Mesajı Okuyun
Old 25-03-2020, 10:08   #2
Admin

 
Varsayılan

MADDE GEREKÇELERİ

MADDE 1- Maddeyle, Kanunun 20 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır.
Maddede yapılan birinci değişiklikle, Anayasa Mahkemesinin 10/2/2016 tarihli, 2015/96 Esas ve 2016/9 Karar sayılı iptal kararı doğrultusunda düzenleme yapılmaktadır. İptal edilen hükme göre ilk derece mahkemesinin görevsizlik veya yetkisizlik kararının, verildiği anda kesin olması durumunda, karar tarihinden itibaren iki hafta içinde karan veren mahkemeye başvurulması ve dosyanın görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesinin talep edilmesi gerekmekteydi. Anayasa Mahkemesi, ilk derece mahkemesinin kesin nitelikli kararının taraflara tebliğ edilmeden iki haftalık hak düşürücü sürenin başlatılmasını hak arama hürriyetine aykırı bularak iptal etmiştir. Yapılan değişiklikle, görevsizlik veya yetkisizlik kararının kesin olması halinde de kararın taraflara tebliğ edilmesi, dosyanın görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine ilişkin iki haftalık sürenin tebliğ tarihinden itibaren başlaması açıkça hükme bağlanmaktadır. Birinci fıkrada yapılan diğer değişiklikle, Kanunda öngörülen süre içinde dosyanın görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesi için gerekli başvurunun yapılmaması durumunda davanın Kanun gereği açılmamış sayılacağı ve mahkemenin bu konuda resen karar vereceği hususu daha açık bir şekilde düzenlenmektedir.

MADDE 2- Maddeyle, Kanunun 28 inci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Maddenin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle, duruşmaların bir kısmının veya tamamının gizli olarak yapılması halleri arasına "yargılama ile ilgili kişilerin korunmaya değer üstün bir menfaatinin bulunması" hali de eklenmektedir. Buna göre mahkeme yargılamayla ilgili kişilerin korunmaya değer üstün bir menfaatinin bulunduğunu tespit ederse duruşmanın bir kısmının veya tamamının gizli olarak yapılmasına karar verecektir. Düzenlemeyle duruşmaların aleni olarak yapılmasına ilişkin ilkeye kişilerin haklarının korunması için bir istisna getirilmektedir.

MADDE 3- Maddeyle, Kanunun 36 nci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine ibare eklenmektedir. Düzenlemeyle, hâkimin reddi sebeplerine daha önce aynı uyuşmazlıkta arabuluculuk veya uzlaştırmacılık yapmış olma halleri eklenmektedir. Arabulucu veya uzlaştırmacımn daha önce taraflarla uyuşmazlık konusuyla ilgili temas kurması, davada delil olarak değerlendirilmesi yasak olan bir takım bilgi veya belgelere bu görevi nedeniyle vukufiyet kesbedecek durumda bulunması böyle bir düzenleme yapmayı gerekli kılmıştır.

MADDE 4- Maddeyle, Kanunun 38 inci maddesinin altıncı, yedinci ve dokuzuncu fıkraları maddeden çıkarılmaktadır. Maddenin mevcut altıncı ve yedinci fıkraları, ret talebinin incelenmesine ilişkin usulü düzenlemektedir. Usule ilişkin bu düzenlemeler, ret talebinin incelenmesi konusuyla doğrudan ilgili olduğundan bu fıkralar teklifle 42 nci maddeye eklenmektedir. Bu nedenle, ilgili hükümler maddeden çıkarılmaktadır.
Maddenin mevcut dokuzuncu fıkrasında hâkimin reddine ilişkin kararlar aleyhine ancak hükümle birlikte kanun yollarına başvurulabileceği belirtilmiştir. Diğer taraftan 6100 sayılı Kanunun "Ret talebine ilişkin kararlara karşı istinaf başlıklı 43 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, esas hüküm bakımından istinaf yolu açık bulunan dava ve işlerde ise ret talebi hakkındaki merci kararlarına karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir. Merci kararlarına karşı istinaf kanun yoluna başvurmanın amacı, yargılamayı yapacak hâkimin bir an önce belirlenmesinin sağlanmasıdır. Her iki hüküm birlikte değerlendirildiğinde, merci kararına karşı esas hükümle birlikte mi yoksa merci kararının tebliği tarihinden itibaren mi kanun yoluna başvurulacağı ve yine hangi kanun yoluna başvurulacağı noktasında çelişki bulunmaktadır. Merci kararlarına karşı esas hükümle birlikte kanun yoluna başvurulacağına ilişkin hükmün kabul edilmesi halinde, esas yargılama bittikten sonra davaya bakacak olan hâkim kanun yolu incelemesi neticesinde belirleneceğinden bu durum, yargılamanın tekrar edilmesini gerektirecektir. Dolayısıyla, davaların gereksiz yere uzamasının önlenmesi ve çelişkinin giderilmesi amacıyla dokuzuncu fıkra maddeden çıkarılmaktadır. Buna göre, hâkimin reddine ilişkin merci kararlarına karşı dava konusunun miktar ve değerine göre derhal istinaf kanun yoluna başvurulabilecektir.

MADDE 5- Maddeyle, Kanunun 42 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Teklifle, Kanunun 38 inci maddesinin altıncı ve yedinci fıkralarının 42 nci maddeye taşınması amacıyla bu fıkralar 38 inci maddeden çıkarılmaktadır. Bu değişikliğin sonucu olarak maddeye yeni ikinci ve üçüncü fıkralar eklenmektedir.

MADDE 6- Maddeyle, Kanunun 94 üncü maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Düzenlemeyle, hâkim tarafından kesin süre verilen hallerde yine hâkim tarafından yapılacak açıklama ve ihtarata ilişkin hüküm getirilmektedir. Yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmasını ve bu kapsamda kesin sürenin kanunun öngördüğü şekilde uygulanmasını sağlamak için maddenin ikinci fıkrasına eklenen cümleyle, kesin süreye konu olan işlemin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklanması ve süreye uyulmamasının hukuki sonuçlarının ihtar edilmesi öngörülmektedir. Kanunun aradığı şartlara uyularak verilen kesin süre içinde kesin süreye konu işlem, kendisine kesin süre verilen tarafça yerine getirilmezse bu kişiye aynı işlemi yerine getirmesi için bir daha süre verilmez. Yargılama bir disiplin içinde yürütülürken hâkimin ilk kez kesin olarak tayin ettiği veya hâkim tarafından ikinci kez verildiği için kesin olan sürede, tarafların hukuki dinlenilme haklarının ihlal edilmemesi ilkesi doğrultusunda, yapılması gereken işin net bir şekilde açıklanması ve sonuçlarının ihtar edilmesi gerektiği hükme bağlanmaktadır. Düzenlemeyle ayrıca, yargılamanın uzamasına sebep olan uygulama hatalarının da önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.

MADDE 7- Maddeyle, Kanunun 107 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Düzenlemeyle, uygulamada belirsiz alacak davasıyla ilgili görülen sorunlara çözüm bulunması amaçlanmaktadır.
Belirsiz alacak davasında alacağın tamamı dava edilmekte, ancak davanın açıldığı tarihte alacağm miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi davacıdan beklenememekte veya bu belirlemeyi yapmak davacı açısından imkânsız bulunmaktadır. Maddenin mevcut ikinci fıkrasındaki düzenleme gereğince belirsiz alacak davasında davacının, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğu "an"da talebini artırması gerekmektedir. Uygulamada sorun yaşanan ve doktrinde de tartışılan konu, alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu "an"ın tespitine yöneliktir. İkinci fıkrada yapılan değişiklikle, bu "an"ın, bir başka ifadeyle alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün hale geldiğinin tespiti mahkemece yapılacaktır. Hâkim, alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenmesinin "mümkün olduğu anda" talebini tam ve kesin olarak belirlemesi için davacıya iki haftalık kesin süre verecektir. Bu süre verme işlemi tahkikat aşaması sona ermeden yapılacaktır. Bu hüküm bölge adliye mahkemesince tahkikat yapıldığı hallerde de uygulanabilecektir. İsviçre hukukunda da kabul edilen genel görüş, hâkimin davacıya talebini belirlemesi için süre vermesi gerektiği yönündedir. Ayrıca 107 nci maddenin ikinci fıkrasında yer alan ve davacınm, davanın başında belirtmiş olduğu talebini "artırabileceğine" ilişkin hüküm, yapılan diğer değişikliğin zorunlu sonucu olarak davacının talebini tam ve kesin olarak "belirleyebileceği" şeklinde değiştirilmektedir. Aynı fıkraya eklenen son bir cümleyle, hâkim tarafından verilen kesin süreye rağmen alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenmemesi durumunda davanın talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanacağı açıkça hükme bağlanmaktadır.
Maddede yapılan diğer değişiklikle, maddenin üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmaktadır. Bu fıkra, "Ayrıca, kısmi eda davasımn açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklindedir. Soyut bir şekilde değerlendirildiğinde fıkra hükmünün kısmi dava veya tespit davasına ilişkin hükümler arasında yer alması gerektiği düşünülebilir. Ancak fıkra, belirsiz alacak davasını düzenleyen 107 nci madde içinde düzenlenmiş ve "Ayrıca" ibaresiyle başlayarak maddenin birinci ve ikinci fıkralarıyla bağlantı kurulmuştur. Bu düzenleme tarzı ve fıkraya ilişkin gerekçe metni sebebiyle fıkrada bahsedilen tespit davasımn mahiyeti doktrinde eleştirilmiş ve uygulamada da hangi davaların bu kapsamda kaldığı tereddüde yol açmıştır. Belirsiz alacak davası olarak nitelenebilecek bir davanın kısmi dava şeklinde açılmasının mümkün olup olmadığından, eda davası açılabilecek hallerde tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunup bulunmadığına kadar pek çok konu bu kapsamda tartışılmaktadır. Belirsiz alacak davasında, alacak miktarının tam ve kesin olarak belirlenememesi, dava açılırken asgari bir miktar ya da değerin belirtilmesiyle alacağın tamamının talep edilmiş (hukuken himaye görmüş) sayılması ve alacağın tamamı için zamanaşımının kesilmesi karşısında, belirsiz alacak davasımn kısmi dava şeklinde açılmasının mümkün olmadığı ifade edilmekte ve alacağın tamamının dava edildiği bu durumda tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığı belirtilmektedir. Buna karşılık belirsiz alacak davasına ilişkin talebin, kısmi dava şeklinde de ileri sürülebileceği, çünkü kısmi dava için alacağın bölünebilir olmasımn yeterli olduğu da dile getirilmektedir. Üçüncü fıkranın konumu ve lafzı sebebiyle, kısmi eda davasımn açılabileceği her durumda tespit davası da açılabileceği; kısmi eda davası ile birlikte kısmi tespit davası açılabileceği; kısmi eda davası yerine bütünüyle külli tespit davası açılabileceği; kısmi eda davası ile birlikte aynı zamanda kısmi tespit davası açılamayacağı; eda davası açılabilecek her durumda değil, ancak belirsiz alacak davasımn koşullan oluşmuşsa kısmi eda davasıyla birlikte külli tespit davası açılabileceği gibi pek çok farklı görüş uygulamada ve doktrinde ileri sürülmektedir. Bütün bu tartışmalar ışığında üçüncü fıkrada düzenlenen tespit davasımn tam olarak hangi alam düzenlediği konusunda netlik olmadığı değerlendirildiğinden, bu fıkranın yürürlükten kaldırılmasında fayda görülmüştür. Fıkra yürürlükten kaldırıldığında bu kapsamda dava açmak isteyenlerin haklan, mevcut düzenlemeler çerçevesinde korunabilecektir. Yapılan değişiklikle 107 nci maddenin üçüncü fıkrası hükmü yürürlükten kaldınldığından, madde başlığı da buna uygun olarak "Belirsiz alacak davası" şeklinde değiştirilmektedir.

