Mesajı Okuyun
Old 23-10-2006, 11:55   #159
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

GÜNEŞ DOĞUYOR


Bak nasıl içimde gözlerimin
Eriyor damla damla keder
Karanlık ve isyancı gölgem nasıl
Tutsağı oluyor güneşin
Bak
Yok oluyor tüm varlığım ve beni
İçine alıyor bir kıvılcım
Fırlatıyor taa doruklara

...

FURUĞ FERRUHZAD

Çeviren:Hatice Gülcan Topkaya


Furuğ Ferruhzad 1935'te Tahran'da doğar. Asker bir babanın kızıdır ve tüm şark toplumlarında egemen olan 'kız evlat' olmanın tüm acılarını yaşayarak büyümüştür. Aile, kapalı toplumların fonksiyonel yansıması olan dışarısı-içerisi, yani ev içi ile dışarıdaki hayatı sımsıkı ördükleri bir duvarla birbirlerinden ayırarak ve kızlarını tümden bu evin içine hapsederek dışarıdaki hayattan yalıtarak büyütmüşlerdir... Geleneklerin bastırdığı bu yaşam tarzı, onu yanlış bir evliliğe götürür. Ancak şiirlerinin hayatında söz sahibi olmasıyla birlikte Furuğ'un yaşamı da değişir... Bu geleneklere bir başkaldırıdır... Fars edebiyatında ilk kez bir kadın şair, şiirleriyle, aşktan, cinsellikten kadının 'ben'inden bahsederek varlığını sorgulamış ve bu alanda kazandığı başarılar ödülü olmuştur...
Furuğ'un bir kadın olarak, acılı ömründe yaşadığı ülke gerçekleriyle, erkek egemen bir toplumun sert kurallarıyla çatışarak verdiği savaşları, özünde ve kaleminde var olan cesareti düşündüğünüzde onu daha bir seviyor, şiirlerindeki derinliği daha bir yürekten kavrayarak okuyorsunuz... Elbette söz hakkının başkalarının ellerinde şekillendiği bir şark ülkesi kadın şairinin aşklarının, anneliğinin, eş olmasının da ne denli acılara dönük yaşanacağını içiniz yanarak duyumsuyorsunuz. Bunun en büyük kanıtı Furuğ'un ilk evliliğinden olan çocuğunun sabık eşi tarafından yıllarca ona gösterilmemesidir... Bu ise erkek egemen kültürde kadına uygulanan en kötü cezaların bile ne denli doğal sayıldığının göstergesidir...
Furuğ'un aşkta derin acıları, ilişkilerinde derin yalnızlıkları vardır... Şiirlerinin her dizesinde bunu derin duyarlılıklarla verir... Sizi düşündürür... Bu konu da 'Neden Yaralarım Aşktandır' önsözünde Haşim Hüsrevşahi şöyle der:
'Erk odağını reddetmenin bir yolu da, o erki odaklara bölmekten, odakların sayısını sonsuzca artırmaktan geçer. Dışa dönük hareketi ile bu yol, nihayet erkin tam yıkımına, yok oluşuna varır. Anarşik yadsımanın yerine bir şey koymaksızın kovaladığı mutlakiyetçilik ile en üst düzeyde paylaşımcılığın erk odaklarının demokratik yadsıması arasındaki fark da işte buradadır. Aşka da bu pencereden bakmak mümkün. Bir bakıma denilebilir ki aşk, tüm erklerin, parçalanıp yıkılması ve sadece 'maşuk'un algılanmasındadır. Burada da anarşik romantizm ile ayakları yerde en üst düzey paylaşımcılık birbirinden farklılaşmaktadır: Gerçi aşk denince her ikisi de 'ben'den, 'ben'in erkinden vazgeçmeyi ve 'onun' algılanması aşamasının kabullenir. Yedi yüzyıldan beri İran şiirinde ulaşılması mümkün olmayan bir noktadan, Mevlana Rumi Şiir'lerinde akla varan, sonra aklın egemenliğini aşan, aştıktan sonra onu bir kenara iten ses, tek sözcükle 'aşk'ın sesi olarak duyulmuştur... Furuğ'un şiirinde akla varıp adım adım onun egemenliğinden uzaklaşarak, onu geride bırakarak, zamanla çokmerkezciliğe, erklerin inkârına yönelmiş aşka varılmıştır. Onun şiiri derin bir hasretle, sevecenlikle, adeta tüm insanların çektikleri acı ve içinde yaşadıkları karamsarlıkları algılamakla dolup taşmaktadır.
Furuğ, Şubat 1967'de bir kazada yaşamını yitirmiştir.
Öldüğünde ardında kadınların birey olmak için pek çok bedeller ödediği bir ülkede, bu yazgıyı tersine çevirmek için verdiği onurlu bir mücadele, acılı bir yaşam ve unutulmayacak güzel bir isim bırakmıştır...