Konu: Su Hukuku
Mesajı Okuyun
Old 29-12-2008, 22:49   #2
ismailduygulu

 
Varsayılan Alternatİf Su Forumu

Dünyanın yüzde 97'si suyla kaplı. Ancak bu miktarın büyük çoğunluğu kirli ve tuzlu olduğu için sadece yüzde 2,8’i kullanılabilir durumda. Bu kısıtlı temiz suyun da yüzde 2'lik kısmı kutuplarda, 16 kilometre kalınlığında buz kütleleri halinde. Yani dörtte üçü sularla kaplı olan Dünya gezegeninde kullanılabilir su, ancak yüzde 0,8’lik oranda.
20. yüzyılda dünya nüfusu geçmişe oranla üç kat, su kullanımı ise yedi kat arttı. Bu artışın nedeni, sosyoekonomik kalkınmaya bağlı yaşam tarzındaki değişiklikler. Sanayileşme, su kullanımını tüm insanlık tarihi boyunca daha önce hiç görülmemiş bir seviyeye çıkardı. Bu artışla birlikte su kullanımındaki alışkanlıklar, olması gerekenin aksine bir şekilde, verimli yönde gelişmedi.
Ne kadar su lazım?
1 otomobil üretimi için 300-400 ton
1 ton çelik üretimi için 240 ton
1 varil (yaklaşık 200 lt) ham petrolün rafine edilmesi için 7 ton,
1 kg kumaş (baskılı boyalı) üretimi için 200 litre
Ne kadar su harcıyoruz?
Banyo yaparken (asgari) 50-60 litre
Üç dakika musluk açık bir şekilde diş fırçalarken 4 -5 litre
Tuvalet için (asgari) 25 litre
Bulaşık ve çamaşır makinesi (1 yıkamada) 100 - 120 litre
Türkiye’de durum nedir?
Bir ülkede su kaynaklarının yeterli olup olmadığı yıllık yenilenebilir tatlı su miktarına bakılarak anlaşılıyor. Bu miktar, 1000 metreküpün altındaysa, o ülkenin su kıtlığı çektiği kabul ediliyor. Buna göre, Türkiye su kıtlığı çeken bir ülke değil. Ancak su kaynaklarının yönetimi ve planlanmasına dair yaşanan sorunlar, sanayileşme ve kentleşme süreçlerinin plansız seyri, yenilenebilir su miktarında olumsuz değişimlere yol açmış durumda.
Türkiye'de yıllık yenilenebilir tatlı su miktarı 1995 yılında 8 bin 500 metreküpken 2000 yılında 3 bin 250 metreküpe kadar geriledi. 2025 yılında da bu değerin 2 bin 186 metreküpe kadar ineceği tahmin edilmekte.
Dünya’da durum nedir?
Su kaynaklarının artan nüfusla birlikte tükenmeye başlaması ve temiz suya erişimde yaşanan sorunlar, 'su yoksulluğu' olarak tarif edilen bir olguyu ortaya çıkardı. Öte yandan neoliberal politikaların bir yansıması olarak su, bir 'meta' olarak görülmeye başlandı. Yani artık satılabilir bir mal haline geldi.
Öyle ki uluslararası arenada su meselesi, enerjinin paylaşımı kadar önemli bir soruna dönüştü. Suyu metalaştıran yaklaşım sonucunda da yepyeni bir kavramla tanıştık: 'Suyun özelleştirilmesi'.
Susuzluk ve kuraklık tehlikesini yanı başında hisseden hükümetler, şimdi soruna bir çözüm bulma yarışında. Önerilen çözümlerden biri de özelleştirme. Hükümet yetkilileri, su sıkıntısı sürecinde suyun özelleşebileceğinin sinyallerini vermeye başladı. Öteden beri özel mülkiyete ait arza bağlı su kaynaklarının yanı sıra, kullanımı herkese ait kabul edilen genel suların ve nehirlerin de özelleştirileceğine ilişkin çeşitli açıklamalar yapılmaya başlandı.