MADDE 8- Maddeyle, Kanunun 116 nci maddesinde değişiklik yapılmakta ve iş bölümü itirazı ilk itirazlar arasından çıkanlmaktadır. 6100 sayılı Kanun 12/1/2011 tarihinde, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ise 13/1/2011 tarihinde kabul edilmiştir. Kabul tarihi itibariyle asliye ticaret mahkemesi ve asliye hukuk mahkemesi arasındaki ilişki "iş bölümü" ilişkisi olarak kurgulanmıştır. Ne var ki 6102 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin üçüncü fıkrası, 2012 yılında 6335 sayılı Kanunla değiştirilmiş ve asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi arasındaki ilişki iş bölümü ilişkisi olmaktan çıkanlarak görev ilişkisi haline getirilmiştir. Bunun dışında 6100 sayılı Kanunda herhangi bir iş bölümü ilişkisi de öngörülmediğinden 116 nci maddenin birinci fıkrasının (c) bendine ihtiyaç kalmamıştır. Bu sebeple bent yürürlükten kaldınlmaktadır.

MADDE 9- Maddeyle, Kanunun 120 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Uygulamada davanın açılması sırasında hem bu maddede öngörülen gider avansının hem de Kanunun 324 üncü maddesinde düzenlenen delil avansının peşin olarak tahsil edildiği gözlemlenmektedir. Delil avansı, bilirkişi, keşif ve tanık gideri gibi kalemleri ihtiva eden ve kullanılıp kullanılmayacağı davanın başında henüz belli olmayan giderlere ilişkin olup gider avansına kıyasla yüklü bir miktarı oluşturmaktadır. Delil avansının davanın başında alınması dava açan kişilere ağır bir mali yük getirmektedir. Bu yük sebebiyle hak arama hürriyetinin ihlal edilmesi ihtimali söz konusu olabilir. Uygulamada şikâyetlere neden olan bu sorunu çözmek amacıyla maddenin başlığı "Harç ve gider avansının ödenmesi" şeklinde değiştirilmekte ve maddeye üçüncü bir fıkra eklenerek delil avansının bu madde kapsamında alınmayacağı, bir başka ifadeyle delil avansının dava açarken mahkeme veznesine yatırılmasının zorunlu bulunmadığı hükme bağlanmaktadır.

MADDE 10- Maddeyle, Kanunun davanın geri alınmasına ilişkin 123 üncü maddesinde değişiklik yapılmakta ve bu halde mahkemece verilecek kararın mahiyeti düzenlenmektedir. Davarım geri alınması hususunda uygulamada birbirinden farklı kararların verildiği görülmektedir. Bu kapsamda davanın açılmamış sayılmasına veya davanın konusuz kalması sebebiyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair kararlar verilebilmektedir. Davanın geri alınması kurumunun teorik alt yapısı ile uygulamada verilen karar türlerinin mahiyetleri birlikte değerlendirildiğinde ve özellikle Kanunun "Esastan sonuçlanmayan davada yargılama gideri" başlıklı 331 inci maddesindeki düzenleme dikkate alındığında, davanın geri alınması durumunda, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin uygun olduğu kabulüyle fıkraya cümle ilave edilmektedir. Davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi durumunda 331 inci madde gereği yargılama gideri davacı üzerinde bırakılacaktır. Davanın konusuz kalması nedeniyle esastan karar verilmesine yer olmadığı şeklinde bir karar verilmesi durumunda mahkemenin, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumunu araştırması ve buna göre yargılama giderine hükmetmesi gerekecektir ki, bu sonuç, davanın geri alınması kurumunun bünyesiyle uyuşmamaktadır.

MADDE 11- Maddeyle, Kanunun 125 inci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Maddenin ikinci fıkrasına eklenen cümleyle, dava konusunun davacı tarafından devri ile davanın davacı aleyhine sonuçlanması durumunda hem devredenin hem de devralanın yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olması hükme bağlanmaktadır. Bu düzenleme maddenin birinci fıkrasının (a) bendi ile de uyumludur. Bu bentte davalının dava konusunu devretmesi ve davanın davalı aleyhine sonuçlanması hali düzenlenmiş olup devreden ve devralanın yargılama giderlerinden müteselsil sorumluluğu kabul edilmiştir.

MADDE 12- Maddeyle, Kanunun 127 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Düzenlemeyle, ek cevap verme süresinin hangi andan itibaren başlayacağı hususu açıklığa kavuşturulmaktadır. Cevap dilekçesinin iki haftalık süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, davalının ek süre talebinde bulunması halinde verilecek ek sürenin başlangıç tarihi konusunda uygulamada duraksama bulunmaktadır. Yapılan düzenlemeyle, ek sürenin iki haftalık cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlayacağı hüküm altına alınmaktadır.

MADDE 13- Maddeyle, Kanunun 139 uncu maddesinde değişiklik yapılmaktadır.
Düzenlemeyle, taraflara çıkarılacak davetiyede yer alan unsurlardan biri kaldırılarak bunun yerine yeni bir unsur ilave edilmektedir. Davetiye içeriğinden kaldırılan unsur, Kanunun 141 inci maddesiyle ilgilidir. Teklifle değiştirilen 141 inci madde uyarınca dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemeyecek veya değiştirilemeyecektir. Bu değişlikle uyumlu olarak, çıkarılacak davetiyede yer alan ve ön inceleme duruşmasına gelmeyen tarafın yokluğunda onun muvafakati olmadan iddia ve savunmanın genişletilebilmesine veya değiştirilebilmesine imkân veren ihtarat, madde metninden çıkarılmaktadır.
Maddede düzenlenen ihtarata ilave edilen unsur ise Kanunun 140 ıncı maddesinin beşinci fıkrasında yer alan husustur. 140 ıncı maddenin beşinci fıkrası, 139 uncu madde uyarınca çıkarılacak davetiye içeriğine dercedilmekte ve 140 ıncı maddeden ilga edilmektedir. Buna göre ön inceleme duruşması için çıkarılacak davetiyede, davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği ihtar edilecektir. Böylece ön inceleme duruşmasının daha etkin bir şekilde icrası ve bu aşamadan beklenen faydanın artırılması amaçlanmaktadır. Değişiklikle ön inceleme duruşmasında tarafların bildirdiği deliller azami ölçüde toplanmış ve uyuşmazlığın çözümü için ihtiyaç duyulan yol haritası daha erken aşamada netleşmiş olacaktır. Bu düzenleme sayesinde tahkikata vakit kaybetmeksizin ve bir an önce geçilmesi de sağlanmış olacaktır.

MADDE 14- Maddeyle, Kanunun 140 ıncı maddesinde değişiklik yapılmaktadır.
İkinci fıkrada yapılan değişiklikle, hukuk yargılamasında sulh ve arabuluculuğun etkinliğinin arttırılması amacıyla hâkime, sulhun ve arabuluculuğun esasları süreci ve hukuki sonuçlan hakkında aydınlatma ve böylece bu müesseseleri teşvik görevi verilmektedir.
Maddenin beşinci fıkrası, teklifle 139 uncu maddede yapılan değişikliğin zorunlu sonucu olarak değiştirilmektedir. Beşinci fıkraya göre, 139 uncu madde uyarınca ön inceleme duruşması için yapılan ihtara rağmen taraflar dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmaması veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmaması halinde bu delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına ilişkin karar verilecektir.

