Mesajı Okuyun
Old 19-12-2002, 02:06   #118
ege

 
Rahatsiz

bir başka sitede yayınlanan (ve yorumlanıp tartışılmaya başlanan) bir gazete alıntısı ekledim aşağıya..
tepki göstermekten kendimi alamadım
yine de
kimin nerden baktığını arada bir gözlemekte fayda var ...stres katsayısını arttırsada..


-------------------------------------------------------
okuyan kadın-kur yapan edebiyat


Kadınlar daha mı çok okuyor? Soru, Mario Vargas Llosa’nın da aynı hipotezi ciddiye alıp sorgulaması ile bir önkabule dönüştü ve kitap fuarları kadın ziyaretçilerin sayısına dikkat kesilmeye çalışan gözlerle doldu. Ne yalan söyleyeyim, stantların önünde kitaplara göz atmaya çalışan kız ve onu “boşver allasen, ben yazsam daha iyisini yazardım” edasıyla caydırmaya çalışan erkek arkadaş figürüne birkaç kez ben de rastladım. Eşinin televizyon izleme ısrarlarına karşı “Çocuklarımıza kitap sevgisi aşılayalım, hadi kitap okuyalım.” şeklinde direnen kadınlar sit–com’larda temsil edilmeden önce de varlardı; hem de aynı yapaylıkla; hadi iletişim kuralım, hadi birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi gösterelim, hadi romantik olalım’cı kreatif dayatmacılıkla.

Kadınların erkeklerden daha çok okuduğu yargısı halen tartışmaya açık; ama kadınlar okuyor, bu doğru. Hatta ‘çok satmak’ gibi bir amacı olan yazarın kadınların gözüne girmek zorunda olduğu, bu zorunluluğun da yazar tarafından çoktaaan fark edildiği gözlerden kaçmayacak bir olgu.

Kitabın kimi marketlerde soğuk içeceklerin yakınında ve çikolata kraker nev’inden gıda mamulatına nazır raflara dizilmesi bir tesadüf değil. Ekonomik ve siyasi çarkların girift ilişki biçimlerinden süzülüp gelen ve teveccüh bekleyen her sunum, imaj ya da ürün gibi kitap da, kadının rızasını almak, onun vizyonuna girmek bu yolda gerekirse özünü eğip bükmek durumunda. Toyota satışlarını artırmak istiyorsa Brad Pitt yeterli, tıraş losyonu reklamlarında bile kadınların onayı, ilgisi ve talebi amaç haline getirilmekte. Erkeklerin sevmediği alışveriş kadınlar için esrik ruhların arındığı bir seremoni gibi. Kitap da bu seremoninin bir parçası, yani, bir okuma eyleminin nesnesi olmazdan önce bir alışveriş hazzı nesnesi... Kadınlara ürün satmanın yolu ya onları aşina oldukları bir kurgunun parçası yapmak ya özledikleri bir düşün ‘mümkün olabileceği’ yanılsamasını yaratmaktan geçiyor. Son nokta: İçlerine sıcak çikolata gibi yayılacak o kilit slogan... Satılan her ne olursa olsun, pozitif enerji kümeleri içinde, yakınlaşma arzusu uyandıracak bir donanımla gelmeli; teknik detayların, istatistik bilgilerin ve diskurların önemi seconder. Bir film ya da kitap söz konusu olduğunda ilk sözü ‘sevdim’ ya da ‘nefret ettim’ olanların çoğu kadındır bu yüzden. Erkek, sonuna kadar okuyamadığı kitap ya da esnemeden seyredemediği film için bile sevdim/ nefret ettim’leri kullanmaz; bunları ilkel bulur, ya da ‘kadınsı’...

