Mesajı Okuyun
Old 02-06-2006, 22:14   #36
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Gün nihayet akşam oldu.

Sesli düşünmeye devam ediyorum
02.06.06-16.10.2003=Aşağı yukarı 3 yıl deyip,geçelim.

Öncelikle THS nin yeni bülteni hayırlı olsun. Verdiğimiz arada geçirdiğimiz günler ve geceler de , forum başlığı sorusunun ve insanoğlunun asırlardır sorup da yanıtını aramaya hala devam ettiği diğer tüm sorularının gerçek yanıtlarına ulaşabilmek ya da doğru yanıtlar her ne ise onlara mümkün olduğunca yaklaşabilmek adına, verimli ve işlevsel yeni soruların birer aracı olsun. (bakın,yanıtlara ulaşmak demiyorum,yani ütopyadan bahsetmiyorum)

Bülten özeti beni eskilere götürdü. Yaşamanın yazmakla eşdeğer olmadığı, yazmanın kişiyi yaşamdan uzaklaştırdığı , okumanın bilmeye, bilmenin yaşamaya, yaşamanın anlamaya yetmediği ve her bir yazının birer mühür olduğu yönünde, tuhaf bir felsefe geliştirdim son zamanlarda. Ve en başta biz hukukçular bilmekteyiz ki, her mühür, ama legal ama illegal biçimde, bir gün bir biçimde, birilerince bozulur. Yarınlara düşmez olanca varlığınca hiç bir mühür, ama gölgesi düşer, ama maddesinden parçaları. Ne gam, en kötü bakış açısıyla bile, yine de kişisel tarihlerin, toplumsal tarihlerin içinde, tümüyle olmasa da, az ya da çok, yine de varlığından barındırır. Bu anlamda yazılara/mühürlere, yarınların yapı taşları,kilometre taşları da diyebiliriz elbet. Öyleyse yanılmayı hesaba katarak, hatta elde bir kabul ederek, mühürlere devam.

Bülten aracılığıyla öğreniyoruz ki, site forumlarının en çok okunan sorularından biri olmuş "ne kadar özgürüz" sorusu. "Akıl" yolu ile özgürüz diye mühürlemişim kendi payıma geçmişte. Sevgili Ege ile azıcık çatışmışız da özde ayrılmaksızın kafa yorarken. Devam edelim mi sevgili Ege, buralarda mısınız?

Aynaları futursuzca selamlayabilmek ve bir de teatral bir yaşam sergileyip sergilemediğimizi anlayabilmek adına, kulislere dikkat etmek... Geçmiş yazılarda özgürlüğün ayırıcı elemanları olarak -nasıl da inatçı ve ısrarlı imişim- verdiğim bu örneklemelere, onları es geçmeden, bugün bir yenisini daha eklemek istiyorum. Öncekileri de açabileceğine, onlara ufuk kazandırabileceğine inanarak: Korkmamak.

Ne kadar özgürüz?

1-Aynalarımızla yüzleşebildiğimiz (aynaları kişiselleştirmekte fayda var, sayısız çoklukta sonradan üretilmiş insani doğrunun birbiriyle çarpıştığı yeryüzünde-,

2-Kulislerden kaçındığımız (bütünlüğümüzü parçalamadığımız)ve

3-"Korkmadığımız" müddetçe,

özgürüz, diyorum.

Son elemanı nasıl atladığıma, farketmediğime, hayretle bakıyorum bugün. Korkmanın (ama kaybetmekten, ama yaşamaktan, ama ölümden, ama seçmekten, ama kararlardan, kendimizden,başkalarından, güneşten,böcekten vs vs) korkmanın, insanı başlıbaşına özgürlüksüz ve nefessiz bırakabildiğini nasıl görmezden gelebildiğimize...

Korkunun bizatihi kendisinin nasıl bir hapishane olduğu gerçeğini, nasıl olmuş da es geçebilmişiz.

Korkudan arınarak yaşamak , göze almakla başlıyor. Korkmak, başlı başına kaybetmekle eşdeğer. Korkmayan insan (ki tümel bir korkusuzluk bir insanoğlu için elbette ütopya, hani mümkün olduğuncası sözünü ettiğim) ortaya azımsanamayacak bir özgürlük formu koyabiliyor.

Elbette özgürlük, ille de = mutluluk ya da kayıpsızlık anlamı barındırmıyor. Ama aksi, ille de mutsuzluk ve kayıp neticesi doğuruyor. İlle de. Bence elbette.

Sevgili Ege, Seneca' dan örnekleyerek, son satırlarında, yaşama özgürlüğü ve ölüm özgürlüğü arasında bir paradigmaya işaret etmiş. Bu karşıtlığa da, kendi inançları için ölümü yani yaşama özgürlüksüzlüğünü seçmek zorunda kalmayı örnek olarak göstermiş.Çelişki var demiş. Bence çelişki yok. Kendi inanç sisteminin kurucusu ve korumacı bir savunucusu olup da , bu uğurda ölmeyi seçebilen insan, yine özgürce bir seçmede bulunmuştur. İnançlarından caymak zorunda bırakılarak yaşanan veya yaşatılan bir yaşam da, ölmekle eşdeğer değil midir?

Bir mühür
(Elbet, ama legal ama illegal fekke mahkum:-)

Selamlarımla

Şehper Ferda DEMİREL