilmiş bir tanımı yapılamamıştır. Hemen hemen her ülke kanunlarında ve doktrinlerinde işkencenin tanımı bir noktada birleşse de bazı noktalarda ayrılmıştır. İşkencenin bizim Türk hukuk lügatında ki tanımı ise “herhangi bir maksatla birisine cismen eza verici harekette bulunmak veya sanıklara suçlarını itiraf ettirmek için canlarını yakıcı muameleler yapmak, onlara eza ve cefa çektirmektir.” Türk hukuk lügatı yanında birde doktrinde işkence tanımları yapılmıştır ve bu tanımlarda işkencenin temel olarak şu nitelikleri yer almaktadır:


1. kuvvetli bedensel veya ruhsal acıya yol açması
2. kişiye bu acıyı veren failin resmi bir sıfatının bulunması ya da bu sıfatı haiz kişinin üçüncü bir kimseyi kullanarak dolaylı hareket etmesi
3. acı ve ıstırap veren hareketin bir amaca yönelik olması. Mesela ceza muhakemesinde maddi gerceğe ulaşmak gibi bir amaç güdülmesidir.

Yani doktrinde ki kriterlere bakınca işkencenin bir acı yada ıstırap verici bir hareketi içermesi, bu fiili yapanın kamu görevlisi olması, bu fiilin bir amaca yönelik olması gerekiyor. Burada vurgulanan ve önemli olan kısım işkencenin bir kamu görevlisince yapılabilecegidir. Eger acı ve ıstırap verici fiil kamu görevlisi değil de vatandaşça yapılırsa bu Türk Ceza Kanunundaki vücut dokunulmazlığına karsı işlenen suçlar kapsamında yer alır.
İşkencenin tanımı hakkındaki bu açıklamalarımdan sonra işkencenin yer aldığı mevzuatlara geçmek istiyorum. Bu mevzuatlardan ilk olarak Avrupa insan hakları sözleşmesinde yer alan hükümlere değineceğim. İşkence yasağı Avrupa insan hakları sözleşmesinin üçüncü maddesinde yer almıştır. İşkence yasağının Avrupa insan hakları sözleşmesine konu olmasının nedeni ikinci dünya savaşı sırasında insan haklarının çok fazla ihlal edilmiş olması ve bu ihlalin savaş sonrası devamının tüm Avrupa devletlerince istenmemesindedir. Çünkü işkenceden her kişinin zarar görebilme ihtimali vardır. İşkence Avrupa insan hakları sözleşmesinin üçüncü maddesinde “hiç kimse işkence, gayri insani ya da küçük düşürücü muamele ya da cezaya tabi tutulamaz” seklinde yer almıştır. Üçüncü madde ile koruma altına alınan haklar mutlaktır . Bu maddenin devreye girebilmesi içinde AİHS’yi kabül etmiş devletler açısından hiçbir önkoşul olmadan uygulaması zorunlu tutulmuştur. Ayrıca devletler AİHS md. 15’e dayanarak dahi bu maddeye tabi olmaktan muaf olamazlar . İşkencenin bu üçüncü maddedeki kavramlarının açıklanması sonucu işkencenin BM genel kurulunun 1975 tarihli bildirgesinde ki tanım gibi olduğunu düşünebiliriz. BM genel kurulu 1975 tarihli bildirgesinde ki tanım “işkence; acımasız, ,insanlık dışı ve küçük düşürücü muamele ya da cezanın kasıtlı ağırlaştırılmış bir şeklidir.” Ayrıca üçüncü maddede tanımlar arasında bir kategorileştirmenin varlığı da gözümüze çarpmaktadır. Çünkü işkencenin, gayri insani davranışın, küçük düşürücü muamelenin kişiye verdiği ızdırap ve acılar farklıdır. İşkence bunların içinde en ağır acı ve ızdırap veren bir fiil olarak kabül edilebilir. Maddede ki yer alan kavramlar hakkında kısaca tanımları şu şekildedir;
1. işkence; maddi ve manevi işkence olarak incelenmiştir. Maddi işkence; “bilgi veya itiraf elde etmek ya da cezalandırmak gibi bir amacı olan, ve genel olarak da insanlık dışı muamelenin ağırlaştırılmış biçimine karşılık gelen insanlık dışı muameledir ” şeklinde ifade edilmiştir. Manevi işkence ise; “bedene saldırıdan baskaca ruhsal ızdırap verilmesidir ” şeklinde tanımlanmıştır.
2. insanlık dışı muamele ise; “en azından ruhsal yahut bedensel olsun, kasıtlı biçimde ağır ıstıraba yol açan ve vakanın şartları içinde gayri meşru olan muamelelerdir.”
3. aşağılayıcı muamele ise; kısa ve öz olarak insan haysiyetine ciddi müdahalelerde bulunulması olarak tanımlanabilir.


