Mesajı Okuyun
Old 28-02-2010, 22:23   #3
Gemici

 
Varsayılan Bekâret ve Kitap veya Bekâretin Kitabı

‚Bizim kitâbımızda bunun yeri yoktur!‘
‚Bizim mezhebimiz o kadar geniş değildir, o türden bir davranışı midemiz kabul etmez!‘‘

Bu iki cümleyi en fazla kadının cinsiyeti söz konusu olduğunda, başkalarının davranışlarını kınamak ve kendimizi başkalarından ayırmak için kullanırız; Burada belirtmek ve vurgulamak istediğimiz şey, bizim bu konuda belirli bir değer yargısı sahibi olduğumuz ve bu değer yargısı üzerinde tartışmaya açık olmadığımız gerçeğidir. Tartışmaya açık olmayışımızın sebebi, değer yargılarımızın doğruluğuna yüzde yüz inanıyor olmamızdır. İnanmanın en büyük özelliği ise, düşünce ile çatışmasıdır. Doğru olduğuna inandığımız konu üzerinde düşünmeyiz. Bizim doğrularımız doğru olunca da başkalarının bizim doğrularımıza ters düşen doğruları yanlış olmuş olur. Başkalarının doğrularının da doğru olabileceği üzerinde fazla kafa yormayız bu gibi durumlarda. Başkalarının kendilerine göre doğru, bize göre yanlış olan değer ölçülerini çürütmek için öne sürülen gerekçeler her yerde aynıdır genelde.
Zamana ve yere göre şu gerekçeler öne sürülür:
a. Biz diğerlerinden farklıyız, diğerlerine benzemeyiz; bizim toplum yapımız diğerlerinin toplum yapısından değişiktir. Bu değişkilikten dolayı da olayları başka türlü değerlendiririz,veya
b. Diğerleri toplumsal yapı olarak bizden geridedir, bizim kadar ilerlemiş bir toplum yapıları olmadığı iöin de bizim değer ölçülerimiz onlara kıyasla daha ileri ve doğrudur,ya da
c. Diğerleri, özellikle Avrupa toplumları deejenere toplumlardır, dejenere olmuş Sodom ve Gomora türünden toplumların değer ölçüleri bizim için ölçüt olamaz.

Bahsettiğim türden yaklaşımlar sadece bizim toplumumuza özgü yaklaşımlar değildir elbette, her toplumda vardır. Değer ölçüleri, içinde yaşadığımız toplumun bize verdiği gözlüklerdir. Olayları ve diğerlerinin davranışlarını bu gözlüklerle değerlendiririz. Kitabımıza yazılanlar bu gözlüklerin renkli camlarından geçmiştir. Gözlüğün optiği ve rengi ile uyuşmayanlar kitaba geçmez, kitapta yeri yoktur.

Bize eğitimle aşılanan değer ölçülerinin dışında başka değer ölçüleri olabileceğini, tek düze kültürel gözlüklerimizin dışında başka kültür gözlükleri olabileceğini düşünmediğimiz sürece, günlük yaşantımız herhangi bir çalkantı olmadan sürüp gider. Herkes memnun olduğu sürece de düzende herhangi bir değişiklik te söz konusu olmaz. Dünya gerçekleri ve toplumsal ilerlemenin tarihi başka şeyler gösteriyor ama: yeryüzünde herşey devamlı bir değişim içinde ve dünya sisteminin bir bölümünde oluşan bir değişim, diğer bölümleri de etkiliyor. Toplumlar, diğer toplumlardaki değişimlerden etkileniyor ve etkilenmek zorunda. Etkilenmemek olanaksız, çünkü hiçbir toplum, diğer toplumlardan bağımsız değildir; İsteyen istediği kadar ‚ben başka toplumlara bağlı değilim, diğerlerinden başkayım, onlardan etkilenmem ‘ desin. Sonuçta, çevrenizde gerçekleşen değişimin etkisi ile, kitabınızda yazılı olanların doğru olup olmadığı üzerinde düşünmek zorunda kalıyorsunuz. ‚Düşünmek zorunda kalıyorsunuz‘ dememe bakmayın, hiç düşünmeden doğru bildiği yoldan şaşmayanların sayısı çok.

Toplumların birbirinden karşılıklı etkilenmeleri yeni bir olgu değil aslında; yeni olan bu etkilenmenin, gerek kitle iletişim ve ulaşım vasıtaları aracılığı ile gerekse adına küreselleşme dediğimiz olgu ile, yeni bir boyuta ulaşmış olması.

Mesajın başlığından da anlaşılacağı üzere sözü kitabımızın en baş sayfalarından birinde yer alan ’bekâret‘ konusuna getirmek istiyorum ve Ahmed Arif’in deyişi ile kadınlarımızın ‚künyesine namus olarak kazılmış‘ olan bekâretin tarihte ve başka kültürlerde ne gibi bir rol oynadığına değinmek istiyorum.

