Mesajı Okuyun
Old 11-02-2014, 15:50   #29
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2012/3-1706
K. 2013/814
T. 12.6.2013

• YOKSULLUK NAFAKASI İSTEMİ ( Boşanma Davası İçinde İstenebileceği Gibi Boşanma Hükmünün Kesinleşmesinden İtibaren Bir Yıl İçinde Bağımsız Bir Dava İle de İstenebileceği - Yoksulluk Nafakasına İlişkin Orta Yerde Bir Hükmün Bulunmaması Nedeniyle Kesin Hükmün Varlığından Söz Edilemeyeceği )

• BOŞANMA HÜKMÜNÜN KESİNLEŞMESİNDEN SONRA İSTENİLEN YOKSULLUK NAFAKASI ( Boşanmaya İlişkin Davada Davalı Kadının Buna İlişkin Talebinden Feragat Etmediği - Boşanma Hükmünün Kesinleşmesinden İtibaren Bir Yıl İçinde Bağımsız Bir Dava İle de İstenebileceği/Kesin Hükmün Varlığından Söz Edilemeyeceği )

• KESİN HÜKÜM ( Boşanmaya İlişkin Davada Davalı Kadının Yoksulluk Nafakası Talebinden Feragat Etmediği - Yoksulluk Nafakasına İlişkin Orta Yerde Bir Hükmün Bulunmaması Nedeniyle Kesin Hükmün Varlığından Söz Edilemeyeceği )

4721/m.178

ÖZET : Dava, yoksulluk nafakası istemine ilişkindir. Boşanmaya ilişkin davada davalı kadın yoksulluk nafakası talebinden feragat etmiş değildir. Davalı kadın yoksulluk nafakası isteğini boşanma davası içinde isteyebileceği gibi, boşanma hükmünün kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde bağımsız bir dava ile de isteyebilir. Hal böyle olunca; yerel mahkemenin, “yoksulluk nafakasına ilişkin orta yerde bir hükmün bulunmaması nedeniyle kesin hükmün varlığından söz edilemeyeceği” gerekçesiyle önceki kararında direnmesi yerindedir.

DAVA : Taraflar arasındaki “yoksulluk nafakası” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Balıkesir 2.Aile Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 29.12.2011 gün ve 2011/86 E-2011/1025 K. sayılı kararın incelenmesi davalı F. B. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesi'nin 04.04.2012 gün ve 2012/5468 E- 2012/8973 K. Sayılı ilamı ile;

( ... Davada, tarafların daha önce boşandıkları, kesinleşen boşanma ilamında davacı kadın için yoksulluk nafakasına hükmedilmediği, ancak davacının halen üniversitede okuması nedeniyle çalışma imkanı olmadığından yoksulluğa düşmesi nedeniyle, davalıdan aylık 1400 TL yoksulluk nafakası talep ve dava edilmiştir.

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davacının boşanmakla yoksulluğa düştüğü, nafakaya ihtiyacı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava dosyası içinde bulunan Karşıyaka 3.Aile Mahkemesinin 2008/1037 E-2008/324 K. sayılı boşanma dava dosyası içeriğine göre tarafların boşanmalarına karar verilmiş, ancak davalı kadın yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmemiş, hüküm davalı kadın tarafından temyiz edilmiş, fakat Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 2008/10081 E-2010/11129 K. sayılı ilamı ile “Eşlerin eşit kusurlu bulunduklarının anlaşılmasına göre” temyiz itirazları reddedilerek onama kararı verilmiş, yerel mahkeme hükmü 04.11.2010 tarihinde kesinleşmiştir.

Kesin hüküm hem kişiler, hem de devlet için hukuksal durumda istikrar sağlar. Hukuksal güvenlik ve yargı erkine güven, kesin hüküm kurumu ile sağlanır.

O halde mahkemece, açılan nafaka davasının kesin hükümden dolayı reddedilmesi gerekirken, kesin hükmün varlığı dikkate alınmadan, kısmen kabulüne karar verilmiş olması doğru görülmemiştir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, yoksulluk nafakası istemine ilişkindir.