İnsanı kadın yapan ontolojik dinamikler; dikkatli ve ince–eleyici gözler, sezgiler ve rafine duyarlılık hayatın çarkına ivme ve anlam kazandırıyor. Ancak bu yaşamsal niteliklerin narin koşullar altında kaşınıp kışkırtıldıkları ve kendilerinden başka bir şeye dönüşebildikleri de vakıa. Bu noktadan geriye, kadın ve kitap ilişkisine döndüğümüzde kitap ve kadın ilişkisinin çapaklarına göz gezdirmek gerekiyor. Arzı harekete geçiren mekanizmaya bir ucundan entegre olabilmiş, kısmen ya da tam bir ekonomik özgürlüğe sahip kadın için kitap, kırmızı gömleğe kırmızı ruj uyumuna destek verecek bir statü ihtimalini temsil ediyor. Satın almanın verdiği haz ise kitabın marka değerinin olup olmadığı ne tür bir iç yolculuk(!) vaat ettiği sorularına eklemleniyor hızla. Ürün etiketi kullanılan malzeme konusunda yeterince bilgi veriyor. Arka kapağın Vakko’nun bir zamanlar ki reklam spotuna benzer (Bana bir kez daha aşık olmanı istiyorum... Sonra bir daha... Sonra bir daha...) tarzda, ‘vurucu cümleler’ taşıması lazım. Bu, kendisini ‘çok satan’ yapacak olan kadınları tavlayacak marka yazar için, ‘çocuk’ oyuncağı...

Kitap okuma eylemi kitabın içeriğinden soyutlanarak yüceltilince gerekçesini kaybediyor insan. Ama ‘lütfen kitap okuyalım’ cıngılını diline dolayan okuyucu kitap okuma eyleminin içeriğini doldurmaya talip değil, dolaşım gücü arttıkça iddiası zayıflayan ve ilgi alanları giderek minimalize olan edebiyat ise kendisini yeterince umursamıyor görünüyor.

Üstelik ‘kadın okuyucu’ söz konusu olduğunda ve kadınların okuma eylemini kitledikleri kitaplara bakıldığında, gizli bir reçete satır aralarından göz kırpıyor: Yüksek Topuklar üzerinde kimi mağrur kimi serçe naifliğinde karar kılmış; ama Yüreğinin Götürdüğü Yere Gitmek için çırpınan kadınlara; ‘kırıklarını aldırmış’ yeni mimikler edinmiş, aşkın ve acısının yeri Kılıç Yarası Gibi hazır kadınlara, Aldatma dahil, her türden sınır ihlali fantezilerini onaylayan Tehlikeli Masallar anlatmak... Onlara kendilerinden bahsetmek; belki iltifatla, belki aşağılayarak, ama ille de kendilerinden bahsetmek, tanındıkları ‘görüldükleri’ ve kim bilir kimlerin rüyalarını süsledikleri yanılsamasını yaratmak, birer Safiye Sultan, Nurbanu Sultan ve daha bilumum sultanlar gibi özel oldukları hissine kapılmalarını sağlamak...

Fazla zorlanmadan içine girilen hikaye, kapağı ‘pıt’ diye açılan ambalajlara benziyor. İzlek bir çocuğun büyüme evrelerinin gözlemleneceği kadar kolay akıyor; olaylar komplike olmayan, küçük yan metinlerle desteklenen basit – basitliği kimi yerde hayranlık uyandırıcı kimi yerde bayağılık sınırlarında– bir kurgu çerçevesinde gelişiyor. Kadınlar adını koyamadıkları duygu durumlarına isim verip ömür biçen, iç alemlerinin falına ve burcuna bakan, bu alemi bir radyonun içini gösterir gibi gösteren yazarları seviyorlar. Radyo açılıyor ve içinden –işe bakın hele– adamlar çıkıyor; vaat edilen iç yolculuklardan hep ‘adamlar’ın çıkması başlı başına bir mesele; tuhaf ve acıklı.

Edebiyat botox’a, Cartier marka saate, Montignac rejimine çelme takıp öne geçiyor, “biricik” olmaya, benzerlerinden farklı ‘görünmeye’ çalışan kadına ‘sen zaten özelsin’ diyerek, kur yapıyor. Kadın okuyucu ise saç boyası reklamında başını oradan buraya savurup kameraya doğru gülümseyen modelle aynı cevabı veriyor bu teveccühe: “... Çünkü ben buna değerim.”

Bunu düş gücü antrenmanları ve hakiki okumalara ısınma turları olarak görmek ve teselli bulmak mümkün. Ama bu battaniyeli sayfaların verdiği rehavet ‘iyi şeyler’ ihtimalini epey azaltmakta.

Nihal Bengisu, 11.11.2002 Zaman Gazetesi



--------------------------------------------------------------------------------