Hükümetlerin planı, kapıya dayanan su krizini çözmek için akarsu ve göletleri 'yap-işlet-devret' modeliyle özel sektöre açmak. Burada bahsedilen özelleştirme tipi, 'kamu-özel sektör ortaklığı' diye adlandırılan kısmi özelleştirme. Yani suyun kamusal mülkiyeti saklı kalmak koşuluyla hizmetin sağlanması ve dağıtılmasında özel sektörün rol alması önerilmekte.
Özelleştirmeyi savunanlara göre, su hizmetinin yaygınlaştırılması için hükümetlerin gerekli sermayeleri yetersiz kalıyor ve bu boşluğun şirketler tarafından doldurulması gerekiyor. Yani diğer kamu alanlarında olduğu gibi devlet, hantal yapılanma, kaynaksızlık ve yolsuzluk gibi nedenlerle su işini becerememekte.
Gelecekte büyük sorunlar doğuracak su kıtlığının önüne geçilebilmesi için, acil olarak dünya çapında su kaynaklarının kullanımında daha olumlu sonuçlar verecek alternatif çözümler bulunması gerekiyor. Aksi takdirde, karmaşa dolu bir geleceğe de hazırlıklı olmalıyız.
İşte bu noktada şu soru akla geliyor: Özelleştirme, kalite ve verimlilik açısından su dağıtımında yarar sağlar mı?
İştah açan bir pasta
Bugün dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 5'inin kullandığı suyun yönetimi, ulusötesi şirketler tarafından yapılmakta. Bu şirketlerin yıllık gelirleriyse, şimdiden dünya petrol ticaretinin yıllık gelirinin yarısına ulaşmış durumda. Özel su sektörünün yüzde 45'i çokuluslu iki şirketin elinde bulunuyor. 100 ülkede etkinlik gösteren Vivendi-Generale Des Faux ile 130 ülkede etkinlik gösteren Suez-Lyonnaisse Des Faus.
Dikkat edilmesi gereken nokta, suyun satışından elde edilen bu devasa gelirin dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5'inden elde ediliyor olması. İşte bu durum, su özelleştirmesini, iştah kabartan bir pasta haline getiriyor. Zaten kısıtlı olan su kaynaklarının yönetilmesinin özel şirketlerin eline bırakılması, politik aktivistler ve akademisyenler tarafından şüpheyle karşılanıyor.
Su hizmetlerinden elde edilecek gelirin kamu finansman mekanizması içinde kalması, böylece hizmetin sürekliliği ve genişletilmesi için kullanılabilir kılınması çok önemli. Bunun için su hizmetlerinin, özel şirketler değil, kamu kurum ve kuruluşları tarafından görülmesi gerekiyor.
Dünya Su Forumu (DSF)
Birleşmiş Milletler bünyesinde çalışmalarını yürüten Uluslararası Su (Komisyonu) Kaynakları Birliği, bir dünya su forumu oluşturulması için 1994 yılında Kahire’de yaptığı toplantıda bir komite kurdu. 1995 Mart’ında Montreal ve 1995 Eylül’ünde İtalya’nın Bari kentlerinde ayrı ayrı gerçekleştirilen toplantılarda, temel ilkeler belirlendi. Komite Dünya Su Konseyi geçici guvernörler kurulu adını aldı ve 22 Mart 1996’da, Dünya Su Günü’nde, Marsilya’da yaptığı 1. toplantısında Dünya Su Konseyi (DSK)’nin kurulduğunu duyurdu. Su ve suyla ilgili konular üzerinde faaliyet yürüten bütün kuruluş ve organlar arasında eşgüdüm ve bağlantı sağlamak üzere kurulan DSK misyonunu, “Dünya kamuoyu ve en üst karar alma düzeyleri dahil, su ile ilgili bilinç ve duyarlılığı geliştirmek, global su kaynaklarının yeryüzünde yaşayan bütün canlıların yararına olacak biçimde etkin korunması, geliştirilmesi, planlanması, yönetilmesi ve kullanılmasını güvenceye almak” olarak belirledi.
