Mesajı Okuyun
Old 30-09-2013, 19:36   #14
ticaretsicili

 
Varsayılan İdare mahkemesi görev red kararı başvuru süresi on gündür

YARGITAY 10. Hukuk Dairesi E:2010/11494 K:2010/14365 T:26.10.2010

Hak Düşürücü Süre
Görevli Mahkeme
Yargı Yolu Uyuşmazlığı
Hakimin Hukuk Yaratması

Özet
Hatalı yargı yoluna gidilmesi sonucu görevsizlik kararı ile sonuçlanan davanın ne şekilde ve hangi sürede adli yargıda ikame edileceği konusunda HUMK'da bir düzenleme bulunmamaktadır. Yasanın düzenleme öngörmediği bir uyuşmazlığın çözümsüz bırakılması düşünülemeyeceğinden, hakim Medeni Kanun 'un 1. maddesine göre kanun koyucu gibi hareket ederek boşluğu dolduracaktır. Bu yöndeki en önemli araç olan kıyas, adaletin gereği olan eşitlik ilkesi, benzer olana benzer davranma ilkesinin de gereğidir. Anılan açıklamalar doğrultusunda, adli yargıdaki göreve ilişkin uyuşmazlıklarda uygulanan HUMK 193. madde hükmünün somut olaya kıyasen uygulanması gerekir.
Dava, görevsiz idari yargı yerinde, görevli adli yargı düzeni için öngörülen hak düşürücü süre içinde açılmış, idari yargı yeri tarafından verilen görevsizlik kararı kesinleşmiş ve takip eden 10 gün içinde görevli adli yargı yerinde aynı nitelikte dava açılmışsa, açılan bu davanın hak düşürücü süre içinde açıldığının kabulü gerekir.

4721 s. Yasa m. 1
506 s. Yasa m. 80
6183 s. Yasa m. 58,79
2577 s. Yasa m. 3,9,14,15
1602 s. Yasa m. 41
1086 s. Yasa m. 7,193

Tüzel kişiliği 5747 sayılı Yasa ile kaldırılarak tüm hak, alacak ve borçları ile davacı Belediye'ye katılan T... Belediye Başkanlığı'nın prim, işsizlik sigortası primi, eğitime katkı payı, özel işlem vergisi, damga vergisi borçlarının bulunduğu gerekçesiyle davacı Belediye'ye tebliğ edilen 10 adet 1.667.407,20 TL bedelli ödeme emirlerinin iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle mahkemece, "davalı tarafından davacı aleyhine 2009/64216, 64217, 64218, 64219, 64220 sayılı dosyaları ile prim, işsizlik sigortası primi, eğitime katkı payı ve özel işlem vergisi borçları nedeniyle 1.607.860,21 TL tutarında icra takibine geçildiği, ödeme emirlerinin davacıya 15.02.2010 tarihinde tebliğ edildiği, davacının 7 günlük dava açma süresini geçirerek 09.04.2010 tarihinde ödeme emirlerinin iptalini talep ettiği, İstanbul Yedinci İdare Mahkemesi'nde 22.02.2010 tarihinde dava açıldığının temyiz dilekçesi ile belirtildiği, İdare Mahkemesine dava açmanın ödeme emirlerinin iptali davasında süreyi kesmeyeceği, kaldı ki söz konusu kararın davacının temyiz dilekçesinde de belirttiği üzere kendisine 12.03.2010 tarihinde tebliğ edildiği, bu tarihten itibaren de dava açma süresinin geçtiği..." gerekçesiyle, davanın süre yönünden reddine ilişkin hükmün süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davacı avukatınca istenilmesi üzerine, tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1- Mahkemece, yargılama sürecinde ileri sürülen maddi ve hukuki olgular üzerinde durularak, davanın yasal hak düşürücü sürede açılıp açılmadığının denetimi konusunda gerekli inceleme yapılmadığı gibi; usulen olanak bulunmadığı halde, karar gerekçesi, tahkikat bitirilip, kararın verilmesinden sonra dosyaya sunulan temyiz dilekçesindeki itirazların değerlendirilmesine dayanılarak oluşturulmuştur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun, 27.02.2008 T., 2008/21-140 E., 2008/205 K. sayılı ilamında, "Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'da ödeme emrinin iptaline ilişkin davanın içeriğinin belirlenmesi; adli yargıda açılması gereken bir davanın (yanlış yargı yoluna başvurularak) idari yargıda açılmış olmasının hak düşürücü süreye etkisi noktalarında toplanmaktadır.
