Mesajı Okuyun
Old 11-04-2003, 07:46   #11
Refya

 
Varsayılan Düşündüren İlginç Hikayeler 3

PADİŞAH VE İHTİYAR
Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil'i kıyafet gezmeye karar vermiş.
Yanına başvezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı
bir adam görmüşler.
Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş. Padişah,
ihtiyarı selamlamış.
" Selamünaleyküm ey pir'i fani..."
" Aleykümselam ey serdar'i cihan..." Padişah sormuş.
" Altılarda ne yaptın ?"
" Altıya alti katmayınca, otuz ikiye yetmiyor..." Padişah gene sormuş.
" Geceleri kalkmadın mi ?"
" Kalktık. Lakin, ellere yaradı." Padişah gülmüş.
" Bir kaz göndersem yolar mısın ?"
" Hem de ciyaklatmadan..."
Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah
başvezire dönmüş.
" Ne konuştuğumuzu anladın mı ?"
" Hayır padişahım..." Padişah sinirlenmiş.
" Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım." Korkuya
kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere
kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada calışıyor..
" Ne konuştunuz siz padişahla..." Adam, başveziri şöyle bir süzmüş.
" Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim.."
Başvezir, yüz altın vermiş.
" Sen padişahı, serdar'i cihan, diye selamladın. Nasıl anladın
padişah olduğunu?"
" Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi."
Vezir kafasını kaşımış.
" Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek."
Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.
" Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü
çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış
çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim." Vezir bir soru daha sormuş...
" Geceleri kalkmadın mı ne demek ?"Adam bir yüz altın daha almış.
" Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler,
başkasına yaradılar, dedim." Vezir gene kafasını sallamış.
" Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek..." Adam gülmüş.
" Onu da sen bul..."

DENEYİM
60'lik ünlü ressam, bir lokantaya girer. Gerçi cebinde parası
yoktur ama aldırmaz. Lokantacıya yapacağı portresine karşılık yemek yemek
istedigini söyler. Güzelce karnini doyurur. Sonra bir çırpıda lokantacının
portresini çizerek masaya bırakır. Kalkarken adam gelir, resme bakar,
beğenir.
"Güzel ama" der lokantacı "Bir dakikada yaptınız bunu, oysa bir saattir
yiyorsunuz". Ressam "Bir dakika değil, 60 yıl ve bir dakika"
diye karşılık verir.


AZİM

Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat
ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu
kaybetti.
Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir
karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup
üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün
derslerde hep ayni hareketi yapıyorlardı.
Çocuk bir gün hocasına "hocam ben çok sıkıldım, artık başka
hareketlere geçsek" dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en
hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar
hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu.
Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler
karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı.
Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına
sordu, "hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin
kaybederim". Hocası ise "sen sadece hareketi yap" cevabini
verdi.
Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle
finale kadar çıktı.
Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok
korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.
Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu "hocam nasıl olur
anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum".
Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, "senin yaptığın hareket karatedeki en
zor hareketlerden biridir. ..Ve bir tek savunması vardır o da,
rakibin sol kolunu tutmak".


İDARECİLİK SANATI
Büyük Amerikan imalat fabrikalarından birinin yönetim kurulu üyeleri
kâr ve zarar hesaplarını incelerken, fabrika müdürünün aylığına takılmışlar ve
bunu bir hayli indirmek kabil olacağını düşünmüşler. İçlerinden iki kişi
seçerek fabrika müdürü denen bu adamın neler yaptığını bir görmelerini ve ondan
sonra bu konuda karar verilmesini kabul etmişler.

İki kişilik heyet bir sabah sessizce fabrikaya gitmiş ve fabrika
müdürünün odasına girmiş. Gördükleri manzara şu olmuş:

Fabrika müdürü elinde kahve fincanı, ayakları masanın
üstünde, etrafa halka gülücükler yaymakla meşgul. Masanın üstünde ne bir
dosya, ne bir kağıt hiç bir şey yok.

Bir müddet kendisi ile oradan buradan konuşan heyet azaları bu müddet
zarfında müdürün hiç bir işle meşgul olmadığını ve yalnız bir kaç basit
telefon konuşması yaptığını görmüşler. Heyet aldığı intibadan memnun
İdare Meclisine fabrika müdürü denilen zatın yanında bulundukları üç küsür
saat zarfında hemen hemen hiç bir şeyle meşgul olmadığını ve bu bakımdan
böyle basit bir iş için verilen yıllık 100.000 dolardan en aşağı üçte iki
nisbetinde bir tasarruf sağlanabileceğini söylemiş. Tabii fabrika müdürü
bu indirmeye razı olmamış, işten ayrılmış. Yeni maaşla çalışmayı kabul eden
bir çok istekli arasında bir zat yeni fabrika müdürü tayin edilmiş.

