Mesajı Okuyun
Old 21-07-2007, 14:20   #4
Gülsün A. Aygörmez

 
Varsayılan 2007-07-20 05:50:07 Radikal'den bir haber

Adli mekanizmayı hızlandırmak ve yargının yükünü azaltmak şart

Türkiye`de suçlu sayısı sayısı kadar, adli mekanizmanın işleyişini gösteren rakamlar da dikkate alınmalı, adli mekanizmayı hızlandırıcı, iyileştirici formüller üzerinde durulmalı. İlk iş olarak, suç şüphesiyle başlayan soruşturmayla hükmün kesinleşmesi arasındaki süre kısaltılmalı

CENGİZ OTACI (Arşivi )

Zaman zaman gazetelerde `Suç Patlaması` (Radikal 23.02.2007) `Suç Patladı` (Vatan 27.08.2005, Radikal 02.07.2007) `Suçta Korkutan Artış` (Sabah 21.05.2005) `Suçta Korkunç Artış` (Hürriyet 30.01.2007) gibi Emniyet Genel Müdürlüğü istatistiklerine dayalı manşet haberler yer alır. Bu haberlerde önceki yıllara göre suçlardaki artış oranları gösterilir.

Haberlerde yer alan rakamlar gerçekten insanı ürkütmektedir. Özellikle büyük şehirlerde suç oranlarının arttığı ve çeşitlendiği bilinen bir gerçektir. Suçluluk oranında ve dava sayısında artış sadece ülkemize has bir sorun değildir. Diğer ülkeler de aynı sorunla karşı karşıyadır. Diğer ülkelerle aramızdaki fark, artan dava sayısını adil yargılama kapsamında çözecek mekanizmalar üretebilme noktasında toplanmaktadı r. Makul sürede yargılama yapmadığı gerekçesi ile pek çok ülkenin insan haklarını ihlal ettiğini tespit eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM ), başvuru sayısının artması sonucunda kendisi de makul sürede karar veremez hale gelmiş, bu nedenle mahkemenin yapılanmasında değişiklik öngören 14 nolu protokol oluşturulmuştur.

Büyük sayılar

Bugün itibarıyla elimizde geçen yıla ait resmi veriler olmadığından 2005 yılı verilerine göre Cumhuriyet savcıları toplam 4.314.766 başvuru ile ilgilenmiş, bunun yaklaşık yarısını 2006 yılına devretmiştir. Ceza Mahkemeleri aynı yıl içinde toplam 2.673.374 davaya bakmış, yüzde 40,8 oranında mahkumiyet, yüzde 22.2 oranında beraat, yüzde 37 oranında da bunların dışındaki (görevsizlik, düşme, zamanaşımı vs ) kararları vermiştir.

Yargıtay 2005 yılında temyizen incelediği davalardan sadece yüzde 17.9`u hakkında onama kararı verirken yüzde 64`ü hakkında ise bozma kararı vermiştir. 2005 yılında ceza mevzuatındaki değişikliğin, bozma kararı oranını yükselttiği vurgulanmalıdı r ancak; 1986 ila 2005 yılları arasında en yüksek onama kararı oranının yüzde 60 ile 1998 yılına ait olduğu da unutulmamalıdı r.

Daha önceki bir yazımda özetle, `Rakamlara bakılırsa hukuktan ve hukukçudan önce, adli mekanizmamızın işleyişi , mekanizmanın evrensel hukuk standartları ve insan kaynakları anlayışına uygun dizayn edilip edilmediği, verimliliği, hukuk ekonomisi açısından kamu kaynaklarını kullanım şekli açık yüreklilikle tartışılmalıdır. Hukuk mekanizması üzerine fikir üretme, daha kaliteli ve adil bir yargılamanın şartlarını ve zeminini oluşturma, öncelikli sorunumuz olmalıdır (Radikal 5.10.2006)` demiştim. Türkiye `de suçlu sayısı, dava sayısı kadar adli mekanizmanın işleyişini gösteren rakamlarda dikkate alınmalı, adli mekanizmayı hızlandırıcı, iyileştirici formüller üzerinde durulmalıdır.

Şüphe ve hüküm

İlk yapılacak iş, kanunlarla çerçevelenen ceza yargılama kuralları sade, rasyonel, tatmin edici, dünya standartlarına uygun olmalı, suç şüphesi ile başlayan soruşturma ile hükmün kesinleşmesi arasındaki süre kısaltılmalıdır. 5271 sayılı CMK `nun eleştirisi bu yazının konusu olmamakla birlikte rasyonel olmayan bazı hükümler içerdiğini söylemek mümkündür. Sözgelimi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı `nın sanık lehine itirazında süre olmaması (md 308), katılan sıfatını alabilecek şekilde suçtan zarar görenlere temyiz yasa yolunun açık olması (md 260) bu cümledendir.