DSF 2009’da İstanbul’da
DSK, her 3 yılda bir Dünya Su Forumu (DSF) toplantısı gerçekleştirme kararı aldı ve formun ilki 1997 yılında Fas’da, 2.si 2000 yılında Hollanda’da, 3. sü 2003 yılında Japonya’da, 4.sü 2006 yılında Meksika’da gerçekleştirildi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ev sahipliğinde, 16-22 Mart 2009 tarihinde İstanbul'da 5.sini gerçekleştirilecek.
Niçin alternatif forum?
Meksika'da düzenlenen forum, ilk kez halkın protestolarıyla karşılaştı. Çünkü komisyonun hazırladığı bir rapora göre, nüfus artışına bağlı gıda gereksiniminin karşılanabilmesi için günümüzde kullanılan su miktarının yüzde 17 oranında artması gerekiyor. Bunun için mevcut yıllık yatırımın, 70-80 milyar dolardan en az 180 milyar dolara çıkarılması öngörülüyor. Komisyon, bu ölçüdeki bir yatırımın ancak çokuluslu şirketler tarafından yapılabileceğini, ayrıca suyun devlet eliyle yönetilmesinin ve ucuz fiyata satılmasının israfa neden olduğunu vurgulayarak, özelleştirmenin faydalı olacağını duyurmuştu. Bu yaklaşımdan suyun en verimli kullanımının özel sektör tarafından yönetilebileceği sonucu öne çıkarken, dünya su şirketlerinin talepleri doğrultusunda özelleştirme de sorunun çözümünde tek reçete olarak ortaya konuluyor.
Dünya Su Forumunda, “Dünya’daki su kaynaklarının geleceği, su problemlerinin çözümü, suya erişebilmek” gibi konular adı altında, işte bu –özelleştirme- reçetesinin uygulama alanları tartışılacak.
Dünya Su Konseyi'nin faaliyetleri, su kaynaklarının korunması için dünya çapında mücadele eden birçok örgütü tatmin etmiyor. Konsey Başkanı Loic Fauchon, aynı zamanda su alanında faaliyet gösteren Groupe des Eaux de Marseille adlı şirketin başkanı olması nedeniyle eleştiriliyor. Çünkü bu şirket, dünyanın pek çok yerinde su dağıtımı ve arıtımı işlerini yürütüyor. Yani su hakkında karar alan bir konseyin başkanı su üzerinden para kazanıyor.
20 bin kişiye yakın katılımcı içinde, hükümetler, parlamenterler, uluslararası kuruluşlar, yerel idareciler, enstitüler, özel sektör mensupları, belli başlı oluşumlar, hükümet dışı kuruluşlar ve akademisyenler yer alacak. Ama hangi hükümet dışı kuruluşlar? İşte bu sorunun yanıtı, daha önceden yapılmış olan hükümetler düzeyinde gerçekleştirilmiş olan forumlarda da görüldüğü üzere, hükümetlerin yönlendirmesi altındaki kuruluşlar ki, bunların “sivil” kuruluşlar olduğunu söylemek zor.