İşkence yasağının AHİS’de geçen kavramları hakkında bilgi verdikten sonra şimdi ülkemiz açısından AHİS’de ki bu hükmün önemine değineceğiz. AHİS kararlarına uyulmama sonucunda bu durumu değerlendirecek ve uymayanları bir müeyyideye çarptırması için bir Avrupa insan hakları mahkemesi kurulmuştur. Bu mahkemeye önceleri sadece devletler başvurabilirken sonradan yapılan değişikliklerle bireysel başvuru hakkı yolu açılmıştır. Bizim ülkemizde AHİS’i kabül etmiş devletlerdendir. Bizim hukukumuz da bu konuda düzenlemeler yapılmıştır. Özellikle temel haklar ve hürriyetleri ilgilendiren konularda anayasamızın 90. maddesi AHİS’i üstün hale getirmiştir. Bu maddeye göre eğer kişi temel hak ve hürriyetlerini ilgilendiren bir durum olursa ve iç hukuk kurallarıyla AHİS’de ki bir hüküm çatışırsa AHİS hükmü uygulanacak olması AHİS’e üstünlük tanımıştır. Ve bu düzenlemelere dayanarak ülkemizin birçok davası olmuştur. Bunların sadece birkaçının adlarını sayarak gececeğiz.
1)AKSOY/TÜRKİYE (18.12.1996) 2) ÇİÇEK/TÜRKİYE(27.2.2004)
İşkencenin AHİS boyutunu bu kadarla sınırlı tutuyorum. Çünkü işkencede yukarda da belirttiğim gibi Türk hukukunda ve Türkiye’de ki uygulamaları üzerinde daha çok duracağız. Öncelikle işkenceyle ilgili anayasal hükümlere deginecegiz. İşkence ve onur kırıcı muamele yasağı anayasanın 17. maddesinde, kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlığı altında düzenlenmiştir. Bu maddenin 3. fıkrasında, kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı; kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağı kesin bir ifadeyle belirtilmiştir. Bu hakkın sınırlanması istisnai durumlar hariç olanaklı değildir. Anayasal anlamda yasak Avrupa standartlarına uygundur.
İşkencenin engellenmesi için anayasada başkaca hükümler de getirilmiştir. Bunların başında tutukluluk ve gözaltı işlemlerini düzenleyen 19. maddesi gelmektedir. Anayasamızın 19. maddesi ilgili bölümünde ayrıntılı incelenmiştir. Ancak işkence yasağı yönünden, özellikle şunlar söylenebilir: öncelikle yakalanan kişiye hemen hakkındaki suçlamaların bildirileceği, yakınlarına gecikmeksizin haber verileceği düzenlemeleri bu yönden önemlidir. Anayasamızca kişinin işkence görmemesi bu şekilde güvence altına alınmıştır. İşkenceyle ilgili anayasal hükümlerin inclenmesinden sonra Türk Ceza Kanundaki hükümlere geçmek istiyorum.
5237 sayılı Türk Ceza kanunun 94. maddesinde işkence ile ilgili hüküm 94/1’de genel anlamda “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlenmiştir. Bu sucun farklı şekilde yani özel durumlara göre düzenlenmesi 94/2 de yer almıştır. Bu maddenin ikinci fıkrası ise “) Suçun;
a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,
b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla,
İşlenmesi hâlinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi hâlinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(4) Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır.
(5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi hâlinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz” şeklinde türk ceza kanununda yer almıştır. Bunun yanı sıra türk ceza kanunun 95. maddesinde neticesi sebebiyle ağırlaştırılmış işkence hükmüne yer almıştır. Bu maddede “(1) İşkence fiilleri, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, yarı oranında artırılır.
(2) İşkence fiilleri, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.
(3) İşkence fiillerinin vücutta kemik kırılmasına neden olması hâlinde, kırığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(4) İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” Şeklinde yer almıştır.
Görüldüğü gibi türk ceza kanunumuz aslında işkence suçu üzerinde önemli derece düzenleme yapmış bulunmaktadır. Yani bu hükümler şu şekilde anlaşılmaktadır; “maddenin 1. fıkrasında bir kişiye karşı insanlık onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisinin üç yıldan oniki yıla kadar cezalandırılacağı belirtilmiştir. 2. fıkrasında ise eylemin çocuğa, hasta kişiye veya avukat ya da kamu görevlisine görevi dolayısıyla işlenen işkence suçları ağırlaştırıcı neden olarak sayılmış, ceza artırılmıştır. Yine maddenin 3. fıkrasında eylemin cinsel tacizle işlenmesi de cezayı artırıcı neden olarak görülmüş, bu eylemler işkence suçunun nitelikli hali olarak kabul edilmiştir. 4. fıkrasında suça iştirak eden kamu görevlisi olmayan kişilerin de asıl fail gibi cezalandırılacağı esası kabul edilmiş, 5. fıkrasında eylemin ihmali davranışla işlenmesinin indirim nedeni olmadığı belirtilmiştir. Yasanın 95. maddesinde ise sonuçları nedeni ile ağırlaşmış işkence suçu düzenlenmiştir. İşkence sonucunda yasada öğeleri belirtilen ağır yaralanma sonuçları oluşması durumunda cezaların artırılacağı kabul edilmiş, işkence eylemi sonucunda kişinin ölümü halinde ise sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis verileceği kabul edilmiştir.