MADDE 15- Maddeyle, Kanunun 141 inci maddesinde değişiklik yapılmaktadır.
Maddenin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle, dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra, ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hariç olmak üzere, iddia veya savunma genişletilemeyecek veya değiştirilemeyecektir. Mevcut hükme göre ön inceleme duruşmasına katılmayan tarafın yokluğunda, onun muvafakati olmaksızın iddia veya savunma genişletilebilmekte veya değiştirilebilmekteydi. Sırf ön inceleme duruşmasına katılım sağlanmadığı için aleyhte iddia veya savunmanın rahatlıkla genişletilebilmesi veya değiştirilebilmesi, silahların eşitliği ilkesinin ihlalini gündeme getirmektedir. Bu ihlal, davayı takip etmediğinde davayı inkâr ettiği kabul edilen ve duruşmaya katılma zorunluluğu bulunmayan davalı taraf bakımından çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkabilmektedir. Düzenleme, silahların eşitliği ilkesine hizmet etmesi bakımından adil yargılanmanın sağlanmasına da yardımcı olacak niteliktedir.
Öte yandan düzenleme, uyuşmazlığın ön inceleme aşamasında netleşmesine yardımcı olacak ve bu aşamanın, yargılamanın yol haritasını belirleme özelliğini güçlendirecektir. Ayrıca, ön inceleme duruşmasına mazeretsiz olarak gelmeyen tarafın muvafakati aranmaksızın, iddia veya savunmanın genişletilmesine veya değiştirilmesine imkân tanınması, gelmeyen tarafın genişletilmiş veya değiştirilmiş iddia ve savunma karşısında beyanda bulunup açıklama yapmak için dilekçe vermesine, diğer tarafın da bu dilekçeye karşı beyanda bulunmasına neden olmakta ve dilekçeler teatisi aşaması sona erdiği halde üst üste verilen bu dilekçeler Kanunun sistematiğine aykırı bir uygulamanın gelişmesine sebep olmaktadır. Bu dilekçelerin kabul edilip edilmemesi, kabul edileceklerse hangi ölçüye göre kabul edilecekleri uygulamada tartışmalara yol açma ve yargılamayı çetrefil hale getirerek uzatma potansiyelini bünyesinde barındırmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, ön inceleme duruşmasına gelen tarafın ön inceleme tutanağının düzenlenmesine katılarak tahkikata ilişkin yol haritasına şekil verebilme imkânını elde etmesinin bir "ödül" olarak yeterli sayılması gerektiği kabul edilmektedir.
MADDE 16- Maddeyle, Kanunun 147 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Düzenlemeyle, tarafların duruşmaya davetine ilişkin usul yeniden düzenlenmektedir. Mevcut hükümde ön inceleme aşaması tamamlandıktan sonra tarafların tahkikat için duruşmaya davet edileceği belirtilmektedir. Teklifle 186 nci maddede yapılan değişiklikle tahkikat duruşmasından sonra sözlü yargılamaya geçilmesi kural haline getirilmekte, ancak taraflardan birinin talebi üzerine iki haftadan az olmamak üzere duruşmanın ertelenebileceği, bu durumda da taraflara ayrıca davetiye gönderilmeyeceği hükme bağlanmaktadır. Bu değişikliğin gereği olarak 147 nci maddenin birinci fıkrasına ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra, tarafların sadece tahkikat için değil sözlü yargılama için de duruşmaya davet edileceğine ilişkin ibare ilave edilmektedir. Maddenin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle ise tahkikatın sona erdiği duruşmada kural olarak sözlü yargılamaya geçileceği, ancak sözlü yargılama için duruşmanın ertelenmesi halinde ayrıca taraflara davetiye gönderilmeyeceği, tarafların sözlü yargılama için belirlenen duruşmaya gelmemesi halinde yokluklarında hüküm verileceği hususlarının davet yazısında ihtar edileceği hüküm altına alınmaktadır.
Yargılamanın her aşamasında tebligat zorunluluğunun getirilmesi, gereksiz masrafa ve yargılamanın uzamasına sebebiyet vermekte ve uygulamada şikâyetlere neden olmaktadır. Bu nedenle Teklifle 186 nci maddede yapılan değişiklikle, sözlü yargılama aşaması için taraflara davetiye tebliğ edilmesi zorunluluğu ortadan kaldırılmaktadır. Ancak hukuki dinlenilme hakkının korunması amacıyla, tahkikat duruşmasına davette, tahkikatın sona erdiği duruşmada sözlü yargılama aşamasına geçileceği, sözlü yargılama için duruşmanın ertelenmesi halinde bu duruşma için ayrıca davetiye gönderilmeyeceği hususunun taraflara ihtar edilmesi gerekli görülmektedir. Yapılan bu değişikliğin 186 nci maddedeki değişiklikle birlikte mütalaa edilmesi, ayrıca 150 nci madde hükmünün de saklı olduğunun dikkate alınması gerekmektedir.

MADDE 17- Maddeyle, Kanunun 149 uncu maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Hükümle, ses veya görüntü nakli yoluyla duruşmanın yapılması usulü yeniden düzenlenmektedir. Birinci fıkrada yapılan değişiklikle, taraflardan birinin talebi üzerine talep eden tarafın ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulunduğu yerden duruşmaya katılması ve usulü işlemleri yapabilmesi düzenlenmektedir. İkinci fıkrada yapılan değişiklikle, mahkemenin resen ya da taraflardan birinin talebi üzerine tanığın, bilirkişinin veya uzmanın ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla dinlenilebilmesine olanak sağlanmaktadır. Üçüncü fıkrayla, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemedikleri dava ve işlerde mahkemenin resen tüm ilgilileri aynı usulle dinleyebilmesine imkan tanınmaktadır. Dördüncü fıkrayla, fiili engel veya güvenlik sebebiyle duruşmanın mahkemenin bulunduğu yerde yapılamaması halinde il sınırlan içinde başka bir yerde duruşmanın icrasına imkan tanınmaktadır.

MADDE 18- Maddeyle, Kanunun duruşma düzenine ilişkin 151 inci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Hâkimin duruşma düzenini bozan kimseyi bunu yapmaktan men edeceği ve gerekirse avukatlar hariç derhal duruşma salonundan çıkanlmasmı emredeceğine ilişkin mevcut hüküm, maddenin düzenleniş amacına uygun olarak, salondaki tüm avukatlan değil, sadece o davada taraflardan birinin vekilliğini yapan avukatlan hariç tutacak şekilde değiştirilmektedir. Yapılan değişiklikle, duruşma salonunda bulunmakla birlikte, görülen davada taraf vekili sıfatı bulunmayan avukatlar, duruşma düzenini bozmalan halinde, duruşma salonundan çıkanlabilecektir. Görülmekte olan bir davada taraf vekili olmayan, ancak duruşma düzenini bozan kimsenin sadece avukat kimliği nedeniyle duruşma salonundan çıkanlamaması, Anayasada düzenlenen yargı yetkisinin mahkemelerce kullanılması ilkesiyle bağdaşmayacağı gibi taraflann hak arama özgürlüğüne de aykınlık teşkil edebilecektir. Söz konusu düzenleme, bu aykınlıklann giderilmesi ve uygulamadaki tereddütlerin ortadan kaldınlması amacıyla yapılmaktadır.
MADDE 19- Maddeyle, Kanunun ıslahın zamanı ve şeklini düzenleyen 177 nci maddesine ikinci fıkra ilave edilmekte ve ıslahın kanun yolu incelemesinden sonra hangi şartlarda yapılabileceğine ilişkin hüküm getirilmektedir. Mevcut metinde ıslahın "tahkikatın sona ermesine kadar" yapılabileceği hüküm altına alınmıştır. Ancak ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılması veya temyiz incelemesi sonucunda bozulmasından sonra ilk derece mahkemesince tahkikata yönelik bir işlemin yapılması durumunda, ıslahın caiz olup olmadığı hususu, birinci fıkrada yer alan "tahkikatın sona ermesine kadar" ibaresi sebebiyle doktrin ve uygulamada ciddi şekilde tartışılmıştır. Bu kapsamda, Yargıtay'ın bozma ilamından sonra ıslahın yapılamayacağına ilişkin 4/2/1948 tarihli ve 10/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Karannın, Kanunun 177 nci maddesi hükmü karşısındaki durumu Yüksek Mahkemece tartışılmış ve 6/5/2016 tarihli ve 1/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla, mevcut düzenlemeler itibariyle 1948 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının geçerli olduğuna karar verilmiştir.
Düzenlemeyle, iş yükünün azaltılması ve usul ekonomisi ilkesinin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla; Yargıtay tarafından bozulan veya bölge adliye mahkemesi tarafından kaldırılan hükme ilişkin olarak, ilk derece mahkemesince tahkikata ilişkin bir işlem yapılması durumunda, tahkikat sona erinceye kadar ıslahın yapılabileceği hüküm altına alınmaktadır. Ancak bu durum tarafların aynı davada ancak bir kez ıslah yoluna başvurabileceği kuralını değiştirmeyecektir.
Bununla birlikte maddeye eklenen ikinci fıkranın son cümlesine göre, bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum, ıslah hakkının kullanılmasıyla ortadan kaldırılamayacaktır. Bu ifadeyle kastedilen, Yargıtay'ın bozma kararından sonra ilk derece mahkemesinde yapılan yargılamada dikkate alınması gereken ve kanun hükümleriyle düzenlenmemiş olan usuli kazanılmış hak ve aleyhe hüküm verme yasağı gibi kurumlandır. Bu kapsamda Yargıtay'ın bozma kararına uyulması sonucunda, ilk derece mahkemesinin hüküm fıkralarından biriyle ilgili olarak usuli kazanılmış hak oluşmuşsa bu hakkı bertaraf edecek şekilde ıslah yapılamayacağı hüküm altına alınmaktadır. Örneğin ilk derece mahkemesinin anapara ve faizin tahsiline ilişkin kararma karşı istinaf yoluna başvurulmuş, bu başvuru reddedilmiş, ret karan aleyhine temyiz yoluna müracaat edilmiş, karar sadece faizin yanlış oran uygulanarak hesaplanması noktasından bozulmuş ve ilk derece mahkemesince bozmaya uyulmuş ise bozmaya uyulmasından sonra yapılacak tahkikatta anapara miktarım artıracak şekilde ıslah yapılamayacaktır.