2005 yılında ceza mahkemelerinden verilen kararlardan -ki bunlar sadece mahkumiyet kararı değildir- 364.485 adedi için temyiz başvurusu yapılmıştır. Bu demektir ki kararların yaklaşık beşte biri temyiz ediliyor ve Yargıtay `ın önüne geliyor. 2005 yılı verilerine göre Yargıtay ceza dairelerinde davaların ortalama görülme süresi 339 gündür. Bu süreye Yargıtay başsavcılığında inceleme için bekleme süresi, kararın verildiği mahalde karardan sonra tebligat süresi de eklenmelidir. Kararın bozulması halinde yeniden yargılama sonrasında bahsedilen süreler iki katına çıkmaktadır.

Soruşturmanın başlamasından hükmün kesinleşmesine kadar geçen sürenin uzun olması, suç işleyenlere cesaret verdiği gibi dürüst vatandaşların devlete, hukuka, adliyeye olan inancını da sarsmaktadır. Kişiler, hakkını mahkemede aramak yerine sokaklarda aramaya itilmemelidir. Suçun patlamasında, artışında, sosyal nedenler yanında adli mekanizmadaki tıkanmışlığın da etkisi olabileceğine dair düşünce oluşmaması için kanun koyucu, adli mekanizmayı etkin ve hızlı hale getirecek çözümler üzerinde durmalıdır. Ayrıntılı istatistikler yapılarak sistemin tıkandığı noktalar saptanmalı, kişisel kanaat ve lokal çözümler yerine bilimsel veriler esas alınarak, dünyadaki gelişmeler takip edilerek sorun sistem bütünlüğü içinde çözülmelidir. Suçla mücadele etmek için insanlara ceza verip hapishanelere doldurmanın çözüm olmadığını söylemeye gerek yoktur.

Adli istatistikleri başka verilerle desteklemek mümkündür. Rakamların fısıltısını ya da çığlığını kısaca şu şekilde tercüme etmek mümkündür.

Özeleştiri: Suç olduğu iddia edilerek cumhuriyet savcılarının önüne getirilen işlerin neredeyse yarısı, cumhuriyet savcılarının suç işlendiği iddiasıyla açtıkları kamu davasının yarıya yakını ya suç değildir , ya da ispat sorunu yaşamaktadır. Mahkemelerin suç işlendi diyerek verdikleri mahkumiyet kararlarının da yarıya yakını bozmayı gerektirecek unsurlar içermektedir. Yargıtay tarafından düzeltilerek onanan kararların sayısını bilemediğimiz için bunun da göz ardı edilmemesi gerekir. Demek ki temel sorun, bir eylemin suç olup olmadığı, suç ise suçun adlandırmasının ne olduğundan başlamaktadır. Adli mekanizma içinde yer alan yargılamanın sujeleri, burada özeleştiri yapmalıdır.

Mevzuatın dağınıklığı, mevzuat değişikliği: Tespit edebildiğim kadarıyla 200`den fazla özel kanunda ceza hükmü içeren madde vardır. İdari yaptırım düzenleyen kanun sayısı da bundan aşağı değildir . Uç bir örnek olabilir ama yazılı ve basılı kitap ve defter yapraklarından kesekağıdı yapılmasına ilişkin yasağı düzenleyen kanun, ancak 2007 yılının haziran ayında yürürlükten kaldırılmıştır. Bunun gibi başka örnekler de vermek mümkündür. Mevzuatın sadeleştirilmesi, ayıklanması, güncellenmesi, uygulanabilir hale getirilmesi gerekir. Özellikle sağlık alanındaki mevzuatın elden geçirilmesinde yarar vardır.

Adli sürecin devamı esnasında meydana gelen yasa değişiklikleri, özellikle lehe olan ya da lehe olabilecek düzenlemeler yapılması da süreci uzatmaktadır. Sözgelimi 2004 yılında yürürlüğe giren 5218 sayılı yasa, Yargıtay Başsavcılığına ilgili dosyaların mahalline iadesine dair yetki vermişti (Geçici 12. madde). 2005 yılındaki 5320 sayılı yasa da (8. madde) aynı yetkiyi verdi. Bu yetki nedeniyle, az da olsa iki defa mahalline iade edilen ve bir türlü Yargıtay `ın ilgili ceza dairesine gelemeyen davalar vardır.

Temyiz ve İstinaf yasa yolları: Hiçbir gerçek ve tüzel kişinin hak arama hakkı engellenemez ve kısıtlanamaz. Ancak konu temyiz incelemesi olunca süzgeç kullanılması, ayıklama mekanizması geliştirilmesi gerekir. Bu noktada kısaca istinaf mahkemesi de denilen bölge adliye mahkemelerinin bir an önce faaliyete geçmesi en etkin çözüm yoludur.

Özetle; adli yargıdaki iş yoğunluğu, öncelikle adli mekanizmanın değil Türkiye `nin sorunudur ve kanun koyucu bu soruna makul bir çözüm bulmalıdır. Adli mekanizma, profesyonel iş yönetimi, stratejik insan kaynakları yönetimi gibi modern şirket yönetimi anlayışından esinlenerek yeniden tasarlanmalı, taleplere eşzamanlı tepki verebilen, kısa sürede etkin çözüm üreten mekanizma haline gelmelidir. (Bkz Otacı , Adalet Mekanizması ve Stratejik İnsan Kaynakları Yönetimi , Güncel Hukuk /Ekim 2005)

Cengiz Otacı : Hakim

2007-07-20 05:50:07 Radikal