Mesajı Okuyun
Old 20-07-2012, 14:46   #3
avismailhdr

 
Varsayılan

Aşağıda verilmiş yargıtay kararı incelendiğinde görülecek ki boşanma davasında boşanma hükmünü değilde tazminat, nafaka vs. temyiz edilerek kısmi temyiz sağlanmış oluyor ve de temyiz edilmeyen boşanma hükmü kesinleşmiş oluyor...



T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No:1992/2-121
Karar No:1992/197
Tarihi:25.03.1992

DAVA : Taraflar arasındaki "nafakanın arttırılması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ( Ankara Onüçüncü Asliye Hukuk Mahkemesi )nce davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 19.11.1990 gün ve 559-655 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi'nin 16.5.1991 gün ve 5056-7968 sayılı ilamıyla; ( ..Önceki boşanma hükmünün yoksulluk nafakasına ilişkin bölümü temyiz edilmiş isede bu yöne ilişkin temyiz itirazları 18.6.1990 tarihinde reddedilmiş ve yoksulluk nafakası ile ilgili olarak karar düzeltme yoluna gidilmemek suretiyle boşanma hükmü ile birlikte aylık 100.000 TL. yoksulluk nafakasına dair karar 12.9.1990 tarihinde kesinleşmiştir. Öyle ise 28.9.1990 tarihinde açılan yoksulluk nafakasının arttırılmasına ilişkin bu davanın esasının incelenmesi gerekirken yazılı düşüncelerle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.. ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacı vekili.