Suyun satılık bir mal olması artık dünyanın birçok yerinde kabul edilebilir bir hale geldi. Türkiye'de yıllardır içme suyunun damacanalarda satılıyor olması, çok kişi için üzerine düşünmeye değecek bir öneme bile sahip değil. Ancak gelişmişliğin ve medeniyetin kaynağı kabul edilen suyun maddi bir karşılığı olması hayatı sandığımızdan daha fazla etkileyecek. Hindistan'ın Yeni Delhi kenti, su özelleştirmesi kavramıyla 2000'li yılların başında tanıştı. Özelleştirmenin ardından kentte su tarifesi 78 kat arttı. Öyle ki, su faturalarında yazan rakamlar, nüfusun büyük bir bölümünün aylık gelirinin üçte birine denk gelir oldu. Böyle bir durumda geriye yapılacak iki şey kalıyor: Ya daha düşük bir bedel ödeyebilmek için eskiye oranla çok daha az su kullanmak ya da diğer yaşamsal harcamalarda bir kısıntıya gitmek. Yani ya kişisel sağlığa uygunluk halinden taviz verip hastalıklara davetiye çıkarmak ya da daha fakir bir yaşama razı olmak!
İşte bu nedenle, yeryüzünde hükümetler düzeyinde gerçekleştirilen forumlara alternatif forumlar düzenlenmekte ve 2009 yılında gerçekleştirilecek olan formun alternatifi olarak, doğrudan sivil toplum örgütlerinin katıldığı alternatif bir forumun gerçekleştirilmesi hedefleniyor.
Alternatif forum neyi hedefliyor?
Dünya Su Forumuna alternatif forum oluşturan sivil toplum hareketleri, suyun petrol olacağı fikrine katılmıyor ve suyun petrolden çok daha önemli olduğunu öne sürüyor. Çünkü petrolün yerine ikame edilebilecek yeni enerji kaynakları vardır, fakat suyun alternatifi yoktur. Su yaşamın temel taşıdır.
Dünya Su Akti'nin İtalyan Komitesi olarak suyun tüm insanlığa ait ortak bir doğal kaynak olduğuna, geleceğe aktarılması gereken bir miras olduğuna inanıyor. Uluslararası kamuoyunun da temiz suya erişimin en temel insan haklarından biri olduğuna ve herkesin eşit erişim hakkı bulunması gerektiğine inanması gerektiğini düşünüyor.
Özelleştirme, su kaynaklarının uluslararası ticari anlaşmalar tarafından istifade edilen ve uluslararası finans kurumları tarafından (Dünya Bankası, IMF vs.) desteklenen yönetim şekli ve sonuçları da olumlu olmayacak. Su kaynaklarının özelleştirilmesinin, su israfını önleyeceği kesinlikle yalan. Bu şirketlerin kâr etmesi için suya talep olmalıdır. Su ne kadar israf edilirse o kadar azalır, ne kadar azalırsa talep, dolayısıyla kâr o kadar artar.
World Assembly of Elected and Citizens for Water'a (AMECE-www.amece.net-Dünya Seçilmişler ve Vatandaşlar Su Meclisi) üye olan 650 aktivist (parlamenterler, valiler, belediyeciler, şirketler, ticari birlikler, vatandaşlar...) 18-20 Mart tarihlerinde Avrupa Parlamentosu'nda söz aldılar ve yaşadığımız su sorununun ekonomik, teknolojik, üretim şekillerimizin bir sonucu olduğunu dile getirdiler. Hepimiz bu konuda sorumluluğu üstümüze almalıyız. Su kaynaklarının verimli kullanılmasına hem dikkat etmeliyiz, hem de bu anlamda seçilmişlere gerekli baskıları yapmalıyız.
Alternatif forum, suyu sorumsuz kullananın insanlık değil, sermaye olduğu fikrini savunuyor. Çünkü neo-liberal politikaların bir yansıması olarak sermayeye göre su, bir 'meta' olarak görülüyor. Su üretim ve dolaşımını piyasanın eline bırakmak, suyun giderek yalnızca parası olanlar tarafında tüketilecek (dünyanın geri kalanında su kıtlığı sorunu daha da ağırlaşacak), zengin ve güçlü ülkelerin mülkiyetine geçecek bir kaynak haline gelmesine yarayacaktır. Şirketlerin sınırlarını gezegenimizin ekosistemine zarar verecek ölçüde büyüttüğümüz sürece, bu durumun kaçınılmaz bedelini gelecek kuşaklar çok ağır ödeyecektir.