I- 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 80. maddesi; prim borçlarından dolayı tüzel kişilerin üst düzey yönetici ve yetkililerinin Kuruma karşı işverenleriyle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumluluklarını düzenlemiş, 3917 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile yapılan düzenleme sonrasında ise, Kurum alacaklarının takibinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
Davan ın yasal dayanağını oluşturan 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesi, Kurum alacakları yönünden tebliğ edilen ödeme emrine karşı dava açma hakkını 7 gün ile sınırlandırmıştır. İtiraz davası için öngörülen 7 günlük sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 10.04.2001 gün ve 2002/21-201-297; 24.03.2004 gün ve 2004/10164-170 sayılı Kararlan).
Ödeme emrinin iptaline yönelik dava "menfi tespit" niteliğinde olup, maddede belirtilen; "böyle bir borcu olmadığı", "kısmen ödendiği" veya "zamanaşımına uğradığı" yönündeki iddialar dışında yeni ve ayrı bir itiraz nedeni ileri sürülemeyecektir. İcra ve İflas Kanunu'nun 72. maddesine koşut bir düzenlemeye 6183 sayılı Kanun'da yer verilmemiş olması karşısında, 7 günlük hak düşürücü süreyi geçiren borçlunun, aynı konuda yeni bir menfi tespit davası açma olanağı bulunmamaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 03.10.2007 gün ve 2007/21-623-717; 26.04.2006 gün ve 2006/21-198-249 sayılı Kararları).
" Üçüncü Şahıslardaki Menkul Malların, Alacak ve Hakların Haczi"ni düzenleyen 6183 sayılı Kanun'un 5479 sayılı Kanun ile değişik 79. maddesi sadece üçüncü şahıslar yönünden menfi tespit davasına yer vermiş, bu olanak kamu alacağı borçluları yönünden tanınmamıştır.
Yukar ıda açıklanan maddi ve yasal olgular dikkate alındığında; ödeme emrinin iptaline yönelik eldeki davanın hak düşürücü sürede olup olmadığının öncelikle belirlenmesi, süre aşımının saptanması halinde davanın anılan nedenle reddine karar verilmesi, aksi durumda ise; 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesinde belirtilen sınırlı itiraz nedenleri dikkate alınarak yapılacak inceleme ve değerlendirme sonucunda karar verilmesi gerekir.
II- Yargı yolu yanlışlığının hak düşürücü süreye etkisi konusunda yapılan değerlendirmede ise aşağıdaki sonuca ulaşılmıştır:
Dava hakkı, birçok uyuşmazlıkta belirli bir süreyle sınırlandırılmıştır.
Zamanın haklar üzerinde iki tür etkisi bulunmaktadır. Bunlardan ilki hakkı düşüren, diğeri ise hakkı engelleyen etkilerdir. İlkinde, belli bir zamanın geçmesiyle hak ortadan kalkar. Diğerinde ise, hak düşmez; ancak hak sahibinin bunu ileri sürmesi halinde, hak engellenebilir.
Dava a çılmasının maddi ve usul hukuku bakımından birtakım sonuçları bulunmaktadır. Davanın açılması ile dava konusu alacak veya hak için söz konusu olan zamanaşımı kesilirken, hak düşürücü süreler de korunmuş olacaktır.
