Mesajı Okuyun
Old 23-03-2007, 07:44   #1
Av. Hulusi Metin

 
Varsayılan Yargı bağımsızlığına darbe - Yorumsuz

Yargı Bağımsızlığına Darbe
Siyasal iktidar, demokrasinin onsuz olmaz kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı biçimde, kendisine bağımlı bir yargı istemektedir. Bağımlılık, yargıyı kaçınılmaz olarak siyasallaştırır. Siyasallaşma, devletin temeli olan adaletin çökmesi demektir. Yargı, yetkisini Türk milleti adına kullanmaktadır. Bugüne değin sessiz kalan yargı organlarının, yürekten kutlayıp desteklediğimiz Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun seçilmiş üyelerinin onurlu direnmelerinin yanında yer almaları, milletimizin de adalet ve yargı bağımsızlığına sahip çıkması açıklanan kötü niyetleri, zihniyeti etkisiz kılmaya yeterlidir.

Sabih KANADOĞLU Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı

Kamuoyunun, Sayın Adalet Bakanı'na ve müsteşarına bir teşekkürü olmalıdır. Hiçbir söz veya eylem, onların, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun toplanarak Yargıtay ve Danıştay'ın boş bulunan üyeliklerine seçim yapmasını engellemeleri kadar çarpıcı ve etkileyici olamazdı. Türkiye'de yargı bağımsızlığının düşürüldüğü durumu, bu kadar açık ve net bir biçimde kamuoyunun dikkatine sunamazdı.
Anayasanın 159/1 maddesine göre "Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar" . 2461 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Yasası'nın 3. maddesi uyarınca da "Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bağımsızdır."
Oysa, her iki yasanın izleyen fıkra ve maddeleri "bağımsızlık" ilkesini ortadan kaldıracak hükümlerle doludur.
Anayasaya göre adli ve idari yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme yüksek kurulun görevindedir. Ancak, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasası'na göre, adaylığa kabul, Adalet Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Anayasanın 140/6 maddesine göre, hâkimler ve savcılar, idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığı'na bağlıdırlar. Yine anayasanın 144'üncü maddesi uyarınca hâkim ve savcıların denetimi, haklarındaki inceleme ve soruşturma Adalet Bakanlığı'nın izniyle adalet müfettişleri tarafından yapılır ve adalet müfettişleri, Adalet Bakanı tarafından göreve atanırlar ve yine onun iradesiyle başka bir göreve gönderilirler. Ve en önemlisi, tüm siyasi partilerin muhalefette dile getirdikleri ve iktidar olduklarında umursamadıkları, Adalet Bakanı'nın, yüksek kurulun başkanı (2992 sayılı Adalet Bakanlığı Teşkilat Yasası uyarınca), onun emri altındaki müsteşarının ise kurulun doğal üyesi olmasıdır. Yargı bağımsızlığı yönünden sakıncalı görülen anayasanın 159/2 maddesinde yer alan bu hüküm, 2461 sayılı yasanın 10'uncu maddesiyle adeta pekiştirilmiştir. Maddeye göre Adalet Bakanı'nın yokluğunda, yüksek kurul, başkanvekilinin daveti üzerine toplanabilir. Ancak, müsteşar bulunmadığı zaman kendisine vekâlet etmekte olan kurula katılır. Müsteşar, görevde olduğu halde kurula katılmazsa, kurulun toplanma olanağı yoktur. İşte 20 Mart 2007 günü görevde olan müsteşar, kurula katılmamış ve kurul toplanamamıştır. Aynı durum 22 Mart 2007 tarihinde de tekrarlanmıştır. Müsteşarın katılmama nedeni araştırıldığında, ortaya çıkan gerçek, yargı bağımsızlığının ne kadar sözde kaldığının ve siyasal iktidar tarafından özümsenmediğinin ve önemsenmediğinin acı kanıtıdır.
Adalet Bakanı yasalara uymadı
2797 sayılı Yargıtay Yasası'nın 29/3 maddesine göre, boşalan üyeliklerin sayısı 10'u, 2575 sayılı Danıştay Yasası'nın 9/3-4 maddesine göre ise 4'ü bulması halinde, her iki yüksek kurumun başkanları, durumu aynı zamanda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı olan Adalet Bakanlığı'na bildirirler. HSYK en geç iki ay içinde boşalan üyeliklere seçim yapmak zorundadır. Boşalmaların yeterli sayıya ulaşmasından itibaren bu iki yüksek mahkemenin başkanları, birçok kez gerekli başvuruları yapmalarına rağmen, HSYK'nin başkanı olan Adalet Bakanı seçimleri gündeme almadı ve yasaların açık hükmüne uymadı.