Kâr mantığı fakirleri kenara iter çünkü para kazanmanın yolu, müşterilerin ödeme yapmasından geçer. Dünyada temiz suya erişimi olmayanların yüzde 80'i kırsal bölgelerde yaşamaktadır. Buralarda kâr etmek çok zordur, bu nedenle şirketler bu insanlar için asla önemli bir rol oynamazlar.
'Bir ülke veya şirket insafına bırakılamaz'
Sanayileşme arttıkça su kirliliği daha da artıyor. Üstelik sadece yerüstü sularıyla sınırlı değil; Ortadoğu, Güney Asya ve Uzak Asya bölgesinde açılmış olan 100 milyonun üzerindeki artezyen kuyularıyla yeraltı suları da tüketiliyor. Bu, dünyanın nemini almak demek. Yeraltı sularını bu şekilde tüketmek çölleşme anlamına geliyor. Çin'de yakın zamanda (ki bu 30-40 yıl gibi gerçekten yakın bir zaman) susuzluk çekecek nüfusun 350 milyon olduğu tahmin ediliyor. Çin'deki şehirlerin, yüzde 90'ının yeraltı suları kirlenmiş. 700 milyon Çinli her gün kirli su içiyor.
Su kaynakları kullanımının bizatihi hükümetler tarafından yapılması gerek. Bunu da Birleşmiş Milletler gibi bir örgüt denetlemeli. Çünkü su hiçbir ülkenin veya şirketin insafına bırakılacak bir konu değil. Tüm dünya canlılarının ortak malı.
Dünyanın herhangi bir köşesinde, sekiz saniyede bir, bir çocuk su yokluğu kaynaklı hastalıklardan hayatını kaybediyor. Mevcut eğilim devam ederse dünya nüfusunun üçte ikisi, 2025'te temiz suya ulaşım hakkından yoksun kalacak. Şu anda Afrika kıtasında 22 ülke ağır su kriziyle yüz yüze. Su kaynaklı hastalıklar olan sıtma, tifo, kolera, hatta veba bile Afrika'ya dönmüş durumda.
Sonuçta su, bir ihtiyaç değil, haktır. Ulusötesi şirketler ve özellikle Dünya Su Konseyi gibi uluslararası örgütler suyun bir ihtiyaç olduğuna dair kararlar aldırmaya çalışıyor. Çünkü ikisi uluslararası hukukta bambaşka paragraflarda inceleniyor.
'Özelleştirme işe yaramıyor'
Hem temiz suya erişimi olmayan insan sayısını yarıya indirip, hem de küresel kalkınmayı sağlamak istiyorsak önümüzdeki 10 yıl boyunca her gün 150 bin insana temiz su ulaştırmamız gerekiyor. Hükümetimiz bu uğurda yıllardır hiçbir işe yaramayacak olan bir proje için milyonlarca sterlin harcıyor. Adı su özelleştirmesi!
Dünya Kalkınma Örgütü'nün 'Kirli Yardım, Kirli Su' kampanyası, yardım paralarını çözüm yerine su krizi çıkaracak şirketlere yatırarak yanlış kullanmaması üzere İngiliz hükümetine çağrı yapmak için başlatılmıştır. Onlarca hükümet ve gönüllü, kalkınmakta olan ülkelerde su özelleştirmesini yapılması gereken bir şey olarak dayadılar. Serbest pazara bağımlı bu ideolojik tavır, Bolivya'dan Arjantin'e, Filipinler'den Gine'ye en fakir bölgelerde özelleştirmenin işe yaramadığını görmüyor. Evet, dünyanın birçok yerinde kamu hizmeti yapan kuruluşlar zayıf durumda. Ama Brezilya, Kamboçya, Hindistan, Uganda'da suyun temizlenmesi ve dağıtımını başarıyla üstlenmiş kuruluşlar var. Gelişmiş ülkelerin bu tarz işletmelere destekte bulunması gerekir.