Görüldüğü gibi işkence suçunun cezaları artırılmış, erteleme ve paraya çevrilme koşullarından uzaklaşılmış, işkencenin nitelikli durumları ayrıntılı düzenlenmiştir .” Bu düzenlemelere bakınca işkence suçu türk ceza kanununun 94. maddesi ve devamı hükümleri, anaysamınızın 17. maddesinde düzenlenen kişi dokunulmazlığı hakkı ile işkence ve eziyet yasağının yaptırımını teşkil etmektedir . Bu düzenlemelerden anlaşıldığı üzere işkence suçunun faili yalnız kamu görevlisi olabilir. Ayrıca kamu görevlisi bu suçu kamu görevini yerine getirirken işlerse bu fiili işkence sayabiliriz. Yoksa kamu görevlisinin kamu görevinden arınmış şekilde acı ve ızdırap verici fiili işlemesini işkence suçu saymak mantıksızdır. Yukarıda da belirtiğim gibi eziyet ve ıstırap verici fiil eger kamu görevlisi değilde vatandaş tarafından yapılırsa bu Türk ceza kanununda ki vücut dokunulmazlığına karşı suçlar kapsamına girer. İşkence suçunun failinin kim olacağını belirttikten sonra mağdur açısından incelemeye gelince; işkence suçunun mağduru herkes olabilir. Ancak suçun belirli kimselere karşı işlenmesi halinde TCK 94/2’de agırlaştırılmız cezalar vardır. Tck’da işkence suçunun maddi unsuru “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlar” seklinde düzenlenmiştir. Yani maddi unsur 2 alt baslığa ayrılmış durumdadır. Bunlardan birincisi fiilin insan onuruyla bağdaşmayacak şekilde olması gerekir. Digeri ise bu bu insan onuruyla bağdaşmayan fiil mağdura bedensel, ruhsal yönden acı çekmesine, algılama ya da irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak şekilde olmalıdır. Yani anlaşıldıgı üzere işkence suçu bir kişiye sadece maddi kuvvet kullanılarak yapılmayabilir. İşkence kişiye psikolojik baskılarla da yapılabilir. Zaten suçun psikolojik boyutu düşünüldüğünden madde de ruhsal yönden etkilenmeye de yer verilmiştir. İşkence suçuna temel oluşturan hareket icrai yada ihmal şeklinde olabilir. İcrai olarak kişiye şiddet uygulaması ihmali olarakda kişin haklarını kullanmasına izin verilmemesi şeklinde ortaya çıkabilir. Tck nın 94. maddesinin son fıkrasında suçun ihmal nedeniyle işlenmesi halinde dahi indirim yapılmayacagı vurgulanmıştır. İşkence suçunun manevi unsuruna gelince; manevi unsur eski tck da özel kast seklinde düzenlenmesine ragmen yeni tck da genel kast şeklinde düzenlenmiştir . Genel kast şeklinde düzenlenmesinin doktrinde tartışmalrı yapılmaktadır ama konumuz mahiyetiyle o boyutu deginmeyecegim. İşkence sucuna iştirak olabililecegini tck 94/2 kabül etmiş ve iştirak halinde iştirakçınında cezlandırılacağı vurgulanmıştır. Tabi burada yani işkence suçuna iştirakta üzerinde durulması gereken bir konuda işkence sucuna iştirak eden kişinin kamu görevlisi olması ya da olmaması iştirak açısından bir farklılık yaratır mı? Bu sorunun cevabını kanunun kendisinde tck 94/4’te “ bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır.” Şeklinde verilmiştir. Yani suça iştirak eden kamu görevlisi olmasa dahi kamu görevlisinin çartırılacağı cezaya çarptırılır. İşkencenin TCK’da ki düzenlemeleri hakkında kısmı burada sonlandırarak şimdi işkencenin Ceza Muhakemesi Hukukunda ki düzenlemelerine gececeğim aslında burada bir Yargıtay kararı eklemesi yapabilirdim ama Ceza muhakemesini de anlattıktan sonra Yargıtay kararını ekleyecegim çünkü Yargıtay kararını bir bütün olarak daha güzel anlayabiliriz.
5271 sayılı Ceza Hukuku Muhakemesi Kanununda işkence suçuna ilişkin önemli ölçüde düzenlemeler bulunmaktadır. Kanunun 148. maddesinde “(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.
(2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez.
(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.
(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.
(5) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir.” Şeklinde ki düzenlemelerle işkencenin önüne geçilmek için çalışılmıştır. Bu madde de manevi, maddi ya da psikoljik şekilde baskı yapılarak ifade alınamayacağı alınsa bile delil olarak değerlendirilemeyeceği vurgulanmıştır. Bundan baskaca işkence olaylarının ençok göz altında görüldüğünden dolayı ceza muhakemesi kanunun 91. maddesinde gözaltına alma usulu ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Bu madde;
“(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.
(2) Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığına bağlıdır.
(3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir.
(4) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir.
(5) Gözaltı süresinin dolması veya sulh ceza hâkiminin kararı üzerine serbest bırakılan kişi hakkında yakalamaya neden olan fiille ilgili yeni ve yeterli delil elde edilmedikçe ve Cumhuriyet savcısının kararı olmadıkça bir daha aynı nedenle yakalama işlemi uygulanamaz.” Şeklindedir.
Maddenin birinci fıkrasında yakalama anından itibaren gözaltı süresinin enfazla 24 saati gecemeyeciği düzenlenmiştir. Bu süre anayasamızın ilgili hükmünde 48 saat olarak düzenlenmiştir. Bunun CMK da 24 saat’e düşürülmesinin tartısılacak tarafı yoktur. Ancak maddenin bu fıkrasında ki “Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç” kısmı tartımsa konusu yapılabilirdi çünkü kötüniyetle kullanılması durumunda kişi 24 saatten daha fazla göz altında tutulabilirdi ancak bunun önünede maddenin 1. fıkrasının son cümlesinde bu sürenin 12 saatten fazla olamayacagı hükmü getirilerek önlenmiştir.
Maddenin ikinci fıkrasında da gözaltına almanın ancak o kişinin isnat edilen suçu işlediğine yönelik emarelerin varlığının olması şartı aranmıştır ancak bu emarelerin neye göre olacagı belirsizdir.
Üçüncü, dördüncü, beşinci fıkralardada gözaltı süresinin uzatılması durumları işlenmiştir. Ancak kişi hakkının zedelenmemesi için bu uzatmaların sadece yargı mensuplarınca yapılabileceği vurgulanmıştır.
İşkenceyi önleme amaçlı ayrı bir ceza muhakemesi kanunu maddesi de CMK 99. maddedir. Bu madde de “Gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethanelerin maddî koşulları, bu kişinin hangi görevlinin sorumluluğuna bırakılacağı, sağlık kontrolünün nasıl yapılacağı, gözaltı işlemlerine ilişkin kayıt ve defterlerin nasıl tutulacağı, gözaltına alınmanın başlangıcında ve bu tedbire son verildiğinde hangi tutanakların tutulacağı ve gözaltına alınan kişiye hangi belgelerin verileceği ile kolluk tarafından gerçekleştirilen yakalama işlemlerinin yürütülmesinde uyulacak kurallar, yönetmelikte gösterilir.” Şeklindedir.