Üç aydan sonra idare meclisine gelen imalat istatistiklerinde az, fakat
dikkati çekecek kadar bir düşme başlamış, fabrika müdürü yenidir, tabii
bu kadar acemilik olur demişler. Altıncı ayın sonunda istatistik eğrisi
bir hayli düşmüş. Eski heyet azaları yeni fabrika müdürünü odasında ziyaret
etmişler. Adamcağız kan-ter içinde, bir elinde telefon, öteki eli evrak
imzalamakla meşgul, başıyla gelenlere oturmalarını işaret etmiş. Gelen
giden o kadar çok ki, adamla doğru dürüst konuşmaya bile imkan olmamış. Fakat
heyetin kanaati şu olmuş.; böyle canla başla çalışan bir adam başta
olduğu müddetçe işlerin düzelmemesi için hiçbir sebep yoktur, biraz daha
bekleyelim. Sene sonu gelmiş, her zaman kâr eden fabrikanın bilançosu
zararla kapanınca idare meclisi azaları birbirine girmişler ve işi
yeniden incelemeğe başka bir heyeti memur etmişler. Yeni heyet müdürün odasına
değil, fabrikaya gitmiş ve iş başında bekleyen insanlar görmüş,
sebebini sormuş aldıkları cevap şu: Hususi bir döküme başlayacağız, fabrika
müdürü ben gelmeden başlamayın dedi, biz de bekliyoruz, her halde elektrik
atölyesinden bir türlü ayrılmaya vakti olmadı.

O sırada gözleri, yaşlı bir ustabaşıya ilişmiş, adamı şöyle bir kenara
çekmişler ve fabrikanın eskiye nazaran daha fena çalışmasının
sebeplerini sormuşlar. Yaşlı ustabaşı içini boşaltmak ihtiyacını uzun zamandır
hissetmiş olacak ki :

-Baylar demiş, eski müdürümüz teferruatla uğraşmaz, ileriye ait
planlar yapar, işi bize bırakır, biz de normal zamanlarda onu rahat bırakırdık.
Ani, içinden çıkamayacağımız olağanüstü bir problemle karşılaştığımız
zaman ancak ona başvururduk ve o zaman da bilirdik ki, o bizim bu müşkülümüzü
çözecek. O hakiki fabrika müdürü idi. Güler yüzlü idi,
bizle şakalaşır, fakat hepimiz için düşünürdü. Şimdiki müdür de çok dürüst,
iyi niyet sahibi, hatta çok daha çalışkan bir adam. Fakat o hiçbirimize inanmıyor, her işin kendisi
tarafından görülmesini istiyor. Yani o, bizim yerimize ustabaşılık
yapıyor, tabii biz de amele çavuşu mertebesine düşüyoruz, haydi neyse buna da
aldırmayalım, ama fabrika müdürlüğü boş kalıyor. Elinde piposu,ileriyi
görmeğe çalışan, tedbir alan, düşünen adamın yerinde kimse yok.

Eski fabrika müdürünü tekrar oraya getirmek isteyen idare meclisi, bir
senelik acı tecrübesinden sonra 100.000 yerine 150.000 dolarla onu ancak
gelmeye razı etmiş.

İdarecilik güç bir sanattır. Öyle bir sanat ki, eseri gözle görülmez ve
ölçülmesi de ancak mukayeselerle ve senelerin tecrübeleriyle biraz
kabil olabilir. Büyük liderler gibi onları da, o müessesenin bitaraf bir
tarihçisi kıymetlendirebilir. Onun için günlük takdir bekleyenlerden bu sanatın
sanatçısı çıkmaz.

Başkaları için tavsiyede bulunmak, yeni bir yol teklif etmek, hatta
karar vermek kolaydır. Güç olan, bunları yapmaktan kaçınmak, gururumuzu
yenmek ve ancak ve ancak kendimiz için karar vermektir.


MICROSOFT VE İŞSİZ TEMİZLİKÇİ

İşsizin biri, temizlik isleri icin Microsoft'a başvurur. İnsan
Kaynakları, bir ön görüşmenin ardından test (yeri temizlemek) yaparlar
ve "işe alındın, e-mail adresini ver, sana başvuru formunu göndereyim,
aynı zamanda, işe başlamak için geleceğin günü bildiririm" der.

Adam çaresiz, bilgisayarının, ve dolayısıyla e-mail adresinin
olmadığını söyler. İnsan Kaynaklarından, onun adına üzüldüklerini,
fakat e-mail'i yoksa, kendisinin de varolmadığını ve kendisi de
olmadığı için işe alınamayacağını söylerler.

Adam umutsuzca, ne yapacağını bilmeden, cebinde sadece 10$ ile çıkar.

Ve bir markete girerek 10 kiloluk bir kasa domates alır. Kapı kapı
dolaşarak, 2 saat içersinde sermayesini ikiye katlar. İşlemi birkaç kez
daha tekrar eder ve aksam eve döndüğünde 60$'i vardır.