Öncelikle, vurgulanmalıdır ki bağımsız olduğu gerek anayasada ve gerekse özel yasasında belirtilen HSYK, kendi gündemine egemen değildir. Gündemi siyasal iktidar temsilcisinin elinde olan bir kurulun bağımsız olduğu nasıl ileri sürülebilir? Bu saptama, aynı zamanda HSYK'de siyasal iktidarı temsil eden 2'nin, yüksek yargının seçilmiş 5'inden daha etkili olduğunun açık kanıtıdır.
Olayın gelişme sürecinde, bakanın katılmadığı 13.3.2007 günlü toplantıda, yerine yedek üyenin katılımıyla toplanan yüksek kurul, gündem belirleme yetkisini elde eden başkanvekilinin önerisini müsteşarın karşıoyuyla kabul ederek 20 Mart 2007 günü üye seçimlerinin yapılmasını kararlaştırdı. (Bu karar kuşkusuz, karşıoy kullanan müsteşarı da bağlamaktadır). 19 Mart günü saat 17.00'de bakan, yüksek kurul üyelerine bir yazı göndererek "seçim için gündem belirlenmesinin yönetmeliğin vasfına ve ruhuna aykırılık teşkil ettiğini" ileri sürdü. Kendisi yurtdışında olmasına rağmen verdiği talimata uygun biçimde hareket eden müsteşar görevde olduğu halde toplantıya katılmadı ve kurul toplanamadı.
Yüksek kurulun, seçimle göreve gelen 5 asıl ve 5 yedek olmak üzere 10 üyesi adına konuşan Başkanvekili Mahmut Acar, gerçeği yansıtan bir saptamayla, "Bu durum, sadece yargı bağımsızlığına karşı bir duruş, yüksek kurulun faaliyetlerini engelleme, yargıya müdahale niteliği arz etmektedir" açıklamasını yaptı.
Sayın Acar'ın saptaması bütünüyle doğrudur. Yapılan, yargı bağımsızlığına yönelmiş kaba bir saldırıdır. Bakanından aldığı talimatla ve azmettirmesiyle bir müsteşarın anayasal görevini bilerek ve isteyerek yerine getirmemesidir. Eylemi, savsaklamanın ötesinde kurulu çalıştırmamak ve üye seçimini önlemek kastına yöneldiğinden, görevi kötüye kullanmaktır.
Şu anda Yargıtay'da 23, Danıştay'da 6 üyelik boş bulunmaktadır. Her iki yargı organının iş yükü gözetildiğinde, bu boşlukların davaların sonuçlanmasını önleyici bir etken olduğu açıktır. Dava taraflarının, ortaya çıkan ve giderek artacak olan uzamalardan zarar göreceği kuşkusuzdur. Ceza davalarını bekleyen zamanaşımı tehlikesi ayrı bir endişe konusudur.
O halde, siyasal iktidarın suç işleme pahasına, yargı bağımsızlığına karşı durarak, yargıya müdahale etmekteki pervasızlığının nedenini araştırmak gerekir.
Danıştay üyeliklerine seçim yapılamamasına, sözde de olsa herhangi bir gerekçe gösterilmemiştir. Yargıtay üyelikleri için göstermelik gerekçe, TBMM gündeminde olan "Yargıtay Yasasında Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Tasarısı'dır" . 01.6.2007'de faaliyete geçmesi kararlaştırılan bölge adliye mahkemelerine, görevlerinin yüzde yetmiş beşini devredecek olan Yargıtay'ın üye sayısı, bu tasarıyla 150'ye indirilmekle, yeni üye seçimine gerek görülmemektedir.
