Mesajı Okuyun
Old 30-10-2006, 16:20   #38
avgüneş

 
Varsayılan

Yazılanlar, söylenenler hepsi bir yana. Nerede kaldı masumiyet karinesi; hani suçu ispat edilene kadar herkes masumdu? Nerede kaldı savunma hakkının kutsallığı. Herşey bir yana meslektaşlarımızın böylesi bir tavır takınmaları gerçekten düşündürücü.
Bu bağlamda 27.10.2006 Tarihine Sabah Gazetesi' nde yer alan Sayın Ergun BABAHAN' ın yazısını okumanızı öneririm.

Savunma hakkı ve avukatın görevi

Bayram sırasındaki tüyler ürpertici cinayetleriyle tüm ülkenin kanını donduran iki katil zanlısının avukatları da görevi bırakmış.
İki katil zanlısını savunmak için baro tarafından görevlendirilen Ufuk Namalan ve Saadet Ayan, "Vicdanımız elvermedi" diyerek görevi bırakmışlar.
Bu bir doktorun benzer bir katil zanlısını "vicdanım onu iyileştirmeye elvermedi" diyerek ameliyat masasında bırakmasından farksız.
Hukuk nosyonunu tam benimseyemedikleri anlaşılan bu iki avukat, hukuk eğitiminin içler acısı durumunun tipik birer örneği.
Adli yardım bugün ülkemizde savunma hakkına sahip olmayan insanlara hukuk sisteminin sağladığı bir güvence.
Habeas Corpus, insanların bir suç isnadı ile karşılaştıklarında derhal mahkeme önüne çıkarılma hakkı, hukukun vazgeçilmez bir öğesidir.
Amerika Başkanı Bush, terör sanıklarının elinden bu hakkı aldığı için başta ülkesi olmak üzere dünyanın pek çok yerinde yerin dibine batırılmaktadır.
Kendisine bir suç isnat edilen insan, aksi ispat edilene kadar masumdur.
Masumiyet karinesine başta hukukçuların inanıp saygı göstermesi gerekir.
Yasaları ihlal etmekle suçlanan herkesin kendini savunma hakkı vardır, zanlılar bu haklarını ya doğrudan kendi savunmalarını yaparak ya da avukat aracılığıyla kullanırlar.
Elbette avukatların bürolarına gelen herkesin davasını alma zorunluluğu yoktur. Bir avukat sadece ceza veya ticaret hukukunda uzman olduğu için dava seçebileceği gibi, sadece kendi inancı doğrultusundaki davaları da alabilir.
Savunma gibi yargılama sisteminin önemli bir parçasının işlevini yerine getirmektedir ama aynı zamanda serbest meslek sahibi bir kişidir. Hizmetini istediği kişiye verebilir.
Ancak burada karşı karşıya olduğumuz olay tamamen farklıdır. Baronun atadığı iki avukat, savunma görevini "vicdanları elvermediği" gerekçesiyle yerine getirmek istememektedir.
Sadece bu tavır bile, zanlıların bundan sonra savunmalarını üstlenecek avukatların "vicdansız" etiketi yemesine yol açabileceği için savunma hakkına indirilmiş bir darbedir.
İşlediği suçun mahiyeti ne olursa olsun, bizi ne kadar rahatsız ederse etsin, bir suç isnadı ile hâkim önüne çıkarılmış herkesin, istemesi hakkında, bir avukat aracılığıyla savunma hakkına saygı duymamız hukukun en temel ilkesidir.
Savunma hakkını avukatların vicdanlarına göre sınırlandırmaya başlarsak, savunma mesleğinin temeline dinamit koymuş oluruz.
Türkiye gerçek hukuksal süreçle yeni yeni tanışıyor. Ülkemizde savunma hakkını kullananlar hâlâ savcının altında kabul ediliyor. Aşmamız gereken bir çok zorluk var. Bunlara bir de avukatların savunma hakkına saygısızlığını eklemeyelim.