99. maddenin varlığından dolayı yönetmeliği de inceleme gereği duyuyoruz. Yönetmelikte gözaltına alma, yakalama, sanık veya şüphelinin yakınlarına haber verme, sağlık kontrolü, nezarethane işlemleri, sanığa veya şüpheliye talep halinde veya koşulları bulunduğunda kendiliğinden müdafii atanması, müdafii ile görüşme, ifade alma esasları, nezarethane ya da ifade alma odalarının cumhuriyet savcılarınca denetimi ayrıntılı olarak düzenlenmiştir . Yönetmeliğe böyle bir atıfın kanunca yapılmış olması tartışılabilir ama ben buna burada girmeyecegim. İşkenceyi önleme daha doğru bir ifadeyele işkence uygulayacakları caydıracak yönetmelik hükmü üzerinde duracağım. İşkenceyi önleme açısından yönetmeliğin 9. maddesi çok önemlidir. Bu madde “Yakalanan kişinin gözaltına alınacak olması veya zor kullanılarak yakalanması hâllerinde hekim kontrolünden geçirilerek yakalanma anındaki sağlık durumu belirlenir.

Gözaltına alınan kişinin herhangi bir nedenle yerinin değiştirilmesi, gözaltı süresinin uzatılması, serbest bırakılması veya adlî mercilere sevk edilmesi işlemlerinden önce de sağlık durumu hekim raporu ile tespit edilir.