Davacı vekilince, idare mahkemesinde açılan davanın yapılan yargılaması sonucunda; "davanın, prim borcundan kaynaklanan kurum alacağının 6183 sayılı Yasa uyarınca ödeme emri gönderilmek suretiyle tahsili yoluna gidilmesi üzerine açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, ödeme emrine karşı açılan davanın, yürürlükteki mevzuata göre adli yargı yerinde görülmesi gerektiği; bu itibarla, iş mahkemelerinin görevine giren uyuşmazlığın idare mahkemesince esastan incelenerek sonuçlandırılmasına hukuken olanak bulunmadığı" gerekçesiyle; "2577 sayılı Kanun'un 15/1-a maddesi uyarınca davanın görev yönünden reddine, kararın tebliğini izleyen 30 gün içinde Danıştay'a temyiz yolu açık olmak üzere..." karar verilmesi üzerine, bu kez görevli iş mahkemesinde eldeki dava açılmış, yerel mahkemece yapılan yargılama sonucunda esastan karara bağlanmıştır.
Özel Daire'ce; hatalı (idari) yargı yoluna başvurulması halinde, hukuk mahkemesinde dava için öngörülen hak düşürücü sürenin korunmayacağı belirtilerek bozma kararı verilmiştir.
Bir uyu şmazlığın hangi yargı düzeni içerisindeki mahkemelerde çözümlenmesi gerektiği hususu kimi kez yanılgılara yol açabilmektedir. Bu nedenle, diğer yargı yollarına ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenerek, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda bir düzenleme boşluğu olup olmadığının belirlenmesi sorunun çözümünde önem taşımaktadır.
a) İdari yargının görev alanına giren davalarda:
İdari nitelikteki bir davanın hukuk mahkemesine açılması halinde izlenecek sürece ilişkin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) ile 2577 sayılı idari Yargılama Usul Kanunu (IYUK)'nda birbirini tamamlayan düzenlemeler bulunmaktadır.
Davalı idare, hatalı yargı yolu nedeniyle yargılamanın bitimine kadar yargı yolu itirazında bulunabilir. HUMK m. 7, yargı yolu itirazı halinde verilecek kararı "görevsizlik kararı" olarak nitelendirmiş olup, burada ifade edilen görevsizlik kararı yargı yolunu değiştirici niteliktedir.
2577 say ılı İYUK 3 ve devamı maddeler dikkate alındığında; hukuk mahkemesince ayrıca, idari yargı düzenindeki hangi mahkemenin görevli olduğuna ve dava dosyasının o mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi ise mümkün değildir. Anılan maddelerde bir idari davanın nasıl açılacağı belirtilmiş olup, bu yönteme uyulması zorunludur. Bir davanın idari nitelikte olduğunun anlaşılması üzerine dosyanın idare mahkemesine gönderilmesine karar verilmekle, başlangıçta adli yargı yerine açılmış olan davanın idari yargı yerine açılması sağlanamaz.
İdari eylem ve işlemlere karşı açılacak davalar hak düşürücü süreye bağlanmıştır. İYUK'daki düzenlemelere bakıldığında; davanın süresinde açılmamasının yaptırımı, usul yönünden "reddine" karar verilmesidir (2577 sayılı İYUK m. 14/3-e, 15/1-b).
Ne var ki, "G örevli Olmayan Yerlere Başvurma" başlıklı 9. madde hükmü ile; "Çözümlenmesi Danıştay'ın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştay'a, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir."
Anılan düzenleme; Danıştay'ın, idare mahkemelerinin veya vergi mahkemelerinin görevine giren bir davanın, genel idari yargı düzeni dışındaki bir mahkemede açılması durumunda, mahkemece verilecek görevsizlik kararı üzerine genel idari yargıda açılacak davada, davanın süre aşımı nedeniyle reddinin önlenebilmesi için 30 günlük ek süre tanınmıştır. Hukuk mahkemesinin görevsizlik kararı üzerine yapılacak işlemler İYUK m. 9'da düzenlendiğinden, HUMK m. 193 hükmü burada uygulanmayacaktır.
b) Askeri yargının (Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin) görev alanına giren davalarda:
Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren, kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gün olarak belirtilmiştir.
