Mesajı Okuyun
Old 13-10-2006, 16:51   #15
Tiocfaidh

 
Varsayılan

Sayın Veysel,

Alıntı:
- Bu gün Atatürk' ü tartışırsınız. Bir önder, hatta kahraman olup olmadığını,
- Yarın Laikliğin Anayasadaki tanımının net olup olmadığını veya Anayasal teminat altına alınmasına ihtiyaç olup olmadığını,
- Ertesi gün, Anayasanın "değiştirilmesi teklif edilemez" şeklindeki ilk 3 maddesini ve 4. maddeye ihtiyaç olup olmadığını ,
................
................ vs. vs.
- ve bir gün gelir çocuğunuza " keşke bunları tartışmasaydık" diyeceksiniz ama umarım o zaman iş işten geçmiş olmaz.
Saygılarımla.

Bahsettiğiniz konularda tatışmaktan toplum olarak neden bu kadar korkuyoruz anlamıyorum. Nedir Tartışmak? Tez ve antitez'in(bir anlamda iyi ve kötünün) çarpışmasından 'iyi' olanın kazanması şeklinde sentezin ortaya çıkması değil midir? Hukuk'un amacı da ideal düzene kavuşmak için sorgulamak, yeri geldiğinde tartışmak ve sorunlara uygun çözümler üretmek değil midir? Bu sorulara verilecek cevabın 'evet' olduğunu varsayarsak(karşı çıkanlar lütfen itiraz etsin), kendimizce 'iyi' ve 'doğru' olan tezlerin antitezlerle çarpışarak onları mağlup etmesinden, yerden yere vurmasından neden bu kadar çekiniyoruz?

Sanırım konu laiklik üzerine değil, genel olarak Atatürk'ün ve Atatürkçülüğün bir doğma olarak kabul edilmesi ve orta çağ Avrupasında görülen skolastik felsefenin (malesef)Atatürk'ün emaneti ve hatırası üzerinde etkisini 2006 Türkiye'sinde gösteriyor olmasıydı. Yine de laiklik konusunda bir kelam etmek gerekirse, dinin baskıcı bir hal almasından ve siyasallaşmasından büyük rahatsızlık duyan bir kişi olarak laikliğe dört elle sarılmak gerektiğini söyleyebilirim. Ancak insanları dinin baskısından kurtarmak isterken; dünyevi varlıkları uhrevi kalıplara sokarak baskıcı, eleştirilere ve tartışmalara kapalı bir Atatürkçülük anlayışını benimsemenin de din tacirliği kadar tehlikeli olduğunu düşünüyorum.

PS: Atatürk'ü güncel siyaset malzemesi olmaktan çıkarıp, sadece maneviyatıyla övünülen bir önder olarak algılamak gerektiği çocuklarıma vereceğim bir öğüt olacaktır. Zira 2006 Türkiye'sinden, 2666 Türkiye'sine gelindiğinde gelişen ve değişen dünya düzenine karşın kendini yenilemekten ve eksiklerini tartışmaktan uzak, halen 1930'ların Türkiye'sinin nostaljisiyle yaşamak da bugün adına 'irtica' dediğimiz virüsün ta kendisi olacaktır(bu da çocuklarımıza benden bir nasihat, madem konu onlardan açıldı ).

PS2: Bu konu hakkında ben de daha fazla yazmayacağım.

Saygılar