Suyuma Dokunma Platformu ve Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu
Alternatif su forumu için bir araya gelen DİSK, KESK ve TMMOB ile bunlara bağlı sendika ve meslek odaları, Yeşiller Partisi gibi siyasi parti, AKÇEP, Küresel Eylem Grubu gibi platformlardan oluşan girişimciler, “Su yaşamdır, yaşamlarımız satılık değildir!” dediler.
• Suyun ticarileştirilmesi, özelleştirilmesi, metalaştırılması çabaları yalnızca yoksulların temiz suya erişim hakkını tehdit etmekle de kalmamakta, yeni baraj ve santral inşaatları yüzünden dünya halklarını ve gelecek nesilleri mevcut su havzalarının tümüyle kaybedilmesi, havzalardaki canlı yaşamın ve gen kaynaklarının tahrip edilerek ekosistemlerin sona ermesi, tarihi ve kültürel mirasın yok edilmesi gibi telafisi mümkün olmayan tehlikelerle karşı karşıya bırakmaktadır.
• Suyu satın almaya gücü yetmeyen milyonlarca köylü ve çiftçinin topraklarından koparılarak büyük kentlere zorla göç ettirilmesinin sonuçları, yığınsal işsizliğin ve sefaletin doruğa çıkması, çarpık kentleşmenin en uç noktaya ulaşması ve dolayısıyla kentlerin gecekondu mahallelerinde daha da çekilmez boyutlara erişecek olan suya erişim hakkı ihlalleriyle özetlenemeyecek kadar ağır ve yıkıcı olacaktır.
• Su, özelleştirildiğinde sermayenin aşırı kar hırsından dolayı mevcut durumundan daha da sağlıksız hale gelecektir. Birçok hastalıkta aşırı artış olacaktır. Dünyada bu durumun birçok örneği ile karşılaşılmaktadır.
• Su forumlarında; su kaynaklarının yönetimi için sorumlulukların geliştirilmesi ve sürdürülebilir uygulamalar vurgulanmakta, suyun ticarileştirilmesi konularında siyasi taahhüt teşvik edilmekte ve özellikle Bakanlar konferansı aracılığıyla su konusunun siyasi gündemin üst sırasına taşınmasının hedeflendiği bilinmektedir. Bugün petrol yüzünden savaşlar yapılmaktadır, yarın su savaş sebebi olacaktır. Dünya halklarının ortak malı olan su ve su kaynaklarının talan edilmesine ve sermayeye peşkeş çekilmesine izin verilemez.
• Su kaynakları halkın malıdır. Alınıp satılamaz, ticarileştirilemez, halkın su kullanım hakkı engellenemez.
2009 yılının Mart ayında İstanbul‘da toplanacak olan ve suyun piyasalaştırılması sürecini hızlandırmayı amaçlayan 5. Dünya Su Forumuna karşı gereken cevabı vermek, ülke ölçeğinde güçlü ve kararlı bir birliktelikle mümkün olacaktır. Dünya Su Forumu’nun Mart-2009"da İstanbul’da bu süreci daha da hızlandırmak amacıyla düzenleyeceği toplantılara karşı birlikte mücadele etmek için bir araya gelip ortak mücadele etmeliyiz. Gelecekte büyük sorunlar doğuracak su kıtlığının önüne geçilebilmesi için, acil olarak dünya çapında su kaynaklarının kullanımında daha olumlu sonuçlar verecek alternatif çözümler bulunması gerekiyor. Aksi takdirde, karmaşa dolu bir geleceğe de hazırlıklı olmalıyız.

*08/09/2007 tarihli, Radikal Cumartesi/ Vildan Ay’ın yazısından yararlanılmıştır.