Mesajı Okuyun
Old 28-07-2006, 20:26   #29
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan Milli Eğitim Bakanlığı Web Sitesinden alınmıştır

Burhan AKÇADAĞ
Danişmentli İlköğretim Okulu
Müdür Yetkili Öğretmeni
Kdz.Ereğli/ZONGULDAK


George Orwell, “1984” adlı ünlü romanında bugün hepimizin kullandığı “soğuk savaş”, “büyük birader”, “düşünce polisi” kavramlarını dünya diline kazandırdı.

Kırklı yılların sonunda kafasını hiç bir gizlisi kalmamış, tümüyle saydam hâle getirilmiş insan tipinin vizyonuna takan George Orwell, mutlak kontrol ile bu saydamlığı sağlayan süper devlete kitabında “Okyanusya” adını yakıştırmıştı. “Büyük Birader”in yönetimindeki bu devlette, yaşam alanlarının her köşesine yerleştirilmiş kameralar olan, insanların attığı her adımın, sarfettiği her sözün resmî makamlarca nasıl izlenip, arşivlendiği anlatılmaktaydı söz konusu romanda..

Günün birinde, Winston Smith adlı genç bir memur, bu durumdan sıkılır ve kurtulmanın yollarını arar. Önce evinde gözetlenmesi mümkün olmayan bir köşe bulmaya çalışır. “Evinde bir sürü hile uygulayarak gözetlenmemeye çalışan Smith ardından, doğanın, sevgilisiyle özgürce buluşabileceğini sandığı, sakin bir köşesine sığınır. Daha sonra çareyi, kapağı bir eskici dükkanına atmakta bulur. Çünkü bu kuytu mekanların izlenmesine ihtimal vermemektedir. Çok geçmeden eskici dükkanının bile Büyük Birader’in gözetiminde olduğu ortaya çıkar ve ihbar sonucu burada yakayı ele verir.”

Roman kahramanı Winston Smith ve sevgilisi Julia’nın aşkı, Tanrı tarafından gözetlenen ve sonunda cennetten kovulan Adem ile Havva’nın hikâyesini çağrıştırır. Roman boyunca her ikisi de birbirlerine sadık kalmayı, kendi düşüncelerine sadık kalmaktan daha değerli tutarlar. Zihinsel olarak ele geçirildiklerinde bile duygusal bağlarının kopmaması onları canlı tutan tek şeydir. Fakat sonunda onu da yitirirler. Zihinsel olarak canlı tutan tek şeydir. Fakat sonunda onu da yitirirler. Zihinsel olarak beslenmeyen sevgilerinde duygu da kalmaz. Devlet bunun üzerine beynini yıkayarak Simith’in özgürlük aşkını yok eder, hatta sonunda Büyük Birader’i sevmesini bile sağlar. “1984”ün kahramanı Winston Smith’in gelecekten tek beklentisi Büyük Birader’ den nefret ederek ölmektir. Bu sayede ruhunun ölene dek canlı kaldığından emin olabilir. Yalnız ve özgür insanın her zaman yenildiği bir dünyada yalnız ve özgür olmak ister. Halbuki parti birçok şeyin yanı sıra bireyselliği de yasaklamıştır. Her birey sadece partinin bir uzantısı olarak düşünülmelidir.
Ülkenin en güçlü örgütü “Düşünce Polisi”dir. Büyük biradere karşı hiçbir eylemin yapılmadığı, hiçbir düşüncenin ifade edilemediği ülkede, devletin tek endişesi yurttaşların kafalarında Büyük Birader’e karşı teknoloji ile bütün yurttaşların hayatını yakından denetlemekte, kafasında şüpheli düşünceler geçenleri kolayca belirleyerek, kısa zamanda yok etmektedir. Büyük Birader muhalifi yok edilen insanların geçmişleri de devlet arşivlerinden silinmekte, bunlar artık yaşamamış kabul edilmektedir.

