Mesajı Okuyun
Old 31-03-2009, 18:46   #2
Av.Mehmet_Ali

 
Varsayılan

YARGITAY
21. Hukuk Dairesi.
26.2.2004 T.
E: 2003/10427, K: 1637
Özet: Davacı eş ile davalı diğer eşi karı koca iken boşanmış olmalarına rağmen aynı evde birlikte oturmaya devam etmelerinin, boşanmanın «muvazaalı» (alacaklılardan mal kaçırma amacına yönelik) olduğunu göstereceği, muvazaalı boşanmanın alacaklının takip hukukundan kaynaklanan haklarını etkilemeyeceği, bu durumunda İİK. 97/a uyarınca «mülkiyet karinesi» borçlu yararına olacağından, haciz yapılan yerde bulunan taşınırların borçluya ait sayılacağı- Uyuşmazlık; alacaklının İİK'nun 99. maddesine dayalı olarak açtığı, 3. kişinin istihkak iddiasının reddine ilişkindir.
Davalı 3. kişi; 15.8.2001 tarihinde yapılan haciz sırasında; «borçlu eşi Rüştü Sinan Sırt'tan boşandığını ve ev eşyalarının kendisine ait olduğunu» beyan ederek; istihkak iddiasında bulunmuştur.
Boşanma 23.10.1992 tarihinde anlaşmalı olarak yapılmış; boşanmadan yaklaşık 5 yıl sonra 5.12.1997 tarihinde düzenlenen bonoda borçlu haciz adresini adres olarak göstermiş, ödeme emri 15.9.2001 tarihinde aynı adreste bizzat borçluya tebliğ edilmiştir. Haczin yapıldığı apartman yöneticisi ve görevlisi tanık olarak verdikleri ifadelerde «borçlu ve davacının birlikte oturduklarını» beyan etmişlerdir. Tüm bu maddi ve hukuki olgular karşısında; boşanmanın alacaklılardan mal kaçırma amacına yönelik muvazaalı olduğunun kabulü gerekir. Öte yandan; davalı tarafından mahkemeye delil olarak sunulan 23.5.2001 tarihli kira sözleşmesine göre; dava konusu ev eşyalarının ev sahibi Binnaz Kum'a ait olduğu; davalı 3. kişi tarafından kiralandığı, davalının ileri sürdüğü mülkiyet hakkının kendisine değil; kiralayan şahsa ait olduğu belirtilmektedir. Bu nedenlerle; davacı alacaklının davasının kabulü gerekirken aksi düşüncelerle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 21. H D. 2.3.2004 T. E: 2003/11012, K: 1860 II- Dava konusu ev eşyalarının 4.6.2002 tarihinde davalı 3. kişi ve borçlunun anlaşmalı boşanmaya rağmen birlikte oturdukları evde haczedildiği, İİK'nun 8. maddesi uyarınca aksi sabit oluncaya kadar geçerli haciz tutanağı içeriğinden açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim, haciz yapılan dairenin bulunduğu apartmanın güvenlik görevlisi ve temizlik işçisi borçlunun yarım saat önce işe gittiğini beyan ederek, oturduğu dairesini göstermişler ve haciz tutanağını da imzalamışlardır. Her ne kadar anılan bu kişiler, duruşmada davalı 3. kişi ile borçlunun ayrı yaşadığını beyan etmişlerse de mahkemece, tanıkların beyanları arasındaki çelişki giderilmemiştir. Öte yandan, haciz mahallinde, 7.6.2002 tarihli düğüne ilişkin borçlu ve eşine hitaben yazılmış davetiye bulunmuş ve hacizden sonra kapı çıkışında borçlu adına çıkarılan Haziran ayı aidat listesi görülmüştür. Bunların dışında, S. İletişim A.Ş.'nin cevabi yazısında, borçlunun boşanma ilamının kesinleşmesinden sonra 26.11.2000 tarihinde üye olduğu ve ikametgah adresi olarak da haciz adresini bildirdiği belirtilmiştir. Ayrıca, haciz yapılan dairenin 2000-2002 yıllarına ilişkin bazı aidat ve su bedellerinin borçlu tarafından Finansbank'ta bulunan apartman yönetimine ait hesaba yatırıldığı, söz konusu bankanın gönderdiği dekont ve ekstrelerde görülmektedir. Boşanmış olmalarına karşın birlikte yaşamaya devam eden eşlerin boşanmaları danışıklı sayılır ve alacaklının haklarını etkilemez. Bu halde, İİK'nun 97/a maddesinde öngörülen mülkiyet karinesi borçlu dolayısıyla alacaklı yararına olup, yasal karinenin aksini ispat yükü istihkak iddiasında bulunan 3. kişiye aittir.
İcra müdürlüğünce İİK'nun 96 ve 97. maddelerine göre işlem yapılması gerekirken, hatalı işlem sonucu alacaklının İİK'nun 99. maddesine göre dava açmak zorunda bırakılmış olması ispat külfetinin yer değiştirmesine neden olmaz. Diğer bir anlatımla, haczedilen eşyaların mülkiyetinin kendisine ait olduğunu ileri süren 3. kişinin bu iddiasını doğrulayacak kanıtları göstermesi gerekir. Davalı 3. kişi tarafından ibraz edilen iki adet faturadan bir tanesinde yer alan eşyaların ayırt edici özellikleri yazılı olmadığı gibi, diğer fatura da haciz tarihine yakın bir tarihi taşımaktadır. Kaldı ki, faturalar istenilen kişi adına düzenlenmesi her zaman mümkün olan belgelerden olup, başka güçlü delillerle desteklenmedikçe yasal karinenin aksini kanıtlamaya yeterli olmayacağı Dairemizin ve Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatları gereğidir. Diğer taraftan, dinlenen davacı tanıklarının anlatımları inandırıcı ve hükme dayanak alınacak nitelikte olmadığından yasal karinenin aksini ispata yeterli değildir. Hal böyle olunca, davanın kabulü gerekirken yanlış değerlendirme sonucu reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.