KARAR: Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Gerekçesi açısından bugün de geçerliliğini koruyan 7.2.1945 gün ve 4/ 19 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde davacı, neye karar verilmesini ( başka bir ifade ile davalının neye mahkum edilmesini ) istediğini açıkca yazar ( HUMK. 179/3 ). Kuşkusuz talebin birden fazla kalemleri kapsaması halinde de davacının talep sonucu, asıl talep ve yardımcı ( fer'i ) talepler olmak üzere iki bölümden oluşur. Davacının birden fazla davasını aynı dava dilekçesi ile açması halinde, bu durum "objektif dava birleşmesi" olarak tanımlanır ve davacının her davaya ait talep sonucunu açıkca ve ayrı ayrı göstermesi gerekir. Davanın esasına ilişkin bu talepleri yanısıra davacı talep sonucu bölümünde mevcutsa fer'i ( yardımcı ) nitelikte taleplerde de bulunabilir.
Dava dilekçesinin, talep sonucu açısından özetlenen bu niteliklerine paralel olarak yapılan yargılama sonucu verilen kararda ( hüküm fıkrasında ) da, davacının talepleri asıl talep ( esasa ilişkin talep ) ve yardımcı ( fer'i ) talepler olmak üzere iki bölüm halinde değerlendirilir ve bu taleplerin tamamı hakkında ayrı ayrı hüküm kurulması gerekir ( HUMK. 388/3-4 ).
Hemen söylemek gerekir ki, boşanma hükmü çoğu kez asıl hükmün ( boşanma hükmünün ) yanısıra buna bağlı yan hükümcüklerden oluşan adeta bir kombine hüküm mahiyetini haiz bulunur. Gerçekten hükmün, bozucu inşai nitelikte olan ve evlilik birliğini sona erdiren ana bölümüne bağlı ve ondan bağımsız karakteri ve işlevi bulunmayan bu hükümcüklerle, boşanma sonrası bazı ilişkiler düzenlenir. Bu yan hükümlerden bir kısmı, yine sadece ve doğrudan doğruya inşaya yönelik olabileceği gibi bir tesbite ve edime de ilişkin bulunabilir. Örneğin, boşanma nedeniyle velayet hakkının taraflar arasında taksim ve tevdiine ( MK.148/1 ) ya da, evlenmenin yapıldığı sıralarda dul olan kadının tekrar kendi aile ismini taşımasına müsaade edilmesine ilişkin tali kararlar, yine birer inşai sonuca yönelik olmaları nedeniyle boşanma hükmü kompleksinde yer alan küçük ve bağımlı inşai hükümler ( fer'i inşai hüküm ) olarak değerlendirileceklerdir ( Doç. Dr. Ergun Önen İnşai Dava Ankara 1981 S. 66-67 ). Diğer taraftan örneğin, daha önceki bir zamanda verilen ayrılık kararıyla düzenlenen velayet ilişkisinin aynen devam ettirilmesine dair boşanma hükmü içinde verilecek bir karar tesbit edici; eşler arasındaki evlilik bağını çözen ve evlilik birliğini sona erdiren boşanma kararının asıl unsurunun yanı sıra ortaya çıkan ancak hakimin hükmü ile geçerlik kazanan yan sonuçların bir bölümünü oluşturan parasal ödemelerden maddi ( MK.143/1 ) ve manevi ( MK. 143/2 ) tazminat ile yoksulluk nafakası ( MK. 144 ) konusunda verilecek karar ise edim yükleyici bir görünüm ortaya koyacaktır. Bunlara davacının, talep sonucunda açıklamasa ( istek olmasa ) bile davanın açılmasıyla hükmedilmesi zorunlu eş ve çocuklar için tedbir ( MK. 137 ) ve boşanma sonucuna bağlı olarak iştirak ( MK.148/2 ) nafakalarını da eklemek uygun olacaktır.
İşte olayımızda çözümlenmesi gereken husus, genelde birden fazla talep sonucunu ihtiva eden hukuk davalarında ve özelde kombine hüküm mahiyetini taşıyan boşanma davalarında taraflarca uygun görülerek temyiz edilmeyen ya da temyiz isteği reddedilen ( bozmanın kapsamı dışında kalan ) hususların kesinleşmiş olup olmadığıdır. Özellikle olayımızda olduğu gibi diğer temyiz itirazları reddedilerek yalnızca manevi tazminata karar verilmesi yönünden bozulan davada manevi tazminat dışında kalan diğer talep kalemlerinin ( örneğin, yoksulluk nafakasına ilişkin hükmün ) kesinleşmiş sayılıp sayılmayacağının belirlenmesidir.
Bilindiği gibi dava tarafları, mahkemelerden verilen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurabilme hakkına sahiptirler ( HUMK. 427/1 ). Süresi içinde temyiz edilmeyen ya da esasen temyiz edilmesi mümkün olmayan kararlar kesin olup, Yargıtay kendiliğinden ve istek olmadan temyiz incelemesi yapamaz ve hükmü bozamaz. Diğer taraftan dava tarafları, aleyhlerine olan hükmün tamamını temyiz edebilecekleri gibi hükmün yalnız bir kısmını temyiz edip, diğer kısmını temyiz etmeyebilirler. "Objektif dava birleşmesi" halinde verilen hüküm taleplerinden yalnızca biri örneğin, manevi tazminatın kabul ya da reddi temyiz edilip boşanmaya ilişkin hükmün esası ile maddi tazminat, yoksulluk nafakası, velayet, iştirak nafakası ve fer'i ( yardımcı ) diğer sonuçlar temyiz edilemeyebilir. Bu hal doktrinde "kısmi temyiz" olarak tanımlanır ve kısmi temyiz ( yani hükmün bir kısmının temyiz edilmemiş olması ) halinde, hükmün temyiz edilmeyen kısmı temyiz süresinin geçmesi ile kesinleşir. Başka bir ifade ile kesin hüküm oluşur. Hükmün süresinde temyiz edilmeyerek kesinleşen kısmı yalnız başına icra edilebilir ve icraya konabilir ( Prof. Dr. Saim Üstündağ Medeni Yargılama Hukuku Cilt 2, İstanbul 1977, Üçüncü Bası, S. 87 ). Yargıtay, tarafların bildirdiği temyiz sebepleri ile bağlı değilse de ( HUMK. 439/II ) tarafların temyizi ile bağlıdır. Yani kısmi temyiz halinde Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen ve bu nedenle kesinleşen bölümü hakkında temyiz incelemesi yapamaz ve hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamaz. Kısmi temyiz halinde HUMK.nun 439/II. maddesi hükmü, hükmün yalnız temyiz edilen bölümü hakkında uygulanır. Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen bölümünü bozamayacağı gibi, mahalli mahkemede ( temyiz edilen bölümün bozulması üzerine yapacağı tahkikat sonunda ) hükmün temyiz edilmeyen ( ve bu nedenle kesinleşmiş olan ) bölümü hakkında yeni bir karar veremez ( Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü-cilt 4 Dördüncü Baskı, 1984 S. 3354-3355 ).
Diğer taraftan kısmi temyiz sebebiyle hükmün bir bölümünün ( talep sonuçlarından bazılarının ) temyiz edilmemek suretiyle kesinleşmesi ile, temyiz edilip onanmak suretiyle kesinleşmesi ( bozmanın kapsamı dışında kalması ) arasında kesin hükmün bağlayıcılığı, müstakilen infaz kabiliyeti bulunması, mevcut uyuşmazlığı yeniden ele alınması mümkün olmayacak biçimde çözümlenmesi yönlerinden herhangi bir fark mevcut değildir. Nitekim, 9.5.1960 tarihli ve 21/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı da, doktrinde bu şekilde yorumlanarak, mevcut uygulamanın Yargıtay'ın bozma dışında kalan kısımları da hukuksal denetime tabi tutarak bu kısımlara artık yeniden geri dönülmesini engellemek istediği ve bunu da bozmanın kapsamı dışında kalan yönlerin ( talep sonuçlarının ) kesinleştiğini kabul etmek suretiyle sağladığı biçimde değerlendirilmiştir ( Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Usulü - Cilt 2 İstanbul 1977 3. Baskı S. 90 ).
Bütün bu genel açıklamalardan sonra olayımıza gelecek olursak, mahkemenin boşanmaya ve boşanmanın feri sonuçlarına ilişkin kararının temyizi üzerine Yargıtay'ca yalnızca manevi tazminat açısından bozulmuş, başta yoksulluk nafakası olmak üzere diğer yönler ( talep sonuçları ) bozmanın kapsamı dışında kalarak kesinleşmiştir. Öyle ise açılan bu dava, önceki davada kesinleşen yoksulluk nafakasının artırılmasına ( MK. 145/son ) ilişkin olup, işin esasının incelenmesi gerekirken bozmanın kapsamı dışında kalmasına rağmen önceki davanın derdest olduğundan bahisle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
İşte bütün bu nedenlerle mevcut uygulama ile yasanın özüne ve sözüne uygun Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek istemin reddi yönüne gidilmesi doğru değildir. O halde usul ve kanuna uygun bulunmayan direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan Özel Daire bozma ilamındaki nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 25.3.1992 gününde oyçokluğu ile karar verildi.