Üniter yapımıza uygunluğu tartışmalı, bölgelere göre hukuk uygulamasını beraberinde taşıyan, davaların daha da uzamasına ve masraflı olmasına yol açabilecek, Adalet Bakanlığı'nın denetimi altında bu denetim organının; önemli temel yasaların, hazırlıksız, yeterli tartışması yapılmadan peşi sıra yürürl0areketle, Yargıtay üyelerini 150'ye indirme çabaları, öncelikle bireylere ve yargıya büyük zarar verecektir. Yargıtay'ın büyük dosya birikimi ve elindeki dosyaları, (bölge adliye mahkemeleri hangi tarihte kurulursa kurulsun), sonuçlandırmak zorunluluğu vardır. Bu nedenle, boşalan üyelik seçimlerinin bir an önce yapılması gereklidir.
Gerçekte, bu durum siyasal iktidar temsilcileri tarafından da bilinmektedir. Amaçlanan kadrolaşma sonucunun alınamayacağı kuşku ve korkusu, seçimin önlenmesi darbesini yaratmıştır. Yüksek kurulun seçilmiş üyeleri, yargı bağımsızlığını koruma sorumluluğu altında, kararlı tutumlarını sürdüreceklerini, 22 Mart 2007 tarihinde aynı gündemle toplanacaklarını ve gelmemesi halinde müsteşar hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıklamışlardır.
Suç duyurusunun disiplin ve cezai sonuçları nelerdir?
Müsteşarın eylemi, HSYK tarafından da benimsenen, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına yönelik hükümler içeren Birleşmiş Milletler (BM) Bangalor Yargı Etiği kurallarına açıkça aykırıdır. Öncelikle bir disiplin suçudur. Müsteşar 2802 sayılı yasanın 98. maddesi uyarınca disiplin cezası bakımından Yargıtay üyeleri hakkındaki hükümlere tabidir. Bu konuda görevli olan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'dur. Yargıtay Yasası'nın 19'uncu maddesinde öngörülen görev icaplarına uymayan davranışı, her ne biçimde olursa olsun haber alan Yargıtay Birinci Başkanı, gerekli soruşturma işlemini yapmak üzere durumu birinci başkanlık kuruluna bildirir. Deliller yeterli görüldüğünde dosya, yüksek disiplin kuruluna gönderilir. Eylem sabit görülürse, ağırlığına göre "uyarma" veya "görevden çekilmeye davet" işlemleri nden biri uygulanır.
Eylem aynı zamanda, keyfi davranarak görevi kötüye kullanma suçunu oluşturmaktadır. Soruşturma yine Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'nca yapılacak, yetkili ve görevli mahkemede yargılanacaktır. Azmettirenin siyasi ve cezai sorumluluğu ayrı bir konudur.
Kendi ifadelerine göre, "yargı, yargıya bırakılamaz" zihniyetindeki bu siyasal iktidarın baskısı, zaten hırpalanmış ve törpülenmiş yargı bağımsızlığı için bugün bir tehdit haline gelmiştir. Bu zihniyet aynı zamanda pervasızdır. Avrupa Birliği'nin istekleri doğrultusunda, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konularında meslek yararlarını sağlamak amacıyla hâkim ve savcıların birlik kurmaları önündeki yasal engeller kaldırılmış, ancak kurulan birliğin "YARSAV" amacı doğrultusundaki çalışmalarının verdiği rahatsızlıkla TBMM ne, "Türkiye Hâkimler ve Savcılar Birliği Yasa Tasarısı" sevk edilmiştir. Tasarı yasalaştığında "YARSAV'ın" tüzelkişiliği sona erecektir. Bu tasarı uyarınca kurulacak birliğin, Adalet Bakanlığı'nın vesayetinde olacağı da kuşkusuzudur. Yasayla dernek kapatma hangi çağdaş demokraside vardır.
Siyasal iktidar, demokrasinin onsuz olmaz kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı biçimde, kendisine bağımlı bir yargı istemektedir. Bağımlılık, yargıyı kaçınılmaz olarak siyasallaştırır. Siyasallaşma, devletin temeli olan adaletin çökmesi demektir. Yargı, yetkisini Türk milleti adına kullanmaktadır. Bugüne değin sessiz kalan yargı organlarının, yürekten kutlayıp desteklediğimiz Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun seçilmiş üyelerinin onurlu direnmelerinin yanında yer almaları, milletimizin de adalet ve yargı bağımsızlığına sahip çıkması açıklanan kötü niyetleri, zihniyeti etkisiz kılmaya yeterlidir. (Cumhuriyet, 23.03.2007, s.2 ve 8)