İYUK'da olduğu gibi, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun "Görevli Olmayan Yerlere Başvurma" başlıklı 41. maddesinde de; "Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevine giren uyuşmazlıklarda, askeri, idari ve adli yargı mercilerine açılan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların ve bunlara karşı kanun yolları varsa süresi içinde olmak şartıyla bu yollara başvurulması üzerine, verilen kararların tebliği tarihinden itibaren otuz gün içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine dava açılabilir. Bu mercilere başvurma tarihi Askeri Yüksek İdare Mahkemesine müracaat tarihi olarak kabul edilir." hükmü yer almaktadır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Genel Kurulu'nun 02.06.2006 gün ve 2006/1 Esas, 2006/1 Karar sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında; 41. maddede belirtilen sürenin AYİM'in görevine giren uyuşmazlıklarda askeri, idari ve adli yargı mercilerine açılan davalarda verilen görevsizlik kararlarının kesinleşmesinden itibaren başlayacağı karara bağlanmıştır.
c) Adli yargının görev alanına giren davalarda:
Bir hukuk davasının idari yargıda açılması halinde, re'sen ya da yargı yolu itirazı üzerine, davanın her safhasında (görevsizlik nedeniyle) dava dilekçesinin reddine karar verilebilir (İYUK m. 14/3-a, 15/1-a).
İdari yargıya mensup bir diğer mahkemenin görevli olması hali dışında, dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi durumunda, davanın belli bir hukuk mahkemesine gönderilmesine karar verilemeyeceği maddede açıkça ifade edilmiştir (İYUK m. 15/1-a).
İdare mahkemesinin görevsizlik kararı üzerine yapılması gereken işlemler önem taşımaktadır. Hatalı yargı yolunda (idari yargıda) görevsizlik kararı ile sonuçlanan davanın ne şekilde ve hangi sürede adli yargıda (hukuk mahkemesinde) ikame edileceği konusunda HUMK'da bir düzenleme bulunmamaktadır. Ortada bir hukuki düzenleme eksikliğinin mi (kanun boşluğu),yoksa yasa koyucunun bilinçli bir susmasının mı bulunduğunun belirlenmesi önem taşımaktadır.
Kanun boşluğu; en yalın anlatımıyla, sorunun çözümüne katkı sağlayacak bir kuralın bulunmaması, yürürlükte olan hukuk düzeni dikkate alındığında, pozitif hukukun sınırları içerisinde sorunu çözecek bir düzenleme eksikliği şeklinde ifade edilebilir. Düzenleme yapılmamış olması her zaman kanun boşluğu anlamına gelmeyebilir. Bir sorun hukuk dışı alanda düzenlenmiş ya da bilerek, isteyerek susma yoluyla yasa koyucu tarafından bilinçli olarak düzenlenmemiş de olabilir. Ne var ki, hukuk düzeninin bir kuralın varlığını gerektirmesine karşın, kanun dışında örf-adet hukuku da bunu düzenlememiş ise bir kanun boşluğundan söz edilmelidir.
Hukukun g örevi toplumsal yaşamı düzenlemek ve ilişkilerden doğacak sorunları gidermektir. Yasanın bir düzenleme öngörmediği davranış biçiminin çözümsüz bırakılması düşünülemez. İdari ve askeri yargıda özel kurallar çerçevesinde düzenlenen, hak arama özgürlüğü kapsamında önemli bulunan bu yöne HUMK hükümleri arasında yer verilmemiş olmasında, kanun koyucunun bilinçli susması, olumsuz düzenleme yapmak istemesi şeklindeki düşünceyi haklı gösterecek bir gerekçeye rastlanılamamıştır. Bu durumda, ortada bir kanun boşluğu bulunduğunun kabulü ile sorunun çözümlenmesi yasanın amacına uygun düşecektir.
Hakimin, hukuk yaratma alan ına girebilmesi için, çözümü gereken olaya uygulanabilir kanun hükmü veya örf ve adet kuralının bulunmaması aranır. Hakim, kanun boşluğunu doldururken takip edeceği yol; Medeni Kanun'un 1. maddesinde açıklandığı üzere kanun koyucu gibi hareket etmekten ibarettir. Bu aşamada hakim, kanun koyucunun yapacağı gibi, tarafların karşılıklı menfaatlerini tespit ederek, bunları adalet süzgecinden geçirip, hayat ihtiyaçlarını karşılayan ve aynı zamanda mevcut hukuk düzeni ve hukuki güvenlikle bağdaşan bir kural bulacaktır.