MADDE 20- Maddeyle, Kanuna "Toplu mahkemelerde tahkikat" başlıklı 183/A maddesi eklenmektedir.
Kanunda toplu mahkemelerde tahkikatın nasıl yürütüleceği, bu kapsamda mahkeme başkanının görev ve yetkileri, tahkikat hâkimi veya naip hakim tarafından yapılabilecek işlemleri düzenleyen müstakil bir madde bulunmamaktadır. Ancak Kanunda, hâkimin reddi talebinin incelenmesi (m.41), ilgililere soru yöneltilmesi (m.152), tahkikatın sona ermesi (m. 185), tanığın dinlenmesi (m.261), hükmün oylanması (m.296), hükmün yazılması (m.298) ve hükmün imza edilememesi (m.299) konulan toplu mahkemeler bakımından ele alınmıştır. Bunun gibi toplu mahkeme olarak da görev yapan asliye ticaret mahkemelerinin baktığı işlerden hangilerinin tek hâkim tarafından, hangilerinin heyet olarak karara bağlanacağı konusunda 5235 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin üçüncü fıkrasında da heyet halinde bakılacak işler yönünden çalışma usulünün ne şekilde olacağına dair hüküm bulunmamaktadır. Bu konuda uygulamada yaşanan sorunlann çözülmesi için Kanunun "Yazılı Yargılama Usulü" başlıklı Üçüncü Kısmının "Tahkikat ve Tahkikat Sırasındaki Özel Durumlar" başlıklı Beşinci Bölümüne, "Toplu Mahkemelerde Tahkikat" başlıklı Yedinci Ayınm ve bu ayınm altında "Toplu mahkemelerde tahkikat" başlıklı 183/A maddesi ilave edilmektedir. 183/A maddesiyle, toplu mahkemelerin düzenli, verimli ve uyumlu çalışmasının sağlanması amaçlanmaktadır.
Birinci fıkrada, geçici hukuki korumalar da dâhil olmak üzere toplu mahkemelerin görevine ilişkin tüm yargılama aşamalarında verilmesi gereken kararların heyet tarafından verileceği hüküm altına alınmaktadır.
İkinci fıkrada, mahkeme başkanına iş veya davanın özelliğine göre tahkikatın heyetçe veya tahkikat hâkimi olarak görevlendirilecek bir üye tarafından yürütülmesine karar verme yetkisi tanınmaktadır. Başkan tarafından görevlendirilen tahkikat hâkimi, tahkikatın yürütülmesi ve tamamlanmasıyla ilgili olarak 6100 sayılı Kanunda ve diğer kanunlarda mahkemeye ve hâkime verilen yetkileri kullanacaktır. Bu kapsamda, duruşma yapabilecek, tarafları isticvap edebilecek, tanık dinleme, bilirkişi incelemesi, keşif icrası gibi tüm delil toplama işlemlerini yapabilecektir. Bu fıkra, dava öncesi yapılan delil tespiti gibi talepler hakkında da uygulanabilecektir. Tahkikat hâkimi tarafından yürütülen yargılama sırasında geçici hukuki koruma talep edilmesi halinde tahkikat hâkimi, bu konuda karar verilmek üzere dosyayı mahkeme heyetine sunacak, konu heyet tarafından karara bağlandıktan sonra tahkikat hâkimi, tahkikatı yürütmeye devam edecektir.
Üçüncü fıkrada, tahkikatın heyetçe yürütüldüğü iş ve davalarda mahkeme başkanının bazı tahkikat işlemlerini yapmak üzere üyelerden birini naip hâkim olarak görevlendirebileceği hüküm altına alınmaktadır. Mahkeme başkam keşif ve bilirkişi incelemesi yapılması, tanığın bulunduğu yerde veya mahkemede dinlenmesi gibi bazı tahkikat işlemlerini belirleyerek bu işlemlerin üye hâkimlerden birine yaptırılmasına karar verebilir. Bu durumda o üye, naip hâkim olarak nitelenir ve naip hâkim sadece görevlendirildiği tahkikat işlem ya da işlemlerini yapar. Naip hâkim, görevlendirildiği tahkikat işlemini tamamladığında, dosyayı, tahkikata devam edilmek üzere heyete tevdi eder.
Dördüncü fıkrayla, mahkeme başkanının mahkemenin uyumlu, verimli ve düzenli bir şekilde çalışmasını sağlayacağı ve bu yolda uygun göreceği önlemleri alacağı hükme bağlanmaktadır.

MADDE 21- Maddeyle, Kanunun 186 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Düzenlemeyle, tahkikatın sona erdiği duruşmada sözlü yargılamaya geçilmesi kural haline getirilmekte, ancak taraflardan birinin talebi üzerine sözlü yargılamanın icrası için iki haftadan az olmamak üzere duruşmanın ertelenebileceği hüküm altına alınmaktadır. Bu durumda usul ekonomisi dikkate alınarak taraflara ayrıca duruşma gününü bildirir davetiye gönderilmeyeceği hükme bağlanmaktadır. Teklifle, Kanunun 147 nci maddesinde yapılan değişiklikle ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tarafların tahkikat ve sözlü yargılama için duruşmaya davet edilmesi öngörülmekte; davetiyede tahkikatın sona erdiği duruşmada sözlü yargılamaya geçileceği, sözlü yargılama için duruşmanın ertelenmesi halinde ayrıca davetiye gönderilmeyeceği ve tarafların yokluklarında hüküm verileceği hususlarının ihtar edilmesi hüküm altına alınmaktadır. Düzenlemenin, teklifle 147 nci maddede yapılması öngörülen değişiklikle birlikte değerlendirilmesi gerekir. 147 nci madde uyarınca yapılması öngörülen ihtar sebebiyle tarafların hukuki dinlenilme hakkının zedelenmeyeceği değerlendirilmektedir.

MADDE 22- Maddeyle, Kanunun 206 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Değişiklikle, imza atamayanların yapacağı hukuki işlemlere ilişkin senetlerin ne şekilde tanzim edileceği hususu yemden düzenlenmektedir. İmza atamayanlar; okuma ve yazma bilenler ve bilmeyenler olarak iki grupta mütalaa edilerek bunların; mühür veya bir alet ya da parmak izi kullanmak suretiyle yapacakları hukuki işlemleri içeren belgelerin senet niteliğini taşıyabilmesi, okuma ve yazma bilmeyenler bakımından noterler tarafından düzenleme biçiminde oluşturulması; okuma ve yazma bilenler bakımından ise noterler tarafından onaylanması şartına bağlanmaktadır.

MADDE 23- Maddeyle, belgelerin halefler aleyhine kullanılmasını düzenleyen Kanunun 215 inci maddesinde değişiklik yapılmakta, adi senetlerin üçüncü kişiler için hüküm ifade etmesine ilişkin esaslar madde kapsamına dâhil edilmekte ve madde başlığı da buna göre revize edilmektedir. Yapılan düzenlemede, 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 299 uncu maddesinin ikinci fıkrası esas alınmaktadır. Buna göre adi senet, notere veya yetkili memura ibraz edilerek noter ya da yetkili memur tarafından usulüne uygun olarak onaylanmışsa ibraz tarihinde; resmi bir işleme konu olmuşsa işlem tarihinde; imza edenlerden biri ölmüşse ölüm tarihinde; imza edenlerden birinin yeniden imza atmasına fiilen imkân kalmamışsa bu imkânsızlığın gerçekleştiği tarihte, üçüncü kişiler bakımından hüküm ifade edecektir. Adi senedin içeriğinde bahsedilen başka senetlerin tarihleri de ancak son senet tarihinin onaylanmış sayıldığı tarihte üçüncü kişiler hakkında hüküm ifade edecektir. Bu düzenlemeyle, uygulamadaki tereddütlerin ortadan kalkacağı düşünülmektedir. Adi senetlerin üçüncü kişiler bakımından hangi tarihten itibaren hüküm ifade edeceğine ilişkin açık bir düzenlemenin yapılması, hukuki işlem güvenliği, üçüncü kişilerin hukukunun korunması ve ispat hukuku açısından gerekli görülmektedir.

MADDE 24- Maddeyle, Kanunun ticari defterlerin ibrazı ve delil olmasına ilişkin 222 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Mevcut metne göre diğer tarafın defter kayıtlarında ilgili hususta hiçbir kayıt bulunmaması halinde, ibraz eden tarafın ticari defterindeki kayıtlar, sahibi lehine delil olarak kabul edilebilmektedir. Ticari defteri ibraz edenin tek taraflı işlemiyle oluşturduğu kayıtların, bu kayıtlardan hiçbir şekilde haberi olmayan karşı taraf aleyhine delil teşkil ediyor olması hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi hukuk güvenliği ilkesine de aykırılık teşkil edebilmektedir. Bu sebeple maddede yapılan değişiklikle, ticari defter kayıtlarının sahibi ve halefleri lehine delil olarak kabul edilebilmesi için öngörülen unsurlardan biri olan, diğer tarafın ticari defterlerindeki kayıtların "ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi" hali, madde metninden çıkarılmaktadır. Kural tersine çevrilmekte ve karşı tarafın maddede belirtilen usule uygun olarak tuttuğu ticari defterini ibraz ettiği halde ileri sürülen hususta hiçbir kayıt içermemesi halinde ticari defterin, sahibi lehine delil olarak kullanılamayacağı açıkça hükme bağlanmaktadır. Madde metni dışına çıkarılan "ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi" durumunun yerine, "diğer tarafın ticari defterlerini ibraz etmemesi" durumu maddeye ilave edilmektedir. Buna göre ticari defterde yer alan herhangi bir kaydın, sahibi lehine delil teşkil edebilmesi için diğer tarafın ticari defterini ibraz etmemesi gerekecektir. Bu düzenlemenin hakkaniyete ve hukuk güvenliği ilkesine uygun olduğu düşünülmektedir. Zira ticari defteri ibraz edenin defterinde yer alan ve diğer tarafı muhatap alan kayıt, diğer tarafa sunulmakta ve diğer tarafın kendi defterindeki kayıtlara dayanarak karşı delilini ileri sürmesi beklenmektedir. Diğer tarafın ticari defterini ibraz etmemesi hali, ileri sürülen delili hükümden düşürecek başka herhangi bir kayda sahip olmadığı anlamına gelecektir. Belirtilmelidir ki defter ibraz etmeyen tarafın, diğer tarafın ticari defterindeki kayıtların aksini senet veya diğer kesin delillerle ispatlama hakkı saklıdır.

