Mesajı Okuyun
Old 15-03-2002, 00:03   #2
seyyah

 
Varsayılan şişme bot

sayın armağan,
en aşağı on yıl önce idi. bir bozkır çocuğu olmama rağmen denizle yahut kısaca "su" ile hiç değilse yaz aylarında temasını hiç kaybetmemeye çalışan ben, o yaz, içmeler/marmaris'e gidip o emsalsiz koyda yüzüp denizin tuzunu ve serinliğini hissetmek arzusunda idim. tabii bu rutin bir istekti ve her yaz başında -ne hikmetse- olduğu gibi yine yavaş yavaş benim aklımı işgal etmeye başlamıştı. yine o tarihlerde, bulunduğum erzurum havalisine kuzey komşumuzdan birtakım insanlar eski-püskü otobüslerle geliyor, ellerinde bulunan birtakım yaşam malzemelerini açtıkları işporta tezgahlarında yok pahasına satıyorlardı. devir, perestroyka ya da glasnost devriydi ya da hemen ondan sonrası... öyle ki bazen kocaman bir sahra dürbünü, bir başka zaman minicik ama çok kullanışlı bir kampet yahut port-ocak, çat-pat türkçe konuşmaya çalışan bu insanlardan birkaç kuruş karşılığında yurdumun güzel ama fırsatçı insanlarına doğru el değiştiriyor, bizim gibi "ağır takılan" kamu görevlileri de "ya olur mu, bu kadar da adam kazıklanır mı?" falan deyip bu işten uzak durmakla birlikte "hay allah, ben de acaba bir iki şey alsam mı?" ikilemini yaşıyorduk. bir gün görev dönüşü, bozuk asfalt üzerinde "hacı"nın "cadillac"ı ile geldiğimiz yere dönerken öndeki eski püskü otobüsün silme malzeme -yukarda sözünü ettiklerimden- dolu arka bölümünün kapısında, dikine durmuş şişme bir botun farkına vardım. kürekleri botun içine, koyu yeşile boyanmış ağaç sapları birbirine çapraz gelecek şekilde koymuşlardı. işte o anda, bir süredir aklımı işgal etmeye başlayan denize kavuşmak arzusunu daha kuvvetli bir duygu bastırdı. sadece yüzmenin yahut denize girip çıkmanın bana artık eski, sevdiğim ama sık sık gördüğüm yüzü aşina bir dostla muhabbet etmekten farklı olmadığını düşünmeye başladım ve işte o andan itibaren itiraf etmeli, narkotik bir istekle artık deniz üzerinde ayağımı basabileceğim ve daha uzaklara, korkutucu maviliklere doğru seyredebileceğim bir kayık, bir tekne ama şimdilik hiç değilse bir şişme bota sahip olma arzusuyla yanıp tutuşmaya başladım. izne ayrılmama az bir zaman kalmıştı ve ilk iş o botun peşine düşmeliydim. dedilerki, bu tür malzemeleri trabzon'da kurulan "rus pazarı"nda pazarlıyorlarmış. iznin ilk günü, çoluk çocuk hep birlikte bizim kış aylarında doğru dürüst çalıştıramadığımız, yaz aylarında da hep hararet yapan kamyon sesli opel'e atladık, artvin üzerinden bir doğu karadeniz turu atıp doğru trabzon'a, orada hiç eyleşmeden liman yakınlarındaki "rus pazarı"na yollandık. pazara girer girmez evet, işte tam da o gördüğüm bot gibi bir sürü irili-ufaklı şişme bot, üzerinde kril alfabesi ile kabaca yazılmış birtakım yazılarla tezgahların yanında, dikine durmuş, beni bekliyorlardı. satıcılar ne yazıkki, yurdumun insanlarıydılar ve ben, geçmiş zaman, oldukça hatırı sayılır bir fiyata iki kürekli, mavi lastikten mamul bir şişme botu, turuncu renkli lastikten çantası ve yanında siyah renkli lastik pompası ve tamir takımı ile birlikte "trabizonlu" satıcıdan alıp benim kamyonun kocaman arka bağajına koymuştum bile. hava çok sıcak ve nemliydi, benim migrenim tutmuş, başımı ağrıdan kaldıramıyor, görüşüm ve midem bulanıyordu ama ne gam!!.. botu şişirip denizin üzerine koyup iki kürek asıldımmı, arkamda bıraktığım küçük iz ile birlikte ne baş ağrısı kalacaktı ne mide bulantısı...
sonra mı, onu da bir başka akşam paylaşırım sizinle...
sevgi ve saygıyla...