Devletin bir resmî ideolojisi vardır: İngsos. Bütün yurttaşların İngsos’un ilkelerine bağlı olması zorunludur. Vatandaşların resmî ideolojiye bağlılıkları sürekli kontrol ve test edilir. Rejimin iç ve dış düşmanları vardır. Bütün vatandaşlar bu iç ve dış düşmanlara karşı sürekli uyanık olmak zorundadırlar. Goldstein, rejim düşmanı hain, her kötülüğün arasındaki isimdir. Rejimin en önemli hedefi “Goldsteincılığın kesin ve tümden yok edilmesidir”... Her gün rejim düşmanlarını lanetlemek için “iki dakikalık nefret” uygulaması yapılır... Ayrıca “Nefret Haftası” denen yılın bir haftasında rejim düşmanları daha yoğun olarak lanetlenir. Bu kutlamalarda sık sık bir marş söylenir: Duyguların yoğunlaştığı anlarda sık sık söylenen bir nakarattır bu. Büyük Birader’in bilgeliğine ve görkemine adanan bir ilâhîdir, ama daha çok, halkın kendi kendisini hipnoz etmesi, bilinçlerin ritmik bir ses yardımıyla, istemli olarak bastırılmasına yarar.

Romandaki “düşünce polisi”nin insanları kontrol için kullandığı gözetleme mekanizması, aslında kitabın yazıldığı kırklı yıllarda hayal ürünü olmaktan öteye gitmese de günümüzün sunduğu gerçekler, Orwell’in tasavvur edebildiklerini çoktan geçti bile.
Tek boyutlu toplumun ve düşüncenin oluşturulmasında en önemli araçlardan biri de kuşkusuz “dil”dir. Dil zenginleştikçe, düşünce de zenginleşir. Orwell 1984 adlı eserinde bu düşünceden hareket ederek, partinin yeni bir dil yaratma çabasından söz eder. Buna göre, eski dilin kelimeleri, “iskelet haline” getirilinceye kadar kesilip biçilecekti. Amaç, Örneğin, “iyi” kelimesinin tersi olan “kötü” kelimesi kullanılmayacaktı. Bunun yerine “yokiyi” öneriliyordu. Yine, “iyi” kelimesinin derecelerini belirten kelimeler de kesilip biçiliyordu yeni dilde. Örneğin, “Mükemmel”, “mümtaz” yerine, “artıiyi”, “katmerliiyi” gibi kelimelerin kullanılması düşünülüyordu: “Neticede iyilik ve kötülük kavramı gerçekte tek kelime ile elde edilecekti.”
Düşünce hayatını yok etmek ve ülkenin geçmişiyle ilişkisini koparmak için ülkenin dili tahrip edilmekte, sürekli yeni kelimeler üretilmekte, halk içeriği boşalmış kelime ve kavramlarla birbirini anlamadan konuşmaya zorlanmaktadır. Eski kavramlardan ve eski kelimelerden arındırılan yeni dilin adı “Yenikonuş”tur. Yenikonuşun temel ilkesi düşüncenin tüm türlerini olanaksız kılmak, düşünme sınırlarını daraltmaktır. “Sonunda düşünce suçunu olanaksızlaştıracağız, çünkü en sonunda, onu anlatacak sözcükler kalmayacak. Gerek duyulan her kavram tüm eşdeğer sözcüklerinden sıyrılarak, anlamı kemikleştirilmiş tek bir sözcükle anlatılacak... sözcük sayısı her yıl biraz daha azalacak ve bilincin alanı her yıl biraz daha daralacak... Dil yetkinliğe ulaştığı zaman devrim tamamlanmış olacak...” Yeni sonuçta bütün kavramların içi ya hiçbir şey ifade edemeyecek şekilde boşaltılmıştır veya tamamen tersi kavramlarla doldurulmuştur. Mesela savaş bakanlığının adı “Barış Bakanlığı”dır; rejimin işine gelmeyen gerçeklerin inkarı ve saptırılmasıyla görevli bakanlığın adı da “Doğruluk Bakanlığı”dır...

Orwell dilinin tek özelliği, kuşkusuz, kelime sayısının azaltılması değil. Belki de bundan daha da önemlisi, kelimeleri karşıtı ile açıklamak suretiyle, onları anlamsızlaştırmaktır.

1984 yılı romanı bugün okuyanlar için kendi hatıralarının olduğu bir zaman dilimidir, geçmiş zamandır, o yılla ilgili kendi yaşadıklarını düşündürür, fakat romana yazıldığı zaman açısından baktığımızda sadece tarihi roman değil, aynı zamanda bir kehanet kitabı olarak da görmemiz devlet, barış, teknik, bolluk ve adalet devleti mi, yoksa tamamiyle “polarize” olmuş (kutuplaşmış), her hareketin planlandığı, kontrol edildiği, gözetlendiği, Orwell’in “1984”te tasvir ettiği “Büyük Birader”in totaliter devleti mi olacaktır?

Bu sorulara bugün için cevap vermek imkânsızdır. http://yayim.meb.gov.tr/dergiler/sayi45/akcadag.htm