MADDE 25- Maddeyle, Kanunun bilirkişi raporuna itirazı düzenleyen 281 inci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Maddenin birinci fıkrasında bilirkişi raporunun tebliğinden itibaren iki haftalık süre içinde tarafların rapora itiraz kapsamında, raporda eksik görülen hususların tamamlattırılmasını, raporda belirsizlik gösteren hususların açıklattınlmasım veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilecekleri belirtilmektedir. Ancak uygulamada iki haftalık sürenin, bilirkişi raporunun incelenmesi ve yukarıda bahsedilen taleplerin hazırlanması bakımından yetersiz olduğu şikâyeti dile getirilmektedir. Bu nedenle maddede belirtilen ve bilirkişi raporuna itiraz niteliğinde olan taleplerin iki haftalık süre içinde hazırlanmasının çok zor veya imkansız olması ya da özel yahut teknik bir çalışmayı gerektirmesi durumunda tarafların, itiraz süresi içinde mahkemeden ek süre isteyebilecekleri hükme bağlanmaktadır. Yapılan düzenlemeye göre ek süre, itiraz süresinin son gününden itibaren işlemeye başlayacak ve iki haftayı geçmeyecek şekilde bir kez verilebilecektir.

MADDE 26- Maddeyle, keşfin yapılmasına ilişkin Kanunun 290 ıncı maddesinde değişiklikler yapılmaktadır.
Birinci fıkraya eklenen ibareyle, keşfin kapsamının mahkeme tarafından belirleneceği hükme bağlanmaktadır. Böylelikle, taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümüne yönelik incelemelerin yapılması, uyuşmazlığın çözümüne herhangi bir etkisi olmayan gereksiz incelemelerin yapılmaması ve bu mahiyetteki bilgilerin dosyaya girmemesi sağlanmış olacaktır.
İkinci fıkraya eklenen cümleyle, hâkimin keşif tutanağına keşif konusu ve mahalliyle ilgili gözlemlerini yazacağı hükme bağlanmaktadır. Hâkimin keşif konusu ve mahalline ilişkin gözlemlerini keşif tutanağına aktarması, keşfi yapan hâkimin veya daha sonra dosyayı ele alacak hâkim ya da hâkimlerin bilirkişi raporunu denetlemesini kolaylaştıracaktır. Öte yandan bu düzenleme toplu mahkemelerde keşfe katılmayan hâkimlerin keşif konusu ve mahalli hususunda aydınlatılmasını sağlayacaktır. Bu sayede keşif konusu ve mahallini görmeyen ve kanun yolu incelemesinde karan denetleyen hâkimlerin yapacaklan inceleme kolaylaşacaktır.

MADDE 27- Maddeyle, Kanunun Beşinci Kısmının İkinci Bölümüne "hükmün tamamlanması"na ilişkin 305/A maddesi eklendiğinden bölüm başlığı buna uygun olarak düzeltilmektedir.

MADDE 28- Maddeyle, Kanuna 305/A maddesi eklenmektedir. Uygulamada, esas hakkında hüküm verildikten sonra çeşitli sebeplerden dolayı taleplerden bir veya birkaçı hakkında karar verilmediği görülmektedir. Kanunun mevcut hükümlerine göre, dava konusu olup talepte yer alan ancak hükümde yer verilmeyen bir hususun hükme eklenmesi ancak kanun yolunda ileri sürülebilmektedir. Düzenlemeyle, nihai karamı tebliğinden itibaren bir ay içinde taraflann başvurması şartıyla yargılamada ileri sürülen veya mahkemece kendiliğinden hükme geçirilmesi gereken ancak hüküm verilmeyen talepler hakkında mahkemece ek karar verilmesi açıkça hüküm altına alınmaktadır. Bu kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilecektir.

MADDE 29- Maddeyle, Kanunun 306 ncı maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Düzenlemeyle, teklifle Kanuna eklenen 305/A maddesiyle hükmün tamamlanması kurumu getirildiğinden bu düzenlemeye uyum sağlanmaktadır.

MADDE 30- Maddeyle, Kanunun 310 uncu maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Maddeye eklenen ikinci fıkrada feragat veya kabulün, ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince hükmün verilmesinden, bir başka ifadeyle anılan mahkemelerin dosyadan el çekmelerinden sonra yapılması hali düzenlenmektedir. Bu durumda hüküm aleyhine taraflarca kanun yoluna başvurulmuş olsa dahi, hükmü veren ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince feragat veya kabul doğrultusunda ek bir karar verileceği ve dosyanın kanun yolu incelemesi için ilgili merciye gönderilmeyeceği hüküm altına alınmaktadır.
Maddeye eklenen üçüncü fıkrada ise feragat veya kabulün dosyanın temyiz incelemesine gönderilmesinden sonra yapılması halinde Yargıtay'ın temyiz incelemesi yapmaksızın dosyayı feragat veya kabul hususunda karar verilmek üzere hükmü veren mahkemeye göndermesi gerektiği hüküm altına alınmaktadır. Düzenlemeyle, mevcut hükümden kaynaklanan ve feragat veya kabulün hükmün verilmesinden sonra gerçekleşmesi halinde yapılan farklı uygulamaların önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca Yargıtay'ın, davaya son veren taraf işlemleri olan feragat ve kabulün kanun yolu süresi içinde yapılması halinde, hükmü veren mahkemenin davadan el çekmiş olması sebebiyle dava hakkında bir karar veremeyeceği, dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay'a gönderilmesi gerektiği şeklindeki içtihadı ile feragat veya kabulün dosya Yargıtay'da iken yapılması halinde kararın bozularak gerekli kararın verilmesi için dosyanın hükmü veren mahkemeye gönderilmesi yönündeki içtihadından kaynaklanan usul ekonomisine aykırılığın da önüne geçilmesi hedeflenmektedir.

MADDE 31- Maddeyle, Kanunun 314 üncü maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Kanunun sulhun zamanını düzenleyen 314 üncü maddesine, Teklifle Kanunun 310 uncu maddesine eklenen fıkralarla uyumlu olmak üzere ve aynı gerekçelerle iki fıkra ilave edilmektedir.

MADDE 32- Maddeyle, Kanunun 317 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Hükümle, ek cevap süresinin hangi andan başlayacağı hususu açıkça düzenlenmektedir. Uygulamada cevap dilekçesinin iki haftalık süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, davalının ek süre talebinde bulunması halinde verilecek ek sürenin başlangıç tarihi konusunda uygulamada duraksama bulunmaktadır. Yapılan düzenlemeyle, ek sürenin iki haftalık cevap süresinin son gününden itibaren işlemeye başlayacağı hüküm altına alınmaktadır.

MADDE 33- Maddeyle, Kanunun 323 üncü maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Bu kapsamda celse harcı yargılama giderleri kapsamından çıkarılmaktadır. Zira 492 sayılı Harçlar Kanununun 12 nci maddesinde, usul işleminin ertelenmesine sebebiyet veren tarafların veya vekillerinin celse harcının mükellefi olduğu düzenlenmiştir. Buna göre celse harcı bir yargılama gideri olmayıp yaptırım olarak ilgili tarafa yükletilen bir mükellefiyettir. Oluşan tereddütlerin giderilmesi amacıyla, celse harcı yargılama giderleri arasından çıkarılmaktadır. Bu kapsamda birinci fıkranın (a) bendinde yer alan celse harcı kaldırılmakta ve bunun yerine başvurma harcı eklenmektedir. Düzenlemeyle, başvurma harcının yargılama gideri olduğu açıklığa kavuşturulmakta ve uygulamada oluşan tereddütlerin giderilmesi amaçlanmaktadır.

MADDE 34- Maddeyle, Kanunun 331 inci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Düzenlemeyle, maddenin ikinci fıkrasında yer alan "veya gönderme" ibareleri, Teklifle Kanunun 116 nci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin yürürlükten kaldırılmasının zorunlu bir sonucu olarak madde metninden çıkarılmaktadır.

MADDE 35- Maddeyle, Kanunun istinaf yoluna başvurulabilen kararlan düzenleyen 341 inci maddesinin birinci fıkrasında değişiklikler yapılarak istinafın kapsamı genişletilmektedir.
Mevcut durumda ihtiyati tedbir talebinin reddi kararına ve yokluğunda tedbir karan verilenin itirazı üzerine verilen karara karşı istinaf yolu açık olup yüzüne karşı aleyhinde ihtiyati tedbir karan verilen tarafın bu karara karşı doğrudan veya itiraz üzerine istinaf kanun yoluna başvurma hakkı bulunmamaktadır. Teklifle, 391 inci maddede yapılan değişiklikle yüzüne karşı aleyhinde ihtiyati tedbir kararı verilen tarafa da bu karara karşı doğrudan istinaf kanun yoluna başvurma imkânı tanınmaktadır. Yine Teklifle, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunun 258 inci maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik yapılarak, kendisi dinlenerek aleyhine ihtiyati haciz karan verilen tarafın istinaf kanun yoluna başvurabileceği düzenlenmektedir. Bu kapsamda 341 inci maddenin birinci fıkrası revize edilmekte ve istinaf kanun yoluna başvurma imkânım veren bu hal metne işlenmektedir. Yapılan değişiklikle özetle, aleyhine ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz karan verilen taraf; bu karar yüzüne karşı verilmişse doğrudan istinaf kanun yoluna başvurabilecek; yokluğunda verilmişse öncelikle karan veren mahkemeye itiraz edebilecek ve itirazın reddi durumunda istinaf kanun yoluna başvurabilecektir.

MADDE 36- Maddeyle, Kanunun duruşma yapılmadan verilecek kararlara ilişkin 353 üncü maddesinde değişiklik yapılmaktadır.
Birinci fıkranın (a) bendinin (6) numaralı alt bendinde yer alan "delillerin hiçbiri toplanmadan" ve "deliller hiç değerlendirilmeden" ibarelerinin uygulamada düzenlemenin amacına uygun olmayan bir yorumla hatalı uygulamalara ve bir takım sorunlara sebebiyet verdiği müşahede edilmiştir. Yapılan düzenlemeyle, "delillerin hiçbiri toplanmadan" ibaresi "uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış" şeklinde, "deliller hiç değerlendirilmeden" ibaresi ise "uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin değerlendirilmemiş olması" şeklinde değiştirilmektedir. Yine bende "talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması" hali de eklenmektedir. Düzenlemeyle, söz konusu hatalı uygulamalann ve sorunların giderilmesi amaçlanmaktadır.
Birinci fıkranın (b) bendinin (3) numaralı alt bendinin mevcut halinde yargılamada bulunan eksikliklerin duruşma yapılmaksızın tamamlanması halinde "başvurunun esastan reddine" karar verilebilmesi imkanı bulunmamaktadır. Düzenlemeyle eksikliğin duruşma yapılmaksızın giderilmesi neticesinde başvurunun esastan reddine kanaat getirilmiş olması halinde bu yönde karar verilmesi imkanı getirilmektedir.