Genç kızlar ilk cinsel ilişkilerine kadar ‚bâkire‘ olarak tanımlanır. Bu anlamı ile bekâret kızlıktan kadınlığa geçiştir. Wikipedia’nın Almanca sayfasına göre bekâret, özellikle ataerkil toplumlarda, kadınların evlenmelerinde halen büyük bir rol oynuyor. Alman Medeni Kanunu’nun 1998 yılına kadar geçerlikte olan 1300. cü maddesine göre nişanlısının kızlığını bozup sonradan evlenmeden vaz geçen erkek kadına manevi bir tazminat ödemek zorunda idi. Gerekçe, kızlığı bozulan kadının evlenme şansının azalması idi. Verilen bu tazmınat Alman hukukunda Karnzgeld( çelenk parası) olarak adlandırılırdı. Almanyada evlendiği zaman bâkire olan kadınlar başlarına mersin ağacı dallarından yapılmış bir çelenk takarlardı, bâkire olmayanlar, ahlak kuralları ile bağdaşmayan davranışlarını herkesin görmesi için, kuru otlardan yapılan bir çelenk takarlardı. 1993 yılında 1.000 marklık bir tazminat davasını, mahkeme ‚medeni kanunun 1300.cü maddesi değişen ahlak kurallarına, Anayasa’nın kadın ve erkeğin eşitliği prensibine ters düşüyor‘ gerekçesi ile ret etmişti.

Wikipedia’ya göre dinlerin bekâret konusundaki tutumları :
Babil: Tanrıça İştar hem bâkire hem de fahişe olarak tanımlanıyor. Tapınak rahibeleri çocuk doğurmuş olsalar bile bâkire olarak kabul ediliyorlardı; çocukları bâkirenin çocukları olarak tanınıyorlardı.
Yunan Mitolojisi’ne gore tanrıça Athene, Artemis ve Hestia bâkire idiler.
Yahudilik cinsel ilişkiyi genel de kötü olarak değerlendirir. Buna rağmen Yahudiliğin değişik akımlarında evlilik öncesi cinsel ilişki konusnda değişik görüşlere rastlanır.
Hıristiyan kiliseleri cinsel ilişkinin evlilik içi ve eşler arasında olması gerektiğine işaret eder. Meryem Ana’nın Hazreti İsa’yı kocası ile cinsel ilişkiye girmeden Ruhülkudüs (Heiliger Geist) vasıtasıyla doğruduğuna inanılır.
Wikipedia İslam Dini’nin evlilik öncesi cinsel ilişkiyi yasakladığını ve erkeklere bir bâkire ile evlenmenin önerildiğini belirtiyor.

İus Primae Noctis (ilk gece hakkı):

İlk gece hakkı Grundherr’in(bey, derebeyi, sahip, effendi, senyör) evliliğin ilk gecesini gelinle geçirme hakkı anlamına geliyor. Gerçekten böyle bir hakkın olup olmadığı kesin olarak kanıtlanmış değil; bu türden bir hakkın varlığına 1250 yılında yazılmış olan bir şiirde rastlanıyor. Kaynağı kesin olarak belirlenmemiş olmasına rağmen 14.cü yüzyıldan itibaren bu türden bir pratiğin var olduğu ve bu hakkın Avrupa Feodal sisteminin bir parçası olduğu Kabul ediliyor. Bir internet sitesinde okuduğum kadarı ile Sırplar Osmanlılar’ın bu hakkı kendi ülkelerinde uyguladıkları görüşündeler.

İlk gece hakkına ilk olarak Gılgamış destanında rastlanıyor.

Bazı antropologlar ius primae noctisi Hıristiyanlıktan önceki bir ritualin bir yozlaşması olarak Kabul ediyorlar. Bu rituale göre kadının bekâretinde bir büyü var ve bu büyü ancak bir kral, bir rahip veya başka güçlü bir erkek tarafından bozulur; sıradan bir erkek bu büyüyü ortadan kaldıramaz ve çarpılır.

Kadının bekâretinin bir seremoni ile bozulmasına avrupa dışındaki kültürlerde de rastlanıyor. Kadının bekâretinin bozulması sırasında gelen kan tehlikeli olarak Kabul ediliyor bu kültürlerde ve bu tehlikeyi ancak bir büyücünün, bir rahibin, bir kabile reisinin önleyeceğine inanılıyor.
Konunun edebiyata yansımasını merak edenler Pierre Augustin Caron de Beaumarchaıs’ın La folle journee ou le Mariage de Figaro (Bir Delilik Günü veya Figaro'nun Düğünü) adlı serine bakabilirler. George Orwell Bin Dokuz Yüz Seksen Dört(1984) romanında ius primae noctisi kapitalist sisteme mal ediyor.

Saygılarımla