Gözaltına alınanlardan herhangi bir nedenle sağlık durumu bozulanlar ile sağlık durumundan şüphe edilenler, derhâl hekim kontrolünden geçirilerek gerekiyorsa tedavileri yaptırılır. Bu durumdaki kişilerden kronik bir rahatsızlığı olanların, istekleri hâlinde varsa kendi hekimi nezaretinde resmî hekim tarafından muayene ve tedavi edilmeleri sağlanır.

Gözaltına alınan kişinin ifadesini alan veya soruşturmayı yürüten kolluk görevlisi ile bu kişiyi tıbbî muayeneye götüren kolluk görevlisinin farklı olması zorunludur. Ancak personel yetersizliği nedeniyle farklı kolluk görevlisinin bulunmaması hâlinde bu durum belgelendirilir.

Tıbbî muayene, kontrol ve tedavi, adlî tıp kurumu veya resmî sağlık kuruluşlarınca yapılır.

Hekim raporu üç nüsha hâlinde düzenlenir. Kolluk görevlileri tarafından, hekim raporunu verecek birime, yakalananın nezarethaneye giriş raporu mu, yoksa çıkış raporu için mi getirildiği yazılı olarak bildirilir.

Yakalama veya nezarethaneye giriş raporunun bir nüshası raporu tanzim eden sağlık kuruluşunda saklanır, ikinci nüshası gözaltına alınana, üçüncü nüsha ise soruşturma dosyasına eklenmek üzere ilgili kolluk görevlisine verilir.

Gözaltı süresinin uzatılması veya yer değişikliği ya da nezarethaneden çıkış sırasında düzenlenen hekim raporlarından; bir nüshası sağlık kuruluşunda saklanır, iki nüshası ise raporu düzenleyen sağlık kuruluşunca kapalı ve mühürlü bir zarf içerisinde ilgili Cumhuriyet başsavcılığına en seri şekilde gönderilir. Bunlardan bir nüshası Cumhuriyet savcısı tarafından gözaltına alınanın kendisine veya vekiline verilir, bir nüshası ise soruşturma dosyasına eklenir. Bu raporların düzenlenmesinde ve Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesinde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 157 nci maddesinde belirtilen gizlilik kurallarına uyulur ve bu amaçla gerekli tedbirler ilgili sağlık kuruluşunca alınır.

Hekim muayene esnasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 94 üncü maddesinde belirtilen işkence, 95 inci maddesinde belirtilen neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence ve 96 ncı maddesinde belirtilen eziyet suçlarının işlendiği yolunda herhangi bir bulguya rastlaması hâlinde, keyfiyeti derhâl Cumhuriyet savcısına bildirir. Bu durumda Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmeliğin 7 ve 8 inci maddesine göre işlem yapılır.