MADDE 37- Maddeyle, Kanunun 356 nci maddesinde yapılan değişiklikle istinaf yargılamasında incelemenin duruşmalı olarak yapılması halinde bölge adliye mahkemesinin vereceği kararlar açıkça düzenlenmektedir. Kanunun 352 ve 353 üncü maddelerinde istinaf incelemesinin duruşmasız olarak yapılacağı haller düzenlenmiştir. Bu haller haricinde bölge adliye mahkemesi istinaf incelemesini duruşmalı olarak yapacaktır. Bölge adliye mahkemesinin incelemenin duruşmalı olarak yapılmasına karar vermesinden sonra 352 nci veya 353 üncü maddelerde belirtilen hallerin mevcudiyetinin tespiti halinde ne şekilde karar vereceği konusunda Kanunun mevcut halinde açık bir hüküm bulunmamaktadır. Uygulamada duruşma açılmasından sonra istinaf başvurusunun esastan reddi karan ile 352 nci ve 353 üncü maddelerdeki hallerde gerekli kararlann verilip verilemeyeceğine ilişkin tereddütler oluştuğundan bölge adliye mahkemeleri arasında çelişkili kararlar verilmektedir. Uygulamanın yeknesaklaştınlması ve durumun açıklığa kavuşturulması için 356 nci maddeye ikinci fıkra eklenmekte ve madde başlığı da buna uygun olarak değiştirilmektedir. Düzenlemeyle, incelemenin duruşmalı olarak yapılmasına karar verilmesinden sonra 352 ve 353 üncü maddeler de dahil olmak üzere bölge adliye mahkemesinin başvurunun esastan reddine karar vermesine açıkça imkan sağlanmaktadır. Böylelikle; bölge adliye mahkemesi istinaf yargılamasının her aşamasında istinaf incelemesinin gerektirdiği her türlü karan verebilecektir.

MADDE 38- Maddeyle, Kanunun 358 inci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. 358 inci maddenin birinci fıkrasına göre; taraflara, usulüne uygun olarak çağnldıklan duruşmaya gelmeseler bile tahkikatın yokluklarında yapılarak karar verileceği, aynca istinaf yoluna başvuran tarafa; tahkikat için bölge adliye mahkemesince belirlenen gideri avans olarak yatırması gerektiği açıkça ihtar edilmektedir. Mevcut hükme göre, bölge adliye mahkemesince belirlenen giderin avans olarak duruşma gününe kadar yatırılması mümkündür. Giderin duruşma gününe kadar yatırılıp yatınlmayacağı bilinemeyeceğinden, giderin yatırılmaması halinde bölge adliye mahkemesi duruşma gününe kadar hiçbir tahkikat işlemi yapamamakta ve bu durum istinaf yargılamasının uzamasına neden olmaktadır. Düzenlemeyle; belirlenen giderin, bu konudaki ihtaratın tebliği tarihinden itibaren iki haftadan az olmamak üzere verilecek kesin süre içinde yatınlabileceği hüküm altına alınmaktadır. Böylece bölge adliye mahkemesinin, duruşmadan önce bazı tahkikat işlemlerini yapabilmesi ve duruşmaya eksiksiz olarak hazırlanabilmesi mümkün hale getirilerek istinaf yargılamasının hızlı ve etkin bir şekilde yapılması sağlanmış olacaktır.
Maddenin üçüncü fıkrasının mevcut lafzı; istinaf yoluna başvuranın, gideri avans olarak yatırmasına rağmen duruşmalara gelmemesi halinde, tahkikata devam edilemeyeceği ve dosyanın mevcut durumuna göre karar verileceği anlamının çıkarılmasına müsaittir. Ancak, Kanun bir bütün olarak değerlendirildiğinde, giderin avans olarak yatırıldığı durumlarda, istinafa başvuran duruşmaya katılmasa bile, istinaf mahkemesinin başvuranın yokluğunda tahkikat işlemlerini yaparak incelemeyi sonuçlandırması daha uygun olacaktır. Bölge adliye mahkemelerinin genel uygulaması da bu yönde olmakla birlikte, uygulamada bu konuda tereddütler de yaşanmaktadır. Düzenlemeyle maddenin üçüncü fıkrasında değişiklik yapılarak istinaf kanun yoluna başvuran tarafın, belirlenen gideri avans olarak yatırması halinde, duruşmaya gelmese dahi bölge adliye mahkemesinin tahkikatı tamamlayarak sonuca göre karar vereceği açıkça hüküm altına alınmaktadır. Böylece, birinci fıkradaki ihtaratın içeriği ile uyum sağlanarak üçüncü fıkranın lafzından kaynaklanan tereddütler giderilmektedir.

MADDE 39- Maddeyle, Kanunun 359 uncu maddesinde değişiklik yapılmaktadır.
Maddeye eklenen üçüncü fıkrayla, istinaf talebinin esastan reddine karar verilmesi halinde, bölge adliye mahkemesi, kararında, ileri sürülen istinaf sebeplerini özetlemek ve ret sebeplerini açıklamak kaydıyla, kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermekle yetinebilecektir. Böylece istinaf sebepleriyle sınırlı inceleme yapan bölge adliye mahkemesinin belirtilen fıkraya göre verdiği kararların gerekçesinde istinaf sebeplerini karşılaması ve bu kapsamda bir gerekçe yazması yeterli olacaktır. Zira istinaf talebinin reddi kararıyla ilk derece mahkemesinin gerekçeli karan doğrulanmış olacaktır. Bu şekilde hukuki güvenlik açısından gerekli olmayan unsurlan karannda göstermek zorunluluğundan kaynaklanan emek ve zaman kaybı önlenecektir.
Uygulamada bölge adliye mahkemesince verilen kararlann resen tebliğ edilip edilmeyeceği hususunda tereddüt oluşmuştur. Maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle, oluşan tereddütlerin giderilmesi için bölge adliye mahkemesince verilen kararlann resen tebliğ edileceği açıkça ifade edilmiştir. Buna göre bölge adliye mahkemesinin, verildiği anda kesin olan kararlan ilk derece mahkemesince, temyizi kabil kararlan ise karan veren bölge adliye mahkemesince resen tebliğe çıkanlacaktır.

MADDE 40- Maddeyle, Kanunun 362 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır.
Birinci fıkranın (c) bendinde yapılan değişiklikle, Kanunda terim birliğini sağlamak amacıyla "merci tayinine" ibaresi "yargı yeri belirlenmesi" şeklinde düzeltilmektedir. Aynca ilk derece mahkemelerinin yetkiye ve göreve ilişkin kararlan hakkındaki hükmün lafzı düzeltilerek oluşan tereddütler giderilmektedir.
Kanunun 353 üncü maddesinde bölge adliye mahkemelerinin hangi hallerde duruşma yapmadan karar vereceği düzenlenmiştir. Bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamına giren durumlarda bölge adliye mahkemesi, karann kaldınlmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın karan veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar vermektedir. Hükümden anlaşılacağı üzere bölge adliye mahkemelerinin Kanunun 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamına giren kararlan kesindir. Fıkraya eklenen yeni (g) bendiyle, 353 üncü madde hükmü ile uyum sağlanarak kanunun bütünlüğünün korunması amacıyla 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında verilen kararlann temyiz edilemeyeceği açıkça hüküm altına alınmaktadır.

MADDE 41- Maddeyle, Kanunun ihtiyati tedbir talebini düzenleyen 390 ıncı maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Bir uyuşmazlıkta yabancı bir devlet mahkemesinin veya yabancı bir hakem veya hakem kurulunun görevli ve yetkili olması, o uyuşmazlığın esası bakımından Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini ortadan kaldırmaktadır. Buna bağlı olarak uygulamada, esas hakkında yabancı bir mahkemenin veya yabancı bir hakem veya hakem kurulunun görevli ve yetkili olduğu hallerde, Türk mahkemelerinin, esas hakkında yetkili mahkeme olmadıklan gerekçesiyle ihtiyatî tedbir talepleri bakımından kendilerini yetkili görmedikleri kabul edilmektedir. Yabancı mahkemelerde açılan davalar veya yabancı ülkelerde yürütülen tahkim yargılamalannda, Türk mahkemelerinin tedbir karan veremeyeceği yönündeki sonuç, yargılama hukukunun amaçlan ile bağdaşmamaktadır. Yabancılık unsurlu işlemlerin taraflanna ihtiyati tedbir korumasının sağlanması, bizatihi hukukun gayesi içindedir.
Diğer taraftan ihtiyatî tedbir kararlan, geçici nitelikte bir hukuki koruma sağladığından, yabancı mahkemelerce veya hakem heyetlerince verilen ihtiyatî tedbir kararlarının tanınması ve tenfizi de mümkün değildir. Bu durumda, esas davaya bakmakta olan yabancı mahkemenin veya hakemin ya da hakem heyetinin, Türkiye'deki mal ve alacaklarla ilgili olarak vereceği tedbir karan, Türkiye'de bir etkiye sahip olmayacak ve dolayısıyla yabancı mahkeme veya hakem heyetindeki davanın nihaî hedefi bakımından davacıya bir koruma sağlanamayacaktır. Düzenlemeyle, esas hakkında yabancı bir devlet mahkemesinin veya hakemin ya da hakem kurulunun görevli ve yetkili olması halinde, ihtiyati tedbir istemine konu hak veya şeyin bulunduğu yerdeki Türk mahkemelerinden ihtiyati tedbir talep edileceği hükme bağlanmaktadır.