Mahkeme, davanın kısmen kabulüne dair verilen karar davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire'ce yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece, “Karşıyaka 3.Aile Mahkemesi'nin 06.04.2009 tarih ve 2008/1037 esas, 2008/324 karar sayılı dava dosyasında davalı kadının yargılama sürecinde yoksulluk nafakası talebinde bulunmadığı, boşanmaya ilişkin hüküm kurulurken talep olmadığından yoksulluk nafakası hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmediği, yoksulluk nafakasına ilişkin ortada bir hükmün bulunmaması nedeniyle kesin hükmün varlığından söz edilemeyeceği” gerekçesiyle önceki kararda direnmiştir.

Hükmü temyize, davalı vekili getirmiştir.

Karşıyaka 3.Aile Mahkemesi'nin 2008/1037 esas ve 2009/324 karar sayılı dava dosyasının incelenmesinde; davacı F. tarafından davalı M. aleyhine boşanma davası açıldığı, davalı kadın vekili davaya verdiği cevap dilekçesinde tedbir nafakası isteğinde bulunduğu, ancak ne cevap dilekçesinde ne de yargılamanın diğer aşamalarında yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminat istemlerinde bulunmadığı, yapılan yargılama sonunda mahkeme, kusurun tamamının davalı kadında olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına; davalı kadın yararına tedbir nafakasına hükmedildiği, davalı kadın vekilinin, boşanmada kusur yönüyle ve yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminat istekleri hakkında mahkemece olumlu ya da olumsuz bir karar verilmediği gerekçesiyle hükmün temyizi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesi'nin 2008/10081 esas ve 2010/11129 karar sayılı ilamı ile hükmün onandığı; yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminat istekleri hakkında, mahkemece, olumlu ya da olumsuz bir karar verilmediği gerekçesiyle onama ilamına karşı karar düzeltme isteminde bulunulduğu, Daire'ce karar düzeltme isteminin reddine ile kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır.

Yukarıda açıklanan maddi olgu, bozma ve direnme kararının içerikleri itibariyle Hukuk Genel Kurulu'nun önüne gelen uyuşmazlık; Karşıyaka 3.Aile Mahkemesi'nin 04.06.2009 tarih ve E:2008/1037, K:2009/324 sayılı boşanmaya ilişkin dava dosyasında, yoksulluk nafakasının istenmemiş olması mahkemece de bu konuda olumlu yada olumsuz bir karar verilmemiş olması, bu hususun daha sonra temyiz ve karar düzeltme nedeni olarak ileri sürülmesi, Yargıtay'ca bu istemlerin reddine karar verilmiş olmasının, yoksulluk nafakası bakımından görülmekte olan davada kesin hüküm oluşturup oluşturmayacağı noktasında toplanmaktadır.

Dava şartları, mahkemece davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için gerekli olan şartlardır.

Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan “kamu düzeni” ile ilgili zorunlu koşullardır.

Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, incelemek durumunda olup; bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir.

Dava şartları, dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda, mahkemenin davayı mesmu ( dinlenebilir ) olmadığından reddetmesi gerekir.

Dava şartlarından bazıları olumlu ( davanın açılması sırasında var olması gerekli ); bazıları ise olumsuz ( davanın açılması sırasında bulunmaması gereken ) şartlardır.

Hemen belirtilmelidir ki, kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, arasındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık ( dava ) ile sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.

Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile [1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ( HUMK ) madde 237; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ( HMK ) madde 114/1-i] çözümlenmemiş olması da dava şartıdır. Bu şart, olumsuz dava şartı olarak adlandırılır. Keza hak düşürücü süre de olumsuz dava şartlarından olup davanın esastan görülmesine engel olup, yanlışlıkla işin esası incelenmiş ve herhangi bir nedenle ( davanın ispatı, kabul, feragat vs. ) esastan karar verilmiş olsa bile, hak düşürücü sürenin geçtiği anlaşıldığı takdirde, davanın bu nedenle reddi gerekir.

Dava konusu uyuşmazlık hakkında bir kesin hüküm bulunuyorsa, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.

Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de; ( Yargıtay’ın da ) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden ( dava şartı yokluğundan ) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay'da ( temyiz veya karar düzeltme aşamasında ) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir. Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez ( Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt:V, 6. Baskı, İstanbul 2001, s.4980 vd.; Hukuk Genel Kurulu’nun 05.06.1991 gün ve E:1991/5-215, K:342 sayılı ilamı ).

Kesin hüküm, şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm, olmak üzere ikiye ayrılır.

Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme yoluna gidilip de bu istem reddedilmişse veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir.

Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.

Maddi anlamda kesin hükmün koşulları 1086 sayılı HUMK’nun 237. maddesinde açıklanmıştır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin ( konusunun ), dava sebeplerinin ( vakıaların ) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur.

6100 sayılı HMK’nun 303/1. maddesi de; “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir” şeklinde benzer bir tanımı içermektedir.

Kesin hükmün ilk koşulu, her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması; ikinci koşulu, müddeabihin aynılığı; üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır.

Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabih; dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenilen sonuçtur. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin ( konularının ) aynı olup olmadığını anlamak için, hakimin eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler, fiziki bakımdan aynı olsa bile, bu şeyler üzerinde talep olunan haklar farklı ise, müddeabihler aynı değil demektir.

Kesin hükmün üçüncü koşulu ise; dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebep olmayıp, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise; her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar ( olaylar ) aynı ise, diğer iki koşulun da bulunması halinde kesin hükmün bulunduğundan söz edilebilir.

Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün ve E:2003/21-30, K:2003/57; 23.02.2005 gün ve E:2005/21-66, K:2005/93; 03.03.2010 gün ve E:2010/11-75, K:2010/121; 08.12.2010 gün ve E:2010/1-602, K:2010/643 sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.

Kesin hüküm, ilk önce ( hükmü veren mahkeme de dahil diğer bütün ) mahkemeleri bağlar. Yani mahkemeler, aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan bir kesin hüküm ile bağlıdırlar. Aynı davayı bir daha ( yeniden ) inceleyemezler ( kesin hüküm itirazı ) ve aynı konuya ilişkin yeni bir davada, önceki davada verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdırlar ( Baki Kuru, age., C.V, s.5051-5053; HGK'nun 28.03.2012 gün ve E:2011/2-890, K:2012/239; HGK'nun 14.11.2012 gün ve E:2012/20-583, K:2012/789 sayılı ilamları ).

Önceki boşanmaya ilişkin davada yoksulluk nafakası isteğinin bulunmaması nedeniyle mahkemenin bu konuda olumlu olumsuz karar vermemesi doğaldır ( HUMK m.74 ). Bu hususun temyiz konusu yapılması ve temyiz isteğinin reddi ile hükmün onanması; keza aynı yönündeki karar düzeltme isteğinin reddi, bu isteklerin yerinde bulunmaması anlamında değil, kadının yoksulluk nafakası konusunda isteğinin olmamasındandır.

Sonuç olarak ifade etmek gerekir ki; boşanmaya ilişkin davada davalı kadın yoksulluk nafakası talebinden feragat etmiş değildir. Davalı kadın yoksulluk nafakası isteğini boşanma davası içinde isteyebileceği gibi, boşanma hükmünün kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde bağımsız bir dava ile de isteyebilir ( TMK. m.178 ).

Nitekim, Hukuk Genel Kurulu'nun 26.05.1993 gün ve E:1993/2-107, K:1993/205 sayılı ilamı da, aynı yöndedir.

Hal böyle olunca; yerel mahkemenin, “yoksulluk nafakasına ilişkin orta yerde bir hükmün bulunmaması nedeniyle kesin hükmün varlığından söz edilemeyeceği” gerekçesiyle önceki kararında direnmesi yerindedir.

Ne var ki, bozma nedenine göre, diğer temyiz itirazları incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daire'ye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan, davalı F. vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 3.HUKUK DAİRESİ’NE GÖNDERİLMESİNE, 1086 sayılı HUMK'nun 440/III- ( 1 ).maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 12.06.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Kazancı