Hekim ile muayene edilen şahsın yalnız kalmaları, muayenenin hekim hasta ilişkisi çerçevesinde yapılması esastır. Ancak, hekim kişisel güvenlik endişesini ileri sürerek muayenenin kolluk görevlisinin gözetiminde yapılmasını isteyebilir. Bu istek belgelendirilerek yerine getirilir. Bu durumda gözaltına alınan kişinin talebi hâlinde müdafiî de muayene sırasında gecikmeye neden olmamak kaydıyla hazır bulunabilir.

Kadının muayenesi, talebi hâlinde ve olanaklar elverdiğinde bir kadın hekim tarafından yapılır. Muayene edilecek kadının talebine rağmen kadın hekimin bulunmaması halinde, muayene sırasında hekim ile birlikte sağlık mesleği mensubu bir kadın personelin bulundurulmasına özen gösterilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddede kişinin yakalama anından sonra gözaltına alınacağında, salıverileceğinde, gözaltı süresi uzatılacağında ya da adli merciler önüne çıkartılacağında doktor muayenesine götürülmesi zorunluluğu getirilmiştir. Böylece kişinin kolluk çatısı altındayken işkenceye maruz bırakılması güçleşmiştir. Çünkü kolluk doktor muayenesinde işkence izine rastlanması durumunda sorumlu olacaktır. Bu sorumluluktan çekinen kolluk görevlisi işkence yapmaktan kaçınacaktır. Ayrıca yönetmeliğin aynı maddesinde doktor muayenesine götürecek kolluk görevlisin ayrı kişiler olması gerektiği vurgulanmıştır. Bunun nedeni ise muayeneye götüren aynı görevli ise doktoru herhangi bir şekilde engellemesinin önüne geçilmesinin sağlanması içindir. Görüldüğü üzere yönetmelikte de işkencenin önüne geçilmeye çalışılmıştır. şimdi Yargıtay işkence üzerine nasıl karar vermiş bir de ona bakalım; Yargıtay ceza genel kurulunun 15/06/1999 yılında yerdiği 1999/8-109 esas numaralı kararının özeti şu şekildedir; “Suçunu söyletmek için işkence yapmak suçunun oluşması için; a- Suç failinin yetkili memur olması, b- Mağdurun, "sanık durumunda bulunan" kimse olması, c- Sanığın; mağdura suçunu söyletmek "saiki" ile hareket etmesi, d- Sanığın işkence etmesi yahut zalimane veya insanlık dışı veya onur kırıcı muamelelerde bulunması gerekir. İşkence ve fena muamele, ulusal hukukta olduğu gibi uluslararası sözleşmelerde de yasaklanmıştır. İşkence sonucu yanı hukuka aykırı olarak elde edilen kanıtlar geçersizdir. Yaptıkları soruşturmada, sanık olarak gözaltına alınan mağdurlara "bilgi ve itiraf" elde etmek için, "erkeklerin makatlarından cop sokmak, kızlara cinsel tacizde bulunmak, göğüslerini elleyip sıkmak, aç bırakmak,hakaret ve tehdit etmek" vs. gibi süreklilik gösteren, ızdırap verici, bezdirici fiziki ve tinsel ağır acı veren, insanlık kişiliğini incitici, haysiyet kırıcı hakarette bulunan görevli sanıkların "suçunu söyletmek için işkence etme" suçları olmuştur.” Burada işkence suçunu oluşturacak unusurları işkencenin kimler tarafından yapılabileceği açıklanmıştır. Ayrıca Yargıtay aynı kararda işkence ile elde edilen delillerin kullanılamayacağına hükmetmiştir. Yargıtayımızın bu yöndeki kararları çok fazladır. Aslında bizim türk hukuk mevzuatımızda işkenceyi önlemeye yönelik alınan tedbirlerimiz tam anlamıyla Avrupa standartlarına uygundur. Ancak sorun uygulamada bu mevzuata riayet edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu sorunun aşılması içinde uygulayıcıların bu konuda bilinçlenmesi, bilinçlendirilmesi gerekir. Ve umarım bundan sonraki dönemlerde ülkemizde işkence gibi onur kırıcı, insan haysiyetine yakışmayan fiiller uygulamada da kalkar.


İBRAHİM KOVANCI