MADDE 42- Maddeyle, Kanunun ihtiyati tedbir karannı düzenleyen 391 inci maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik yapılmaktadır.
Kanunun 391 inci maddesinde ihtiyati tedbir kararında bulunması gereken hususlar açıkça belirlenmiştir. Buna göre tedbirin, açık ve somut olarak hangi sebebe ve delillere dayandığı verilecek ihtiyati tedbir karannda belirtilecektir. Ancak ihtiyati tedbir talebinin reddi karanna ilişkin açık bir hüküm bulunmamakta, bu husus uygulamada tedbir talebinin reddi kararlannın gerekçesiz olarak verilmesine neden olmaktadır. Yapılan değişiklikle, ihtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin karann da gerekçeli olacağı hükme bağlanarak bu konuda yaşanan sorun giderilmektedir.
Kanunun 394 üncü maddesinde karşı taraf dinlenmeden verilen ihtiyati tedbir kararlanna karşı, öncelikle karan veren mahkemeye itiraz edilebileceği, itirazın reddi halinde kanun yoluna başvurulabileceği hüküm altına alınmıştır. Ancak yüzüne karşı aleyhine ihtiyati tedbir karan verilen tarafın, bu karara karşı itiraz veya kanun yoluna başvurma imkânım düzenleyen bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durum hakkaniyete aykın ve hak arama hürriyetini ihlal eden uygulamalara sebebiyet vermektedir. Düzenlemeyle, yüzüne karşı aleyhinde ihtiyati tedbir karan verilen tarafa da kanun yoluna başvurma imkânı tanınarak yaşanan sorunlann önlenmesi amaçlanmaktadır. Düzenleme, Teklifle değiştirilen 341 inci maddeyle de uyumludur.
MADDE 43- Maddeyle, Kanunim 393 üncü maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Birinci fıkrada yapılan değişiklikle, ihtiyati tedbir kararlarının uygulanmasını talep etme süresinin, kararın tedbir isteyen tarafa tefhim veya tebliğinden itibaren işlemeye başlayacağı hüküm altına alınmaktadır. Mevcut durumda, ihtiyati tedbir kararının uygulanmasını talep etmek için öngörülen bir haftalık süre, ihtiyati tedbir kararının verildiği tarihten itibaren işlemeye başlamaktadır. Bu hüküm özellikle dava açılmadan önce veya celse arasında dosya üzerinden ya da istinaf incelemesinde yine dosya üzerinden ihtiyati tedbire karar verilmesi hallerinde, kararın geç öğrenilmesi nedeniyle hak kayıplarının yaşanmasına neden olmaktadır. Düzenlemeyle, ihtiyati tedbir kararının uygulanmasının, bu kararın tedbir isteyen tarafa tefhim veya tebliğinden itibaren bir hafta içinde talep edileceği hüküm altına alınarak, ihtiyati tedbir kurumundan beklenen faydanın daha etkin bir şekilde sağlanması ve hak kayıplarının önlenmesi amaçlanmaktadır.

MADDE 44- Maddeyle, Kanunun ihtiyati tedbir kararına karşı itirazı düzenleyen 394 üncü maddesinin ikinci fıkrasına cümle eklenmektedir. İhtiyati tedbir kararının uygulanması sırasında ihtiyati tedbirin şartlarına, mahkemenin yetkisine ve teminata ilişkin olarak yapılan itirazların, dava açılmayan ancak ihtiyati tedbir kararını veren mahkemeye mi yoksa esas hakkında dava açılan mahkemeye mi yapılacağı konusunda Kanunda açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Uygulamada genellikle ihtiyati tedbir kararını veren mahkemede esas hakkındaki yargılama görülmemektedir. Özellikle dava açıldıktan sonra ihtiyati tedbire yönelik itirazların esas davaya bakmayan mahkemece incelenmesinde bir hukuki yarar bulunmamaktadır. Oluşan tereddütlerin giderilmesi ve dava açıldıktan sonra esas yargılamayı yapan mahkemenin ihtiyati tedbir kararına yapılan itirazları da inceleyebilmesi amacıyla, esas hakkında dava açıldıktan sonra itirazlar hakkında bu davaya bakan mahkemece karar verileceği hükme bağlanmaktadır.

MADDE 45- Maddeyle, Kanunun 397 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır.
Teklifle, Kanunun 390 ıncı maddesinde yapılan değişiklikle, esas hakkında yabancı bir devlet mahkemesinin, hakemin veya hakem kurulunun görevli ve yetkili olması halinde, ihtiyati tedbir kararının uyuşmazlığın esası bakımından görevli veya yetkili Türk mahkemesinden talep edilebileceği hükme bağlanmaktadır. Bu düzenlemenin tabi bir sonucu olarak, Türk mahkemesinden alınan ihtiyati tedbir kararının etkisinin yabancı devlet mahkemesi veya hakem yargılamasının sonuna kadar devam edebilmesi için Türk mahkemesince verilen ihtiyati tedbir kararını tamamlayan işlemlerin ne şekilde yapılacağı hususunun da düzenlenmesi gerekmektedir. Maddeye eklenen fıkrayla, tedbir talep eden, ihtiyati tedbir kararının uygulanmasını talep ettiği tarihten itibaren bir ay içinde esas hakkındaki davasını yabancı devlet mahkemesi, yetkili hakem veya hakem kurulu nezdinde açmak ve davayı açtığına ilişkin evrakı tedbir kararını uygulayan memura ibraz etmek zorundadır. Aksi hâlde Türk mahkemesince verilen tedbir karan kendiliğinden kalkacaktır.

MADDE 46- Maddeyle, Kanunun 398 inci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi, Anayasa Mahkemesinin 11/7/2018 tarihli ve 2018/1 E. 2018/83 K. sayılı karanyla iptal edilmiştir. Maddeyle, iptal karannda belirtilen gerekçeler doğrultusunda düzenleme yapılmaktadır. Bu kapsamda; ihtiyati tedbire muhalefet teşkil eden eylemlere ilişkin yargılama usulü, şikâyet olunanın haklan, yargılama sonucunda verilecek karar türleri, karara karşı itiraz süresi ve itiraz merci, karamı kesinleşmesi durumunda infazı yerine getirecek makam ve cezanın düşeceği hallere ilişkin usul ve esaslar aynntılı bir şekilde düzenlenmektedir.
MADDE 47- Maddeyle, Kanunun 402 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Maddeye eklenen fıkrayla, delil tespitinin yapılmasından sonra tespit tutanağı ve varsa bilirkişi raporunun bir örneğinin mahkemece karşı tarafa resen tebliğ olunacağı düzenlenmektedir. Böylece hem mahkemece yapılan delil tespiti işlemiyle ilgili olarak tarafların bilgi sahibi olması sağlanacak hem de fıkrada düzenlenen konularda açık bir hüküm bulunmamasından kaynaklanabilecek sorunlar giderilebilecektir.

MADDE 48- Maddeyle, Kanunun hakem kararının şekli, içeriği ve saklanmasını düzenleyen 436 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Düzenlemeyle, bir tahkim kurumu bünyesinde yapılan tahkim yargılamalarında hakem tarafından verilen kararın, hakem veya hakem kurulu başkanına ilave olarak ilgili tahkim kurumu tarafından da taraflara bildirilebilmesine imkân verilmektedir.

MADDE 49- Maddeyle, Kanunun 440 mcı maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Maddenin beşinci fıkrasında hakem karanımı düzeltilmesi, yorumlanması veya tamamlanması hallerinde ek hakem ücreti ödenmeyeceği düzenlenmiştir. Değişiklikle, bu kuralın aksinin taraflarca kararlaştınlabilmesine imkân tanınmaktadır.

MADDE 50- Maddeyle, Kanunun geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında ibare değişikliği yapılmaktadır.
26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla, 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa istinaf kanun yoluna ilişkin hükümler dercedilmiş ve bu kapsamda tashihi karar yoluna ilişkin hükümler yürürlükten kaldınlmıştır. Kanunun geçici 3 üncü maddesinde, istinaf kanun yolu incelemesine ilişkin hükümlerin, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçeceği tarihe kadar uygulanmayacağı ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki hükümlerin uygulanmasına devam olunacağı düzenlenmektedir.
Geçici 3 üncü maddede, 2016 yılında yapılan değişiklikle bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki hükümlerinin uygulanması ilkesi kabul edilmiştir. Bu düzenlemeyle bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında istinaf yolunun uygulanmaması; temyiz ve tashihi karar yolunun uygulanması amaçlanmıştır. Bölge adliye mahkemelerinin göreve başladığı tarihten sonra verilen kararlar hakkında ise istinaf ve temyiz kanun yoluna başvurulabilecek; tashihi karar kanun yolu mülga kılındığı için bu yola başvurulamayacaktır.
İlk derece mahkemesinin yargılamanın yenilenmesi talebi konusunda verdiği karar da diğer kararlar gibi kanun yolu incelemesine tabidir. Bu kararlann da geçici 3 üncü madde kapsamında bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce veya sonra verilmesine göre tabi olacağı kanun yolu değişecektir. Bir başka ifadeyle, yargılamanın yenilenmesi talebi hakkında ilk derece mahkemesince verilen kabul veya ret karan, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilmişse temyiz ve tashihi karar yoluna; sonra verilmişse istinaf ve temyiz yoluna tabi olacaktır.
Geçici 3 üncü maddenin ikinci fıkrasında, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında 1086 sayılı Kanunun 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı belirtilmiştir. 427 ilâ 444 üncü maddeler temyiz ve tashihi karar kanun yoluna ilişkin hükümleri; 445 ilâ 454 üncü maddeler ise yargılamanın yenilenmesine ilişkin hükümleri içermektedir. 6100 sayılı Kanun 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe girerken yargılamanın yenilenmesine ilişkin hükümler de sevk etmiştir. 1/10/2011 tarihinden bölge adliye mahkemelerinin göreve başladığı tarihe kadar geçen sürede vaki yargılamanın yenilenmesi taleplerinin 6100 sayılı Kanun hükümleri uyannca değerlendirileceği kuşkusuzdur. Ancak bu yargılama sonucunda verilen kararın tabi olduğu kanun yolu anlamında geçici 3 üncü maddenin ikinci fıkrasında kıstas alınan tarih önem arz etmektedir. Yoksa bu yargılamanın 6100 sayılı Kanun hükümleri uyarınca yapılacağı konusunda kuşku bulunmamaktadır.

