Mesajı Okuyun
Old 03-10-2018, 15:03   #72
ersintoker

 
Varsayılan Transit

Bilmiyordum. Yıllar önce bir dergi için Kaş yazısı yazmak için oraya gittiğimde ve dur şu Kaş’ı bir başka türlü yazayım da görsünler diye kolları sıvadığımda… “Transit”i bilmiyordum. Anna Seghers’i biliyordum birkaç romanını okumuşluğum vardı ama Transit yoktu içlerinde.

Pek çok kişinin bayıldığı bir tatil beldesi yanını bir kenara bırakarak, geçmişte, özellikle 12 Eylül’ün hemen sonrasında siyasilerin Meis üzerinden Yunanistan’a geçiş noktası özelliğini kaşımak istemiştim Kaş’ın. Yılmaz Güney’in de oradan geçtiğini, hatta otomobilinin uzunca bir süre Kaş Emniyet müdürlüğü bahçesinde kaldığını biliyordum.

Kaş’a ulaşan siyasilerin önemli bir kısmı, Meis’e geçmiş ama bir kısmı da orada kalmayı yeğlemişti. Bu bir kararsızlık hali miydi, yoksa geleceğe dönük düşüncelerini bir süre Kaş’ta kalarak gözden geçirme isteği miydi? Sanırım ikisi birdendi. Yoksa İ. Kaptan’ın dediğine göre; Kekova’ya gider gibi yapıp tekneden denize salınan bir şamrelle bile karşı kıyıya ulaşmak çok kolaydı.

Dün akşam “Transit” filmini izlemek için sinemaya giderken, kafamda bunların hiçbiri yoktu. Sakin ve hiç bitmeyecekmiş hissini veren bir zaman tünelinde akıp giden filmde yaşanan olaylar; sanki sinemanın açıldığı sokakta, onun kendini yokuş aşağı koyverdiği tramvaylı caddede, iskelede, meydanda, denizin karşı kıyısındaki kocaman şehrin herhangi bir yerinde hatta yassı bir yufka gibi açılmış ülkenin hiç gidilmemiş herhangi bir şehrinde ama özelikle sınırboylarında da yaşanıp gidiyordu.

Yönetmen, Fransa’nın Nazi işgali yaşadığı yılları, günümüz mekân ve kostümleriyle anlatırken mültecilerin sınır geçiş sendromlarını zaman yarılmasına uğratmadan gözler önüne sermeyi mi amaçlamıştı?

Terk ediliş haberini eşinin gönderdiği mektuptan öğrenen yazarın, arkasında bir kitap dosyası bırakarak otel odasının banyosunda intihar ettiğini öğrendiğimiz anda, sadece Georg değil, tüm izleyenler olarak Marsilya’ya doğru yola çıkmıştık, Marsilya rıhtımında bakalım bizi hangi gemi bekleyecekti?

Burada filmi anlatacak değilim, zaten buna gücüm de yetmez. Ancak altını çizmek istediğim bir şey var. İntihar eden yazarın kimliğiyle Marsilya’dan gemiyle Amerika’ya ve oradan da Meksika’ya geçmek için vize başvurusunda bulunan Georg’a Amerikan konsolosu, orada ne iş yapacaksın diye sorduğunda, kahramanımız bir dükkan açarak asıl mesleği olan radyo tv tamirciliğini yapacağını söyler. Konsolos, ee yazarlık ne olacak? dediğinde, Georg’un verdiği yanıt, biraz da kendi üstüme alındığım oldukça ağır bir taş gibidir: “Çocukken okul gezilerine giderdik. Bazıları gerçekten güzel olurdu. Her geziden sonra, öğretmenimiz bir kompozisyon yazmamızı isterdi. Tatile çıkardık ve her tatil okuldan istenen bir kompozisyon konusu olurdu. Noel de öyle… Sanki bütün bunları o kompozisyonları yazabilmek için yaşıyorduk. Daha sonra yazdıklarım için de böyle düşünmeye başladım. Artık, kompozisyon yazmak istemiyorum.”

Bu “kompozisyon” meselesine dair şimdilik bir şey söylemeyeceğim. Keşke “İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır" diyen Marquez hayatta olsaydı da yanıtı o verseydi.

Dün, bugün ve yarını bir arada yaşadığımızı söyleyebilirim ama… “Transit”in sorularından birini şurada bırakarak:
“Giden mi önce unutur, kalan mı?”

Transit
Anna Seghers’in aynı adlı romanından…
Yönetmen: Christian Petzold
Senaryo: Christian Petzold
Oyuncular: Godehard Giese, Franz Rogowski, Paula Beer