Bu yönde en önemli araç kıyastır. Boşlukların kıyas yoluyla doldurulması, adaletin bir gereği olan eşitlik ilkesi, benzer olana benzer şekilde davranma ilkesinin de bir gereğidir.
Adli yargı mahkemeleri arasındaki göreve ilişkin uyuşmazlıklarda başvurulan; görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi üzerine, davacının, kararın kesinleşmesi tarihinden itibaren on gün içinde yeniden dilekçe vermesinin gerektiği, aksi takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verileceğine ilişkin HUMK m. 193 hükmünün, somut olaya kıyasen uygulanması gerekir.
Bu durumda, sonradan görevli mahkemede açılan dava, görevsiz mahkemede açılmış olan davanın devamı niteliğinde kabul edilerek, görevsiz mahkemede dava açılması ile kazanılmış haklar saklı tutulmuş olacağından, hak düşürücü süre de, hatalı yargı düzenine bağlı mahkemede davanın açıldığı tarihe göre belirlenecektir.
Sonuç olarak; idari yargı kararını takiben adli yargıda (hukuk mahkemesinde) yeni bir dava açabilmenin koşulları şu şekilde belirlenmelidir:
Davanın görevsiz yargı yerinde açılmış olması;
Görevsiz yargı yerinde açılan davanın, adli yargı düzeni içinde öngörülen hak düşürücü süre içerisinde açılmış olması;
İdari yargı yerince verilen görevsizlik kararının temyiz edilmeyerek ya da temyiz edildiği takdirde onanmak suretiyle kesinleşmiş olması, kesinleşen kararı takiben 10 günlük süre içerisinde görevli adli yargı yerinde yeni bir davanın açılmış olması;
İdari yargıda açılan dava ile adli yargıda açılan davanın aynı nitelikte olması.
Belirtilen bu koşulların varlığı halinde, adli yargıda açılmış dava, hatalı yargı yolunda açılmış davanın devamı niteliğinde bulunacak, hak düşürücü süre de korunmuş olacaktır. Böylece, görevsizliğe ilişkin bir kararın, iş bölümü esasına göre veya yargı yolu bakımından verilmiş olmasının, yargı kollarına göre farklı sonuçlar doğurmasının önüne geçilerek, anayasal nitelikteki hak arama özgürlüğü zedelenmemiş olacaktır.
Yukar ıda belirtilen maddi ve yasal olgular dikkate alındığında; belirtilen koşulların varlığı halinde, açılan davanın süresinde olduğunun kabulü ile yasal dayanağını oluşturan 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesinde belirtilen sınırlı sayılı haller doğrultusunda inceleme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi..." gereği belirtilmiştir.
Davanın yasal sürede açılıp açılmadığının yukarıda belirtilen yöntem çerçevesinde yapılacak irdelemeyle belirlenmesi ve davanın yasal sürede açıldığının belirlenmesi halinde; ödeme emirlerinin birden fazla sayfadan oluşması nedeniyle, hatalı olarak her sayfa sonucundaki miktarın toplamından hareketle ödeme emirlerine konu toplam miktarın yanlış belirlendiği yönü de gözetilerek, davacının itirazlarının 6183 sayılı Yasa'nın 58. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gereği üzerinde durulmayıp, eksik incelemeyle sonuca varılmış olması;
2- 1136 say ılı Avukatlık Kanunu'nun 168. maddesinde, "Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu'nca, Baro Yönetim Kurullarının teklifleri de gözönüne alınmak suretiyle uygulanacak tarife o yılın Ekim ayı sonuna kadar hazırlanarak Adalet Bakanlığı'na gönderilir (Ek cümle: 16.06.2009-5904 S.K./35. mad). Şu kadar ki hazırlanan tarifede; genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalar ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un uygulanmasından doğan her türlü davalar için avukatlık ücreti tutarı maktu olarak belirlenir.
Avukatl ık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır." Düzenlemesi yer almakta olup; açık yasal düzenleme karşısında, 6183 sayılı Yasa'nın uygulanmasından kaynaklanan davada, mahkeme için öngörülen maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gereğinin gözetilmemiş olması; usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 26.10.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.