MADDE 51- Maddeyle, 2004 sayılı Kanunun 258 inci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Teklifle, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 341 ve 391 inci maddelerinde yapılan değişikliğe uyum sağlanması amacıyla ve aynı gerekçelerle yapılan bu değişiklikle, ihtiyati haciz kararlarının gerekçeli olarak verilmesi öngörülmekte ve yüzüne karşı aleyhinde ihtiyati haciz karan verilen tarafın da istinaf kanun yoluna başvurabilmesine imkân tanınmaktadır.

MADDE 52- Maddeyle, 2577 sayılı Kanunun 31 inci maddesinin birinci fıkrasına ibare eklenmektedir. 2577 sayılı Kanunda dava dosyasımn taraflarca ve ilgililerce incelenmesi usulüyle ilgili açık hüküm bulunmamaktadır. Düzenlemeyle, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun "Dosyanın taraflar ve ilgililerce incelenmesi" başlıklı 161 inci maddesinin idari davalar hakkında da uygulanması amaçlanmaktadır.

MADDE 53- Maddeyle, 3402 sayılı Kanuna madde eklenmektedir. Uygulamada; kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlann miktar veya değerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna tabi olup olmadığıyla ilgili tereddüt bulunmaktadır. Düzenlemeyle, oluşan tereddütlerin giderilmesi amacıyla bu davalarda verilen kararlann miktar veya değeri dikkate alınmaksızın istinaf veya temyiz incelemesine açık olduğu hükme bağlanmaktadır.

MADDE 54- Maddeyle, 5235 sayılı Kanunun hukuk mahkemelerinin kuruluşunu düzenleyen 5 inci maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik yapılmaktadır. Fıkrada yapılan birinci değişiklikle, ticaret mahkemelerinde tek hâkimle görülebilen dava ve işlerin parasal sımn "üç yüz bin" Türk lirasından "beşyüz bin" Türk lirasına çıkanlmaktadır.
Maddenin mevcut üçüncü fıkrasında, asliye ticaret mahkemelerinin heyet halinde bakacaklan işler ile bu mahkeme üyelerinin tek başına bakacaklan işler belirtilmiştir. Bu hükme göre, asliye ticaret mahkemelerinin heyet halinde göreceği davalann "tüm yargılama safhalan"nın heyetçe yürütülmesi ve sonuçlandınlması da düzenlenmiştir. Düzenlemeyle, ticaret mahkemelerinin heyetçe yürüteceği iş ve davalarda mahkeme başkanına, belirli bazı tahkikat işlemlerini yapmak üzere üyelerden birini naip hakim olarak görevlendirebilmesine imkan verilmektedir. Mahkeme başkam keşif yapılması, bilirkişi incelemesi yapılması, tanığın bulunduğu yerde veya mahkemede dinlenmesi gibi bazı tahkikat işlemlerini belirleyerek bu işlemlerin üye hâkimlerden birine yaptınlmasına karar verebilir. Bu durumda o üye, naip hâkim olarak nitelenir ve naip hâkim sadece görevlendirildiği tahkikat işlem ya da işlemlerini yapar. Naip hâkim, görevlendirildiği tahkikat işlemini tamamladığında, dosyayı, tahkikata devam edilmek üzere heyete tevdi eder.

MADDE 55- Maddeyle, 5235 sayılı Kanunun 7 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Birinci fıkrada yapılan değişiklikle, sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleri ile özel kanunlarla kurulan hukuk mahkemelerinin yargı çevresi, il ve ilçe sınırlarına bakılmaksızın Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Kurulunca belirlenebilecektir. Bu yetkiyi sadece büyükşehir belediyesi bulunan iller bakımından düzenleyen ikinci fıkra yürürlükten kaldınlarak yetkinin, tüm iller için kullanılabilmesi amaçlanmaktadır. Böylece hem büyûkşehir statüsündeki illerde hem de diğer illerdeki hukuk mahkemelerinde ihtisaslaşmanın sağlanması hedeflenmektedir.

MADDE 56- Maddeyle, 5684 sayılı Kanunun 30 uncu maddesinin onaltıncı fıkrasında değişiklik yapılmaktadır. Kanunun mevcut hükmünde hakem tarafından verilen kararın aslının, dosya ile birlikte Sigorta Tahkim Komisyon Müdürünce Komisyonun bulunduğu yerdeki görevli mahkemeye gönderileceği ve mahkemece saklanacağı düzenlenmiştir. Hakemlerce yılda yaklaşık yüz bin kararın verildiği dikkate alındığında dosyanın mahkemelerce saklanması, gereksiz emek ve mesai sarfına neden olduğundan değişiklikle, dosyanın Komisyonca saklanacağı kabul edilmektedir.

MADDE 57- Maddeyle, 5684 sayılı Sigortacılık Kanununa madde eklenmektedir. Uygulamada sigortacılık yapan kurum veya kuruluşlardan ya da Güvence Hesabından talep edilecek tazminat alacağı kapsamında hak sahibi olanlardan veya bunların mirasçılarından alman vekâletname, temsil yetkisi veya alacağın temlikiyle, tazminat alacağıyla ilgili işlemler yapılmaktadır. Bu işlemlerin çoğu zaman ehil olmayan kişiler vasıtasıyla yapılması neticesinde hak sahipleri, tazminat alacaklarına tam olarak kavuşamamakta ve buna bağlı olarak hak kayıpları meydana gelebilmektedir. Hükümle, hukuki işlem güvenliği sağlanarak hak sahiplerinin korunması amaçlanmakta ve tazminat alacaklarının takibini yapabilecek kişiler belirlenmektedir. Buna göre tazminat alacağı; alacaklı tarafından bizzat, alacaklının kanuni temsilcisi veya kanuni temsilcinin bizzat vekâlet verdiği avukatı ya da alacaklının bizzat vekâlet verdiği eşi, çocukları, annesi, babası, kardeşleri veya avukatı vasıtasıyla takip edilebilecektir. Bu takip yetkisi, sadece sigortacılık yapan kurum veya kuruluşlar yada Güvence Hesabı nezdinde yapılacak işlemleri kapsamaktadır. Tazminat alacağı sadece hak sahibine veya avukatına ödenebilecektir. Ayrıca tazminat alacağı birinci fıkrada belirtilen kişiler dâhil olmak üzere hiç kimseye devredilemeyecektir.

MADDE 58- Maddeyle, 6102 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasında değişiklik yapılmaktadır. Düzenlemeyle, ticari davalarda uygulanan basit yargılama usulüne ilişkin parasal sınır "yüzbin" Türk lirasından "beşyüz" bin Türk lirasına çıkarılmaktadır.

MADDE 59- Maddeyle, 6502 sayılı Kanuna 73/A maddesi eklenmektedir. Düzenlemeyle dava şartı arabuluculuğa tabi uyuşmazlıkların kapsamı genişletilmektedir. Buna göre, tüketici hakem heyetlerinin görevi kapsamında olmayan ve doğrudan tüketici mahkemelerinde açılması gereken davalarda dava şartı arabuluculuk usulünün uygulanması kabul edilmektedir. Ancak tüketici hakem heyeti kararlarına yapılan itirazlar, 73 üncü maddenin altıncı fıkrasında belirtilen davalar, 74 üncü maddede belirtilen davalar ile tüketici işlemi mahiyetinde olan ve taşınmazın aynından doğan uyuşmazlıklarda dava şartı arabuluculuğa ilişkin hükümler uygulanmayacaktır.
İkinci fıkrayla, tüketicinin korunması amacıyla, geçerli bir mazeret göstermeksizin arabuluculuk görüşmelerine katılmayan tarafın son tutanakta belirtileceği ve bu tarafın, davada lehine karar verilmiş olsa bile, yargılama giderinin tamamım ödemeye mahkûm edileceğine dair 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 18/A maddesinin onbirinci fıkrası hükmünün tüketici aleyhine uygulanmayacağı düzenlenmektedir.
Üçüncü fıkrayla, arabuluculuk faaliyeti sonunda taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması veya tarafların anlaşmaları ya da anlaşamamaları halinde tüketicinin ödemesi gereken arabuluculuk ücretinin tüketicilere ilave yük getirmemesi amacıyla Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanacağı ve arabuluculuk ücretinin iki saatlik ücret tutarım geçmeyeceği hükme bağlanmaktadır.


Dördüncü fıkrayla, tarafların dava şartı olarak arabuluculuk kapsamında anlaşmaması nedeniyle açılan davanın tüketici lehine sonuçlanması halinde Adalet Bakanlığı tarafından karşılanan arabuluculuk ücretinin 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre davalıdan tahsil olunarak bütçeye gelir kaydedileceği düzenlenmektedir.

MADDE 60- Maddeyle, 6502 sayılı Kanuna geçici madde eklenmektedir. Teklifle, Kanuna eklenen madde dikkate alınarak geçiş hükmü düzenlenmektedir.

MADDE 61- Maddeyle, 6769 sayılı Kanunun 156 nci maddesinde değişiklik yapılmaktadır.
Birinci fıkrayla, fikri ve sınai haklar hukuk mahkemesi ile fikri ve sınai haklar ceza mahkemesinin Hâkimler ve Savcılar Kurulunun olumlu görüşü alınarak, tek hakimli ve asliye mahkemesi derecesinde Adalet Bakanlığınca lüzum görülen yerlerde kurulacağı ve bu mahkemelerin yargı çevresinin, il ve ilçe sınırlarına bakılmaksızın Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından belirleneceği hükme bağlanmaktadır.
İkinci fıkrayla; fikri ve sınai haklar hukuk ve ceza mahkemelerinin kurulmadığı yerlerde ise bu mahkemelerin görev alanına giren dava ve işlere asliye hukuk veya asliye ceza mahkemelerince bakılacağı, bu dava ve işlere bakacak asliye hukuk ve asliye ceza mahkemeleri ile bu mahkemelerin yargı çevresinin de il ve ilçe sınırlarına bakılmaksızın Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından belirleneceği hüküm altına alınmaktadır. Bu düzenlemeler, Kanunda belirtilen dava ve işlere tüm yurtta uzman hâkimler tarafından bakılmasına hizmet edecektir.

MADDE 62- Yürürlük maddesidir.

MADDE 63- Yürütme maddesidir.