Ve bu şekilde yaşayabileceğini anlar, her sabah erkenden evinden çıkar
ve aksam geç saatlere kadar çalışır, ve her gün parasını üçe, dörde
katlar. Az bir zaman sonra, bir el arabası alır, bunu bir kamyonla
değiştirir ve bir sure sonra artık, birçok araçtan oluşan bir nakliye
şirketi sahibidir.

5 sene geçer, adamımız Birleşik Devletlerin en büyük gıda nakliye
şirketlerinden bir tanesinin sahibidir artık. Artık ailesini ve
geleceğini düşünmektedir, ve hayat sigortası yaptırmaya karar verir.
Bir sigorta şirketini arar, kendine uygun bir plan seçer ve konuşma
biterken, sigortacı, teklifi gönderebilmek icin adamın e-mail adresini
ister. Adam e-mail 'inin olmadığını söyler

"Şaşırtıcı, der sigortacı, e-mail'iniz yok ve bu hanedanlığı
kurabildiniz, düşünün, ya bir de e-mail adresiniz olsaydı."

Adam düşünür ve su cevabi verir: - Microsoft'ta temizlikçi olurdum!!


Bu hikayeden alınacak dersler :

1- İnternet, hayatinin tek çözümü değildir.

2- Eger Microsoft'ta temizlikçi olmak istiyorsan e-mail adresi edinin.

3- Eğer e-mail'in yoksa ve çok çalışıyorsan, zengin olabilirsin.

4- Eğer bu hikayeyi e-mail vasıtası ile aldıysan, temizlikçi olma
sansın milyoner olma sansından daha fazla.

Beş Maymun Hikayesi

Kafese beş maymunu koyarlar. Ortaya da bir merdiven ve tepesine de
iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara
ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar. Her bir maymun aynı
denemeye giriştiğinde çok soğuk suyla ıslatılır. Bütün maymunlar bu
denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar. Bir süre sonra muzlara
hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır.
Suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun
koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur,
fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu
döverler. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla
değiştirilir ve merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer. Bu ikinci yeni maymunu en
şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur. Islak maymunlardan üçüncüsü de
değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan
yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda
hiç bir fikirleri yoktur.
Son olarak en baştaki ıslanan maymunların dördüncüsü ve beşincisi de
yenileriyle değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu
halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır. Neden mi? çünkü
burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmelidir. İşte bu nokta şirket
politikalarının başladığı yerdir.

KÖPEK İLE TAVSAN

Köpeği ile yasayan bir genç İstanbul'da bir
bahçe kati daire kiralar.
Dairenin önünde bir teras vardır.
Yan dairede de ev sahibi yaslı kadın ve oğlu
oturmaktadır.
İki dairenin teraslarından birbirine
geçilebilmektedir.
Kiracı genç taşınırken ev sahibinin oğlu
kiracıya söyle der:
"Köpeğinize ne olur dikkat edin, annemin
tavşanına birsek yapmasın.
Annem yaşlı, o hayvana da çok bağlandı,
birsek olursa tavsana
yaşayamaz.
Tavşanın kafesi terasta duruyor, aman
dikkat....". Kiracı da dikkat
edeceğini söyler.

Gel zaman git zaman, köpek ve tavşanın
birbirileri ile hicbir sorunu
olmaz, beyaz tavsan da iyice buyur. Tavsan bazen
kafesinde duruyor, bazen
de terasta dolaşıyordur.
Bir gece köpek ağzında birşey ile sahibinin
yanına gelir. Sahibi bir de bakar ki
köpeğin ağzındaki şey ev sahibinin beyaz
tavşanı, ama ölü ve çamur içinde!

Kiracı paniğe kapılır, ölü tavşanı alıp bir
güzel yıkar, tüylerini saç kurutma makinesi
ile kurutup kabartır ve usulca yan terasa
süzülüp tavşanı kafesine bırakır.
O gece, suç üzerine kalacak korkusu ile
köpeği alıp annesine gider.

Bir hafta sonra döndüğünde ev sahibin oğlunu
görür. Genç kederlidir.
Kiracı tedirgin tedirgin ne olduğunu sorar.
Ev sahibinin oğlu cevap verir:

"Siz yoktunuz tabi, bilmiyorsunuz... annem
vefat etti...".
Kiracı suçlulukla yutkunarak sorar: "Başınız
sağ olsun, nasıl vefat etti anneniz?".
Ev sahibinin oğlu cevap verir: "Tavşanı
beslemeyi unutmuşuz,
hayvancağız ölmüş.
Annemle birlikte tavşanı bahçeye gömdük.
Ertesi sabah annem tavşanı
hortlamış, kafesinde görünce kalbi dayanmadı
zavallının....."